m PAZARTESİ KONUŞMALARI: Basım bilânçomuz “Geçen ey çıkan (Le Mis) da şu yazıları okumuştuk? ©”... «Basım buhranı dünyanın her gra l rafına yayılmış değil Bu buhrana uğrıyan memleketler bulunduğu gi- bi ondan haberi olmıyan bahtiyar- larda var. Çekoslovakya birinci grupdakilerden biri, 1933 te 10.077, 1934 te 9.958 kilaba barşı 1935 te 9.218 kitap çıkmış. İsviçre de böyle. 1932 de 2.444 iken 1935 te 1.952 ye inmiştir. Bulgaristanda 1928 de 2.715 ve 1934 te 2.009 iken 1.758 ol- muştur. «Buna karşı Almanyada © neşriyat artmaktadır; 1944 te 20,852, 1935 te 23212 dir. Danimarkada 3188 karşı 3.243, Portekizde 3.070 a karşı 3.149 dur. Romanyada 1935 sene- 4inde 5.924 kitap neşredilmiş, bir ev- velki seneye nisbetle 1.305 yükseliş vardır, «Nihâyet Türkiye, güzel bir bahti- yarlık devresi içerisindedir... 1935 yı- lınan ilk ayında 828 kitap basılmış- tır-ki 1932 yılına nisbetle 96 100 faz- | Talık vardır.» Bütün dünyadaki yayım ve basım işlerini yazan ve yarım asırdanberi muntazam surette intişar eden (Droit d' Aiteur) de Türkiyedeki ba- sm hakkında istatistik malümatı görüyoruz. Bu yamların yamlabil mesini temin eden, derhal ve mem- nuniyetie söylemeliyim ki Maarif Vekâletinin tesis ettiği (Derleme di- rektörlüğü) dür. 1937 yılının bibiiyog- rafyasını da bize vaktinde ve tam olarak vermeğe muvaffak olan bu daire, çalışmalarındaki dikkatşye te- mizlikle cidden tebrike lâyıktır. Yeni Türk harflerinin kabulün- denberi o memleketimizdeki (o basım mikdarını görmek, bu husustaki iler- lemeyi belirtmek için faydalı olur, Derleme direktörlüğü 1944 ten iti- baren neşriyatta bulunduğuna gö- re ondan önceki rakamları Droit d' Auteur'den iktibas ediyorum; 1028: 55, 1029: 366, 1920; 680, 830, 1032: 706, 1933“ 479, 1934: 1096: 1.818, 1936: 1972, 1891: 2223. Bu rakamların yükselişi ve 1928 de 53 kitap neşredilirken geçen sene, 1937 yılı içerisinde 2.223 kitap basıl- Miş olması üzümüzü güldürecek bir kültür başarısıdır. Bu yükselişte ben Şu sebepleri buluyorum: 4) Halkımız ve münevverlerimizde okuma zevkinin artması, b) Halkevlerinde tesis edilen kü- tüphaneler, obunlara o Cumhuriyet Halk Partisinin geniş mikyasta kitap alması ve Halkevlerinin bizzat yap- tıkları neşriyat” c) Maarif Vekâleti başta olmak üzere bütün resmi dairelerini geniş mikyasta neşriyat yapmağa başlar maları, ç) Maarif Vekâletinin ve diğer Vel kâletlerin hususi tâbi ve muharrirler tarafından neşredilen eserlerden sa- Aile tın alarak neşriyatı himaye etmesi, d) tarih ve dil kurumlarının, ge- Ter kurultayler veşilesile, gerek nor- mal olarak ehemmiyetii basım ba reketi yapmış olması, Arzettiğim bu sebepler, gittikçe genişliyecek çalışmalarla daha kuv- yetli olarak mevcut bulunacak ve bu suretle kitaba ve irfana susamış Türk milleti, her sahada olduğu gibi kül tür alanında cumhuriyet o devrinin feyizlerini minnetle idrak edecektir. Son dört yıldaki neşriyatın türlü ilim şubelerine göre bölümlerini gös- terelim; 1984 1985 Umumiyet: “ 1936 1937 Yekön * t s 29 Felsefe: 231 14 Dinler; u w 13 Sosyal illinler: 878 640 Filoloji: 20 Nazari ilimler: 7 © “Tabii ilimler 154 33 Güzel sanatlar: 29 Edebiyat: 1468 1618 14 1928 den 1933 yılına kadarki neş- riyal yekünu olan 2.953 ü, bu 7281 rakamına İlâve edecek olursak son on sene İçinde Türkiyede yeni harf- lerle yapılmış neşriyat tutarının 10.234 olduğunu görürüz ki bu, kü- çük sayılacak bir rakam değildir. Bilgi şubeleri içerisinde neşriyatı en fazla artan tabil ve içtimai ilimlerle güzel sanatlardır. Ne yapacağımızı iyi tayin edebilmek İçin, ne yaptığı- mızı bilmekten başka doğru yol yok- tur. Biz de onun için neşriyatımızın bilânçosunu yapmayı ve seyrini ra- kamlarla göstermeyi lüzumlü gördük. Hasan « Âli Yücel Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Osmanbeyde Şark “Merkez, Taksim: İstiklâl caddesinde Kemal Rebul, Beyoğlu: Tünelde Matkoviç, Yüksekkaklırımda Vinkopulo, Gala- ta: Topçular caddesinde Merkez, Ka- kapı: Lâlelide Haydar, Hasan Hulüsi, Samatya: Teofilos, Alemdar: Çemberiltaşta Sir- rı Rasim, Şehremini: Ahmed Hamdi, Kadıköy: Altıyolağıında Merkez, Mo- dada Nejad Sezer, Üsküdar: Mer gece açık cezaneler: Tarabya, Yeniköy, Emirgân, Rumelihisarı, Or- taköy, Arnavutköy, Bebek, Beykos, Paşebahçe ve Anadoluhisarındaki €e- zâneler her gece açıktır. Tetrika No, 6 — Affedersin amma, bana kur yap- | mıyor. i — Bana da yapmıyor, fakat ser- vetimizi yapıyor. Sustu ve biraz sonra: — Sana kur yapanların arasında birini tercih etmem lâzım gelirse Vaudrec'i tercih ederim, Ona ne oldu? Bir haftadır gördüğüm yok, Soğukkanlı cevab verdi; — Hasta, yataktan kalkamıyormuş, Mektüp aldım, Birgün uğra da hatı- rınisor, Seniçok sevdiğini bilirsin, Metinun olur. — Evet, bugün giderim. Giyindi, başinda şapkası bir şey unutup unutaradığını araştırıyordu. Her şey tamamdı, yatağa yaklaştı, ka- rısını alnından öptü: — Akşama görüşürüz. yavrum, Sar at yediden evvel gelemem. Çıktı. Bay Laroş - Matyö bekliyordu, meclis öğle üstü toplanacağı için sa- | at onda yemek yiyecekti. | Sofraya oturdular, Yanlarında yal ız nazırın kalemi mahsus müdürü vardı. Dü Roy makalesini izah etti ve sordu: — Çıkaracak veya ilâve edecek bir şeyiniz var mı? — Pek az. Kahve gelinciye kadar bay Laroş yükseklerden atarak konuştu, sonra arabasını istetti, gazeteciye sordu: — İyi anladınız ya... — Anladım. Dü Roy, saat dörde kadar işi olma- dığı için, makalesini yazmak üzere gazeteye gitti. Dörtte Konstantinopl sokağındaki evinde bermutad bayan Marsel ile buluşacaktı, Gazetede bir telgraf buldu. Bayan bir mesele, Salat ikide beni Konstati- nopl sokağında bekle. Sana büyük bir iyiliğim dokunabilir, Ömrün oldukça dostun; Virjin» Küfretti; — Allah belânı versin, amma da çam sakızı! Bir buçuk aydır onunla münasebe- tini kesmek istiyordu, Bıkmış, usan- mışlı, Kadın her gün buluşmak isti yor, her gün telgraf gönderip çağırtı- yor, sokak köşelerinde, bir mağazada, umumi bahçelerden birinde randevu veriyordu. Mütemadiyen soruyordu: çö Hamza bey akşamları, çorbasından, baklavasına kadar yiyip karnını şişir- İ dikten, komşularına da buram buram pırzola, balık ko- kusu ihsan et- tikten sonra kö- şe minderine ku- rulup âlâ Ye- men kahvesini içerken ekseri- ya, şöyle bir ha- yat muhasebesi yapardı: — Kahpe fe- lek!... derdi, adama gülünce gülüyor! Bir, on sene evvelki pısırık, süngüsü düşük Hamzayı düşün, bir de bugün adam sırasında sayılan, girdiği yere şe- ref veren tüccar Hamza beyi düşün... Hey gidi hey!.. Günün birinde karşı- ma bir derviş çıkıp da: «— Ya Hamza!.. Yıllardan bir yıl yeryüzünde umumi bir harp patlıya- cak, kan gövdeyi götürecek. insanlar ekmek niyetine mısır koçanı, kuzu ni yetine eşek, el niyetine kösele yiyecek- Ter.. şekerin adını, yağın tadım unu- tacaklar... Ve sen bir gün kasabanın kırlarında başı boş dolaşıp bedavadan, hiç bir vesikaya ihtiyaç görmeden mi- dene indirecek bir ahlat, damağına tad verecek bir yemiş arar gezerken gözü- ne acalp meyvalı bir ağaç ilişecek... Sen onu evvelâ bir meşe, sonra bir çama benzetip gaflete