ğ ; Ay e PAZARTESİ KONUŞMALARI: Güneşe Doğru! Bu bir Türk filminin ismidir. Da- rülfünunlu bir genç mütareke yılla- | rında bir kaza neticesi, hafızasını kaybediyor, Tam on beş sene normal hayatının son yıllarındaki hatırala- rın Âleminde yaşamıştır, On beş yıl- hk bir uykudan sonra bir tesadüfle ameliyat oluyor, Ve dimağındaki bu arızadan kurtuluyor. Uykulu genç | uyanınca hayret, hattâ korku hisset- mektedir; memlekette o kadar değiş- me, o kadar baş döndürücü bir iler- lerhe var. On beş yıl önce ile on beş yıl sonra, bir ışık - gölge tezadile bu gencin açılan gözlerine aksettirilmiş- $ir. Mevzu bul... İsim güzel; fikir, buluş güzel; se- maryo muvaffakıyetli; Okonuşmalar çok tabii ve hattâ maharetli. Hele bir kısım parçalar, heyecan verici ve düşündürücü, Yerli musiki, İyi yer- leştirilmiş. Sevdiğimiz sanatkârları görüp işitiyoruz. Tabii ve suni de- korlar iyi seçilmiş, iyi yapılmış. Yir- mi dört saat içinde mevzua en uyar vakitler, yerli yerinde. Ona emeğini verenleri takdirle görmemek elde de- ğildir. Bütün bunlar iyi, Fakat. Fakat, diyorum, birşey söylemek için bu filmi tenkid, artistlerin rolle- ri hakkında mutalâa, benim işim de- ğü. Ben daha başka bir noktaya do- kunacağım, Yukanda saydığım bu Ayiliklere rağmen neden bu filint'mu- vaffek sayılamaz? Onu söyliyeceğim. “Hepimizin bilmemiz lâzım bir ha- kikat ki bugün, hiç birşey, büyük bir inşa: construction ruhunun diril- tici nefesile var olmadıkça ayakta du- ramıyor, Felsefe, ilim, sanat, hep bu heykeltraşlıktan; suna, edebiyattan; poşad, resimden sürgün edilmiş gibi- dir. Asrımız, bütünlerin ve bütünlü- melidir, Filmde Neyzen Tevfiğin otur- duğu kahvedeki - insanlar, böyle bir realitenin parçalarıdır. Dava bu sah- nenin olduğu gibi filme çekilmiş ol- masında değil, o realiteye yaşıyor halini vermektedir. Bu,.ister suni, İs- ter tebii olsun; oluşundaki halile temsil edilebilmelidir, İpekten yapıl mış bir papatye İle bahçeden kopa- rılmışı birbirinden farkedilemylorsa ber ikisinin temsil kiymeti müsavi demektir. İşte tam bu noktada teknik başlar. Bir makine sanati olan sinemada bu, fevkalâde mühimdir. Oyuncaklardan yapılmış ve beş alti metre murabba- hk bir masa sathını ancak işgal edebi- len yapma bir şehrin evleri yüksekliğin- den bir adam, damdan damâ atlarken seyirci, eğer şehri şehir, evi ev, de- mı dam, adamı adam gibi görüyor ve onun bir oyuncak olduğunu farket- miyorsa bu görüşün sahicisini gör- mekten kıymetçe hiçbir ayrılığı yok- tur. Esasen teknik, ilmin sihirbazlı- ğından başka nedir ki!... Arka ayakları üzerin dayanıp şahla- nan mermer bir at, namludan geçer- ken aldığı süratle dört beş yüz met- re İlerideki bir göğsü delen minimini kurşun, kilometrelerce uzaktaki bir adamın sesini dinleten radyo, bun- lara alışıncıya kadar bizi, bu sihir. bazdan daha mı az şaşırttı, düşün- dürdü ve büyüledi? Teknik, izahı ka- bil ve tabiat Kanunlarına dayanan bir şaşırtmaca değil midir? Bugünün Meri tekniğini, benimsemeden, kul- lanmadan her hangi bir işi yapmıya kalkmak, manivelâyı obulmadığımız devirlerde birkaç tonluk