ii mama mendil ilimle ” z ; m AKŞAM Melâhatlerde geç vakte kadar otur- muştuk. Herkes birbirile meşguldü. Ben de Sabahatin tam yanma otur- muş, onun gözüne hoş görünmek için aklıma geleni söylüyordum. Ne z0- mandanberi bu güzel kadın geceleri rüyalarıma girecek .derecede beni meşgul diyordu. Aramız da gayet iyi gidiyordu. Sabahat bir aralık bileğin- deki altın saatine baktı; — Vay, vay, vay... dedi, saat bir buçuk olmuş. Pek geç kaldım. Artık gideyim. Sabahatle benim aramın pek iyi ol- duğunu bilen ev sahibi Melâhat ya- nımıza yaklaştı; arkadaşi Sabahate: — Çok geç oldu. Yalmz gidemez- sin... dedi ve hafifçe gülümsiyerek düve etti: — Seni Mecdi götürsün. Ben derhal atıldım: — Hay hay efendim... Ben de bir gece gezmesi yapmış olurum, Sabahat: — Vallahi sizi yoracağım. — Aran efendim, yorulmak da ne demek?.. Yorulmanın sözü olur mu? Zaten yolum da o tarafta... Doğrusu Sabahstin evine Kadar sürecek olan bu güzel gezintiden pek memnun olmuştum. Sevincim iki ci- hetten ileri geliyordu. Biri Sabahatle gecenin bu saatinde, yapayalnız 50- kaklarda dolaşmak... İkinci sebeb bi- Taz tuhaftı. Samimi arkadaşlarım de gayet iyi bilir ye... Ber son derecede korkak bir adamımdır. Gölgemden korkarım. Ayıb değil ya, tabiat bu. O gece Melâhatlerde, Sabahatin ya- nında saatlerin nasıl geçtiğinin far- kında olmamıştım. Sabahat Kol saa- tine bakıp da: — Bir buçuk olmuş!. deyince ben- de şafak atmıştı. Eve nasıl gidecek- tim?.. Tam bu esnada Melâhatin Sa- bahate: — Seni Mecdi götür! yüreğime epice su serpm Saba- hatle evlerimiz yakındı. Onunla bi- zim mahalleye kadar beraber gide- cektik. Ben padösümü giydim. Sabahat mantosunu giydi. sAllahaısmarla- dık; , «Güle güle: ler srasında yola çıktık. Sokaklar karanlıktı. Yanımızdan sallana sallana biri geçti. Sabahat bana iyice sokuldu ve biraz sonra da koluma girdi. Yaşasın bu gece gezin- tsi... Fakat genç kadın birdenbire bana sordu: — Doğru söyleyiniz, dedi, korkak mısınız? Cesur musunuz Bu sual karşısında şaşırdım. ÖP babanın elini... Şimdi ne demeli?.. Sabahat ilâve etli: — Ben iki cins erkekten nefret ede- rim. Kadınlaşmış, kadın gibi erkek- lerden... Korkak erkeklerden... İçi- me bir şüphe düştü. Acaba bizim ge- veze arkadaşlardan biri Sabahale be- lm korkaklığımdan mu bahsetti. Fa- kat ağzını aradım. Ortada büyle bir şey olmadığını anladım. O zaman Sa- bahate uydurup uydurup anlatmağa başladım: — Vallahi efendim... Bana çok ce- sur bir adam denilir mi? Bilmem... Iâkin hayatımdaki bazı vakaları dü- şünüyorum da kendim bile hayret ediyorum... Hiç unutmam dokuz ya- şında bir çocuktum. Bir gece annem, bemşirelerim, evde kim varsa kofaşu- ya gittiler. O günü ben bir yaramaz- ık yapmıştım. Geçmiş zaman... Ne yaptığım aklımda değil... Fakat an- nem ceza olsun diye misafirliğe beni götürmödi: «Sen evde kal dersi- ne çalış da akıllan...> dedi. Benim ne derecede cesur bir çocuk olduğumu bildikleri için gece evde yalnız bırakmakta bir mahzur gör- müyorlardı, Onlar gidince ben de ki- tabımı açtım, dersime çalışmağa baş- ladım. Epey vakit geçmişti. Gece ya- nsı olmuş, hâlâ annem filân mlsafir- Hkten dönmemişlerdi. Birdenbire be- nim oturduğum odanın bitişiğindeki odada bir patırdı işittim. Hemen ye- rimden kalktım. Odanın kapısını aç- tam. Benim çalıştığım masada yanan lambanın ışığı kapısını açtığım oda- ya da vurmuştu. Bu odada bir belko- numuz vardı, İçeride yanan lâmbâ- han ışığı altında bir de ne göreyim efendim?... Balkonda iri yarı, zebel- lâ gibi bir adam... Palabıyıkları ku- | demesi | | laklarına yaklaşmiş... Balkon kapı- sınl açmış içeri girmek üzere... Hemen fırladım. Konsolda baba- mın tabancası duruyordu. Çabucak onu aldım. Bir dakikada o zebellâ gi- bi hırsızın karşısına dikildim. Düşü- nün efendim. Dokuz yaşında parmak kadar bir çocuğum... Tabancayı palabıyıklı adama doğ- ru uzatarak bağırdım: — Eller yukan... Şimdi o çam yarması gibi adam tiril tiril titriyordu, Elleri yukarıda bana: — Aman küçük... Merhamat... Merhamet... diyordu. Ben: — Yaklaşma... Yakarınf... Hiç din- lemem... diye gümbürdedim. Hırsız korku içinde: — <Yaklaşmam Yaklaşmam... Aman'benim canımı bağışla da... di- yordu. Nihayet balkonda duran bizim valdenin çamaşır iplerini aldım. Hir- sızın, o boyu iki metreye yaklaşar zebellâ adamın elini kolunu sıkı sıkı bağladım. Kendisini içeriye aldım. © Bir sandalyeye yıktım. Kendim de karşısına oturdum. Bir elimde taban- cayı tutarak, yarnki dersim olan «Musahabatı ahlâkiyes dersini çalış- mağa, hızla okumağa başladım. Hem | okuyor, hem de hırsıza: — İşitiyor musun?.. Dinle de ibret, ai... diyordum. Tasavvur buyurunuz dokuz yaşındaki bir çocuğun soğuk- kanlılığma bakınız efendim. Sen do- kuz yaşında koca hırsızları yakala.. iplerle bağla... Karşına oturt.. bir elinde tabanca, büyük bir soğukkan- hılıkla dersine çalış ve aynı zamanda hırsıza der, Valdem eve gelip hırsızı görünce ne derece şaşırdığını tasavvur edemezsiniz. Nihayet bekçiyi, polis komiserini çağırdık. Polis komiseri hayretler içinde idi. Meğer bu benim yakaladığım hırsız 17 vakası olan azılı bir kaydudmuş. Polis komis Vallahi hayretler ettim efendim, diyordu, 9 yaşında bir çocuk böyle bizim ne zamanlardanberi yakalıya- madığımız bir haydudu iplerle bağla- yıp bize teslim etsin!.. Ne cesaret!. Ne cesaret... Bu çocuk bir harika doğ- rusu kadar uydurma hikâyemi dinledik- ten sonra: — Bravo doğrusu... dedi ten siz bir kahramansınız.. hakika- Bu baştan başa uydurma hikâ- yeyi Sabahate anlattıktan sonra ken- di kendime: «Amma da attım ha... dedim. Dokuz yaşındaki çocuk da ko- , ca hırsızı yakalıyabilir mi?.. Hiç de- | ğilse 11 yaşındaydım deseydim bari... Sonra dokuz yaşındaki bir çocuğun yakaladığı hırsızın karşısında derse çalışması da pek mübalâğalı.. Fakat artık bir kere bunlar ağzımdan çik- mıştı. Geri dönülemezdi. Böyle ko- nuşurken Sabahatin evine kadar ge miştik, izin ver- dim. Evde yapayalnızım... diyerek anahtarını kapısına soktu, Kapıyı açtı... Bana: — Sizden bir şey rica edeceğim. Şu antredeki elektriği yakıncıya kadar bir dakika kapıda bekler misiniz?.. — Hay hay efendim... Bir dakika değil bir saat beklerim. Sabahat sokak kapısından içeri Sabahat bu benim baştan nihayete | girdi. Elektrik düğmesini çevirdi. An- tre aydınlanınca Sabahat korku İle gözlerini açtı: — Tuhaf Yere kan var... Ben de dehşet içinde antreye gir- dim, Baktım. Hakikaten vazo parça parça... Ve yerde küçücük bir dam- Ja kan... Sabahat: — Rica ederim,.. Benimle beraber odaları arıyalım... Evde yalnızım bi- liyorsunuz. Ne iyi oldu da sizinle be- raber geldim. Sizin gibi cesur bir er- kekle.. deyince tepem attı, Maamafih artık iş işten geçmişti. Geri dönemez- dim ya... — Peki efendim, arıyalım., dedim. Evvelâ salona girdik, Bir de baktık. Bir kanapede Sabahatin kıymetli ke- disi Sarman yatıyor. Hayvanın başı yarılmış. Sabahat o zaman: Şimdi anladım... dedi, Sarman yumak görünce duramaz oynar, Var zonun kenarından yün yumağının ucu | aşağıya sarkmış... Sarman bunu aşa- ğdan pençesile çekerek vazoyı dü- şürmüş, hem önu kırmış hem de ken- dini yaralamış. Vah evlâdım Sarman- cığım.. Ben derin bir neles aldım. Artık evde bir tehlike olmadığını anlayın- ca müthiş bir kahraman kesilmiştim. — Ben de evde hırsız yakalıyaca- ğım diye düşünmüştüm. Ah elime bir hırsız geçse, Ah elime bir hıvsız geç- se... Ben yapacağımı bilirim... Maa- melih vazoyı belki Sarman kırmamış- tır. Şu odaları ben bir arıyacağım. Sabaha! — Vazgeçiniz canım... Bunu ya pan Sarman... Size kendi elimle bir çay pişireyim de buraya gelmişken bari karşılıklı çaylarımızı içerek çene çalalım ... Sabahatin bu sözü üzerine önümde saadet ve cennet kapılarının açılmak üzere olduğunu anladım. Son bir kah- | ramanlık daha göstermek 5 — Etrafı şöyle bir arayım.. dedim, eğer varsa ve hırsızı yakalarsam bi- 7e eğlence çıkar... Şu oda nedir? Sabahat güldü: — Yatak odam. Hemen onun kapısını açtım, İçeri salonda yanan elektriklerin ışığı yar tak odasına vurmuştu. Kapıyı açar açmaz bir de karşımda ne göreyim... Bir adam... Farkında olmadan Hırsız.. hursız.. imdad.. diye bs- #rarak kendimi bir dakikada sokağa almışım. Sokakta aklım başıma gel | di. Sabahatin evine bekçiyi gönder | dim. Bekçi 10 dakika sonra döndü: — O evde hırsız filân yok, dedi, evdeki bayan size bu tezkereyi gön- derdi... Açtım, okudum, «Burada hırsız filân yok... Odaya girer girmez gardiroptaki aynada kendi hayalinizi görmüş olacaksınız. Cesaretinize hayran kaldım!...» .. dedi. Bu vazoyı kim bakın bir damla da (Bir yıldız) Türk Model Uçak Evi Taksim Meydanı Adresini bilen her genç çekirdekten yetişme tayyareci olur Grip, Baş, ve Diş ağrıları Nevralji, Artritizm, Romatizma Baş, diş, NEVROZIN nezle, grip romatizma ve bütün ağrılarınizi derhal keser. İcabında günde 3 kaşe alınabilir. Tarihi KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romanı Yazan: İskender EF. Sertelli mama Tefrika No, 115 Sahife 9 Ahmed, o gece, fırtınalarla boğuşarak eve geldiği zaman karısının koynunda iri yarı bir adam gördü! Yerde bir karıştan fazla kar var- dı. Hava çok sertti Soğuk rüzgâr hâlâ insanın yüzünü bıçak gibi ke- siyordu. Duman Ahmed sokuk kapısını yâ” vaşça omuzlayıp kaldırdı. Kapı ken- di kendine ve sessizce açılıvermişti. | Burası iki katlı küçük bir evdi, Al tanda üstünde birer odası vardı. Ar- kada da biraz genişçe bahçesi, Ah- med, Hacerle bu evde nikâhlanmıştı. Hacer evde yalnızdı, Fakat kom- şularıçok iyi insanlardı, o Kadınlar Haceri evde yalnız bırakmazlardı. Ahmed komşularmdan pek mem- nundu. Bütün mshalleli Ahmedi s6- ver ve sayardı. Ahmed bir gün has- talanıp yataktan çıkmasa, komşular evin kapısını aşındırırlar, hatırını 80- rarlardı. Ahmed kapıyı açar açmaz, İbrahi- me seslendi: — Sen atların başında dur. Ben şimdi bahçe kapısını açar ve atları ahıra alırım. Sen de bu geceyi ev altındaki odada geçirirsin! Deli İbrahim atların dizginlerini koluna sarmış, soğuktan ellerini oğuş- turup duruyordu. Duman Ahmed yavaş yavaş yukarıya çıktı. Hacer şimdi Ahmedi karşısında gö- rünce kim bilir e kadar secinecek ve şaşıracaktı! Ahmed sabahleyin evden çıkarken, Üsküdara gideceğini, geceyi orada geçireceğini söylemişti. Havanın ak- şama doğru gillikçe serileşmesi üze rine Hacer o gece kocasının gelemi- yeceğine büsbütün inanmıştı. Ahmed karısına geldiğini haber verdikten sonra aşağı inecek, bahçe kapısını açarak İbrahimi ve atları | ahıra alacaktı. Ahmed yavaşça odanm kapısını araladı. Köşede büyük bir kandil yanıyordu. Akşamdan doldurulmuş büyük pi- rinç mangalın içindeki ateş çoktan eriyip kül olmuştu. Ahmed yavaşça başını uzattı: — Hacer. ben geldim, yavrucu- gum! Ahmed seslenirken, birden gözleri yatağa ilişti. Ve yorganın altında, saçları dışarı dökülmüş iki baş gördü. Bir erkek başı, Hacerin başının ya- nında yatıyordu. Ahmed birdenbire sendeledi. Acaba rüya mı görüyordu? Gözlerini uğuşturdu.. Bıçağına sarılmak isledi., Kapıya dayandı. Vücudu birdenbire buz gibi donup kalmıştı, Bıçağını bir türlü kınından siyira- mıyordu, Gözlerini açıp kapadı.. kekeliyerek seslendi: — Haaa. ceeecer... Hacer gözlerini açamıyordu. Ahmedin sesi kulaklarında çinli- yordu. Pakat, kendini bir türlü bula- mıyordu. Belliydi ki çok sarhoştu. O zaten bir kadeh şarapla sarhoş olurdu. Yasdığın üstünden yere kayan er- kak başı birdenbire dikildi. Yabancı adam gözlerini açarak bağırdı: — Kimdir 07... Fırtınalı gecelerin koynunda açlık- tan uğuldıyan aç kurt gibi iri dişle- Tini göstererek bağıran bu adam, Ah- mede ne hakin, kim olduğunu soru- yordu. — Burası benim evim, Diyerek bıçağına sarılan Ahmed şimdi bir aslan gibi kükriyerek oda- nın içine atılmıştı, Ahmed: — Kahbe beni aldattın öyle mi? Diye bağırıyordu. Yabancı adam gömlekle yataktan fırlıyarak Ahmedin bileğine sarıldı. 'Boğuk bir ses, Ahmedin kafasında- ki şüpheleri derinleştirmişti. Yaban- cı adam Ahmede boğuşurken ho- murdanıyordu: — O, sahiden kahbeymiş, Beni de, kocam bu gece gelmiyecek diye al- Şimdi bu küçük odanın içinde ilki heybetli adam altalta, üstüste gele- rek ve yalnız yumruklarını kullana- Tak boğuşuyorlardı. Hacer yorganları Üzerine çekerek bir köşeye sinmişti, Ahmedin bu kadar çok sevdiği bu güzel kadın, yaptığı kahbeliğin ve bayağılığin cezasını görmek korkusi- le yatağın içinde titriyordu. Biran içinde duyduğu pişmanlık neye yarardı? Ok yaydan firlamıştı bir kere. Hacer bu ihanete neden lüzum gör- müşlü? O kendini başkalarına salacak ka- dar bâyaği ve düşük bir kadın mıydı? Kendisinin suçlu olduğunu bii- yordu. O gece koynuna aldığı adam, Eyü- bün en belâlı serserilerinden biri idi. Çolak Hüseyin... Bu, Halicin tanın- mış bir kadın avcısiydi. Bir kaç kere ipten, kazıktan kurtulmuş olan Ço- lak Hüseyin son günlerde Hacere de göz koymuş, peşine takılmıştı. Fakat ne de olsa Hacer onu evine almamalı idi, Çolak Hüseyinin bu eve nasıl gir- diği de belli değildi. Acaba Hacer onu koynuna istiyerek mi almıştı? Yoksa bu azılı serseri, Duman Ahmedin yok- Tuğundan istifade ederek evin kapısı- na mı asılmıştı? İşin burası belli değildi. İstanbulda, Asesbaşının ve Yeniçeri ağasının yıldıramadığı bu adam, eli- ni attığı kapıdan kolay kolay kovu- lamazdı. i Boğuşma arasında merdiven ba şından Deli İbrahimin sesi işitildi: — Nerede'kaldın a gözüm? Daha bekliyecek miyim bu ayazda?... Duman Alimed: — Gürüllüyü duymuyor musun? Bir haydudiu boğuşuyorum ... Diye murıldandı. Demek aşiğıda bir adam vardı, Çolak Hüseyin bunu duyunca canı sıkıldı, O - nasıl olsa - o gece Duman Ah- medin hakkından gelecekti, — Leşini yere sermeden yakanı bırakmam! Diyordu. Oyasa ki, bunu söylemek Ahmedin hakkıydi. Kendi evinde, kendi karısı- nın koynunda yakaladığı bir adamı oracıkta gebertse bile, böyle bir ca- navarın hesabını ondan kim sora- caktı? Şimdi bu korkunç sahnenin ikinci perdesi açılıyordu. Hacer yavaşça elini yere uzatiyor. Yatağın dibinde duran bıçağı kendi- ne çekiyordu. Hiç şüphe yok ki, Hacer bu bıçağı, kendisini çılgınca seven kocasına uzatacak ve ona bu kadarcık olsun yardım edecekti. Hayır, alçak kadın! Böyle yapma dı. Yerden yavasça aldığı bıçağı Ço- Jak Hüseyinin eline tutuşturdu. Duman Ahmed bunu görünce: — Eyvah... Güvendiğim dağlara kar yağmış! Diye sendeledi, Hasmıma yenilme- mek için kendini toplamağa çalıştı, Ne yazık ki, Çolak Hüseyin ele geçir“ diği bıçakla zavalh Ahmedi çarça- buk yere sermişti. Hacer kocasının kanlar içinde ye- re yuvarlandığını gördü. i — Ahmed. diye bağırmak istedi. Çolak Büseyinden çekindi. Dişleri- ni ısırarak başına yorganı çekti, sindi Hacer bıçağı neden kocasına ver- memişti? O da pekâlü biliyordu ki, Ahmed kendisini affetmiyecekti. Hacer, sü- tü temiz bir kadın olsaydı bunu yür par maydi? i Ahmed yerde inliyordu. . Çolak Hüseyin bıçağından #kan kanları Ahimedin eteğine sildi. Hace- rin kolundan çekti: — Haydi yürü.. artık burada dü- rulmaz, (Arkası var)