Yıldız'daki kumarhanenin açık ol duğu seneler zarfında, Mısırlı, pren- ses Kâmile Bedri, saray civarında, bü- yük bahçe içinde mükellef bir köşk kiralamıştı. Yakınlarda başka köşk- Jer de olmakla beraber, kumara düş- kün sefihlerin istirahatini temin et- mek üzere, bir Rus, hemen oracıkta «Belveder palas» isminde bir.pansiyon açmıştı. O gece saa on bire doğru prenses Kâmile, salonda bir başına olurmuş, Kitap okuyordu. Kapıdan içeri, mu barir Kâmıran girdi: — Vay, prenses! Böyle yalnız mi- Mısırlı kadın gülümsiyerek bellibe- lirsiz Arap şilvesile: — Ne yapayım?. Bütün misafirle- rim kumara düşkün... Yemek yedikten Sonra, sıvıştılar., Kâmile Bedri, orta yaşlı, mütenasip vücudlü, güzel bir kadındı. Zaten muazzam olan serveti kocasının vefa- tında bir kat daha artmıştı. Elmasla- rının harikulâdeliği, yalnız Türkiye'de ve Mısır'da değil, Avrupa'da da dillere destantı. İyi kalbliydi; misafir sever- di; ve bütün dostları kendi evleriymiş gibi köşke girip çıkabilirdi. İşte mu- barrir Kâmıran da henüz bir aydan- beri tanıştığı halde bu samimi havaya karışmıştı. Gülümslyerek: — Vah hanımefendiciğim... Sizi böy- le yalnız mı bıraktılar?.. Öyleyse mü- #tadenizle ben yanınızda oturayım... Tam bu sözleri söylerken, Mehmed Ali paşa, kapıdan göründü. Beyaz bi- Yıklı, 58-60 yaşlarında olmasına rağ- men dinç vücudlü, şanlı şöhretli ve iyi Biyinmiş bir adadı bu. Askeri bir ta- vriz topuklarını vurarak selâm verdi, Prenses; — A... Siz onlarin gitmediniz mi? « diye sordu. > -— Hayır... Yarı yola kadar beraber Yürüdüm. Hava pek güzeldi doğrusu... Mebtabın boğaza aksini seyretmeğe doyum: olmuyordu. O sigara dumanlı Yerde kapanmak istemedim... Bilir- Ya, zaten kumarı pek sevmem... Aheste aheste yürüyerek buraya av- det ettim... Yalnız olduğunuzu bili Yordum. Kandırayım da gecenin gü- Zeliğinden istifade ettireyim diye dü- şündüm. Paşa tam cümlesini bitirmişti ki, birdenbire bahçede canhiraşı bir fer- Yad koptu ve ses yakınlaşa yakınlaşa. köşkün içine.kadar girdi. Salondaki- ler, tüyleri ürpermiş, hayretle yerle- Tİnden fırladıkları esnada, habeşi teni korkudan âdeta bembeyaz olmuş, göz- leri dışarı fırlamış berberi uşak ken- dini salona attı. Kekeleye kekeleye: — Ya sitti... Aman Allah... Aman Allah... Ölmüş! ölmüş! - dedi. Eepsi birden, helecan içinde; — Kim? Ne? Nerede? - diye sordu- — İşte... Orada... Bahçede... Gül bahçesinde Mislinur hanım - ölmüş... öldürülmüş... İki erkek, hemen fırladı. Koşarak, çakıllı meydanı geçtiler; muntazam keslimiş taflanların arka tarafındaki limonluğun önünde bu- unan gül bahçesine girdiler. Ortada, renk renk sarmaşık güllerile kaplan- mış geniş ve kapısı boğaza nazır bir kameriye vard. Erkekler, buradan içeri bakınca, bir hasır koltuğun üstünde Mislinur'un yıkılmış, oturduğunu gördüler. He- men yaklaştılar. Muharrir, kızın nab- sını tutarak; — Ölmüş! - dedi, Sonra Mehmed Ali paşaya gösterdi? — İşte göğsünde bir kama-saplı... Sakın dokunmayın! Prenses de onlara yetişmişti. Heye- - Candan dışarı uğryan gözlerle ba- karak: — Ne olmuş?.. Ölmüş mü Mislinur? — Evet, — İntihar mı acaba? Kadının gözleri yaşla dolmuştu, Ce- sede yaklaştı: — Vah zavallı... Neden yaptı bu işi... Pek de hayatı severdi... Birdenbire bağırdı: ZABI TA NU VELİ Nakleden: Vâ - Nü — Ah... Boynundaki inelsi yok! Kâmıran sordu: — Hakiki inci miydi? — Hayır... Fakat bilmiyenler alda- nabilir... Mehmed Ali paşa: — Bu evin kapısı mapısı açık... Her kes kalaylıkla girip çıkabiliyor... Otu- ranların adı da zengine çıkmıştır... İş- te neticel... - dedi, Kömiran: — Polise haber vermeli! -Mütalâa- gını yürüttü. - Herşey yerli yerinde dursun... Ben telefon edeceğim... —— ahkikatta şunlar tesbit edildi: Cinayet esnasında, hizmetçile- rin üçü, hizmete amade olarak, aşa- ğı kattaki odalarında iskambil oynu- yorlarmış. Berberi uşak Gemil, işini bitirdikten sonra biraz hava almak için bahçeye çıkmış ve-bu feci man- zarayla karşılaşmış. Habeşiden şüphe etmeğe imkân yok- tu. Çünkü senelerdenberi prensesin ya- nında namus ve istikametile çalışmış- tı. Ev sahibesi ona tamamen kefildi. Üstelik de incinin sable olduğunu bi- llyordu. Hoş kendisinin eline zaman zaman hazineler teslim edilirdi. O akşam prensesin sofrasında ye- mek yiyenler, - Mihrinur'dan başka » doktor Ferhad ve karısı Hadiye, müte- kald Mehmed Ali paşa, tüccar kıbrıs- lı Raif, prensesin yeğeni Alişan Bedri idi. Bunların hangisinden şüphe edilebi- lirdi? Hepsi zengin, hepsi maruf in sanlar... Doktor Ferhad ve karısı, Mısır'da yerleşmiş ve yazlarını İstanbul'da ge- çiren bir Türk silesiydi. Servetleri 'prensesinki derecesinde değilse de he- men ona yakın bir şeydi. Çünkü Fer- had, göz tabibi olarak, Mısırda en fazla şöhret kazananlar arasındaydı. Karısı, tuvaletine düşkün, bebek cin- sinden olan mahlüklardandı. Bütün «meşgalesi» kocasını kıskanmaktan ibaretti, Mehmed Ali paşa, mütekajd bir 88- kerl... İstikamet ve namusile tanım- mwş... İstanbul mikyasına göre, büyük bir servete tevarüs etmişti, Kıbrıslı Raif, genç, uzun boylu, san. derece sevimli yüzlü, bol para ile oynı- yan bir delikanlıydı. Neşesi ve hoşsah- beti sayesinde, meclisin âdeta mihve- riydi. Kadınerkekona bayılırlardı, Onsuz hiç bir davet yapılamazdı. Prensesin yeğeni Alişan Bedri ise, zarif giyinen, esmer ve sevimli bir gençti. Muherrir Kâmıran'a glince, onu da polis tanıyor. Ölen Mislinur'la prenses iki üç se- nedenberi ahbapmış. Kimsesiz bir genç kız... Fakat terbiyeli, zeki, şen, hoşsohbet, haysiyetli... O derece hay- siyetli ki prenses anlatıyordu: — Bu son on beş gündür onu pek meyus ve dalgın görüyordum. Pars$i az olduğunu bilirdim. Yıldız'da şansı- nı tecrübe etmek için bütçesinin mü- sande edemiyeceği şekilde kaybettiği- ni de işitmiştim. Ben Mislinur'u İstan- bul'a geldikçe görür ve hayatına aid birşey bilmediğim halde pek severdim, Üzüldüğünü istemediğim için israrla kendisine para vermeği teklif etmeme rağmen bir türlü kabul etmedi. Müddelumumi muavini sordu: — <İstanbul'a geldikçe görürüm» Giyorsunuz... Fakat o da Mısırlı imiş?, — Kendi Mısir'da büyüdüğünü süy- lerdi. Fakat biz hiç birimiz onu mem- leketimizden tanımıyoruz. — Alişân beyle nişanlı olduğunu id- dia ediyorlar. — Mislinur, güzel bir kızdı, Belki yeğenim kendisini severdi. Fakat ara- larında resmi birşey yoktur. Tüccar Raif söze katıldı: — Doğrusunu İsterseniz zavallı Mis. Ynur'euk o kadar sevimli, o kadar ca- ribeli bir kızdı ki, bütün erkekler onun tesirinde kalırdık. 'Etrafındakilerine hitaben: — Eepimiz, katilini bulmak için maddi, manevi yardım etmeliyiz, doğ- rusu... Gi 'Tekmil erkeklerin Mislinur'a mef- tun olduğu söylenirken, doktor Fer- had'm karısı Hadiye, kocasını yan gözle süzdü: Cidden, aralarında, bu kız yüzünden birçok kavgalar geçme- miş miydi?, Polis, bu katlin belki de âdi bir sir- kat maksadile olduğuna hüküm ver- mek üzereydi ki, bir memur, elinde 'Mislinur'un.kaybolan incisile içeri gir- di, — Cinayet yerinin otrafında araş- tırmalar yaparken, bunu, ahırın da mı üstünde bulduk, - dedi. Herkes biribirine baktı: Demek, bu cinayet başka bir mak- sadia yapılmış ve şaşırtmak için, ka- til, inciyi kızın boynundan almış; âdi bir hırsızlık perdesi altında gizlen- mek istemiş. Sonra, tahkikalta belki üstünde bulurrur korkusile onu ahırm damına atmış. Öyleyse katil kızı tanı- yan, onunla bir alâkatı olan, belki de bu eve girip çıkanlardan biri... Mesele kıskançlık cihetinden araş- tırılmağa. başlandı. Herkes biribirini şüpheli nazarlarla süzdü. —— T 1bbı adli, ölümün 11 le 11 buçuk arasında olduğunu tesbit etti, Bu sıralarda hemen herkes biribirini gözden kaybetmişti, Kimi kumara git- mek için çıkmış, kimi evde yalnız kal- mış, kimi mehtap gezintisi yaparak tekrar köşke dönmüş, hattâ doktor Ferhad bile bahçede düşürdüğü baba yadigârı çok sevdiği tesbihini aramak için karısından ayrılmıştı. Muharrir Kâmıran'a polisler her ne kadar ke- filseler de o saatlerde apansız gelişi dikkati calipti. Tüccar Raif'le Alişan gerçi Yıldız'da görünmüşlerdi; fakat zamanını saati saatine kimse tesbit edemiyordu. Elinde tabanca, kapı eşiğinde belirdi... —— Hicr. o sabah pek helecanlıy- Kocasının halini beğenmiyordu. Fil- hakika, doktor, tahkikatta, polise te- reddüdsüz cevaplar vermişti amma, kadın, çok sevdiği Ferhad'ın en ufak ahvali ruhiyesini bilirdi. Ve şimdi an- yordu ki, kocası birşeyler saklıyor!, Onu söyletmek istedi, İçeriki odada tıraş olan Ferhad'a seslendi; Bu cinayete ne dersin? katil kim? Doktor ıslıkla bir şarkı tutturmuş- tu. Bu da sinirli olduğuna, zihninin ek meşgul bulunduğuna Gelildi. Çün- Acaba : hdetiydi: Ne zaman birşey düşün- se hep islik çalardı. Konuşmak isteme rek; i belli ede- Ne bileyim? - dedi. - Polis araştı- rıyor... İhtimal bulur!, Genç kadın ses çıkartmadı. Fakat helecanı büsbütün artmıştı: Korku- yordu: Ya bu işi kocası yaptıysa?.. Onun Mislinur'a meclüp olduğunu, çoktan sezmişti,.. Kıskançlıkla, yahud reddedilmekten hasıl olmuş bir tehev- vürle neler olmaz?.. Tesbihi aramak meselesi de belki yalandı... Yok, o bu- nu mutlaka anlıyacaktı. Doğrusu ko- casının o serseri kız yüzünden hapis- lerde çürümesine razı değildi. Onu kurtaracaktı. Her ne bahasına olur- sa olsun kurtaracaktı. Ferhad giyindi. Karısının yanağını öperek: — ? - dedi, — Bu kadar erken nereye gidiyor- sun? — Alişan'la Tandevüm var. Genç kadın yalnız kalınca kalktı. O da alelâcele giyindi. Prensese gi- decekti. O, akılh bir kadındı. Bu sü- retle belki bir ipucu yakalıyabilirdi. —— B eiveder otelinin garsonu, elinde tepsi ile acele acele yürürken loş koridorda ayağı bir cisme takıldı. Sendeledi. Fakat büyük bir meharetle tepsiyi devirmeden kendini topladı. 