9 Nisan 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 8

9 Nisan 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

mea area ae 5 Dedikodudan çok hoşlanırım, bundan tatlı şey yok, fakat kimsenin aleyhinde birşey söylemem “ Aşk, mahir bir polis hafiyesine benzer, her saniye kıyafetini değiştirir, bazan İ onunla karşı karşıya Franciska Gaal'le görüşmek istedi- ğim zaman bana Paramount filim şir- ketinden: Filmi henüz bitirdi, Stüdyoya hiç uğramiyor, Holivuddaki yeni tut- tuğu evinde istirahat ediyor... dedi- ler. Bereket versin ki Paramount şir- ketinin sartistlerle ,temas» şubesi genç müdürü Mis Jannet Bearley ah- babımdı, Bu genç kadın aşağı yukarı bütün filimi yıldızlarının içli dışlı ar- kadaşıdır. Kendisi şimdiye kadar do- kuz filmin senaryosunu hazırladığı için Lubiç, Sesil B' De Mil ve saire gi- bi tanınmış rejisörlerle, Marlene .Dit- rich gibi bir çok büyük yıldızlarla sen: li benli konuşur, Jannet Bearley'in si- nema öleminde yaşile hiç mütenasib olmıyan büyük bir nüfuzu vardır. Genç müdür telefonu açtı. Bir takım bumarular çevirdikten sonra gülerek sordu: i — Paprika orada mı? «Pâprika da kim?» diye şaşalama- tım, Çünkü bu kadar zamandanberi Hollivudda olduğum için Franciske Gaal'e burada Paprika denildiğini bi- liyordum. Şimdi telefonda Paramount şirke- tinip genç müdürü kırılırcasına kah- kahklarla gülerek konuşuyordu. Bir aralik: — Aman, dedi, öyle ise ben de'gele- yim... Senin ağzından olanı biteni din- liyeyim... Pek merak ettim... Biz şim- di geliyoruz... Telefonu kapattıktan sonra İşlerini karşıki masada oturan muavinine ha- vale etti: — Beni soran olursa bir buçuk saa- te kadar gelecek dersiniz... diye tembih etti. Şapkasını giyerek bana sordu: — Otomobilinizi stüdyo önünde mi bıraktınız?.. Yoksa karşıki otomobil parkına mi gölürdünüz?., | Franciska Gaa küçük bir evde oturuyor AEŞAM Gazetecinin mutlaka otomo- bili olması lâzım Güldüm, Belki Kendisine bundan evvel 10 - 15 defa otomobilim olmadı- ğını söylemiştim. Burada her ne hik- metse bir gazetecinin otomobili olma- masına kimse akıl erdiremiyor, Bir gazetecinin kalemi, kâğıdı olmıyabilir... Fakat otomobili olmasın!., Burada bu pek garib bir.vaziyet addediliyor. Be- reket versin ki genç müdürün 1938 modeli upuzun, şık bir otomobili var» dı, Onunla Holiyudun meşhur Bever« Iy Hills caddesine geldik. : Küçük bir evin önünde durduk. Şaşımmıştım. Şimdiye kadar büyük yıldızların de- gil, orta derecede sinema artistlerinin bile birer sarayı andıran evlerini gör- meğe alıştığım için sordum: rTanciska Gaal'in evi bu mu? Yol arkadaşım güldü: — Bu... O lüksü pek sevmez... Kapıyı bize belki 120 kilo olan gayet şişman bir kadın açtı. Bü kadın Fran- ciska Gaal'in sütnesi imiş... Sevimli artist onu ta Avrupadan buralara ka- dar taşımış... Bir kelime ingilizce bil- mediği için eve gelen Amerikalı misa- firlerle işaretle konuşuyor... Bir salo- na alındık. İlk gözüme ilişen duvar- daki Duk de Windsor'un büyük resmi idi. Prens Dö Gelki zamanında çıkar- dığı bu resmi eski İngiliz kralı imza- sile ve altındaki «Paprikaya» cümlesi- le Franciska Gaale hediye etmişti. Resmin altındaki imza bile gayet sa- mimi, sadece «Eddy» idi., Artist ile karşıkarşıya Franciska Gaal üzerinde portakal rengi bir elbise ile içeriye girdi, Evve- lâ kapının yanında durdu. Sevimli bir şımarıklıkla vücudünü kâlın bir per- denin arkasına saklıyarak: — Bu kıyafetle sizin yanınıza gelir- sem ayıb olur mu?,. diye sordu, Sonra cevabımızı beklemeden: — İşte ben böyleyim... dedi, etiketi hiç sevmem... Evime bile baksanıza şapka kutusu kadar bir şey... Evet ev belki küçüktü. Fakat içeri- si o kadar güzel döşenmişti ki... Baş- tan başa renk renk divanlar... Her ta- raf divan... Hepsi de renk renk podö- süet kaplı... Her tarafta içinde sıcak memleket çiçekleri, kalın yapraklı nebatlar bulunan kocaman saksılarla dolu... Paprika âdeta zıplar gibi kendisini bir divanın üzerine altı, Zaman zaman filimlerindeki gibi şen, kayıdsız, Hat- tâ - tabir mazur görülsün - delibaş bir kız oluyor, Fakat vakit vakit dehşetli bir filozof gibi ciddileşiyor. Artistin muvaffak olamadığı şey ne? Bir sigara kumpanyasının: «Sevimli yıldız içsin de bize reklâm olsun..» dü- şüncesile gönderdiği en nefis Türk tütünlerinden yapılmış sigara kutusu- nu önümüze sürdükten sonra: — Bilir misiniz? dedi, hayatta hiç muvaffak olamadığım şey nedir?.. Ga- zete muharrirlerine beyanatta bulun- mak... Neden muvaffak olamadım? Bunu da söyliyeyim... Çünkü yalan söylemesini bilmem... Bir gazete mu- harririne beyanatta bulunmak sine. ma yıldızlığı kadar mühim bir sanat- tır, Gazete muharrirlerine öğle şeyler söyliyeceksiniz ki hiç belli etmeden kendinizi methedeceksiniz, Halk da bunu okudukça: «A... diyecek, bak ne mükemmel insan...» Ama gâğeteciye hakiki hayatınızdan, hakiki hisleri- nizden, hakiki zevklerinizden bahset- miyeceksiniz. Bunları gizliyerek, ken- dinizde olmıyan bir takım yalancı meziyetlerden bahsedeceksiniz, ben bunu beceremem, Yalan söyliye- mem... — Öyle ise... Dosdoğru içinizi dökü- nüz... Gadıklanmış gibi kahkahalarla gül dü: — O... Bu hiç işime gelmez... Buna | Cevet çiçekler... Boş zamanımda mutla- ka çiçeklerle uğraşırım... Sonra müsi: ki... Evet müsiki., Oh bilmezsiniz ben musikiyi ne kadar severim... Müsiki benim ruhumu besliyen yegâne şey- âir;, Boş zamanlarımda musiki ile Emin olunuz size bü cevabı verenle- rin çoğu boş zamanlarında çiçekler- hiç, yanaşamam... Görüyorsunuz ya. | je değil, musiki ile 'değil dedikodu ile yalandan selâ doğru olarak size bir şey söyliye- meşguldürler... İşte dedikodu bu ka- dar çok sevilir de, sevildiği söylenmez. ceğim... Şaşacaksınız... Ben en çok ne- | Tuhaf şey... den hoşlanırım bilir misiniz? Dedikodudan hoşlanıyor Gene üzün uzun güldü. Acaba eti Görüyorsunuz ya... Bir gazete-mu- harririne-beyanatta bulunmesinı hiç beceremiyorum. Daha ağzımı açar aç- çok neden haşlanırdı?.. Ben zihnimdö | me796 Küsurlarımı söyledim." bunun cevabını bulmağa çalışırken o: — Dedikodudan.. dedi, dedikodu- dan... Dünyada bundan daha tatli bir şey var mıdır?., Ama katiyyen dediko- du yapmasını sevmem... Kimsenin hak- kında bir şey söylemem... Ama dinle- mesine bayılırım... Emin olun insan- ların yüzde doksanı da benim gibi- İngilizceyi garib fakat