bir kütleyi yerinden oynatmıya benzer. Farzedelim ki yapacağımız eser için unsurarımız sağlam, tekniğimiz kuv- vetli, Yine iş bitmiş değildir. Bu un- surları terkib etmek ve terkib edişte teknikten edilecek istifadeleri tayin edebilmek için toplayıcı, kurucu ve yaratıcı bir fikrin bizde doğmuş ol- ması lâzımdır. Kurucu ve inşacı ruh, es- prit constructif işte budur. Büyük eser- leri yapmakta bu ruh, dehâ derece- sine yükselir. Meselâ yeni bir felsefe sistemi kurmak, Süleymaniye gibi bir mimar! eseri inşa edebilmek, gökler- de yol alabilecek bir âlet keşfetmek, inşa ruhunun dehâ mertebesine er- mesile yapılabilecek işlerdendir. Unsur, teknik ve inşa... Bunları, | Güneşe Doğru filmini seyrederken yalnız bu güzel (Hüsnü niyet) eserin- de değil, bütün ilim ve sanat eserleri- miz için düşündüm. Mükemmele el- bette noksanlardan gidilir. Tecrübe, muvaffakiyetin ilk şartıdır. Bu filme zekâ, emek ve para sarfedenler, bo- şuna bir zahmete girmiş değillerdir. Ha- yatında bir iş yapmayı kafasına koy- muş her ferdimiz gibi onlardabu eksikleri bize her cep- hede tatmin edici yeni eserler vere- bilirler. Karanlıkta kalanlar, karan- ğı tabii hal sandıkları zaman tehli- ke vardır. Eğer onlar” uzaklarında bile olsa, ışığın mevcudiyetinden ha- berdar iseler, ona doğru yürüme cehdini ruhlarında buluyorlarsa ay- Yazan: Perihan Parla GÖNÜL HINCI 'Tefrika No, 22 Aradan bir hafta geçmişti. Bir tatil | ben onu muhafaza ederim. Hiç bir şey sabahı Floryaya gitmeğe karar ver- dik ve erken trenlerden birine yetiş- mek Üzere evden çıktık. İstasyona yaklaştığımız bir sırada (Deli Ömer) koşarak arkamdan geldi. Gözleri kı- sarmış, sık sık soluyordu. Çok hele- canlı idi, — Ne var Ömer? dedim. — Aman Banu han'm size yetişemi- biraz sonra (beyaz perilerim) etrafımı aldılar: «Koş Banu hanıma söyle, bu- gün evinden uzaklaşmasın. Yoksa ba- gına bir kaza gelir» dediler.. bunu du- yar duymaz hemen kendimi sokağa sttım.. ne zamandanberi arkanızdan koşuyorum. Zavallı Ömerin büyük bir helecan ve safiyetle anlattığı bu saçmalara ikimiz de gülmekten kendimizi ala- mamıştk! Enis: — Haydi sen eve dön Ömer! dedi, olmaz. O, bu teminatı dinlemek bile iste- miyor, ayaklarını yere vurarak ısrar ediyordu. Enise fransızca onu aldet- mak için biraz dönmemizi, arka yol- dan tekrar istasyona gelmemizi söy- edim; muvafakat etmedi ve Ömere sert bir sesle bağırdı: — Başımıza bir de senmi çıktın? Her iş bitti, delilere meram anlatmak — | kaldı, Haydi bakalım hemen dön git. Bize treni kaçırtacaksın... Zavallı Ömer büsbütün şaşırmış, gözleri dolmuş yalvarır gibi bana ba- — Ömer sen merak etme, ben şimdi dönerim, dedim, fakat sen de hemen eve dönersen. i Bunun üzerine derhal yanımızdan uzaklaştı ve geldiği yoldan yavaş, ya- vaş geri döndü. O gün akşama kadar ağlar gibi yal- Hatay heyecan içinde Fransız | KADIN Köşesi Kürk pelerin tehdidi para etmiyor (Baş larafı 1 nci sahifede) || tir. Delege, anayasada bayrak hak- kında hiçbir kayıd bulunmadığı ve siyaseten Sancak Suri bağlı bu- Tunduğu cihetle Su reket olduğunu söylemiştir. l Bunun üzerine Türk heyeti murah- | hasası bir tek Frans ya Suriye bayrağı çekildiği takdirde binlerce Hatay bayrağı çekil ve bunun önüne geçmek mümkün olmadığı ce- vabını vermiştir. Fransız delegesi, Türk heyeti mu- rahhasasının noktai nazarının kabul edilmesine imkân olmadığını ve Ha- tay bayrağı çekildiği takdirde kan dö- küleceğini ve bundan vazgeçilmesini bildirilmiş ise de heyeti murahhasa noktai nazarında ısrar etmiştir. Ay- ni günde Türk heyeti murahhasası delege tarafından iki defa davet edil- miş ve belediye dairelerile hükümet merkezlerinde ve jandarma dairesin- de nazarı dikkati celbetmiyecek su- rette, her şehirde yalnız üç aded Su- riye bayrağı çekilmesine heyeti mu- rahhasanın muvafakat etmesini ta- leb etmiş ise de Türk heyeli murah- g hasası bir tek Suriye veya Fransız bay- rağı çekilmesini bile kabul edemiye- ceğini ve ahalinin buna tahammül etmesine imkân olmadığını, halkın Suriye otoritesine nihayet verildiğini, Suriye bayrağının ortadan kalkma- sile anlıyacağını ve bayrak açıldığı takdirde bundan doğacak bütün fe- nalıkların müsebbibi kendileri olaca- fanı tekrar bildirmiştir. Delege, Su- riye bayrağı çekilmediği takdirde bay- rama iştirak edemiyeceğini ve yüksek komiser Kont de Matâl'in Sancağa gelemiyeceğini ve bayram yapılmıya- cağını ileri sürmüştür. Bayramdan bir gün evvel Türkler tarafından yapılmakla olan takı za- ferler menedilmiş ve bayram hazırlık- ları durdurulmuştur. Türklere yalnız Halkevi binası dahilinde bayram ya- pılması ve hariçte hiçbir tezahüratta bulunmamaları bildirilmiştir. Türk- ler, bu vaziyeti protesto ederek bay- ram yapılmıyacağına dair tahriri teb- liğat istemişlerdir. Bunun üzerine bayram gecesi geç vakit Türk mahal- Jelerinden harice çıkmamak şartile takı zaferlerin yapılmasına müsaade edilmiştir. Bu tazyiklere ve tehdidlere rağmen Hatayın her tarafında bayram yapık mış ve köylerden yalnız Antakya mer- kezine on bin köylü gelmiştir. Fran- sızlar köylülerin Antakyaya gelmesi- ni yasak etmek istemişler, şehre gele- cek köylülerden ikişer lira nakdi ceza alınacağını bildirmişler ve buna mü- dınlığa çıkacaklarında şüphe yoktur. Bu filmin adı, hepimiz için, ilim ve sanat adamlarımızın hepsi için müş- terek parola olmalıdır: Güneşe doğru!... Hasan - Âli Yücel güçtü? Acaba beni ne hisle yolumdan alıkoymak istemişti? Bu vakadan sonra onu bir daha hiç görmedim. — Hareketinden evvel onunla son bir defa görüşmediniz mi? — Hayır! — Bilâhare muhabere etmediniz mi? — Katiyyen! — Nerede olduğunu biliyor miy- — Bu hususta en ufak bir malüma- ta bile malik değildim. xv — Bir gece geç vakit (Park Otel) den dönüyorduk. İnce bir sonbahar rüzgârına kendi- mi vermiş, süzülerek bulutlara yasla- nan mavimtırak mehtabın sıklaşan ağaçlıklardaki akislerine dalmıştım. Onu görmiyeli uzun bir zaman geç- miş, hazana yaklaşan ömrüme bir kaç ay daha katılmıştı. Enis bir gölge gibi beni takib ettiği ve yalnız hiç bir yere gitmeme fırsat vermediği için ona ait en ufak bir ha- ber bile alamamıştım. Belki de buralardan çoktan gitmiş- tu Muztarib ve talihsiz hayatımın