EESE ? Xi k e Wi i arkad, 9 Nisan 1938 Şemsiyi son zamanlarda ne tiyat- rolarda, ne sinemalarda, ne futbol | maçlarında ne de bar gibi, danslı çay, gibi eğlence yerlerinde görmez olmuş- tuk. İşinden çıkar çıkmaz doğru evine koşuyordu. Bir gün Şemsi ile konu- | şurken ona sordum: — Birader.. sen ne tiyatroya, ne | sinemaya,ne futbol maçlarına, ne dansa, ne bara gidiyorsun... Haya- tında hiç eğlence yok mu? Nasıl eğ- Jeniyorsun?... Şemsi kurnaz kurnaz güldü: — Ben mi nasıl eğleniyorum?.. Hepinizden mükemmel... Öyle bir eğlence keşfettim ki sorma... Şemsi, bütün ısrarlarıma rağmen, keştettiği yeni eğlenceyi bana söyle- medi. Yalnız son zamanlarda onun haline hepimiz şaşmağa başlamıştık. Meselâ sabahleyin şirkete gelen Şem- si, erkadaşlardan birinin yüzüne ba- kiyor, esrarengiz bir tavırla ona 50- Yuyordu: —— n pazar bayân Ayşe ile Bü- yükderede nasıl eğlendiniz bakalım?.. Şemsinin kendisine bunu sorduğu Ki edaşnız hayretler içinde kalıyor- az — İyi eğlendik... Fakat Şemsi sen bunu nereden biliyorsun?.. Biz kapslı bir otomobille Büyükdereye gittik. Orada da bizi kimsenin görmediğini zannediyorduk. Sen bunu nereden öğ- rTendin? Şemsi o esrarlı gülüşile: — Ben her şeyi bilirim... Het şeyi duyar, her şeyi haber alırım, diyordu. Şemsi ertesi günü başka bir arkada” gma: >— Yahu nişanlanmağa karar ver- mişsin de bize söylemiyorsun... Olur adam değilsin birader... diyordu. Şemsi'nin kendisine böyle söyledi- $i arkadaş şaşıveriyordu: — Evet... Nişenlanmak niyetinde- | yim... Fakat ortada fol yok yumurta Yok.. Sen bunu nasıl duydun Şemsi?.. Şemsi mağrur bir tavırla dudak bü- Küyordu: > Ben her şeyi duyarım... Şemsi en gizli köşelerine kadar he- hayatı hakkında, aklımızın ermediği bir tarzda, haber alıyordu. sonra işi büsbütün ilerletti. Me- A bir gün arkadaşlarımızdan Nec- e: —— Keeh, dedi, Necmi... Her cumar- yahud krem rengindeki İpekli ai giyip nereye gidi- « Necmi hayretler içinde kalmıştı: — Yahu sen benim kapalı bir oda- in i ir — ha... Şaştım kaldım doğru- Şemsi: — Bunda şaşacak bir şey yok... Hat- e Cumartesi açık krem rengin- “ İpekli çamaşırlarını giydin... Hat- keş lilerin düğmelerinden ikisi de pmuştu... Değil mi? Necmi: > A. dedi, çıldıracağım. Vallahi “epg Fanilemin düğmelerinden iki- U.. Necmiye bütün bunları nasıl öğren- Söylemesi için pek ısrar ettim. a pek samimi arkadaşım oldu- dı: İçin nihayet ısrarıma dayanama- 7— Peki... dedi, bu akşam yemeğe te... Bü, 1 öğr mi görünün. nasıl öğrendiği- akşam Şemsinin evine yemeğe gi- Fer 2 âdeta merak içindeydim. Şem- — Herkes bana şaşıyor... Bir çok #eyleri nasıl öğrendiğimi * son derece yeerak ediyorlar, Halbuki benim öyle «haber alma teşkilâtın m, öyle bir li ajansın m var ki sorma... ta hususi bir dedikodu entellicene Servisi... Şimdi göreceksin ya... İçeri girdik, Yemek sofrasına otur- Bir yandan yemeklerimizi yerken aşım hizmetçiye seslendi: — Gel bakalım Zeyneb kadın... “Zeyneb kadın», ufacık tefecik, çık şıldır gözlü, orta yaşlı, insana hay- iz verecek kadar çirkindi. Geldi; ar- daşunın önünde durdu. Şemsi: — Eeeh... Anlat bakalım... Bugün a neler oldu? Ne havadisler “Zeyneb kadını gülümsedi: İlâhi bay... dedi, ne havadis ola tak ki... Hiç bir Şey yok... Bunu söyledikten sonra ilâve etti; Dedikodu teşkilâtı — Hani köşede oturan zengin tüc- car yok mu?.. Karısile gavga etmiş... Neden dersen adamın kapatması var- miş... İş duyulmuş, karı koca biribir- lerine girmişler... Adam karısından dayak yemiş... Arkadaşım gülerek sordu: — Sen bunu nası! duydun... «Zeyneb kadın» gene sırıttı, Arka- daşımın cahilliğine şaşmış gibi bir halle; — Nasıl öğreneceğim ki?.. Zengin tüccarın hizmetçisi Marika, bilişikte- ki avukatların hizmetçisi Naciyeye söylemiş... Demiş ki:'«Bizim bayla ba- yan döğüştüler.».. Avukatların hiz- metçisi Naciye de işi doktorun hizmet- çisi «Paytak Halices ye söylemiş. Doktorun. hizmetçisi «Paytak Hatice» de doğru koşmuş mühendisin hizmet çisi Lemana olanı biteni anlatmış... Mühendisin hizmetçisi de öğleyin mut- fak penceresini açtı, İşi bana anlatlı... Bilirsiniz ya... Mühendisler bitişik da- irede oturuyorlar... Şaştım kaldım doğrusu... Arkadaşım (gülerek hizmetçisini dinliyordu. Bir aralık bana dön: — Teşkilâtı görüyor musun bira- der?., dedi. Tüccarın hizmetçisi avu- kalın hizmetçisine işi anlatmış, avu- katın hizmetçisi doktorun hizmetçisi” 'ne söylemiş... Doktorun hizmetçisi işi mühendisin hizmetçisine yetiştirmiş. Mühendisin hizmetçisi de bizimkine haber vermiş... Teşkilât dediğin böyle olur... «Zeyneb kadın» daha mahalleye aid neler de neler anlatmadı... Üst katta- ki bekâr delikanlının hizmetçisi bu- gün çok meraklı şeyler anlatmış. Bekâr genç her pazar günü yeni ça- müşır giyiyor, gece eve gelmiyormuş... Galiba dostu varmış... Yakında evle- necekmiş... Balkonlu apartımanda oturan şişman dula 25 yaşında bir de- likanlı arada #irada misafir geliyor- muş... En üst kattaki bir buçuk oda- da oturan parasız şair «zengin fabri- kacıs Bun kızını istiyormuş ama, ba- bası vermiyormuş... — Öyle züğürtlere ben kız verir mi- yim? diyormuş... «Zeyneb kadını daha neler de neler anlatmadı ki... Kadıncağız 25 - 30 dedikoduyu ayak üstünde arkadaşıma anlattıkları son- ra: — İlâhi bay... Sen de benden ha- vadis soruyorsun... Ne havadis olacak ki?.. Hiç bir şeycikler yok... diyerek çekildi, gitti... Şemsi — Görüyor musun? dedi, bu hiz- metçiler arasındaki teşkilât o kadar müthiştir ki., Çünkü bazı hizmetçi bir allenin hayatının en gizli köşesini öğrenir... Öğrendi mi doğru bitişik komşunun hizmetçisine... O ötekine.. o daha ölekine.. Nihayet dedikodu yedi mahalle aşırısına kadar gider... Hele benim hizmetçim müthiştir, Hiz- metçi değil, âdeta bütün dedikoduları etraftan alan bir radyo. mübarek... Her radyo istasyonu gibi Zeyneb ka- dının, her gün bana verdiği üç dedi- kodu servisi, üç dedikodu partisi var- dır, Birincisi: «Mahelle havadisleri» ben ona «mahalle dedikodu servisi de- rim. İkincisi: «Şehir havadisleri».. Çünkü Zeyneb kadının mahalle hari- cimde, bütün semtlerde muhabirleri, kendisine arkadaş seçtiği bazı boşbo- gaz hizmetçiler vardır. Onlar şehirde olan biteni biribirine yetiştirmek su- retile Zeyneb kadının kulağına kadar getirirler... Zeyneb kadının üçüncü dedikodu servisi de: «Memleket dışı haberleri, vilâyet haberleri. dir. Çünkü memleket dışında, vilâyet lerde bülunan bir çök kimseler İstan- buldaki akrabalarına mektublar ya- zarlar. Bu evdek! hizmetçiler, gelen mektubların içinde ne yazıldığını öğ- rTenirler ve biribirlerine yetiştirirler... Geçen gün Zeyneb kadın bana, bu tarzda öğrendiği bir havadisi verince şaştım kaldım, tâ Amerikada bulunan bir karı koca biribirlerile kavga et- mişler... Görüyorsun ya... Zeyneb ka- | dın» Amerikadaki dedikoduyu bile öğ- renmiş... Çünkü Amerikadan dokto- Tun evine mektub gelmiş, doktorun hizmetçisi işi gene avukatın hizmet- çisine, avukatın “ hizmetçisi tüccarın hizmetçisine, tüccarın hizmetçisi mü- hendisini hizmetçisine anlatmış... Ni- hayet Zeyneb kadın -meseleyi duy- muş... Bana yetiştirdi. AKŞAM Bizim arkadaşların neler yaptığını ben gene bu teşkilât vasrlasile haber alıyorum... İşte benim eğlencem bü... Bilirsin ki dedikoduyu pek severim Bunun için işimden çıkar çıkmez doğru eve koşarım. Zeyneb kadını ça- | gırırım.. Ozaman benen meraklı dedikodu havadisleri veren bir radyo karşısında imişim gibi eğlenirim... Şemsi uzun müddet vakitlerini böy- lece geçirdi. Hizmetçisinden pek mem- nundu, Akşamları erkenden evine gi- diyordu. Fakat bir gün hiddetle oda- | ma girdi: — «Zeyneb kadın. 1 kovdum... dedi, Boşboğaz kadın başıma neler getirdi bir bilsen... Bundan dört ay evvel ga- | yet zengin bir kızla tanıştım. Evlene- cektik. Bir gün bir arkadaşımla evde konuşuyordum. Bir aralık: — Evleneceğim kiz biraz şişman.. dedim. Zeyneb kadın bu sözümü hemen doktorun hizmetçisine yetiştirmiş, doktorun hizmetçisi avukatın hizmet- çisine «ayol demiş, bay Şemsi evlene- ceği kız için şişko diyormuş»... Avuka- | tın hizmetçisi tüccarın hizmetçisine koşmuş ve yetiştirmiş; «Bay Şemsi evleneceği kız için davul gibi şişman.» diyormuş... Tüccarın hizmetçisi, fab- rikalörün hizmetçisine pencereden anlatmış: «Bay Şemsi evleneceği kız için canavar gibi bir şey... şişmanlık- tan patlıyacak diyormuş.» Bu canavar sözü bizim zengin kızın kulağına gidince tabli iş bozuldu. Ben de Zeyneb kadını kovdum, Ben bu Zeyneb kadını yalnız «.savadis alan bir radyo» sanıyordum. Meğer bu radyo ayni zamanda dışarıya «bava- dis veren» cinsindenmiş.. (Bir yıldız) Franciska Gaal —Baştarafı sekizinci sahifede — şey paradır... Para bana vız gelir... Bu- gün beş pdrasız ve işsiz bir kız olsam bir mağazaya girer, satıcılık eder, ge- ne mesud olurum... Hem bilir misiniz? Benim satıcılık ettiğim zamanlar da olmuştur. Hem bir yandan mektebe saadetim arasında hiç bir fark göre- miyorum. Saadet para kasasının için- de değil, insanın kalbindedir... Ve ih- tiyaridir, İsterseniz mesud olursunuz. İstemezseniz olmazsınız. Bütün gün yaya yürüyeyim, öğle yemeklerini bir İ sandviçle geçireyim, fakat kalbim rahat olsun... Konuşurken dudaklarındaki gülüm- seme hiç kaybolmuyordu. Gözlerinin altındaki çizgilere katiyyen ehemmi- yet vermiyor, Çirkinleşmekten kork- muyor. Halbuki Holivudda - Jânet Makdonald ve Danyel Daryö müstes- na - hangi kadın yıldızla konuştu isem hemen bepsi Letikte duruyor gibi idi- ler. Bir dakika bile olsun çirkinleşme- ğe tahâmmül edemiyorlardı. Her ha- reketleri hesablı idi. Franciska Gaal hiç böyle değil... Artist son derece samimi Sonra dünyanın en samimi kızı. Biraz sonra ismimin başındaki «mis- ter» sözünü de kaldırmıştı. Beni sade- ce ismimle çağırıyordu. Fakat Feri- | dun yerine Fraydun derken bana | «Firavunw kelimesini hatırlatıyordu. | Yazıhanesinin başına oturdu. Bana | hediye edeceği fotoğrafın üzerine de az