pek tatlı bir şive ile konuşuyordu. Sordum — İngilizceyi öğrenmek için güçlük çekiyor musunuz? İngilizce imlâdan şikâyet “Tembel bir mektebli gibi: — Oh... dedi, sorar mısınız?.. Hele ingilizcenin imlâsı yok mu?.. Bu imlâ dir... Bilhassa kadınlar... Fakat han: | beni deli edecek... Çıldıracağım... Her gisine sorarsanız: — t ederim... ce- rumi. Dedikodudan nefret ederim. gün iki kocaman sahife vazife yazıyo- İngilizce hocam İyi adamdır Bu esnada kocaman bir kedi, gayet Fakat böyle söyliyenlerin yanında | çekifsizce bir eda ile gelip artistin ku- onların slâkadar oldukları bir kimse hakkında bir dedikodu anlatmağa baş- layınız. Bakınız nasıl baştan aşağı kulak kesileceklerdir... Şimdi ben dedikodudan hoşlanıyo- rum değil mi?.. Halbuki bir gazeteci: — Nelerden zevk duyarsınız?.. Boş cağına çıktı. Şimdi Franciska Gaal onunla meşguldü, — Bilmezsiniz diyordu, beri bu hay- vanı ne kadar severim... Neden sevdi- imi de bilmem ha... Çok hain şeydir. 'Bir kâç kere beni tırmaladı. Egoist- tir. Arsızdır... Fakat ben onu gene S€- zamanlarınızda ne yaparsınız?.. diye | verim... Her şeye rağmen severim... sorsa gazeteciye şöyle bir cevab ver- mek âdet haline girmiştir... Franciska Gaal taklid yapar gibi Güldüm: '— Aşkta da böyle değil midir? Küçücük parmağını dudaklarının bir elini beline dayadı. Züppe bir sine- | yeuna götürdü: ma yıldızı tavrile: — Ben mi nelerden hoşlanırım? Boş zamanlarımda ne mi yaparım?.. Ah ben çiçekleri pek severim... Çiçekler, — Sus... dedi.. Gözlerini açarak ilâve etti: — Bundan bahsetmiyelim... — Sbeb?.. şen, samimi gelirsiniz de tanımazsınız, diyor Aşk mahir bir hafiyeye z benzer 5 Bir filozof tavrile ciddi ciddi: — Çünkü aşk tarif edilmez... Çürikğ 0 her gönülde başka bir şekildedir.” Herkesin karşısına başka bir kıyafet- te çıkar, Herkesin kalbine başka bir yoldan girer, Aşk mahir bir polis ha- fiyesine benzer, Her saniye kıyafetini, tavrını değiştirir... Bazan onunla kar- $ı karşıya gelirsiniz de hiç tanımazsı- niz... Aklınıza «acaba aşk bu mu?» İ diye bir sual bile gelmez. Fakat zaman ! geçtikten sonrâ onün aşkin ta kendisi” olduğunu anlarsınız... a “Ne küdâr güzel söylüyordu ve kont $urken 'ne derete samimi idi, Ben de” onun bu-samiimiyeliridöen istifâde ede- Yek sordum: “ —Bu polis hafiyesile hiç Karşılaştı- giniz ölür mu?.. Sualime doğrudan doğruya cevap vermedi: — Hiç âdetim değildir ama... Haydi bir sigara tüttüreyim... diyerek sigara kutusuna uzandı... Yaptığı manevrayı anlamıştım, Sor- duğum şeye cevab vermemek istiyor- du, Ben de sualimi tekrarladım. Âdeta derdli bir tavırla: — Belki... Dedi... Sonra havaya yük- selen sigarasının dumanını ellerile ötele doğru itti, Odada derin bir süküt... Paraya kıymet vermem Bu sessizlikten ilk sikılan gene Pranciska Gaal oldu. Bahsi değiştir- mek için: — Biliyor musunuz? dedi, Avrupa- darı buraya geldiğim zaman bir çok gazeteler bana taş attılar; «Franciska Gaal çok kazanmak için Amerikaya gitti... Haşmetlü dolar kendisini yeni dünyaya çekti.» dediler... Halbuki be- nim zerrece kıymet vermediğim tek | —bDevamı 11 inci sahifcde— Hikmet Feridun Es J

Bu sayıdan diğer sayfalar: