Ne desin.. Zamane çocukla- Pi, en küçüğü kan kırmızı. Bugün şey- Kanın (bilmediğini Onlar biliyor. Babası, altı ya- Hındaki oğluna: — Oğlum dedi, bu sabah erken- den, kapının önün- de sana bir kardeş bulduk; ne dersin. Çocuk kaşlarını çattı: — Beni emri vâ- ki karşısında bıra- Kiyorsun baba, ne diyeyim?... Batıdan gelirken trende Salamone Tasladım. — Hayrola böyle?... — Viyanadan geliyorum, dedi, kal- bimden rahatsızım da kendimi pro fesörlerden birine muayene ettirdim. — Geçmiş olsun Salamon... — Teşekkür ederim. Amma dikkat ettim, Salamon tre- nin her durduğu istasyonda iniyor, gişeye kadar gidiyor, sonra gene ge- Up vagona biniyordu. — Selamon her yapıyorsun? — İstasyondan istasyona bilet alı- yorum. — Bu da neden? — Viyanada beni muayene eden doktor, her an kalb durmasından ölebileceğimi söyledi, boş yere bilet parası vermek istemiyorum... Eski devirler Eski devirde bir Baba Cafer var- dı, Baba Cafere mum yakanların her ne muradı varsa olurdu. Koce- #ından bıkıp usanan bir kadın, ko- cası huyunu değiştirsin diye Baba Cafere mum yaktı, Eve gelince koca- #1 ölüverdi: —Eey mübarek, dedi, vur dedimse öldür demedim!... Lokantada Salamon < nereden istasyonda ne — Belki dünkü meseleyi tamamla” mak İstersiniz diye dünkü örtüyü irdl Yabancı — Birer kadeh daha! — Hayır, teşekkür ederim. — Ayol, senin rakı reddettiğini ilk defa görüyorum. Hasta mısın? .— Hayır, yeni eve taşındık, henüz merdivenlere alışamadım! — Size kaç kere tembitı ettim, müşterilerin her de- diğini yapmız diye... — Çocuk sakalınızı kesmemi istiyordu... — Neye ıslık çaliyor?.. — Şarkıyı öyle yanlış söylüyor Ki. Aşk ordusunda yirmi yaşında- kiler generaldir, neferlikle tekaü- de sevk olunurlar, / » “ Bir kadın bir erkeğe: Güzel- sin! dediği zaman, söylediğine pek inanmaz; amma: Akıllısın! derse bunu inanarak söyler. * * Aşk, alışkanlık içinde, suda şeker gibi erir. * » Aşıklara deli derler, delilere akıllı diyemedikleri gibi, b İki gönül bir olunca samanlık seyran olur amma, kârın do- kin > İstanbulun anlı şanlı dilberlerin- dendi, Güzeldi, kıvraktı, oynaktı, Adresi lâzım değil, kadın elbiseleri diken tanınmış terzilerden biri ona abayı yaktı" Bundan İstifade eden oynak kız, bin liraya yakın elbise diktirdi, terziye de vere vere sncak söz verdi: Bugün buluşuruz, yarn Günlerden bir gün seyahate çık- tı, batıyı, Balkanları dolaştı ve on parasız İstanbula döndü. Hemen kâğıda kaleme sarıldı, terziye şöyle bir mektup yazdı: «Gözden kaybolan peri işte gel di. e Terziden şu cevabı aldı: «Ben periye, cine inanmami...» Evde buluşuruz diye adamı oynattı durdu. İsviçrede bir ote- Jin taraçasında, Dört beş bay otur- muşlar keyifli ke yifli konuşuyor. Hizmetçi kız kah- vealtı hazırlıyor Kahve, çay, süt... Baylardan o biri kıza sataşlı, şaka etti: liz bayanın banyo yaptığı süt değil ya. Kız çok tabii ce- vap verdi: — Hayır efen- dim, o süt şehirde satılır!... Yanlışlık Geçenlerde Hasan Âli Yücel, eski tanıdıklarından birinden bir mek- tup aldı, Adam asabi hastalıklar has- tanesinden yazıyor, şöyle yalvarı- yordu: «Altı aydanberi buradayım, Bu- gün tamamile iyileştim, fakat dok- torlar o çıkarmıyorlar, akıllandığıma inanmıyorlar. Ne olursa senden olur, gel beni buradan kurtar.» Hasan Âli Yücel eski tenıdığına bir şey yapamıyacağını biliyordu. Fa- kat teselli olsun diye kalkıp hasta neye gitti, Eski tanıdığı ile uzun müddet konuştu. Giderken kendisini geçiren gardiyana dedi ki: — Deliye benzemiyor. — Delidir efendim. Siz aklı be şaide gibi konuştuğuna bakmayınız. Bazan kendini general, bazan vekil, bazan hâkim yerine koyuyor, Dikkat | etmediniz mi, çıkarken size de: «Muhterem mebusums deği.. — Ben mebusum... Bunun üzerine - Hasan Âli kendisi anlatıyor - gardiyan şöyle bir irkik miş: «Ya demiş, demek siz de...» — Koca kütüphanede bir tek klta- bin mı var? ; — Bu da, okuyup iade etsinler diye eşe dosla verdiğim kitapların kata- Toğu!... —— e Nuh On yaşındaki Afacana sordular: | — Nuhun üç oğlu vardı: Ham, Sam, Yafes; babaları kimdi? Çocuk gülümsedi: — Nuh karısından şüphe mi edi- yordu?... — Bunda kızacak ne var anlamiyorum ki, sen aşk romanları yazıyorsun, ben tatbik ediyorum... Xukarıda solda B, Selim Sırrıya «kayak» öğreten mülâzim Fick, sağda mülâzim Fick ile Selim Sırrı bir yamaca tırmanırken, altta solda Selim Sırrı ve B. Vehbi 1909 da Stokholmde kayak sporu , sağda Selim Sırı ve iki İsveçli yaparken, bayan 1909 da kayak sporunda 1909 yılı ilkbaharında İsveçe gitti- Eim zaman orada yaşıyan insanların vücudlerindeki tenasüb ve ahenge hayran olmuştum. Yaz, göz yumup açacak kadar çabuk gelip geçti ve daha ikinciteşrinde bir gün kar yağ- mağa başladı. Bir gün sefarette başkâtib Vehbi bey bana şunları söyledi: «Stokhol- m'üin kişi yazından güzeldir. Hele kar sporları seyrine doyulmaz. Beş allı çocuklardan yetmiş yaşında- ki ihtiyarlara kadar herkesin ayağın- da bir kar kızağı vardır, Hem bu âleti yalnız yarışlarda kullanmıyorlar; 80- kaklarda onunla dolaşıyorlar, işe onunla gidiyorlar. Kar kızağına bin- mek bu diyarda ata binmek gibi bir gey.» Filhakika çok geçmeden sokaklarda kaz erkek büyük küçük herkesin vızır yızır kayıp gittiklerini görünce bende de bir heves uyandı. Derhal gidip bir çift Çişdur) aldım. İsveçte bu âlete (şidur) diyorlar. Bir hafta bir iki İs- veçli zabit arkadaşın delâletile İdrots- park'da düşe kalka muvazenemi bu- İ Tup kaymayı öğrendim. Başkâtib biraz mülâhhamdı, sporla başı pek hoş de- Hildi. Şöyle ettim, böyle ettim kan- dırdım, onada birçift kayak satın aldık. Hayli güçlükle on gün İçinde oda öğrendi. Boş zamanlarımızda kayakları ayaklarımıza takıp biz de kış sporcularına katıldık ve üç dört By kilometrelerle mesafe kattettik. Ben o kadârla da kalmadım, o yıl Salçöbadın'da tertib edilen atlama müsabakalarına girdim ve fena hal- de düştüm. 1911 yılında İstanbulda neşretti- gim «bizce meçhul hayatlar» adlı ese- rimin 156 ncı sahifesinde bundan 26 yıl evvel şunları yazmışım: «İsveçte, Norveçte, Finlandiyada kışın kullandıkları bir kar kizağı var. Bunlar çamdan, cevizden, kayın ağl- cından yapılır. Genişlikleri sekiz on santimetre, uzunlukları iki ilâ dört o metredir. yorlar. Ayaklara takılıp (kayış in bağlanan bu uzun satha vücudün ağırlığı taksim olduğun- dan kara gömülmüyor. Yaya yürü- «mek kabil olmıyan bir metre kar üze- rinde insan kuş gibi kayıp gidiyor. En acemiler bile bü kızaklarla saatte ye- di sekiz kilometre katedebiliyorlar. Şidur bisiklet gibi bacakları kuv- vetlendirir ve bütün mafsalları işlek bir hale koyar. Yalmz mütemadiyen kayıldığı için muvazeneti bulmak ön- celeri biraz güçtür. Fakat o muvaze- ne hareketlerinin tekerrürü bel kemi- inin iki yan taraflarında bulunan adaleleri mütemadiyen işlettiğinden endamın güzelleşmesine çok yardım eder. İnişlerde ve düz yollarda kaymak Adına şidur di. | ne kadar kolaysa, yokuşlara, bayırla- Ta çıkmak o nisbette zordur. Evvelce vücudlerini jimnastikle terbiye etmiş olanlar kayaklara binmekte o kadar güçlük çekmezler. Eğer ayak, diz ve kalça mafsalları evvelce jimnastikle kuvvetlenmemiş ise burkulma ve çık- ma hâdiseleri kesrelle vuku bulur, Miralay (Balck) ın tesis ettiği aşi- mal oyunları» komitesi her yıl şidur müsabakaları tertib etmektedir. Bu müsabakalar bütün İskandinavya şe- hirlerinde yapılmaktadır. Şahsan yaptığım tecrübelerle şi- durların gerek spor, gerekse bir nâk- liye vasıtası gibi kullanılması pek fay- dalı olacağına kani oldum ve vatana avdette bu âleti kullanmayı gençleri- mize öğreterek bu sporun tamimine çalışacağım.» Stokholmden İstanbula döndüğüm zaman üç takım şidur da beraber ge- tirdim. İki sene sonra idi İstanbulda kuvvetli bir kış oldu. Bütün yolları kar kapladı. Tramvaylar işlemez ol- du. Belediye bu beliyeyi temizlemek- ten &ciz kaldı: Bir sabah bu güzel fırsattan istifa- deyi düşündüm. Golf pantalönumu, ayağıma taktım. Kalın yün<enperimi sırtıma geçirdim. Başıma da İsveçten getirdiğim sarılı mavlli sivri külâlı giydim. Keyakları da omuzuma vur- dum. Nişantaşındaki evimden Harbi- ye” yolunu tuğtur. Niyetim şimdiki apartımanların maziye karıştırdığı “Taksim meydânında kaymaktı, Daha yolda sokak köpekleri havlamağa baş- Iadılar. Gelen geçenler de durup, du- rup bu bir şeye benzetemedikleri ada- ma hayretle bakıyorlardı. Taksimde şimdiki dağcılık klübünün önündeki köşede şidurlarımı ayağıma bağladım ve İki istinad bastonumu karlara ka- karak kaymağa başladım. Bilmem ne- reden peyda oldular. Bir sürü sokak çocuğu peşime düştüler ve avâzları çıktığı kadar” «Yuha!.. Herife bak! Yühal.« diye bağırmağa başladılar. Onlara bir o kadar da sokak köpeği iltihak etti. Böni bir güzel de kar to- puna futtular, Kızakları ayağımdan çıkardım ve gene sırtıma yüklenip eve geldim. Zaman denilen, durmadan yürü- yen ve her şeyi değiştiren, inkılâblar yapan âmil beni taşlıyanlara ayni şe- Yi yapanları bugün alkışlatıyor, İlk şimendiferi, sonra İlk velospiti, daha sonra İlk otomobili de önce taş- Jamamışlar mıydı? Şükrettim ki bana taş yerine kar topu attılar. Mer şey de böyledir. İlk uğranılan düşnamlara katlanmak ve doğru yol- da sebal etınek lâzımdır. Geçen gün gâzeteler Erzurumda bir kayak spor klübü kurulduğunu haber veriyordu. Kalbim iftiharla doldu ve bilâihtiyar: Aferin Erzurumlulara! dedim. Selim Sırı