daha Fraydun diye yazacaktı. Bir aralık gözümüz duvardaki Duk de Windsorun resmine ilişti, Francis- ka Gaal: ti — Tuhaf şey... dedi, dünyada ölün- ciye kadar bekâr kalacak bir erkek tesirini veren yegâne insan o idi... Hal- buki evlendi.. dedi. Hikmet Feridun Es 23 Nisan yaklaşıyor... Cümhuriyetin 15 inci yılında yavrularının kutlayacağı bu bayram evvelki senelerden “çok parlak ve şenlikli olmalıdır. Yurdun istikbal ümidi olan miniminilerimize şen bir bayram geçirtmek için şimdiden hazırla- nalm. Tarihi KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romünı Yazan: İskender F. Sertelli masını Tefrika No. 194 mame e Cenk meydanında kesik kafalardan bir ehram yapan türk ordusu ( Samur ) nehrinden muzaffer dönüyordu (Hoşeda) böyle düşünüyordu., ve hasmını yenmek, yalnız saray- dan değil, dünyadan da uzaklaştır mak maksadile ne yapmak müm- künse yapıyordu. Mücevherlerinin bir kısmını bu uğurda -sarfetmişti... Sarayda haremağalarından ve cari- yelerden bir çok hafiyeleri, adam- Jan vardı. Gözü açık kimi bulduysa elde etmek istemişti. Son yıllar içinde Safiye sultanı çoktan geride bırakan (Hoşeda) nın yegâne derdi, hasekiler sırasına ge- çememesiydi. > ” Sabah olunca.. O gece çok heyecanlı geçti. Sabahleyin Çırpıcı çayımı civarından gelen saray gözcüleri şöyle bir haber getirdiler; « — Sinan kaçmış!..> Hüsmen ve Mustafa veisler Sinanı takib ediyorlarmış. Kılıç Ali paşa o geceyi sarayda ge- çirmişti. X Bu haberi duyunca geniş bir nefes aldı. Sinanın kaçtığını duyunca nenlerden biri de (Hoşeda) idi, -— Sinan buraya gelseydi, ilk önce. benden intikam alırd:... Diyordu. Venedikli -Bafia da bu arada (Höşeda) nın ayağını kaydırmağa çalışıyordu. Üçüncü Murad devlet işlerile meş- guldü, Başkumandan Osman paşa- dan gelen haberlere göre Kırım ha nun ihaneti oralarda bulunan ordu- larımızı müşkül vaziyete düşürmüştü. Iranlılar da perişan olan orduları- nı yeniden derlemişler ve İmam Kul! hanın kumandasında elli bin kişilik bir kuvvetle yola çıkmışlardı. İmam Kulinin maiyetinde üç han, otuz sul- tan ve bir çok kumandanlar ve aşiret beyleri vardı, Rüstem han kumanda- sındaki sekiz bin kişilik piştar kuv- veti Şaburan civarında Niyaz Âbad mevkiinde sıkışmış bulunan Silistre sancak beyi Yakup beye hücum edi- yordu. Rüstem han âni olarak âjon yaplı- ği için, burada çok kısa, fakat kanlı bir muharebe olmuş, İranlılar vazi- yete hâkim olarak Osmanlı kuvvet- lerini dağıtmışlardı. Bu sırada, bir çok kahramanlıkları ile meşhur olan Yakup bey ile birlikte alay beyi ve timarlılar reisi şehit düşmüşlerdi. O esnada (Derbend) de kışıyan sevk | Osman paşa İranlılar üzerine yürü- | mek üzere ordusile yola çıkmıştı. Derbend civarında müthiş bir yok- sulluk başgöstermişti. Ordunun erza- kı güçlükle temin edilebiliyordu. Buğdayın flati o kadar yükselmişti ki; okkası yüz âkçeye kadar satılır, hay- vanlara verilen arpanın okkası elli akçeye bile güçlükle tedarik edilirdi. İnsanlar at eti yiyordu. Osman paşa ordusunu (Samur) nehrine kadar götürdü, Nehirden bütün askerini geçirdi. Günlerce git tiler. (Beştepe — Baştepe) mevkiine vardılar, Yukardan yürüyen İranlılar da farkında olmıyarak buraya kadar ilerlemişlerdi. Osman paşa İranlıların yaklaştı- ğına ve gözcülerle karşılaştığını haber alınca yeni tedbirler aldı, orduyu bir dağ yamacında sakladı. ve bütün ağırlığı nehir kenarındâ bıraktı. Ge- ceyi bu şekilde geçirdiler. Erlesi sa- bah, buralara kadar sokulan İren gözcüleri sahilde bırakılmış bir çok asker eşyası görerek, Osmanlıların buralardan geçerken ağırlığını götü- remeyip tıraktıklarına zahip oldu- lâr, daha fazla sokuldular Artık İranlılar da işi anlamışlardı Türklerle karşılaşınak sırası gelmişti. Sabahleyin iki ordu karsı karşıya har- be hazırlandılar, Osman paşa merkez K ğın: kendisi alarak sağ kol beylerbeyi Haydar p i Kefe beylerbeyi Cafer passya verdi İmam Kuli han İran ordusunun klar tarafından firar elmiş olan Bür- haneddin kumandasında harekete geçliler, i Osman paşa ordusunun başında bir cesaret ve kahramanlık timsali gibi: Otuz senedenberi sadık cenk arka- daşı olan Ye kendisince muhakkak işareti sayılan yağız atına Muharebe “İki ordu birbirile öyle müthiş çarpışıyordu ki, bir kaç saat içinde cenk meydanında kan gövdeyi bulmuştu! s Bu kanlı dövüş akşama kada sürdü. i Ortalık kararmağa başladı. Fakat, gökyüzü aydınlıktı.. yıldiz- lar sanki: - Ne duruyorsunuz. bo- Zuşmanıza devam ediniz! Diyor gibi, gökten ışildiyor ve iki taraf cengüverleri - ortalık karaıdı diye - dövüşten geri durmuyordu. Nihayet harbin gece de devam et- mesi zaruri görüldü. çünkü İranlı Jar, meydanı geçip sahili tutmak, Türkler de meydana düşmanı sokma» mak ve sahili elden çıkarmamak is- tiyordu, 0 Iranlılar O gece Türk muhariple- a çok yılmışlardı.. Fakat, Kuli 0? « — Ya ölüm, ya zafer,» Emri, karşi cepheyi hiza getiri. dil alaybeyi firkasile yetişerek, Cafer paşanın dağılan kuvvetlerini takviye etti. Biraz sonra Rumeli askerinin gösterdiği şacaat ve atılkanlıkla harp tekrar Türklerin lehine dönmüş ve kızışmıştı. Artık harp talihi Türklere gülüyordu. — Ve İranlılar cenk meydanından yüz çevirerek kaçmağa başladılar. Ertesi sabah öyle bir kaçış başlar mıştı ki, Kul ve Rüstem hanlarin tayin ettiği kırpaçcılarm tel kırpaç- ları bile kaçan askeri yerinde durdu- ramıyordu. Osmanlılar bu meydan muharebe sinde muzaffer olarak üç bin esir ve bir çok mühimmat elde ettiler. Mey- danda kalan kesik başları birer birce saydılar ve Osman paşaya: « — Yedi bin besyüz kesik düşman bası var; Haberini verdiler, O gün muzaffer askerin heyecanını seyretmek çok zevkli bir işti. Meydanda kesik baş- lardan büyük bir ehram yaparak sa- hile çekilmişlerdi. Osman paşa bu muzaileriyetinden sonra, > İranhları takibe koyuldu ve (Şaburan) belde- sine kadar indi. oradan da tarayarak Çorak yolile (Şemahi) ye doğru gitti, Askere buralardaki harap kalelerin kırk beş gün içinde tamirini emrede- rek ordusunun bir kısmını aldı; daha büyük bir ordu kurmak ve büyük seferlere; hazırlanmak üzere Baküya gitti. Zİ Osman paşa şimdi Baküda, üçüncü Muraddan cevap bekliyordu. #.. Kılıç Ali paşa (Kefe) ye giderken.. Osman paşa buradan Kırma gi- decekti. Padişaha: « — Tez bir fırka donanma gönde- rin'> Diye yazmıştı. Üçüncü Murad, Kırım hanının ihaneti üzerine, İstanbulda bulunan kardeşi İslim Girayı Kırma gönder- meğe karar verdi. Donanma zaten hazırlanıyordu.” ; ! Osman paşanın yukarıda yazdığı mız zafer tafsilâtırı ihtiva eden mek- *ubu İstanbula gelince, üçüncü Mu- rad fszla vakıt kaybetmek istemedi Kılıç Ali paşaya: