hi A — FEÇRFERTTEFE Şİ 5” ŞERORSYTTRT RETgE ETKEKSLRSEŞTLUEBTE EKkUTEYÇTİNENATFBEPERŞSRES HER AKŞAM BİR HİKÂYE Mehmed Selim bembeyaz sivri sa- | kalını sıvazladı:. — Hey gidi günler hey. bu sakalı değirmende dedi. Biz ağartmadık. We idi o gençlik demleri?... Başımız | dan ne belâlar geçti, Bundan tam otuz altı yıl evveldi Eh o zaman daha böyle ak sakalı ele al- mamıştık, gençtik. El yüz düzgün, boy pos yerinde... Bir gün baba dostlarından kendi- sine son derece hürmet ettiğim bir zatın konağına ilk defa gece yatısına misafirliğe gitmiştim. Hürmetimden €v sahibinin yanında sigara bile iç- miyordum. Pek eskidenberi Lanıştığımız için er sahibinin karısı, kızları başörtüle- rile yanıma çıkmışlardı. Bir aralık baktım, oturduğumuz odadan içeri, gene (başörtüsü başında, tombul tombul, fındık kurdu gibi genç bir kadın girdi O zaman zayıf kadına kim bakar... Biz o vaktin gençleri böyle tombul tombul, bıllık bıllık ta- zelere yanıp tutuşurduk. Odaya gi- ren genç kadını görür görmez şöyle Oturduğum yerde bir hareket yap- tım... Çünkü onu tanımıştım, Bakır- köyünde otururken komşumuzdu Adı da Fatma idi. Genç, güzel ve biraz da hafifmeşrep bir duldu. Bir. birimizle komşu iken Fatma ile ara- Muz pek iyi idi, Onun evinin bahçe kapısından bir kaç kere evine gir- miştim. Sonra Fatmayı kaybetmiş- tim. O bir aralık galiba taşraya git- işti. Doğrusu güzel komşumla bâş- Miyan maceramızın tadı damağımda kalmıştı. Ev sahibi: — Bak Selim, dedi, Fatma hanımı tanıdın mu?.. Size komşu imiş... — Nasıl tanımam efendim?.. diye mırıldandım... Ev sabihi Fatmanın kızarıp bö- zarmasını görünce: — Fatma kızım... dedi, öyle kıza- Yıp bozaracak ne var?. Selim de se- nin bir kardeşin sayılır arada komşuluk ta var... Komşu de- Mek yarı akraba demektir... Gel ba- kalım, sen de Şu tarafa otur... Fatma kapının yanındaki koltuğa oturdu. O zamanın âdetile yerden bir temenna çaktı: — Nasılsınız efem?.. diye bana ha- tor, gönül sordu. Sonra: — Valde hammefendi afiyettedir- ler inşallah ...cümlesini bastırdı... Ev sahibi onun hakkında izahat verdi: ; — Efendim Fatma bizim kızların en iyi arkadaşıdır. İşte evlilikten yana pek talihi yok... Zevci vefat edeli bir hayli oluyor. Eskiden Ba- kırköyünde size komşu imişler... Kız- larıma söylerken kulak misafiri ol- dum... Bekırköyünden de Adanaya, Annesinin yanına gitmiş... Şimdi İs- tanbulu görmek üzere gelmiş, bizde Misafir... Ben de Fatmayı kızlarım kadar severim... O da bir evlâdım... Artık ikide bir gözlerim Fatmaya dalıp dalıp gidiyordu. Ev sahibinden de ödüm patlıyor ha... Çünkü ken- disinden yalnız ben değil, babam bi- e çekinirdi. Arasıra Fatma ile göz- Böze geldikçe onun mânalı mânalı İçini çektiğini, sonra müthiş bir ka- bahat yapmış gibi kıpkırmızı kesile- Tek yüzünü yere çevirdiğini görü- yordum. Ah ne olurdu Bu gece Patm aile şöyle başbaşa kalabilme- Min yolunu bulabilseydim. Fakat Fatma ile bir dakikacık ol- sun yalnız kalmağa imkân yoktu. Es- ki komşumu düşünmekten yemek bile boğazıma dizildi. Lâkin nadile... Ev sahibi bir dakika bile benden göz- ayırmıyordu. Nihayet yatma #amanı gelmişti. Bana odamı gi terdiler; Si — Allah rahatlık versin!.. dediler, Aksi gibi de odam ev sahibinin Yattığı katta idi. Ben yatmadan ey- Yel elimi, yüzümü adamakıllı yıka- Mağı âdet edinmiştim. Bunun İçin ya girdim, yıkandım. Yüzüm, Gözüm yaş helâdan çıkarken bir de xe göreyim kapıda Fatma bana hav- tutuyor. Yavaşça: helâ kapısının önünde nöbet garip değil mi idi? Ya- — Fatma... dedim, sen mi bana havlu tutuyorsun?... ne mâbera- | Gayet yavaş bir sesle: | — Yavaş... dedi, duymasınlar... | Hizmetçiler aşağıda da | il ini tuttum, © tütmam höşuna | diye fısıldadı ... — Bilâkis... Bilâkis Fatmacığım, dedim, seni öyle çabuk kaybettim ki... Hain hiç haber vermeden de kâç- tan, gittin... Sana öyle çok söyliye- ceklerim var ki... Odama gelser Fatma korku içinde gözlerini açtı; — Sen çıldırdın mı?.. Baksana se- nin oğanla ev sahibinin odası karşı karşıya... Biraz durdu. Bir şey söylemek İs- tiyordu amma tereddüt içinde idi: — İstersen sen benim odama çel... Ben konağın bahçesindeki küçük köşkte yatıyorum... Bahçeye kücük taşlıktan geçilir... Biz böyle heyecan içinde konuşur ken merdivenlerde bir ayak sesi işit- tik. Fatma: — Ben gidiyorum... Dediğim gi bi... diyerek telâşla uzaklaştı. Ben de odama çekildim, soyundum. O vakitler pijama yok... Ev sahibi- nin dikilip te hiç giymediği bir en- tariyi sırtıma geçirdim... Ev sahibin- den çok uzun boylu olduğum için entari ancak diz kapaklarıma kadar | geliyordu. Yatağıma uzandım... Ara- | dan dört, beş saat geçmesini bekledim. | Dört, beş saat sonra benim için en me- | sud, en tath dakikalar başlıyacaktı. Fakat bir türlü saatler İerlemi- yordu. Nihayet gece yarısını de ge çince yatağımdan kalktım. Elime şamdanı aldım. Vakia konağın için- de ışıkla dolaşmak tehlikeli idi amma karanlıkta bir şeye çarpıp devir mekten, gürültü yapmaktan korku- yordum. Heyecandan da boğulacak- tım. Nasi heyecanlanmıyayım ki elimde şamdan konağın <, katına — Sana havlu gitmedi mi? | ânerken biri beni görse de: | — Nereye gidiyorsun? diye sorsa | ne cevap verecektim? | Bahusus | Eski zaman konağının merdiven- leri de amma da gıcırdıyordu ha... Elimdeki şamdanın ışığında üzerim- deki entarimle vücudümün gölgesi yanımda bir dev gibi yürüyordu. Ni- hayet konağın alt katına indim. Ar- tık heyecanım son raddesine gelmiş- i. Kendi kendime: «Haydi Selim... Gayret... Düşün ki saadet seni bek- | liyor...» diye cesaret veriyordum. Lâkin ilk defa gece yatısına gel | diğim bu konağın alt katınıda hiç | bimiyordum. Vakla şimdiye okadar günübirliğine buraya çok gelmiş tim. Fakat doğrudan doğruya beni misafir odasına aldıkları için kona- ğın girintisi ve çıkıntısının, dahili tertibatının son derece cahili idim... Artık buraya geldikten sonra ra bahçe kapısını bulamıyacak de- | ğlldim ya... İşte büyük mermer taş- | lık... Ortada samıç... Taşlığın öte | yanında bir kapı gözüme İlişti. Kü- çük bir kapı... Nihayet, hele şükür bahçe kapını bulabilmiştim. Ya- vaşça, kapıyı açım. Kör olasıca | öyle bir gıcırdadı ki heyecanla | kendimi kapıdan dışarı attım. Vay, vay, vay... Ne soğuk, ne rüzgâr... Birdenbire rüzgâr çıktığım kapıyı ar- kamdan hizia kapattı. Oldu mu şim- di olanlar? Ya kapının gürültüsü nü içeriden işitmişlerse... Bir müd- det durdum, İçeriyi dinledim Ko- nakta ses, seda, kimsenin gürültüyü duyarak uyandığına ait bir alâmet yoktu. İçim rahatlandı. Şimdi ne ya- pacaktım. Bahçe kapısı arkamdan ka- panmıştı, Kendi kendime: «Adam sen de dedim. Her halde Fatmada bu ka- pının bir anahtarı filân olacak... Yok- sa köşkten konağa nasıl girecek?..« Elimdeki mum rüzgârdan sön- müştü, Karanlığa gözlerim alışınca birde ne göreyim?. Ben bahçede filân değilim. Eirafım arsaya ben- ziyen bir harabelik... Amanl. O 2#- | iki kapı vardı | kepi. man başıma gelen büyük felâketi kavradım. Köşkün büyük taşlığında Biri asıl sokak kapı- 8ı... Öteki de bitişik arsaya açılan Bu esnada Fatmanın; «Bah- çeye küçük taşlıktan geçilir.» dediği aklıma geldi oOKonakta, mutfağın yanında malta taşı döşeli ikinci bir taşlık olacaktı, Küçük taşlık... İş te bahçeye buradan geçecek yerde ben büyük taşlığın ikinci kapısından viraneliğe, yani sokağa çıkmıştım. Keskin bir ayaz her tarafı kasıp kavurüyordu. Zaman zaman rüzgâr zaten kısacık olan entarimin etekle- rini tersine dönen bir şemsiye gibi havalandırıyor.... Şimdi ben ne yapacaktım?... Tek- Tar konağın kapısını çalsam, gece y&- rısından sonra bülün ev halkı uya- nacaktı. Kendisinden o pek çekindi- ğim, yanında ürmette kusur olur.» diye sigara bile içmediğim ba- ba dostu ev sahibinin: — Oğlum gece yarısından sonra entari ile sokakta ne arıyorsun?. sualine ne evap verecektim? ... Bunun için tekrar konağın kapı- sını çalıp herkesi uyandırmama im- kân yoktu. Bu esnada bardaklardan boşanırcasına da bir yağmur başla- maz mı? Delireceğim... Yağmurdan ıslanan entari vücu- düme yapışmış, ayazda tiril tiril tit- | riyordum. Kendi kendime: «Aman | ne mesud bir gece oldu... Ne mesud | gece...» diyordum. Bu esnada aklıma müthiş bir şey de geldi. O sıralarda «örfi idare» de ilâri edilmişti, Halbuki ben gece- nin bu saatinde sokakta... Ne olursa olsun konağın kapısını çalımağa niyetleniyordum. Fakat ka- Pıya gidip te, elimi tokmağa götürür. ken, Kopacak rezalet gözümün önü- ne geliyor, bütün cesaretim kırılı- | yordu. Sanki kapı tokmağı parmak- Jaçımın ucunu yakacakmış gibi hız- la elimi geri çekiyordum. : Lâkin yağmur dehşetleniyordu. Bir aralık bahçe duvarını aşmağı dü- şündüm., O kadar yüksekti ki cambaz olsam gene para etmezdi Bu sra- dr aklıma buradan dört, beş sokak ötede bir arkadaşım olduğu aklıma gelince çocuk gibi sevindim, Duvar diplerine büzüle büzüle arkadaşımın evine gittim. Kapıyı bin bir müşkü- Yâtla açtırdım. Bu arkadaşımdan çekinmiyordum. Mecdi ile samimi idim. Sonra be kârdı. Evde kimsesi yoktu. Beni gö- rünce şaşırdı. Çay filân pişirdi. Fakat asıl rezalet ertesi günü kop- tu, Gece yarısı entari İle konağında kaybolduğum ev sahibi baba dostu müthiş telâşa düşmüş. Hele elbise- lerimi de konakta bıraktığımı gö rünce he yapacağını şaşırmış... El- biselerimi de eve göndermiş ve be- nim kaybolduğumu haber vermiş... Tarihi — O halde Filip bu arkadaşları- mızı buraya getirmiştir!. Gabriyel, birdenbire denizde sar- alan yelkensiz bir tekne gibi boca- ladı: — Şövalye hazretleri, Filipin ihti- raslarına âlet olacak kadar düşün- cesiz bir kimse değildir. Asaletmaaba iftira etmeyiniz! — Anlıyorum ki, sende Filipin her yıl getirdiği vurgunlardan hisse alıyorsun! Böyle olmasaydı, Flip gibi bayağı bir korsanı bu derece hima- ye ve müdafan etmezdin! Bir müddet sustular. Yürüdüler, Türk akıncıları çok heyacanlı gö- Tünüyorlardı. Gabriyel ile Doğan reisin neler konuştuğunun farkında değillerdi. Denizciler sık sık: — Bizi bırakınız da şehir içinde Filipi arıyalım.. vakit geçerse, bu- Yamıyacağımız yerlerde gizlenir. Diye söyleniyorlardı. 'Türk denizcileri bu iddiayı boş | yere ileri sürmüyorlardı. Üç yıl önce de bu adanın arkasında gene Doğan reisle beraber az mı uğraşmışlardı. Gebriyel şimdiden Doğan reisi avutmağa çalışıyordu: Şövalyenin de, benim gibi, size Ayni cevabı vereceğinden şüphe et- meyiniz! Sizi her suretle temin ede- rim ki, Filip Arşipel adalarına çok- tanberi uğramamıştır. N Doğan reis, Gabriyelin bu sözünü cevapsız bırakmış olmamak için sor- | du: « Ya onu burada bulursak... — O zaman yüzüme tükürünüz! — Bu, senin için o kadar büyük bir ceza mıdır? — Bizim için en büyük cezadır bu.. emin olunuz ki Filip adamızda değildir. e ele geçmiyeceğinden emin olmasan bu kadar kuvvetli söyliye- mezdin! O canavarın nereye sak- landığını bilenlerin başımda seni gö- rTüyorum ben... Doğan reise cevap veremedi. — İşte şövalye hazretlerinin mai- yet bölüğü şatonun önünde koşuşu- Diye mırıldandı. Biraz sonra Türk kaptanının bu sözden şüphelenmemesi için, izah etti: — Sinyor Loredano koşu seyret- mekten çok hoşlarır da maiyet #s- kerlerinin her gün bu saatte koş- malarını seyreder ve yarışta birinci gelenlere heğiyeler verir. — Çok Alâ. Haydi sen ileriden yü- Ben ertesi günü Mecdlinin elbiselerine eve dönünce babam boynuma sar- lir... O bırakır, bu sefer annem sa nr. — Ne oldun evlâdım?. Elbiseleri- ni mrakıp misafir gittiğin konaktan gece niçin kaçtın?.. diye soruyorlardı. — Aman... dedim... Nasıl oldu bilmiyorum?.. Bir sancı... Galiba kum sancısı... Kimseye haber ver- meden, kimseyi rahattız etmeden ko- naktan fırladım, doktora gittim. Doktor samimi bir arkadaşımdı.. on- da kaldım. Annemle babam buna pek ina- namadılar: — Peki amma evlâdım... Elbisele- rini niçin giymedin?.. — O kadar müthiş bir sancı idi ki elbiselerimi bile giyemeden fırla- | mağa mecbur oldum ... Zavallı annem: — Vah evlâdım vah... diyordu... Bari kendini tedavi ettir... rü... Ve şövalyeye bir 'Türk kapta- nının - Kılıç Ali paşa tarafından - kendisini ziyarete geldiğini söyle! Kale muhafızı bu sözleri dinler. ken gözlerini açmıştı. dayanamadı: — Ne diyorsunuz? dedi - Kılıç Ali paşa da burada mıdır? — Evet. neye şaştın öyle? Kale muhafız titremeğe başla muşta. — Hiç, dedi, onun geldiğini duy- mamıştım da... Asaletmaap baca- ğından rahatsız olmasaydı, sizden önce donanmaya koşar, kendilerine (hoş geldin!) derdi. — Sinyor Loredanonun geçen s&- fer de bacağından rahatsız olduğu- nu söylemişlerdi. Donanmaya gel memek için güzel bir mazeret bu. Şatonun önüne gelmislerdi. » Asaletmaap yatakta yatıyor!.. (Bir yıldız) Doğan reis şövalyenin başı ucun- Baş, diş, nezle, gri tizma ve bütün ağ derhal iş, nezle, grip romai Tl KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelll mama Tefrika No. 161 Sahilde bir kalabalık gördüler. Herkes hayretle: “Kor- kunç Filip yakalanmış, getiriyorlar!.., diye bağrışıyordu Sahife 9 ğini ummadığı için koşusunu em- niyetle seyreden Loredano, türklerin geldiğini görünce hemen yatağa gir- mişti. Böyle yapmazsa amiral ge- misine gitmek ve Kılıç Ali paşayı 2i- yaret etmek gerekti. Doğan reis: — Sizi fazla lim! - diye söze başladı - (Korkunç Filip) in buraya geldiğini duyduk. Onu sizden istiyoruz. Loredano birdenbire sendeler gibi oldu. Fakat kendini çabuk topladı: — Onu niçin arıyorsunuz? >— Bir kaptarıımızı ve altı denizci- mizi esir alıp götürmüş. Onu bize tes Um etmezsöniz, Venedik hüküme- tile aramızdaki dostluğa nihayet ver- miş olacaksınız! Ioredano büyük bir soğukkanlı- lıkla cevap verdi: — Ben hiç bir zaman Osmanlı dev- eti ile hükümetimin arasının açıl. masına sebep olmak istemem. Size bu hususta yardım edeceğimi vade- diyorum. — Biz de sizden bunu bekliyoruz, sinyor! Kaptan paşa çok şiddetli emirler verdi. Sizi ve yerlileri râ- hatsız etmeden - bu işi halledelim. Bize teslim edeceğiniz adam, nihayet bir korsandır. Onu bize teslim et- mekle bir şey kaybetmiş olmıyacak- sınız! — Bana bunun için iki saat müh- let verir misiniz? — Pek âlâ, İstediğiniz müsaadeyi veriyoruz. Ve çok eminiz ki, Filip bu adada gizlenmiştir. O, şüphe vok ki daima sizin elinizin altında bu Tunmaktadır. Arşipel şövalyesi tekrar söz verdi, — Onu iki saate kadar yakalatıp size göndereceğim. Müsterih olunuz! Dedi. Doğan rels bu sözlere inan- mamakla beraber, inanır gibi görün- meğe mecburdu. Arkadaşlarını topladı. Sahile in- diler. İki saat. Bu, çok çabuk geçecek bir vakitti. Doğan reis leventleri sa- hilde bırakarak amiral gemisine koş- tu. Salih ve Mahmud reislere: — Filipi iki saate kadar bize tes- Tim edecekler, dedi. Loredanonun ne hilekâr ve eniri- kacı bir adam olduğunu bilenler: — Bu bir oyundur. Şövalye sizi at- latmış! Diyorlar ve Filipin geleceğine inan- mayorlardı. Salih reis: — Belki Venedik nezdindeki eski nüfuzu kaybolmuştur, Bizi Filipi tes- Um etmekle sülhü ihlâl edecek bir hadiseye meydan vermediğini gös- terecektir. Bu da bir siyasettir. Diye cevap veriyordu. Her ne türlü olursa olsun, Füipi türklere teslim ederlerse, Sinan reisi elde etmek te kolaylaşmış olacaktı. Türk denizcileri Filipin teslim eği- leceğini duyunca: — O canavarı hepimiz yakmdan görüp tanımak isteriz... Diye bağrışmışlardı. Yıllardanberi Akdenizde türklere meydan okuyan bu azıh canavar döğüşsür, kavgasız ele geçebilecek miydi? Filipin, şövalyeye bu derece boyun eğeceğini kimse ye Filip, Türklerin elinde... Aradan iki saat geçmemişti bile, Şövaiyenin o şatosundan (o sahile doğru bir kalabalığın ilerlediği yö- rüldü. Türk denizelleri: — Filipi getiriyorlar | Diyerek llman ağzında toplandılar, 'Yeriilerden bir kaçı da hayretle söyleniyordu: — Filipin burada olduğunu bil miyorduk. — O her zaman geceleri gelir; ge- eeleri giderdi. ğ — Ya gemisi nerede? — Kendi buraya indikten sonra, ve başka bir yere göndermiş- (Arkası var) rahatsız etmiye- - AN e nm yl .— İİİ ŞENLİĞİ A EN milan iç ün İS an