'Takıldığı şeye baktı. Bir feryad kopa- Tarak müdüriyet odasına doğru koş- tu. Yerde yatan bir erkek cesediydi. Onun da, tıpkı Mislinur gibi, göğsüne de bir hahçer saplıydı. Polise telefon edildi ve maktulün teşhisi güç olmadı: Bu, doktor Ferhad'dı. Cepleri araştı- yıldı. Üstünde mühim bir para olduğu fakat katli tarafından alınmadığı gö- rüldü. Artık ortalık büsbütün karıştı, Pan- siyonda Mehmed Ali paşa ve tüccar Ralf oturmaktaydılar. Doktorun «ran- devüm var» demesine rağmen, otel müstahdemini, Alişan'ı orada görme- mişti, Bhısırlı delikanlı da, böyle bir buluşmadan haberi olmadığını iddia ediyordu. Pansiyonda oturan Meh- | med Ali paşa, o sabah erkenden çık- muştı; Tüccar Raif'in de gecedenberi dönüp dönmediğini kimse görmemişti, Cinayet esnasında mütekaid paşa bir aralık pansiyona dönmüş, lt kat- taki salonda bir viski içmişti, Polis sordu: — Paşam! Ferhad beyin otele gir- | dlğini gördünüz mü?, İ — Hayır... Ben erken kalktım... Biraz dışarda dolaştım ldiğim za- man buraları tenhaydı... Yemekten evvel viski içmeği severim... Muharrir Kâmuran da o Sıralarda pansiyonda gözükmüştü. Bir tarafta, polis komiserile şunu konuşuyordu: — Cinayetler gittikçe çoğalıyor. Herhalde doktorun katli de Mislinur meselesile alâkadardır... Ah evvelâ şu kızın hüviyeti tamamile meydana çık- sn... Eşyaları arasında şahsiyetini bel- 4 edecek hiç bir iz bulunmadı, değil mi?... Pasaport var... Sahte de olabi- | Yir. Güvenilmez ki... Yalnız o serseri herifin fotoğrafı bavulunde bulundu ki, calibi dikkat... Bu kadar zarif giyi- nen ve yüksek tabakayla teması olan Mislinur gibi bir kadının bu kılıktaki bir adamla ne slükası olabilir?. Bu ciheti anlarsak muammanın âydınla- nacağına eminim... Polisler tahkikatla meşgul olurken gazeteci Kâmıran ds Hadiye hanıma felâket haberini vermek vazifesini Üze- rine alarak, yola çıktı. Genç kadın evinde yoktu. Pren- seste olduğunu öğrenince, delikanlı hemen oraya gitti. Ve köşkü altüst ederek buldu. Pren- ses, başından ağır surette yarah... Üstelik de bütür evde bayıltıcı bir ko- ku var... Pencereler fora edilmiş... Uşakların hizmetçilerin üzerlerinde hâlâ sersemlik devam ediyor. Alişan ise döğünüyordu: — Halam büyük bir suikasda uğra” dı... Bütün ev halkı bir tütsüyle ba- yıltılmış... Biz de şimdi polise telefon ettik... Ben henüz geldim... Geceyi Yıldızda geçirmiş, oradan da çıkar çık- maz Spor otomobilimle, hava #lmak için, Kilyos'a kadar gilmiştim, Gelin- ce bu Yelâketle karşılaştım... Hadi- ye hanım da benden biraz evvel gel- miş... Halamı tedavlle meşgul... Prenses'in yarası oldükça ağırdı. Kadıncağız bir türlü kendine gelemi- | ul bahçesinde bir cesed yordu. Hastaneye kaldırılması icap et- ti. Polisler geldiği zamam, Alişan, ar- dına kadar açık bir kasayı göstererek: — Bakın! - dedi, - Halamın bütün mücevherleri çalınmış... Ona yüz kere «bankaya koy. Bu bekçisiz evde sak- lama... Başımıza felâket gelecek! der- dim, Dinlemezdi. İşte oldu olacaklar... Bari canı kurtulsa... Zalen şaşırmış olan Hadiye, koca- sının da vefalını öğrenince, ayıldı, ba- yıldı, Hıçkırıklar arasmda şu şekilde ” bir ifade verdi: — Ferhad'cığımın benden birşey sakladığını hissediyordum... Mislinur cinayetile alâkadar birşey... Prensesin kendine gelip konuşabil- mesi için pek uzun zaman lâzum gel- di: Gazeteler onun ölümden kurtul- duğunu, fakat polise henüz ifade ve- remediğini yazıyorlardı. Kâmıran po- lisle beraber çalışıyor, pansiyonlu Köşk arasında dolaşıp duruyordu. Sonra birdenbire ortadan yok oldu. Nereye gitliği bir türlü tayin edilemedi. Fa- kat o civarda oturanların hepsini bir korku kaplamış olacak ki, gerek Meh- med Ali paşa, gerek tüccar Raif, he- saplarını keserek pansiyondan ayrıldı- lar, şehre indiler. bee — Benim izimi nasıl buldun, söy- 1e bakalım Yılmaz Ali! Muharrir Kâmıran bir kalıkaha at- tı. — Elim ayağım bağl... Şu banyo- nun içinde boğulmağa mahküm ol- mama rağmen güldüğüme hayret edi- yorsun, değil mi, Kurt Ahmed!... Bu kadar cüretkâr cinayetleri ancak Kur- tun yapacağına emindim... Fakat onun şahsiyetini ben de herkes gibi bilemiyordum... Zengin muhitlerde dolaşacağına emin olduğum için, mu- harrir Kâmıran şahsiyetine bürüne- rek Yıldız civarına dadandım... Eğer Senelerdenberi kovsladığımz Kut Ahmed İstanbul'daysa behemehal bu zengin muhitte dolaşacağına kaniidim. «Bir ipucu yakaladım; diyordum. Ni- Karşısmda duran, uzun boylu, gü- ler yüzlü, şık giyinmiş adamı süzdü. Yarabbi! Meclislerin neşesi olan bu hoşsohbet, zarif delikanlı senelerce polisin aradığı Kurt Ahmed miydi? Kanlı katil Kurt!... Kıbrıslı Raif, gözlerinin hainliğini kapatmıyan tatlı bir tebessümle: Yakaladın... Fakat tuzağa sen düştün! - dedi. - Bak, banyonun mus- luğu açık... Yavaş yavaş su doluyor... İşte burada işkenceyle öleceksin... Tüccar Raif'in hakiki hüviyetini öğre- nenler böyle ölüme mahkümdurlar... Fakat seninle konuşmağı seviyorum, İşte onun için seni diğerleri gibi han- çerlemedim... Hem senin gibi kurnaz, değerli bir polisin ölümü biraz başka türlü olmalı... Cesaretinin ne sna ka- dar devam ettiğini görmek istiyorum. Yılmaz Ali, vaziyetinin ne derece berbad olduğunu için için takdir edi- yordu. Fakat serde yiğitlik de var, Yil- mamak lâzım... — Mislinur'u niçin öldürdün? - di- ye âdeta salonda oturup da bir ahbap- Ja konuşur gibi sordu. — Beni tanıyordu da ondan... O, fıkara bir kızdı. Ayni mahallede bü- yüdük. Ben mesleğe atıldığım zaman, | onu da çeteme aldım... Fakat birkaç sene evvelki banka vakasında Mısıra kaçmağa mecbur olduk. Ben başka yerlere de gittim... Onu gözden kay- bettim... Aradarı seneler geçti. Tesa- düfen İki üç ay evvel prensesin evinde karşılaşmaz mıyı2?.. Elmasları çalmak niyetile ahbaplık ettiğini sandım... Bu hususta kendisile konuştum. Fa- kat tövbekâr olmamış mı has- pam?... Katiyetle reddetti, prensesi çok sevdiğini, israr edersem beni ha- ber vereceğini söyledi... Cezasını da buldu... Su çenesinin hizasına çıkmasına rağmen, Ali sordu: — Ya doktor Ferhad?. Bir aralık ondan şüpbelenmiştim.. — Aplal herifi bırak.. Bahçede tesbihini ararken benim kameriyeden doğru geldiğimi görmüş. Fakat sevdi- Nakleden: (Vâ-Nü) (Devamı 12 nel sahifede)