19 Şubat 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

19 Şubat 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

i i a agit. Feyzi ustanm dükkân komşuları hep işlerinin ehli insanlardır. Alttaki terzinin bir gün makine başından ay- rılıp havai işlerle uğraştığı görülmez. Üstteki kebabcının bir saat bile ocak başından ayrıldığı olmaz. Ama gel gelelim Feyzi usta böyle değildir. O, gönlünün havasma kapıl- miş bir yelkenli gibidir. Cant isterse tahta yontar, canı isterse bacak bacak üstüne atar, tam- bur çalar, fasıl gtçer!.. Çok defalar Müşterilerini bir şarkı meşkeder- ken karşılar, tö- ner gibi oturdu- ğu tahta iskem- lenin üstünde ek lerini dizlerine vurarak mınldandığı «Düm tekâ düm tek.» ler bitmeden Yâfa başlamaz. Ve ekseriya siparişleri gününde yetiştiremediği için müşte- Tilerile gene bir fasıl esnasında kavga eder. Maamafih müşterileri onun ne adam olduğunu bilirler de «Feyzi usta bu!.. Eşref saatini beklemek 18- Zim!.» diyerek kusuruna bakmazlar, Müşterilerin bu müsamahasına mukabil çarşı esnafı Feyzi ustayı hiç sevmezler: «Bir insan ya marangoz- dur, ya çalgıcı, derler, bu adam esnaf- liğın şanını da berbad ediyor bel.» Ona, kır saçlarına rağmen, hâlâ Masihat eden komşuları vardır: «Feyzi Usta, vazgeç şu derbederlikten!.. Âlâ, gül gibi zenaalın varken ne diye çal- gıya verirsin kendini?... Dört elle işi- ne sarıl, ilerlet!.. Eş dest seni başgöz ederiz. ihtiyar yaşında bize dua eder- | sin!..» derler, O, bunlara ya bir hüzam şarkı ile, ya bir karcığar peşrevile ce- | Vâp vererek başından savar!.. | Feyzi ustanın bu çeşid dostları yar | nında bir de sanattan anlar, musiki | düşkünü ahbablar vardır. Ki bunla- | Tm bir kısmı onun eski şarkılar hak- kındaki bilgisinden istifadeye gelen Yarı talebe, genç üstadlardır! Bunlar, Teçine kokulu dükkânda, mucize gös- teren bir şeyhin etrafındaki hayran müridler gibi Feyzi ustanın etrafın- da halkalanıp onun mızrabını dinler- ter. Bir kısmı da antika halı, pırlanta yüzük, cins horoz, iyi yemek merak- ısı ve dalma en- selerinde . birer kan çıbanı bulu- nan göbekli, irad sahibi şehir eş- | rafıdır. Bunlar da Feyzi ustayı tıpkı bedestenin küflü Turdavatı iş bir gümüş şamdan gibi ikide bir arabalarına alıp bağa, âlem yap- mağa, yahud bir kma gecesini gen- lendirmeğe götürürler!.. Sovyet sinemacılığının - Şah eseri “Birinci Petro,, filmi Bu akşam, Sovyet baş konsoloshanesinde gazetecilere gösterilecek Bu akşam, Beyoğlunda, Sovyeli konsolosluğu - binasında devrimizin mış Rus muhazrirlerinde Alek. sey Tolstoy'un «Birinci Petro» isimli romanı, Sovyet osinemacılığının biz Şaheseri şeklinde filme alınmış olar Tak, konsolos bay K. Göorglevski We eşinin davetlilerine, bu meyanda Türk matbuat mümessillerine göste- rilecektir. Filmin tenkidlerinden (anlaşıldığı Üzere, bu eser, Sovyet sinemacılığının | Hpik bir enmuzecidir; Büyük Petro- Mun İsveçlilerle muharebelerini, de- hildeki mürtecileris mücadelelerini, | Meşhur Katerina ile aşkını, oğlu Alekseyle hüsumetini - Sovyetlerin İarih tetükkilerine uygun olarak - “âanlandırmaktadır, Rus tarihindeki MİNİ kahramanları artık benimseyen Sovyetler, Büyük Petroyu tebeil ete YARIM ADAM ve resimlerini yapan: Cemal Nadir Ve böylelikle, Feyzi ustanın çarşi- | da göze batan, hoşa gitmiyen musiki | şöhreti dalgalar gibi genişliye geniş- | liye dağlar, tepeler, köyler. şehirler aşıp gider. Büyük şehirlerden gelen meşhur musiki üstadları, büyük sa- | nâtkârlar birer defa gelip, yatır ziya- ret eder gibi, onun marangoz dükkâ- nını ziyâret etmeden gitmezler! Böyle sayılı, benam misafirler geldi- ği gün Feyzi ustanın keyfine pöyan yoktur!., O gün başka hiç işe bakmaz. Ne bir tahta keser, ne bir çivi çakar!.. Her iş yüzüstü kalır. Siparişlerini al- mıya gelenleri tatlılıkla geri çevirir, ayak direyen olursa: — Feyzi usta zora gelemez!.. İster- sen al kaparonu cehennem ol giti. diye haşlar! Esnaflıkta tatlı dil şarttır, terslik- Ve işler yürümez. İ Feyzi ustanın da işleri yürüyeceğe | benzemiyordu, fena bir akıbete doğru gittiği muhakkaktı, fakat bugün mü, yarın mı derken bir hâdise, hayal me- | yal görülen bu akıbeti Feyzi ustanın | ta burnunun dibine getirdi: Bir gün Feyzi ustanın dükkânına ikisi şapkalı, ikisi fesli, dört yabancı geldi. İkisinin frenk oldukları bir ba» kışta anlaşılıyordu. Diğer ikisinden biri uzun boylu, iri gözlüklü, dalgın ve derin bakışlı, yüzünün çizgilerin- de güzel sanatlarla uğraşan insanlar ra mahsus yumuşak ve uysal mânâ» lar bulunan bir delikanlı, öbürü de esmer, orta yaşlı, Aydın efeleri gibi Vakit akşam- dı. Erken başlı- yan bir sonbahar taa ay | insanlar gibi birden değişiverdi!.. De- Br köp dd gk a «Birinci Petros filminin reklâm zesimlerinden biri mektedirler. Bu eserde bu yeni görüş ve anlayışın sanaiteki bir tezahürü- dür, «Birinci Petro» filminin seyredilişi, hem sanat, hem tarih, hem de Sovyet inkılâbının Rus mazisini ne suretle telâkki ettiğini öğretmesi bakımın» | dan, seyirciler için enteresan olacak- tar. | dükkâna döndü.. 1 renk renk mezelerle, beş numara gaz Türkofis tütün mahsulü, istihlAk ve il- No.6 — Darülelhandan Ali Nejad!.. Prag konservatuvarından falan ve filân! Feyzi usta, bu güzel sanat erbabının birer kadın eli gibi narin ellerini hoy- rat elleri arasında ayrı ayrı saklı, Üç yabancıyı Feyzi ustaya tanıtan delikanlı, memleketin meşhur ve genç musiki üstadlarından biri idi, sülüle- den musikişinastı. Babası Türk mu- sikisi tarihinde bir devre olmuştu. Oğlu, milli musikinin köklerini ara- yıp bulmak için her yıl, başını dönerdi!.. Feyzi usta ile böyle bir seyahat esnasın- da tanışmışlardı. Feyzi ustanın el yazması bir kitab gibi eşi bulun- mâz bir kıymet olduğunu daha ilk tanıştıkları gün anlamıştı. Bu sebeb- den, ne zaman yolu bu taraflara düş- se Feyzi ustayı görmeden geçemezdi. derdieşir, ellisine geldiği halde hâlâ bulamadığı sanat şahsiyeti hakkında ona tatlı ümidier verir ve âdeta adam- cağızı marangozluktan soğutur gi- derdi!., Bu sefer, şark musikisini yerinde dinleyip anlamak için tetkike gelen iki yabancıyı da peşine takıp Anado- lu içinde bir lâmelif çevirdikten son- ra nihayet Feyzi ustanm dükkâna düşmüşlerdi!.. Delikanlı, her ne ba- hasına olursa olsun, arkadaşlarına Feyzi üstanm sazını dinletmek isti- yordu. 'Maksadıni kısaca Feyzi ustaya açtı. Feyzi usta saz bahsinde naz, maz bilmezdi!.. Karşısında böyle kendin- den anlıyanlar olduktan sonra ister- lerse canımı bile verirdi!.. Hemen, ayak üstünde bir plân kuruldu: Ak- Dükkândan dışarı taşmış gibi sokağa yayılan eserlerini birer birer içeri al- dı, tahta kepenkleri yerleştirdi. Yer- deki talaşları, yongaları, süpürüp bir köşeye yığdı. Tezgâhın üstünü temiz- ledi. Duvardaki gaz lmbasını yaktı, tutkal kaynattığı mangala biraz kö- mür döküp ateşledi ve dükkânın önü- ne çıkardı. Koşa koşa bakkala gitti. Biraz sonra kucağında bir sürü yiye- eek, ceketinin ceblerinde birer şişe, Yarım saat içinde tezgâhın üstü, bunların en ortasında da kuzu kızart- ması gibi, Feyzi ustanın tamburu yâ- tayordu!.. (Arkası var) Ziraat kongresine hazırlık Türkofis ve sanayi birliği de tedkikler yapıyor Ankarada toplanacak olan büyük ziraat kongresi hazırlıkları ilerlemiş- tir, Ticaret odasından başka Türko- fis ve Sanayi birliği de kongre” için muhtelif zirai maddeler üzerinde ted- kikler yaparak raporlar bazırlamağa başlamıştır. Ticaret ve zahire borsa- buğtlay üzerinde tedkikler yapıyor. | racat vaziyeti ile meşgul olmaktadır. Kangreye arzedilecek olan bu rapor- | lara ehemmiyet vermek icabetmekte- dir, Yapılan tedkikler hayatı ucuzlat- mak meselesini de alâkadar etmekte- dir, Çünkü gaye kaliteyi bozmadan veya ihtiyaç hissediliyorsa : kaliteyi yükselterek maliyeti daha uygun şek- le sokmak, istihsali istihlâke müsald olarak çoğaltmak ve istihlâki az olan maddelerin sürümünü çoğaltmak için tedbirler almaktır. Gayrimübadil bonolari Gayrimübadil bonoları evvelki gün 21,55 kuruştu. Dün iki kuruş yükse- lerek 23,5 kuruşa çıkmıştır. i ESRARENGİZ KERVAN — Yazan: Arif C. Denker Tefrika No. 88 Müthiş bir kum fırtınası çıkmıştı. Kervan asıl çöl mıntakasında ilerliyordu Biraz sonra Ah- med Abud bir de- ve çanı işitir gibi oldu. Bunu söyle- yince herkes ümid. £ lendi. Fakat çan sesi kesildi, bu- nun aldatıcı bir sada olduğu anla şıldı. isterken bu fırtınadan dolayı yavaş- lamağa mecbur oldu. Hattâ insanlar dolu idi, Gündüz olsaydı bir metre ötesini görmek kabili olmıyacaktı. Her. kes burun delikleri ve boğazı kumla tıkanmasın diye ağını burnunu mendille kapıyarak öyle nefes alıyor- du. Fakat kum gene nüfuz edecek bir yer buluyordu. gömerek son hayat izlerini de orta- dan kaldırıyordu. Ağaçlar mıntakasından sonra çalı- lıklar başlamışken onlar da yavaş ya» vaş kayboldu. Son çalılıklar kum ta bakası içinden göğe doğru yükselen bir kaç kuru Ye çıplak daldan ibaret- ti. Nihayet kervan, yalnız kumdan ibaret olan asıl çöl mıntakasına girdi. Ortalık ağarıyordu, Atlar inliye sız- uya ve ayakları bileklerine kadar kum tabakasına bata çıka yürümeğe ça- lışıyordu. Güneş ilk şunını şarktaki dağlarm arkasından dünyaya akset- tirdiği zaman küçük kervan hâlâ kum çölünün ortasmda bulunüyordu. Bu esnada klaruzlardan biri kum tepelerinden birinin üstüne çıkarak etrafı tarassud etti, Geri geldiği za- man klavuzun yüzü hiç gülmüyordu. Merton ona: — Karakaş nehrinden daha ne ka- dar uzaktayız? diye sordu. Klavuz: — Allah bilir. cevabını verdi. Saatler gelip geçiyor, güneş yakıcı şualarını etrafa yayıyor, kızgın kum gittikçe daha ziyade gözleri kamaştı- rıyor, hayvanlarda da o nisbette ta- kat azalıyordu. Kum fırtınası her ne kadar kesilmişse de esen rüzgür tepe- lerin yamaçlarına çarptıkça oradaki kumları kaldırarak insanların ve hay- yüzlerine çarpıyor ve yürü- melerini bu suretle zorlaştırıyordu. istifade edilerek bir kaç saat dinle- nilmesini emretti, Herkes baygın bir halde idi. Kulaklar şiddetle uğuldu- yordu, o derecede ki birinin söylediği- ni diğeri işitmiyordu. Klavuzlar alt tabakada serinlik bulmak ümlidile son kuvvetlerini sarfederek kumu ka- zıyorlardı. İçmek için bir damla su bi- eserleri görülmeğe başladı. Kuru ça- Ulıkların çıplak dalları sıcaktan pı- rıldıyan hava tabakası içinde göğe doğru yükseliyordu. Herkes geniş bir nefes aldı. Çünkü suyun yakın olduğuna delâlet eden bu ölü işaretler gittikçe sıklaşıyordu. Biraz sonra dallarda bir Iki yeşil yap- rak görüldü. Bu mıntaka nebatatın çöl kumile yaptığı hayat memat mü- cadelesinin en İleri safıydı. Güneş batınak üzere iken kum te- peleri gittikçe alçaldı. Bu tepelerin birinin ucundan uzağa bakılınca bir kaç ağaç da görüldü. Fakat, küçük kervan Karakaş nehrinin şark sahi- lini takib eden ağaçlık mıntakaya va- sıl oluncıya kadar ortalık karardı. Güldost ve arkadaşları karanlıkta çalılıklara ve ağaç dallarına sürüne- | rek ellerinin, yüzlerinin yırtılmasına ehemmiyet vermiyerek ağaçlık mın- takayı da geçtiler. Suya kavuşmak arzusu o kadar şiddetli idi ki hiç bir kimse ne yaraya ehemmiyet veriyor ne bereye, Herkes yorgunluğunu bile unutmuştu. mediğinden dolayı sanki memnuni- yetsizliğini beyan ederek” diyordu ki: «Ne yazık ki onların ölü vücudle- rini bir kum tabakasile örtemiyece- ğim, sonra beyaz kemiklerini gene meydana çıkaramıyacağım ve güne- şe arzederek toz haline getirdikten sonra çölün bir başından öbür başı- na kadar savuramıyacağım!» (Arkası var) name im ei sm İM Smmm veye

Bu sayıdan diğer sayfalar: