Tetrika SARAY ve BABIÂLİNİN İÇ YÜZÜ Yazan: SÜLEYMAN KANİ İRTEM —Tercüme, iktibas hakkı mahfuzdur No. 102 Pusu kurmağa karar verildi, Iki fedayi hazırlandı Bu karar üzerine fedayi bölüğün- den bu işe memur edilenler ve selânik vilâyeti heyeti merkeziyesi âzasından bazıları faaliyete geçtiler ve Nazım | beyi tarassuda başladılar. 1908 haziranının on ikinci - rum! 1324 mayısının otuzuricu - perşembe günü Selânik vilâyet heyeti merkezi- yesi âzasından yüzbaşı, Süleyman Feh- mi bey Selânik jandarma efradı cedi- de mektebindeki vazifesini ifadan s0n- ra-ezani saat onda çıkarak tramvaya binmek üzere (Beyazkule) ye kadar yaya ilerilemişti. Bir gece evvel heyeti merkeziye ta- rafından Selânik birinci bölük heyeti- ne, Toyran, Demirhisar, Serez. mer- 'kezlerine yazılan tahriratlar bir be- yaz mendile sarılı olarak elinde bu- Tanuyordu. Bundan bir müddet evvel cemiyet âzasından bir . zabitin odası basıldığı yolunda çıkan bir şayia he- yeti merkeziye âzasını (sıra kendileri- me gelecek) mülâhazasile hayli heye- can ve teessür içinde bırakmış, sonra şaylanın' aslı olmadığı anlaşılmıştı. Bu haberin alındığı geceyi teessürler içinde geçiren Süleyman Fehmi bey hükümetin ve yüksek askeri makam- ların bu yolda vaki olacak teşebbüsle- rinden heyecana kapılmanın insanı takib ettiği gayeye hizmetten mene- deceğini düşüne, düşüne mütebassı- Tane fakat pervasız Hâreket etmekten başka çıkar Yol olmadığına karar ver- mişti. Bundan sonra hep bu suretle hareket ediyordu. O günü bu tahriratları etinde taşı- ması da bundan ileri geliyordu. Tramvay durak yerine varınca İs- tasyona giden açık atlı tramvay ara- basının ön sırasına ve sol tarafına bindi; elindeki beyaz mendili de 80l | dizinin üstüne dayadı; kılıcını düzelt- mekle uğraşırken gözü yanında otu- ran adamın ayağına İlişti ve bir tu- | Tumbacı yemenisi gördü. Birinci mev- kl arabada böyle bir ayakkabı giymiş olanın kim olabileceği o merakile ya- nındakinin yüzüne baktı. Bu efendi idi - tanıdıkları kendisine teklifsizce | kanun -askeri inzibat memuru- yüz- | başı İbrahim efendi idi - tanıdıkları kendisine teklifsizce ve sadece İbo der- derdi - sivil giyinmişti. Lâtife yollu: — Bu ne kıyafet İbo? — Ne yaparsın birader! Vazife bu! Süleyman Fehmi bay yanındaki Adamın vazifesini, bir de dizinin üs- tündeki mendilin ihtiva ettiği tahri- ratları düşünerek için, için gülüyor ve kendi kendine: - Ah, bre İbrahim! Aradığın şey- lerin elini uzatıp alabiledek kadar ya- kınında olduğumu bir bilsen! diyordu. Hamidiye çeşmesini döndtikten son- ya gelen lik durak yerinde yüzbaşı İb- rahim efendi trnavaydan indi. Araba Eskicuma durağına gelince Ayasofya semtindeki (1) jandarma zabiları mektebine devam eden zabit- ler tramvaya girdiler, Selânik vilâyet heyeti merkeziyesi- ne merbut birinci bölük heyetinden ve Süleyman Fehmi beyin samimi ar- kadaşlarından süvari mülâzimi Bos- nalı Mustafa Kâmil efendi de bunlar arasında idi, (Mustafa Kâmil efendi Balkan har- binde Kalikratyada ve muharebenin hemen son gününde bölüğile yaptığı süvari hücumunda ağzından yaralan- mıştı, yanına gelen çâvuşlara, nefer. lere elile ilerisini, düşman tarafını işaret ederek yalnız kalmış, sonra İs- tanbula nekledilerek burada ölmüş, Sultanmahmud türbesine miştir. Manastırdan gelen ihtiyar ba- bası jandarma binbaşılığından müte- kald Hüseyin ağa İstanbula ancak iki gün sonra yetişebildiği için oğlunu görememiştir.) Tramvay arabasının tahta basa- mak yerindeduran Mustafa Kâmil efendi içeride dostu Süleyman Fehmi beyi görünce boyunun uzunluğundan istifade ile bir kaç kişi aşırı başını uzatıp arkadaşının kulağına: — Nâzım bey yarın İstanbula gidi- yor! Haberini verdi. Süleyman Fehmi bey de sol dizinde duran mendilin bir ucunu açarak İttihad ve Terakki birinci bölük heyetine alt mektubu çıkardı: — AL, Mustafa, babandan mektub vari Diye uzattı. Mustafa Kâmil efendi bunu sahi zannile hemen zarfı açtı. Fakat (heyeti merkeziye) mührünü görünce: — Amma yaparsın ha! Diyerek tramvay yürürken araba- dan atladı. Süleyman Fehmi bey yo- luna devam etti. . Vardar kapısında tramvaydan indi. Bir gün sonra Sere7e gidecek olan bir yüzbaşı kendisini Selânik otelinde bekliyordu. Toyrana, Demirhisara, Sereze yidecek mektupları bu zabite teslim etti, oradan rıhtıma giderek (Yonyo) diye yâdedilen Münih bira- hanesine girdi. Bu birahanenin kapıdan girince soldan ilerideki kadile döşeli köşesi bölük heyetlerile vilâyet heyeti merke- ziyesinin ve merkezi umumi âzasının buluşma ve haberleşme yeri idi. Topçu yüzbaşısı Rasim, merkezi umumiden İsmall Canbulat; fedayi bö- lüğü heyetinden topçu mülâzimi Ham- di efendileri orada gören Süleyman Fehmi bey masaya yaklaşarak ayak- ta: — Merkez kumandanı Nâzım bey yarın İstanbula gidiyormuş! Dedi. Oturanlar da: — Evet, biz de onu konuşuyoruz. Na, kendisi karşıda! Cevabını verdiler, Nâzım bey bu saatte her zaman de- vam ettiği Olimpos Palas oteli kah- vesinde oturuyordu. O hemen her gün, her gece müfet- tişi umumi Hüseyin Hilmi paşaya gi- der, oradan avdetinde ekseriya (Saul) sokağından (Defterdar) durak yerine | kadar yaya olarak gelir, oradan tram- vaya binerdi. Bu bilindiği için belki tesadüf edilir diye fedayi bölüğü tâ- rafından Defterdar durağı yanında bulunan sebze bahğesinde geceleyin | bir pusu tertib edilmiş, fakat bu gece- lerde ayın'bedir halinde bulunması -pusudan muvaffakıyet ihtimalini re- fettiği için bu teşebbüs terkolunmuştu. Masa başında arkadaşlar bu pusu işinden bahsederlerken Nâzım bey karşı kahveden çıkarak tramvaya doğru ilerilemişti. Bunu gören Rasim bey: — Süleyman, aman takib et, ba- kalım. Müfettişe mi, yoksa bahçeye mi gidecek? Demesi üzerine Süleyman Fehmi bey hemen birahaneden çıktı. Fakat Nazım beyin bindiği tramvay arabâ- sina yetişemedi; bir dakika sonra ha- reket eden diğer arabanın ön tarafına ve valmanın yanına çıktı. Nâzım bey Selânikte müsamereler tertibile de uğraşırdı. O gece de (Be- yazkule) bahçesinde bir müsamere vardı. Oraya gitmesi ihtimali çoktu. Evvelâ iki araba arasında mesafe az iken sonra araları epey uzadı. Ön- de giden araba Beyazkuleye yaklaşın- ca arkada giden tarafından görül- mez oldu. Arkadaki araba Beyazkuleye gelin- ce Süleyman Fehmi bey fedayi bölü- günden ve jandarma efradı cedide mektebi kumandanlarından yüzbaşı Resneli Mehmed All efendiyi gördü ve yanına çağırdı: — Nâzım bey bahçeye indi mi? Mehmed Ali efendi — Görmedim. (Nâzım beyin iki haremi vardı. İlk haremi Resneli liya Hüseyin paşanın kızı, ikincisi Enver beyin kiz kardeşi idi. Bu Mehmed Ali efendi Hüseyin paşanın kardeşi oğlu idi. Nâzım beyle aralarında böyle sıhrıyet karabeti vardı ama Mehmed Ali efendi cemi- yete pek merbut bir zattı.) İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâkla Türk musiki, 1780: Haradin, 1306: Plâkia Türk musikisi, 1330: Muhtelif PiMk neşriyatı, 14: SON. Akşam neşriyatı: 1830: Plâkia danş musikisi, 1945: Eminönü Halkevi neşriyat kolu namına Nusret Safa, 19: Memleket şarkıları: Feryadi Hakkı Aras, 1830: Konferans: “Eminönü Halkevi sosyal yar. dım şubesi namına: Doçent, Sabri Esat Siyavuşgil (Masallar ve çocuk ruhiyatı), 1955: Borsa, haberleri, 20: Klâsik "Türk musikisi: Nuri Halil ve arkadaşları tara- fından, 2030: Hava raporu, 2038: Ömer Rıza tarafından arabca söylev, 2048: Ve- dia Rıza ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, (Saat ayar), 21,15: Tahsin ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 21,60: ORKESTRA: 1 - Glinka: İvan Susanin uverture, 2 - Maskan; tikana, 3 - Bkryabin: Vals romantik, $ - Pinozzi: Serenade, 2045; Ajans haberleri, 23; Plâkla sololar, öpefa ve operet parçaları, 23,20: Son ha- berler ve erlesi günün programı, 7330: SON, Ankara — Öğle neşriyatı: 1230: Muhte- Mf pik neşriyatı, 1250: Pİ ürk harici haberler, 1730 dan itibafen Hal- kevinden naklen inkilip dersi (4 Esat Bozkurt). Akşam neşriyatı: 1830; Karışık plâk neşriyatı, 10,15: Türk musikisi ve halk şarkıları: O(Amaför <okuyucularımızdan (Bayan M. A. saz heyetimizle beraber), 20: Saat ayarı ve arapça neşriyat, 20,15: Türk musikisi ve halk şarkıları: (Melek Tokgöz ve arkadaşları), 21: Sıhhi konuş- ma; Prof. Dr. Server Kümil Tokgöz, 21,15: Stüdyo salon orkestrası, 22: Ajans ha- berleri, 22.15: Yarınki program, Severak Avrapa programı Sant 20 de Berlin 20,10 da hafif muzika — Viyana 2040 da çeşitli murika Könlgsberg 20,10 da hafif muzika — Stuttgart 20,15 de orkestra konseri — Brüksel 20,15 de or- kesten ve cazbant — Radio Toulouse 20 de piyano Varşova 21 de hafif muzika — Prag 2330 da köylü dansları — Londra 23,10 da orkestra konseri — Roma 28 de opera- ya devam — Milâno 23 de konsere de- vam — Hilversum 23,10 da senfonik kon- ser — Varşova 23 de dans muzikası — Bottens 23 de radyo orkestrası — Poşte Saat 24 ten itibaren Alman istasyonları 24 de Hamburgdan naklen dansa devam — Radio Toulouse 2415 de konser, 115 de operet havaları, 145 de gece muzikası — National 24 de askeri muzika — Londra 2425 de dans muzikam — Melino 24,15*de dans muzika- sı — Hilversum 2440 da Macar orkestra» sı — Peşte 24,06 de çigan muzlkası, 9 Mart 938 Çarşamba İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâkla Türk müsikisi, 1250: Havadis, 1305: Plâkla, Türk musikisi, 1330: Muhtelif 'Türk musikisi ve halk (Sant ayarı), 21,15: Fasıl Saz Ki ve dan, 21,50: ORKES- 'TRA: 1 - Marşner: Hans Hayli uvef- tare, 2 -Strars: Danüb büle vals, 8 — Bellini: Norma, 4 - Borodin: Kör de Pey- Bursada ( Akşam ) ın satış yeri «AKŞAM, gazetesi ve «AKŞAM neş- riyatı Bursada münhasıran Atatürk caddesi Okullar Pazarında satilmak- tadır. «AKŞAM: abonelerine husus! tenzilât yapılır. Sahibi Bay Bsada müracaat. KAPTAN Tariht PAŞA GELİYOR Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli mumu Tefrika No. 162 Filip, şövalyenin gözdesini mi seviyordu? Ambarda, ağzından lâf almak için kavgalar başlamıştı — Besbelli türklerin buraya ge leceğini önceden keşfetmişi... Şövalyenin muhafızları, kolları ve bacakları zincirle bağlanmış, iri boy- lu, geniş omuzlu, korkunç bakışlı ve cüsseli birini tekme ve kamçı ile sürükliyerek sahile getiriyorlardı. Muhafızlar sahilde ve yol stün- de toplanan yerlileri dağıtıyorlardı. Doğan rels derhal kadırgadan ka- raya atlayıp leventlerin başına geç- Ortalık birdenbire mahşer yerine dönmüştü, — Filip getiyor... — O canavarı nihayet elde ettik.. Türk denizcileri sevinçlerinden ne söyliyeceklerini bilmiyorlardı. Kale muhafızı Gabriyel, muhafız- ların önüne geçerek, Doğan relsi se- Tâmladılar: — Şövalye hazretleri süzünde dur- dular, Filipi size gönderdiler, Dedi, Doğan rels bu azılı canava- rın zincirler içinde bile güçlükle zap- tedildiğini görüyordu. Gabriyel: — Onu size kollarını ve bacakları- nı bağlamadan teslim edemezdik. Fi- Hip, size teslim edileceğini anlayınca çıldırmıştır. Ne söylediğini biliyor, ne de yaptığını... Doğan: — Biz onu uslandırmanın yolunu biliriz. Diyerek, denizcilere bağırdı: — Haydi, yakalayın şu deniz aygır Denizciler birdenbire Filipin üze- ring atıldılar, Kale muhafızlarınin elinden alarak geniş bir çektiriye atıp paşa gemisine götürdüler, Gerçek, Filip çok azılı bir cana- vardı. Onu yirmi kişi güçlükle zap- tedebiliyordu. Amiral gemisinin güvertesinde do- laşan Salih ve Mahmud reisler, baş- larını sallıyarak birbirlerine: — İşte, bu bir muvaffakıyettir, di- yorlardı, aşk olsun Doğan reise: “Amiral gemisindeki denizciler; — Bu ne müthiş bir haydud... Diyerek gözlerini açmışlar, Filipin zinçirler içinde nasıl cabalandığını hayretle seyrediyorlardı. Filip nihayet paşa gemisine geti- rilmişti. Büyük kadırganın güvertesinde tüyleri ürperten bir kaynaşma vardı: — Vuralım, gebertelim, gözlerini oyalım, işkence yapalım, direğe asa- hm... d Her kafadan bir ses çıkıyordu. Bu arada gemiye gelen kale muha- fızı Gabriyel: — Sinyor Loredano, donanmanın hemen limandan çekilmesini rica edi- yor.. Filipin adamları tarafından Türk: gemilerine bir sulkasd yapı- hırsa, mesuliyet kabul etmiyeceğini bildiriyor. Dedi. Zaten (Filip) ele geçtikten sonra, adada ne diye daha fazla du- racaklardı? Mahmud res: —$imdi yelken açıp gideceğiz.. Dedi -Donanmaya hareket emri verdiler. Gabriyel sevinçle karaya döndü. Türk denizcileri bir iki saat için- de demirlerini aldılar. Ve yelkenleri- ni şişirerek Arşipel adalarından ay- rilâılar, Enginlere doğru.. Donanmanın nereye gittiği belli Bu ne müthiş, ne azılı bir haydud- du böyle? Hüsrev reis, Sinanın nerede olduğu- nu öğrenemediğine yanıyordu. Bu lan korsan nasıl olur da bir tek #öl söylemezdi? Filipi ambara atmışlardı. İki denizciyi de - Bacaklarına ziğ- cir vurarak - Filipin bulunduğu ambara indirdiler. Bu adamların ikisi de muhteği idi. İkisinin de Kılıç Ali paşaya bür Sinanı nereye götürdüğünü öğren meğe çalışacaklardı. Nöbetçilerden biri yüksek sesle: — İkiniz de idama mahküm oldur nuz! kıyordu. Bu sözleri duymamasınA” imkân yoktu. İdam mahkümları Pilipten iki mete re geride bir yere çökerek derdleşme- ğe başladılar; — Hıristiyan olmaktan başka hi” bir suçumuz yok... — Bundan büyük suç olur mu? Türklerin eline düşünce ebette idam edileceğiz. — Ben Kiros adası önünde yak landım. Ya sen nasıl düştün bunler rın eline?... — Beni de Ilmanda yakalayıp g& miye getirdiler. — Sordum. Bana: «Sen sinyor 16 redanoya hafiyelik yapmışsın! de diler, — Bu bir suç mudur? Bir uşak, efendisine hafiyelik yaparsa kabe hat mıdır? Filip bu sözleri duymuyormuş g£ bi, o kadar kayıdsız ve ki. başkalarının derdi onun umu” runda bile değildi. Mahkümlar Filiple dost olmak içli8 ne mümkünse yaptılar ve türkler aleyhinde. ne söylemek lâzımsa söğ- lediler. Filipin kulakları sanki toprakis doldurulmuştu. Mahkümlara bal” mıyordu bile, Nihayet mahkümlardan biri s8 lendi: — Seni niçin attılar buraya? Filip ellerini başına götürmek İ* tedi. Kollarındaki demir parçaları o kadar ağırdı ki, yerden kaldıramır yordu. Gözlerini mahkümlara dike rek, kudurmuş bir aslan gibi kök redi: rım... Size bir masumun kendi elle rile kendini nasıl boğduğunu göste reyim!, Filip iyice çıldırmıştı. Fakat, ken” disini neden boğmak ve masum gö termek istiyordu? Hele bu masum görünüş... Doğru su mahkümları güldürecek kadar g8 ribdi. i Dünyada Filipin kendini masuni göstermesi kadar gülünç ne olabk lirdi? Mahkümlardan biri önüne bak& rak mırıldandı: — Ona (Korkunç) (demişler amma... Hiç te korkulacak kağdıf tehlikeli bir adama benzemiyor. — Nereden anladın? — Türkleri yıllardanberi oyalıya bu adam, herkesin sandığı kadar kof” kunç ve tehlikeli olsaydı, bu & dar çabuk delirmezdi. . — Bu da bir oyundur... İnanm& ğa gelmez. d — O halde fısıltıyı bırakalım dâ gene onun anlıyacağı dil ile kon teknesine vurarak bağırıyordu: — Benim hiç bir suçum yok. kat, kafamı kesseniz de, gene hay rTacağım: Ben şövalyenin seviyorum. Sevmek bir suç m Mahkümlar hayretle birbirlerin? Filip neler söylüyordu? Yoksa Filipin başka bir derdi kalbini burgulyan bir izterabı Wİ vardı? (Arkası var) Diye bağırmıştı. - Filip ambardâ uzanmış, gözlerini tayana dikmiş b gray Iı a el A a ley dı yi gi Ye İDO UL —