15 Kânunusani 1938 AKŞAM Eski dünyadan yeni dünyaya : 7 Büyük bir transatlantikte hayat nasıl geçer? Okyanus üzerinde yüzen bir otelde dokuz gün neler gördüm? Bizi eski dünyadan yeni dünyaya götürecek olan transatlantiğe Ham burgdan iki buçuk saat ötede Cuzha- ha Çinliler dolmuş, onun yanında, kır Pışık gözlü Japonlar, ilerde Beyas Ruslar, bir kaç vagon dolusu yol... Velhasıl her milletten yolcu var, Daha şimdiden kor) ahbablıklar başlıyor. Tren Cuzhaven& yaklaşınca uzaktan bineceğimiz. trans atlantik muhteşem bir otel halinde gözlerimizin önünde belirmeğe bağlar dı. Herkes vagonların penceresine hü. cum ediyor. Vapuru görmek için Sr bırsızlanıyor.... Grup grup trenden iniyoruz. Rih- tıma uzatılan büyük iskeleden vapur 1 Ta giriyoruz. Transatlantiğin yedi ge- niş asansörü mütemadiyen işliyor. Koridorlarda beyaz ceketli, smokinli, Aşağı İneceksiniz. — Ç güvertesine çıkmak istiyo- rum... — Beşinci kata çıkınız. Sağa sapmız, Geminin bütün koridorları yumu» Vaktı yok. Herkes güvertede ayrılık dakikalarile meşgul, Aşağı yukarı ağ» lamıyan yok... Hele Amerikaya giden genç hir kızla Avrupada kalacak ni ganlısının ayrılmaları görülecek Şey. Sarılıp sarılıp öpüşmeler, mendillerile birbirlerinin göz yaşlarını silmeler ve tekrar tekrar sarmaşdolaş olmalar... Nihayet en son çan geminin bix başından öteki başına kadar öttü. Vapurun son derece kalın düdüğü acı &cı çaldı, Eski dünyada kalacaklar, gözleri yaş içinde merdivenlerden ini- yorlar,.. Hele Amerikaya muhacir olarak gidenlerin hall müthiş... Göz- lerini Avrupa topraklarına dikmişler, âdetâ hıçkırıyorlar... Bir daha bu toprakları ve burada bıraktıkları in- Sanları ya görebilecekler, ya göremi- yecekler, .. Amerikaya giden nişanlı matmazel bizimle beraber en üst güvertenin parmaklıklarına yapışmış. Rıhtım- dan o derece yükseğiz kl âdetâ bir apartımanın altıncı katından aşağı" ya bakıyoruz gibi bir şey... Şimdi ni- şanlı delikanlı rıhtımda - sanki biraz | evvel vapurda öpüştükleri az gelmiş gibi - yanımızdaki kenç kıza müte- madiyen öpücükler gönderiyor. İçi- mizden «ah âşk» diyoruz, İkinci bir düdük sesi ...Bizi rıhtım- dan ayıracak klavuz harekete geldi. (Yavaş yavaş Avrupa topraklarından ayrılıyoruz. Rıhtımdan bağrışırlarken güvertede kalabalık bir bando muzika heyeti «Atlantikten geçiş» isminde bir marş çalıyor. Bu esnada mütemadiyen göz yaşlar Gökülüyor. Mütemadiyen mendiller sallanıyor... Yavaş yavaş sahil gözden kaybo- Tuyor, Herkes bir şeyle meşgul... Ki- mi vapurun gazinosunda buzlu bira- ların önünde oturmuş, kimi iskambil kâğıdlarını almış, öteki yanda şaft Tanççılar toplanmışlar... Meğer va- purda Teksas şatranç şampiyonu Mr. El varmış... Şatranççılar üstadlarının etrafında fır dönüyorlar,.. Serkamarot herks- sin yemek salonunun plânı üzerinde yerlerini tesbit etmekle meşgul... Mü- temadiyen soruyor; | Koca transatlantik rıhtımda bizi bekliyor. mik Güvertede şatranç partisi — Öğle yemeğinizi saat birde mi yemek istersiniz? 12 de mi?.. Pencere kenarında mı sofra arzu edersiniz? Yoksa aslonun ortasında mi?. Yalpadan korkanlar salonun orta" ında sofra istiyorlar. Hava almak istiyenler pencere kenarlarını tercih ediyorlar. Vapur son derecede kalabar ık olduğu için iki partide yemek ye- nilecek ... Öğleyin yemeklerin ardı arkası ke- silmedi. Yemekten sonra güverteye uzun iskemleler serildi. Çizgili batta- niyeler meydana çıktı. İskemlelerin kenarlarındaki deliklere kartvizitler sokuldu. Yolculardan bir kısmı gü- verte üstünde öğle uykusuna çekli- âller. Her mevki yolcusunun başka bir mevki tarafına geçmesi katiyen mem- nu... Fakat transatlantiğin başsuva» risi bize istediğimiz yerde oturmak, istediğimiz gibi vapurda dolaşmak, her yere girip çıkmak salâhiyetini verdi. Biz de bundan adamakillı isti» fade ediyoruz. Bindiğimiz bir asansör bizi bir yüz- me havuzunun önüne bıraktı. Buras hakikaten görülecek şeydi... Kadın, erkek herkes şık mayosunu giymiş, havuzun dibinde yanan elektriklerle kırmızı, mayi renkli suların içinde yüzüyorlar... Havuzun bir kenarındaki pervane- ler burada sun! dalgalar yapıyorlar, Yüzen kadınların içinde biri gözüme ilişti, Şaşırdım. Üç dört saat evvel gü- vertede ağlıya ağlıya nişanlısile sar maşdolaş olan genç kız... Şimdi ma yosunu giymiş yanımdaki iriyarı bir Amerikalıdan kulaç atma dersi alı- yor... Amerikalı suyun içinde iki iri bazulu kolunu, iki alın direk gibi u- atmış, genç kız bunun üzerine yat- mış habire suları kulaçliyor.. Havu- zun kenarında elektrikle yazılmış bir yandan anlaşılıyor ki, gece burada , Vapura namütenahi Çinli binmişti, Bunların hiç birinden eser yok... Sor- dum: — Onların yeri, herşeyi ayrıdır... dediler. Hakikaten Çinlilerin yerine hususi bir merdivenden iniliyor. Bunlar hep rinci günden sonra gemideki bütün ka» dınlar baştan aşağı dikkat kesildi. Acaba sarılı genç kadın'ne giymiş?... Uzun boylu Amerikalı kadın bu akşam yemeğe nasıl inmiş?. Yemekte bütün kadınlar bifibirlerinin tuvaletlerile Hemen tekmil kadınlar bütün gün vapurda, güvertede ağızlarında sigar ra, geniş paçalı pantalonlarla geziyor- lar. Akşam yemeği zamanı olmuyor mu?, Herkes kamarasına kapanıyor, pantalonlar atılıyor, ağır tuvaletler, yerlerde sürünen uzun etekler mey- dana çıkıyor. Güsertelerin, salonların hepsinde ayrı bir eğlence, ayrı bir spor var... Kiminde tenis oynanı- yor... Kiminde uzun sopalarla ve yer» deki numaralarla «füverte oyunu» de- nilen birşey gırla gidiyor. Kiminde bahsi müşterekli at yarişı yapılıyor. Bu at yarışı hepsinden ömür... Tah- l tadan küçük atlar. Hepsi makineli... Her ata para konuluyor... Üstüne para koyduğunuz at ötekileri geçti mi?.. Kazandınız. Avrupadan Amerikaya kadar süre cek 9 günlük yolculuk için zengin bir eğlence programı yapılmış. İlk gece geminin sinemasında Güş- tav Frölih'inenson çevirdiği fümi seyrettik. Soutbamton lmanına uğradık... L- manda eski bir aşina gözüme blişti. Dük dö Vindsor'un İstanbula geldiği Bodrumda zeytin budama kursları Muğla 13 (A.A.) — Bodrumda zey- tin mütehaasısının idaresi altında açı- lan zeytin budama kurslarının birin- cisi beş gün devam ettikten sonra bit- miştir, Bu kursa Bodrum ve mülhaka- namesi verilmiştir. -—— Yazan: Arif C. Denker ESRARENGİZ KERVAN Sahife 7 *Tefrika No. 59 Eşya tamamen karşı sahile nakledilmişti, fakat develerin bir kısmı kalmıştı Atlar beheri kırk hayvandan mü- rTekkeb olmak üzere muhtelif gruplar ra ayrıldı ve yirmi seyisin idaresine verlidi. Seyisler kırk atı öbür sahile çektikten sonra boş dönen sallara bi- nerek geri geliyorlardı. Nihayet öğleden sonra geç vakif bütün denklerin, atların ve katırların karşı sahile geçirilmesi ameliyati bit- ti. Yalnız iki kalır suyun içinde bo- ğuldu, Suların sürüklediği büyük bir ağaç kütüğünün dallarına takılan bu hayvanları kurtarmak mümkün olar madı, “Tabi? Güldostun eşyası ve hayvan- ları da öbür sahile geçirildi. Yalnız, büyük kervanın ruhunu teşkil eden beş yüz kadar deve bu sahilde kaldı. Şimdi sıra onlara gelmişti. Salların yüklendiği yerde toprak iyice islan- mış olduğundan buralara örtüler se- rildi. Çünkü develer ıslak ve çamurld toprak üzerinde yürüyemez. Deve, me- yili olan bir yerden inerken biraz ayağı kaysa, ne yapacağını şaşırır ve alık alık bağırmağa başlar. Her sala ancak üç deve yüklenebil- diğinden nakliyat gayet yavaş yürü- yordu. Ortalık kararmağa başladığı zaman develerin yarıdan fazlası bu sahilde kalmıştı. Bu aralık seyircilerin adedi gittikçe artıyordu. Güldost etraftan gelen adamlar arasında güçlü kuvvetliler de bulunduğunu görerek endişe edi- yordu. Bunlar herhalde Ming-Tsenin askerleridir, diyordu. Ahmed Abud bu esnada vazifesi ba» şında çalışıyordu. O mütemadiyen se- yordu. Maksadı, bir gün evvel kuru- lan plânda bir değişiklik olup olmadı- ğını anlamaktı. Fakat, düşman tara- fından fikirlerin değiştiğine delâlet edecek hiç bir şey işitmedi Yalnız Ming-Tsenin adamları, ortalık karar- dıkça, daha ziyade yardıma heves odi- bir çoğu karargâhın etrafına çekilen kordondan zorla girmeğe bile teşeb- büs ettiğinden Ahmed Abud onları enselerinden yakalayıp dışarıya at- mağa mecbur oldu. Andrey ile Vassili kendisine yardım ettiler. Akşam olunca Hüseyin efendi de geldi ve Ahmed Abudun atını getirdi. Hüseyin efendi yeni bir haber getir medi. Yalnız Güldosta dedi ki: — Bütün Çimen halkı neşe içinde. Çünkü yel beyi (1) Çimene gelen bü- yük adamların şerefine donanma ya- pacağını ve fişekler yakacağını ilân etti. Herkes bu eğlenceden bahsedi. yor. Hüseyin efendinin bu İfadesi de is- bat ediyordu ki Ah-Singin kurduğu tuzak muhakkak tatbik olunacaktı. Zaten şenlik haberi şayi olur olmaz sahildeki kervan nakliyatını seyreden Çimenli halkın büyük bir kısmı geri gitmişti. Bunların maksadı ceğlence» leri yerinde seyretmek fırsatını kaçır. mamaktı. Halbuki ceğlenceler» ker- van karargâhı civarında yapılacaktı. Ah-Sing, halk arasında panik çıkma- ması için onları köylerine celbetmek istemiş ve eğlencelerin köyde yapıla- cağını kasten ilân ettirmişti Beşikten mezara kadar ıssızlık içinde yaşamağa mahküm olan zavallı köylüler, eğlen- ce göreceğiz diye koşa koşa köylerine gidiyorlardı. Bir müddet sonra, karargâhın etra- tn e başlayınca büyük kervanın tarafından geceleyin kırda bir tamaşa tertib edileceğine dair Güldost da ortaya bir şayia çi kardı, Akşama kadar karşı sahile nakledi- lemiyen develeri Hasan bey güneş battıktan sonra bir araya toplattırdı ve ön ayaklarını biribirine bağlattır- dı, o suretle ki hayvanlar ayağa kal- kabiliyorlar, fakat ancak üç ayak üzerinde yürüyebiliyorlardı. Bütün develer bu suretle bağlandık- Ahmed Abud, Andrey ve Hasan beyin uşağı kKarargâhtan uzaklaşarak iki yüz metre kadar stepe doğru fleriledi- ler. Burada Hasan bey yeri kazdırdı, açılan çukurların içine birer parça dinamit koydu, dinamit parçalarının üzerine bir miktar barut döktürdü ve dinamitlerin fitillerini tamamladıktan sonra çukurları ka- pattırdı. Bu yerler belli olsun diye üzerlerine beyaz bez bağlı birer kamış diktirdi. le mücehhezdiler. Yanlarında birer tane de tenvir tabancası vardı. Maf- yetleri bir çok tenvir fişekleri taşıyor- lardı, Hasan bey, kıymetli tenvir tişekleri- ni israf etmemek için evvelâ Ming- Tsenin, yahut Ah-Singin kendi mera- verdi. Ming-Tse askerleri işe başlar başlamaz, o da tenvir fişeklerini atar caktı. Gece sert bir rüzgâr esiyordu. Ha- yıldızlar parıldıyordu. Çölün düzlüğü gayet hafif bir ağartı ile örtülü idi. Bu ağartı uzaklığı ta- yin edilemiyen bir mesafeye kadar — Galiba Ah-Singin adamları geli- yor. Uzaktan onların hareketlerini işt- tiyorum. Güldost ta fısıldıyarak: — İşitiyor musun? Ne işitiyorsun? diye sordu. — Benim yaptığım gibi sen de ku- lağını yere koy, o zaman buraya doğ- ru yaklaşan adamların adımlarını işi. tirsin. Güldost kulağını yerâ koyarak din- ledi, fakat hiç bir şey işitmedi, Halbu- ki mahir bir avcı olan ve en hafif bir gtırdıyı bile derhal işiten Ahmedin kulakları ayak seslerini işlimişti. Güldost Hasan beye dönerek" — Bir kere de siz dinleyiniz. dedi, Hasan bey cevap verdi: — Zannedersem benim dinlememe artık lüzum yok. Ahmed Abudun ya» hılmış olacağını hiç zannetmem. Za- ten epey zamandanberi burada bekli- yoruz. Şenliklere biz başlayıverelim. Adamlarımız da intizarda, Şayed ten- vir #işeklerile etrafı aydınlatırsa Ah-Singin eskerleri karargâhımıza yaklaşamazlar, a cet dn b kt muvafık bul hz — Haydi başlıyalım, dedi, Ben bu- rada kalırım, siz de iki üç yüz metre ilerilersiniz. Bu suretle dinamit ocak- Jarı aramızda kalır. Sonra ben birin- ci fişeği yakarım, siz de ikincisini, Bu suretle münavebe ile devam ederiz. — Evet, bu suretle hareket ederiz, DEKİ j ime