düşeceksin. Fa- kat meyvasından bir tane koparıp ağ- zına atınca ojfun yıllardır milletin has- ret kaldığı şamfıstığına, veya kaliveye benzer bir nesne olduğunu farkedecek, fakat vehleten zühul edip bu meyva- nın kıymetini idrak edemeden evine döneceksin. Vakta ki ertesi sabah zevcen, dağ dan getirdiğin bu bir avuç meyvayı timar edip sana bir kahve &pişirecek. İşte o zaman aklın başına gelecek ve dağların bu acalp isimsiz meyvası yü- günden zamanın karunu olacaksın...n Deseydi kim ihanırdı?.. Fakat işte, Nakikat gün gibi mey- danda idi. Hamza İstanbulda işe baş- lıyalı tam iki sene olmuştu. Yemişte açtığı dükkân büyüye serpile yazıhane, mağaza, ticarethane mertebelerine yükselmiş, «Amerikan kahvesi. den- diği zaman tanımıyan kalmamıştı. Halkın sekiz yüz, bin hâttâ iki bin kuruş verdiği halde bir kaşık kahve bulamadığı devirde okkası üç yizden piyasaya “ çıkan” Amerikan kahvesi yağma gidiyordu... Hamzanın memleket dağlarına sal- dırdığı adamlar çuval çuval dağ fındı- ğı toplayıp İstanbula sevkediyorlar, Yemiş İskelesi hamalları dükkânla is- — Seni ne kadar çok seviyorum ca- nım. Sen de beni benim sevdiğim ka- dar seviyor musun? Bütün bunlar Dü Royu sinirlendiri- yordu. Yavaş yavaş eve doğru yürür- ken, bayan Valtere Jânet ediyordu: Evde bekledi, Kadın biraz sonra geldi: — Telgrafımı aldın mı?.. Talihin vatmiş. — 'Tam meclise gideceğim zaman telgrafını aldım, gene benden ne İsti- yorsun? ve resimlerini yapan: Cemal Nadir kele arasında ve zır vızır İşliyor caklar gece, gün- düz durmadan fındık kabuğu kavuruyor, mo- tör değirmenleri gıldır gıldır ka- İ buk öğütüyor- | dul., Bunların arasında Hamza, kası anahtarlarını şakırdata şakırdata ©- caktan değirmene, değirmenden ma- gazaya koşuyor, karşısında divan du- ran adamlarına | kumanda, kâ- İ tiplerine emirler | veriyordu!.. Her gün, işle- Ti paydos ettik- ten sonra kendi- sini bir maroken koltuğa atıp yor- | gunluk kahvesi | içmek âdeti 1di, Bir taraftan kahvesini içer, bir taraf. tan parmaklarında ışıldayan pırlanta yüzükleri seyrederek düşünürdü: — Ulan, ben anadan doğma iş ada- mı imişim de haberim yokmuş bel. Memur olmak için boşu boşuna, sene- lerce daire daire dolaşmışım!.. Yok bil- mem yazı bilmezmişim de mukayyid olamazmışım!.. Kara cümlem bozuk- muş da tahsildarlığa yaramazmışım!, Boyum kısa imiş de polislik edemez- mişim!., Halbuki şimdi, müşteriler pa» ra desielerini tezgâhların üstüne atar- ken ne yazıma bakıyorlar, ne kara cüm- Jemel.. Ne boyun kısa diyorlar, ne bur- nun uzun!.. Hamza adını yazamıyacak kadar ca» hildi. Ticaret evrakına imza atamaz, daima mühür kullanırdı. İm- za attığı zaman- larda ise yukarı- ya bir elli, aşa- gıya bir yedi yüz elli sekiz yazar, sekizin altını bir çizgi ile beşe ve yediye birleşti- rirdi!., Böyle yaparken, Abdülhamidin Be- şiktaş muhafızı Hasan paşanın da tıp- kı kendisi gibi imza attığını hatırlar, Adeta iftihar ederdi!.. Hesabı da yazısından beterdi... Yüz kuruşun bir lira ettiğini bir türlü aklı almaz, paraları daima kuruş hesabile sayardı, Bu yüzden bütün alış veriş hesapları kâtiplerin ellerinde idi, Ma- gazaya kaç okka fındık giriyor, kaç ok- ka kahve çıkıyor, ne sarfediliyor, ne kâr oluyor, hep onlar bilirlerdi. O yal nız bugünkü hasılat diye-önüne yığiı- Peçesini kaldırdı; öpmek ! istedi. sık sık döğüldüğü İçin korkarak sığı- ran bir köpek gibi yaklaştı: — Bana karşı ne haşin davraniyor- sun.,. Ne sert konuşuyorsun... Ben sana ne yaptım? Senin yüzünden ne ıştırap çektiğimi bilemezsin. 'Homurdandı: — Gene başlama! Kadın, yanıbaşında ayakta duruyor, boynuna atılıp sarılmak için bir gü- lümseme, bir işaret bekliyordu. Mırıldandı: — Madem ki böyle muamele edecek- tin, beni köşemde rahat birakmalıy- Gin, ben usulu ve mesuddum., Kilise» de neler söylediğini, beni bu eve nasıl zorla soktuğunu hatırlıyor musun? 'Bâk şimdi de nasil konuşuyorsun! Beni nasıl kabul ediyorsun! Dü Roy ayağını yere vurdu: , — Of!.. Yeter artık. Birduyan da olsa seni on iki yaşında çocukken baş- tan çıkardım zanneder; güya sen me- ek kadar saf bir kadındın.., Vaziyeti tavzih edelim, ortada kız kandırmak hâdisesi yok. Aklı başında koca ka- dınsın... Benim olduğun için teşekkür ederim, sana minnettarım; amma ölüncüye kadar sana bağlı kalamam. Senin kocan, benimi de karım var. İki- miz de serbes değiliz. Bir hevese kar 'pildık, bu peves aramızda di ve bitti, 7 Mart 1938 No, 20, Jan para tomarlarını avuçlayıp kasayg kilidlemesini bilirdi!.. Bir bildiği şey de terakki etmekti Fakat bu terakkiyi yalnız işte düşür nür, hazır zengin olmuşken hoca tutuğl biraz hesap, biraz okuma yazma öğ” rTenmeği akıl etmezdi. İsterdi ki çarşı da gördüğü bütün mağazalar hep ken disinin olsun, oralarda hep Amerikan kahvesi satılsın, millet yatmasın, uyu masın hep kahve alıp kahve içsin!.. Elhamdüliliâl Omemleket dağlar? fındıkla dolu.. Yemeye de yeter içme ye de!.. Hamza bir gün, işlerin paydos oldur ğu bir saatte, gene kendini maroken koltuğa atıp pırlanta yüzüklerine bakarak ne yaman bir iş adamı oldür | Şunu düşünmeğe başladı!.. İki yıl içinde değişen hayatını bir sinema, şiridi gibi gözlerinin önünden İren Ne kadar değişmişti!.. Vaktile yalnıl kuyumcu camekânlarında seyrettiği purlantaları şimdi parmaklarında gö” rüyor... Tâ kırk iki yaşına kadar Şir nun bunun hizmetine koşup geçinir- ken şimdi şu, bu onun hizmetine ko şup geçiniyorlar.. bir mağazaya gire diği zaman herşeyin gn ucuzunu arar* ken şimdi en pahalısını soruyor.. öğ“ le yemeği yerine tutar, diye yediği Jeblebileri şimdi akşam sofralarında çerez diye yiyor.. can kurtaran gibi sarıldığı susam» hı simidlere şim- di lüks olsun, fantazi olsun dir ye iltifat ediyor- dururken dili yerinde sayamazdı yal, Onun da günden güne terakki ef lâzımdı ve: — Antre!... Diye bağırdı!.. Bunu bir banka möü dürünün odasına girerken duymuştu. Ne demek olduğunu bilmiyordu amma her halde «Merhaba, hoş geldiniz, #€* Iârmünaleyküm...» filân gibi iyi bir mt mânasına geldiğine emindi!.. Kapı aralandı.. mağazanın kâtibi Jak ürkek adımlarla, akar gibi içeriye girdi... kapıyı iyice kapadı. Bursada ( Akşam ) ın — Çok ahlâksız, çok haşin, çok ei basın! Hayır, genç kız değildim, kat ömrümde sevmemiştim, ömrümöd ramolmamıştım... Sözü kesti: — Malüm, yüz kerö söyledin. pp iki çocuk anasıydın... Kadın geriledi: — Jorj, sana yakışmaz... Ellerini göğsüne dayadı, Bülessia| kaldı, hıçkırıkları boğazında düğüm- j i j — Ağlıyacak mısın?.. Öyleyse beni gidiyorum... Beni buraya bunun içi». mi çağırdın? Kadın yolunu kesti, çantasından mendilini alıp gözlerini sildi. — Hayır, buraya siyasi bir haben yermek, sana elli bin, hattâ istersen daha da fazla para kazandırmak için, geldim. Derhal yumuşayarak sordu: i — Nasıl? Ne demek istiyorsun? “İ — Dün gece Laroşla kocamın ko- nuştuklarını duydum. Esasen bende pek saklamıyorlardı. Amma Valte8 meseleyi olduğu gibi duyduğumu 8 temiyor, nazıra sırrı faşedece) söylüyordu. Dü Roy şapkasını bir iskemleye b” bekik raktı. Bütün kulak kesilmiş yordu. (Arkası ver). . 8 iii yila Şi öğ İS LA aş VE Ye e ee a