ü- ar Te BERESİ FiPk *TEE z p eiŞSTE Ces atin ikm 19“ sle- ulun- hans” ; sani- dedii- mesâr ani Ahbeplarımdan Nuri Kemal, (*##) Şirketi İstanbul şubesi müdürüdür. | Mektep arkadaşlarımdan olduğu için | beni evine davet etti, Apartımanın kapısını çaldım; temiz Pak giyinmiş, münevver yüzlü bir | #dam açtı; — Beyefendi buradalar mı? — Benim efendim. — Pardon... Demek ki katı Muşım, şaşır- ey... — Ne var? ,, 7 Affedersiniz... Ben beyefendi değilim... Dalgınlığımın kusuruna bakmayınız... Nuri Kemal beyefendi- Yi arıyorsunuz değil mi? — Eret... — Buyrunuz sâlona,.. Şapkamı elimden aldı: — Estağfurullah... Gardroba ben m... — Vazifem... — Herhalde bu evin erkânından ola- UZ... — Uşağım, efendim. Beyefendilikten uşaklığ Bu ne İenezzül!,. Yoksa deli miydi?... Şüp heli yüzüne baktım... Hissiyatımı anlıyarak; — Ciddi söylüyorum... Uşağım... Paltonuzu alayım... ii Kendi kendime düşündüm: *— Ailenin ya tuhaflık yapan, ya- hud da aklında oynaklığı olan ferdle- Tinden biri olacak!... Kendine cidden Uşak süsü veriyor... A.. eğildi, ayak- in çamurunu da siliyor... Halbu- ki kalıbımı basarım şayed bu zat esa- > yüksek bir mevki sahibi değil ze Yanyan yürüyerek önüme geçti; sa- Jon kapısını açtı, Eşikte hürmetkâ- Tane durarak: — Buyrun! dedi. ikram etti; kibriti çaktı. > Pa kahve getirdi. ve i — Nuri Kemal nerede? La Beyefendi şimdi gelecekler! So- tadır. Fakat telefon ettiler. Bu te- ehhi dolayı gücenmemenizi Tica ediyor, Hakikaten de, biraz sonra, Nuri Ke- Meal, diğer birkaç arkadaşımızla bir- geldi. Eski dostlar buluşup ken- Samimi bir hava içinde hissö- Since uşak meselesini unuttum. Bab- başka vadide sohbetlere daldık. in vakta ki yemek odasının ke- Açıldı, mahud bey kılıklı adam, Bene karşımızda. i Anlatın Ragıb bey... Fakat vallahi si- Kolunda bir peçete... Eğiliyor, reve- | Tanalar yapıyor!... Biri ona hitaben: — Merhaba Ragıb bey... Bırak şu Şakayı canım. .. Ver elini... Vaz geç... be Estağfurullah beyefendi... Uşa- &i sıkılmaz... > inadından vaz geç. EM in olun inad değil... Geçin- Eğe izünden bunu böyle yapıyorum... Mmazimi düşünür de şimdi bu şe- hayatımı kazanmamı mentseniz... DA fenalığınız dokunur... Dn bir iş bulsanız, canım, Re- Herkes, sofrada yerli yerince otur- » Uşak bir taraftan servis yaparken, taraftan da derd yandı; a Başka bir iş bulmak!.. Dile kolay!.. €s böyle söylüyor... Fakat nereye elendi it etsem, cevap hazır: «Aman tüdir m, size küçük vazife münasip de. ie Basit kâtiplik, mukayyitlik ol- Müd Ancak €ski işiniz gibi muhasebe 'ürlüğü filân açılmlaı ki, o zaman ii. diyelim... Böylesi de mevcud > Onun için, affedersiniz. İnşal- cek yerde.» İlerâde! Yani gelmiye- ir istikbalde... Benimse beklemeğe Lİ yok... Evde açtık... Nuri yefendi; katiyetle ricada bulundum: «Beni evinize uşak alın!» Tar” Herkes gibi itiraz etti, Ben is- belki *Yeriz, içeriz, çalışırız. Hattâ : rm da birikir. Bu ne nimet- » Lütfen kabul buyurunuz!» dedim... ta İşle kapılandım... Vazifemi de Görüyorum... Hiç kusur ettiğim Sarırım... Canımı dişime taktım, m > « Beni rahat bırakın. WE do en, sofranın etrafında mekik gi- z aşıyor, servisi yapıyordu! — anıza $u emreder misiniz? e ri Kemal, fazla konuşmuyor, da!- Yalnız bir seferinde; İ masan halleri harapmış... olmamalı idi e, başını Si amma, — Ah, böyle neylersin? - Ben merak etmiştim: Kuz ne dir? Anlatsanız 2... | Misafirlerden biri | — Ay bilmiyor musun? — Yoo. — Fevkalâde lâtif bir hikâyedir... nirimize dokunuyor sizin servis yap manız... Atın şu havlıyı kolunuzdan. Oturun şuraya masaya ve anlatın! Ragıb, elinde tabak, inkisarle oda- nın ortasında biran dur — Anlaşıldı... Gene rahat yok... Zi ra, hakikaten uşak böyle olmaz... Va: fem! hakkile yapamadığımı farked rum... Rahatınız kaçırıyorum... Ben çalıştıkça, siz diken üstünde gibisi- niz.. Öyleyse azizim Nuri Kemal bey! Şu dakikadan itibaren hesabımı kesi- niz!,. Artık evinizde uşak değilim... Bir iskemle çekti; sofraya oturdu: — Misafirleriniz arasındayım... - Hay Allah razı olsun! — Bundan sonrası için Allah kerim... Cenabı hak rezzakı âlemdir! Alkışlamağa başladılar, Nuri Kemal, şehrimizin meşhur 1o- kantalarindan birine telefon edip oto- mobile bir garson gönderilmesini iste- Idi. Zaten o gelinceye kadar da, masa- nın üzerinde herşey tamamdı, Yı içtik ve Ragıbın hikâyesini dinledi! Sabık uşak, öteki davetlilerin bildik- leri macerayı, benim şerefime, bir ke- re daha anlattı; İşte: ... Efendim, ben, deminki muhavereden anlamış olacağınız gibi, (##$) şirketi- nin mubasebecisiydim. Merkezden ye- ni kadro çıkacağını biliyordum. Esas- hı memurlara terfiler var, Bende bir terfi ummaklaydım. Zira, bütün işler üzerimdeydi. Fakat bir de ne göreyim? Maaşım, eşeğin kuyruğu gibi, ne uzamış, ne kı- salmış... Halbuki, karıma ne vaidlerde bulunmuştum — Ayda yirmi lira kadar fi ala” cağız! - dediğim için, kadıncağız, gölü görmeden paçaları sıvamış, bir apre- midi elbisesi, bir balo elbisesi ısmarla- mış, bir takım taksitleri ödemeğe bizi İ mecbur etmişti. Listenin geldiği akşam melül mah- zun eve döndüm. Karım daha uzaktan görür görmez, meseleyi çaktı. Dizleri- ni döğerek: — Eyvahlar olsun... - dedi. - Birşey yok mu? Yok, karıcığım, — Desene ki, bütün öğünmelerin boş yere imiş., Yok dairenin bütün iş- lerini sen döndürmüşsün, yok sen ol- — Vallahi öyle, tontonum... — Öyle olsaydı paran artardı.. Za- ten her memur senin gibidir: Eve ge- lince atar, tutar, işinde müthiş kabili- yetli olduğunu söyler... «Sekiz kişinin vazifesi üzerimde! der... — Sana nasıl anlatayım? Seni nasıl temin edeyim? Bizim muhasebedeki do- kuz arkadaşın dokuzu da Ios! Bir şeye yaramıyorlar, — Bune rağmen maaşları arttı mi? —aArttı. — Niçin? — Çünkü dalkavukluk ediyorlar, — Sen de et! — Ben de mi? — Öyle ya.. Güç iş mi bu dalkavuk- luk? Ne yapıyorlar meselâ?.. — Merkezdeki müdürü umumi, kâti- bi umumi, yahud meclisi idare azaları, hattâ şube müdürleri İstanbula gelir- ken, yahud İstanbuldan giderken is- tasyona koşuyorlar.. Onlara bir sürü hoşa gidecek sözler söylüyorlar, — Eh fena mı?.. Bunları yapsaydın sen de terfi ederdin. Ne olacak sanki bu kibirin bu azametin?., Karım açtı ağzını yumdu gözünü... | Ne hikâyeler arılatmadı ne temsiller ge- tirmedi: Eşek iş görürmüş, dayak yer, fena beslenirmiş:; köpekse sirf yaltaklandı- ğı için işten kurtulur, okşanır, şeker- le taltif olunurmuş... Eşekliği bırakıp köpekleşmeli imişim.. Neler de nel Ben zaten hiddet ve yeis içindeydim. Çünkü müessesede cidden canla baş- la çalışan yegâne memurdum. Nuri Kemal beyin yüzü de burada! Söyle- Yazan: | İva - Nü) 5in... İşte tasdik ediyor... Böyle bir an- da karımın beni eşeğe, köpeğe teşbih etmesine, tabiaile, fena halde içeric- dim. Bağırdım, çağırdım. Kanepeleri, koltukları tekmeledim? Kapıları güm- bür gümbür açtım, kapadım: Ben dalkavuk olamam efendim! Olamaaam!!!.. - diye evi çin çin çın- lattım, Çınlattım arma, o gece, dargın dar- gın bir kanepenin üzerine büzülüp yat- tığım zaman, gözüme bir türlü uyku girmedi... İşte düşündüklerim: «— Hayır! Bu benim gidişim de gi- diş değil... Mutlaka âmirlerime karşı tavrımı değiştirmeliymi... O kadar ka- zık gib inhinasız olmamalı... Biraz bö- eli... Bundan sonra, şapkamı kan- dilli temenna vâri yerlere iğmeleyim. Önümü flikleyip huzura çıkmalıyım... Ve ilk fırsatta ben de İstasyonu boyla” malıyım.,. Meselâ yarın... Müdürümüz Nuri Kemal bey Ankaradan geliyor... Bütün şirket memurları istikbale gide- cekler... Çünkü daima giderler, âdet- leridir... Ekseriya âmirler, bu gib şey- lere dikkat eder... Bizimkisi de öyley- se, kendisine ehemmiyet vermediğim için tabii bana içerliyordur... İçerlediği de yeni bütçemizden belli!..» Hülâsa, karıma kızmakla beraber, onun verdiği talimatı harfiyen tatbike karar vermiştim. MACERA NUVELİ dalkavuğun başına gelenler seyredeyim! dedim... Tren geldi... Her muteber seyyahın etrafım itibari nis- betinde bir grup sardı... En mütevazi- lerin bile ikişer üçer şahıs ahbabı var- dı... Ortada yalnız bir insan yapyalnız, yapayalnız, boynu bökük kalmıştı. O da bizim müdür... İşte bu muhterem Nuri Kemal bey... Tekrar arkama, sağıma, soluma bak- tım... Hayır!,, Şirketten kimse gelme- miş... Süklüm püklüm yaklaştım. — Beyefendi! - dedim. Gözlerimin içine bakıp gülümsedi. Her seferkinden daha mültetiftti: Bir siz mi geldiniz? - dedi, Kekeledim: — Tabii onlar da gelirlerdi... Fakat vapuru kaçırmışlardır... Kimbilir, bel- ki de başka mazeretleri çıkmıştır!... Nedense Nuri Kemal beyin çok has- sas bir hali vardı: — Dostum!! - diye elimi tuttu, - Siz benim biricik dostummuşsunuz... Öte- kiler, hep dalkavuk... İyi günümde ge- lirlerdi... Siz se eskiden gelmezdiniz... Böyle bir felâketli günümde işte bu- radasınız! Gözleri yaşardı. Acaba akrabasından birine birşey mi |. olmuştu? Ne diyeceğimi şaşırdım, Zih- nimi toparlayamadan sordum: — Ne oldu?., Küçük dört çantasından ikisini ben, ikisini o, aldık; vapura doğru yürür- ken: — Ne olacak... Okuduğunuz gibi. Pendikte gazeteleri aldım; tepem attı... Bütün mesuliyeti üzerime yüklüyor- Jar... Evet, doğru: işten el çektirildim... Reşid: «— Samimi dalkavuk ne halde» diye şirket müdürüne sordu, Sabahleyin mutattan evvel kalktım. Bizim hanım hayrelle: — Nereye? — Sen karışma... — Darıldın mı, nonoşum... Dün se- ni kızdırdım... Fakat hakkın da var; Sen, dalkavuk olamazsın... Biliyorum ne vakur olduğunu... — Eeceh!., - diye haykırdım. - sus yeteri Yarabbi! Bu kadın beni nasıl anla- yamaz... İşle gene yanlış not veriyor!.. 'Tam dalkavukluğa karar verdiğim bir günde söylediği sözlere bakın!. Firladım evden... Haydarpaşaya goç- mek için vapura bindim, Fakat hay- ret! Tanıdıklardanı kimse yok... Nerede bizim şirket memurları?.. Acaba gene mi beni atlattılar?.. Bir vapur evvel mi gittiler?.. Gene mi geri kaldım? Bunu düşünürken, yanımda bir mu- havere kulağıma çalınıyordu; gazete okuyan iki kişi konuşuyor: — Amma da vurmuş herif şirketten! — Vurmuş awma, rezil de olmuş... İşten el çektirmişler — Gazetecilerin de insafı yok... Ne yazıyorlar, ne yazıyorlar... Yağlandıra ballandıra... Mühim bir sulistimal,.. Haydarpaşaya gelmiştik, Gara gir- dim. Birçok bekliyenler var, Fakat ara- larında bizim şirketten bir tek memur | mevcud değil... “— Her halde bugün gelmiyecekli. Dün akşam geç vakit bir telgraf almış, bana haber vermeğe lüzum görmemiş olacaklar! Müsaid vapur olsaydı, dönecektim Fakat hazır gelmişken, durup bil Fakat emin olun ki masumun... — İşten el mi çektirildiniz?- diye he- yecanımdan çantalardan birini yere düşürdüm. Nuri Kemalin vaziyeti birdenbire de- Biştiz — A... demek haberiniz yok... demek gazete okumadınız... Duymadınız da... Buraya kazara geldiniz... Şimdi meseje- yi anlar anlamaz, çantamı yere atıyor- sunuz.. Siz de gidiniz... Bir tek dosta hacet yok!.. Kendi kendimi müdafaa ederim ben! Hemen küçük bavulu yerden aldım: — Asla! asla!- diye kahramanca haykırdım. Sizi yalnız birakmak mı?.. Ben bildiğiniz gibi değilim... Ve olmadığımı da isbat ettim: Nuri Kemalin avukatı kesildim.... Hemen o gün gazeteleri son satırına kadar okudum... Sonra, daireye gide- rek bütün defterleri, evrakı tedkik et- j tim: — İmkânı yok.. Onun suiistimali ola- maz... - diyordum. Arkadaşlar işin alayında: — Seni gidi seni... - diyerek başları- nı sallıyorlardı. > Eğer bu işten yaka- Yı sıyırırsa diye böyle ağızlar yapıyör- sun, değil mi?.. Fakat iyice okkanın altına gitti... Beyhude dalkavukluk edi- yorsun! - Samimiyim! — Haahaa.. Samimi dalkavuk!.. Fa- kat ayağını sıkı bas... Bu darbe ona ikinci müdür Bedriden geliyor... Onun da genel direktörle akraba olduğunu unutma... Eniştesidir... İ | — Nesi olursa olsun., Ben hakikat âşıkıyım... iylemesi bizden! Netice tahminleri gibi de çıktı: Arka tarafını biliyorsunuz; müdettiş- ler, Nuri Kemalin tamamile masum olduğunu isbat ettiler! Her marifeti Bedri kıvırıp onun üzerine atmış... Bu- nu İlk önce ben keşfederek Bedriye ver yansın eltim. Fakat genel direktör, zaten ayni zamanda sermayedar oldu- Ru için, zararları sineye çekti, iş ört- bas oldu. Tabii Bedriyi aile meclisin- de azarlamıştır. Ceza bundan İbaret kaldı, Nuri Kemal beyle Bedri de ba- rışlılar, Kabak benim başıma patladı. Çünkü Bedri, kendisi aleyhine bu dere- ce fuzuli gayretkeşlik etmiş bir me- muru müessesede istemedi... Arkadaşlar: «Samimi dalkavukluk para etmedi!» dediler... Nitekim haki» katen, kapı dışarı edildim... o * Fakat görüyorsunuz, uşaklık da ede- karpuz bir koltuffa sığmıyor: Dalka- vuklukla samimiyet bir-arada ölmü- yor! : .. ». Herkes gülüşüyordu, Yan gözle Nuri Kemale baktım. Yalnız o zoraki tebes- süm ediyordu, Bu hikâyenin böyle an- Jatılması, belki de tekrarlanması hoşu- na gitmiyordu belli, Kendisini başka bir sefer, şirketin önünde otomobiline binerken gördüm. Selâmlaştık. İlk aklıma gelen Ragıb ol- du. Ne olduğunu “mia: — of! Of. İllâllah.. - dedi, Sorma bu heriften çektiğimi, Reşitciğim.. San- ki fuzuli avukatlığımı yapsın demişim gibi... Kim teklif etti bu gayretkeşlik- Yeri ona?.. Niçin Lu işlere burnunu sok- tu?.. Hem gördün, Kazık gibi bir karak- teri var... Uşaklıktan çıktıktan sonra «Hizmet görmeden muavenet kabul etmem!» diyor... Sürüm sürüm sürü- nüyor... Yürekler acısı amma, ne ya- parsın... Pek üzülüyorum... Elimden birşey gelmiyor.. Yüzünü gördükçe de sinirleniyorum. — Bu derece antipatik halile bir de dalkavukluğa kalkımış!. Gülüştük... Yanyana otomobile bin- dik, Bu bahiste israr edilmesini iste- miyordu; hissiyatını sezd'ğim için mev zuu değiştirdim. (VAN) Kendine beyhude yere eziyet ediyor NEVROZİN varken ıstırab çekilr mi? Baş, diş ağrıları ve üşülmekten mütevellid bütün ağrı, sızı, sancılarla nezleye, romatizmaya karşı NEVROZİN kaşelerini alınız © icabında günde 3 kaşe ALINABİLİR. el 4