ye- gine teselisini son bir defa görmek» ii bayrağı çekil | mesinin gayet tabii ve hukuki bir ha- | Ümasil birçok tehdidler yapmışlarsa da Hatayın her tarafında büyük bayram İ yapıl a mani olamamışlardır. F da rdanberi her va» sta ile ve daima Türklük aleyhinde yaptıkları propagandaların hiçbir se- mere vermediği bütün Hatay halkının bu bayrama iştirak etmesile sabit ol- muştur. Fransızlar, düştükleri vaziyeti bir türlü hazmedemediklerinden, ne ya- pacaklarını şaşırmışlar ve gayri şuuri hareketlerde bulunmağa başlamışlar- dır. Biri Köprübaşında, diğeri Türk konsoloshanesi önünde yapılan iki ta kı zaferi bayram programında yoktur bahanesile yıktırmışlar ve ankazını musadere elmişlerdir. Türk heyti mu- rahhasası bir gün zarfında üç defa Fransızlara protesto çekmiştir. Konsoloshane önünde yıkılan takı zaferin bulunduğu yere binlerce Türk halkı hücum etmiş ve kan dökülmesi- ne güçlükle mani olunmuştur. Tak yıkıldıktan ve Fransız kuvvetleri ta- rafından konulan ve üç saat devam eden kordon kaldırıldıktan sonra aha- 1 büyük kütleler halinde konsolosha- nenin önüne gelerek tezahürat yap- mış: (Yaşasın Atatürk, yaşasın 'Tür- kiye Cümhuriyeti) âvazeleri mütema- diyen yükselmiştir. Ahali akın akın konsoloshanenin önüne gelerek hissiyatını izhar etmiş ve sabaha kadar milli oyunlar oynan- mıştır. Halkevi binasının bahçesinde müteaddid hatipler tarafından bir- çok nutuklar söylenmiştir. İlk nutku Türk heyeti mümessilesi âzasından Dr. B. Vedi söylemiştir. B. bu bayramın bütün Türk dünyasına âid olduğunu, Sancağın Hatayla olan münasebetini, tarihten binlerce sene evvel gelip yerleşen Türkleri buralar- dan hiçbir kuvvetin söküp atamıya- cağını, arz üzerinde hayat baki kal-I dıkça Türklüğün de burada het vakit hayat ve kuvvet bulacağını, on sekiz senedenberi devam eden haksızlık ve tazyiklere rağmen, şimdi bile mevcud. emlâkin eid olduğu kayden sabit bulunduğu- nu söylefhiş, Türklerin akalliyetler- le binlerce senedenberi kardeş gibi geçindiklerini ve hiçbir millete ga- razları olmadığını ve akalliyetler ara- larında olan zıddiyetin hasis menfa- atler peşinde koşan politikacılar ta- rafından zorlâ çıkarıldığını anlattık- tan sonra: — Arap, Ermeni Hristiyan rhillet- lerinin liderleri gelsinler, işte bu kür- süden milletim namına onlara elimi uzatıyorum. bizim hiç kimseye mili kinimiz yoktur ve Hatay Hataylılara aiddir. Yakın zamanda burası Şarkın İsviçresi ve arzın Cenneti olacaktır.. demiştir. Müteakiben Atatürkü, Türk hükü- metini ve Hatay davasında çalışanları ve Türk milletini hürmetle selâmla- ediyordum. O kadar dalmışım ki Enisin konuş- masından âdeta ürktüm. Sesinde bir istihza, intikam almaktan mütevellid garib bir neşe vardı: — Sana söylemeği unuttum, bu-sa- bah bankada Cehdi ile karşılaştım. 'Teyzesinden kalan köşkü satmış, ga- Mba bugünlerde gidiyormuş... Hain bir zevkle kalbime hitab eden 'bu kelimeler belki bütün mevcudiyetimi zehirlemeğe kâfi geldi! Oanda her şeyi göze almış, her ne ba- hasına olursa olsun kalbimin sesine tâbi olmuştum ve her şeyi çiğnemek istedim! Fakat, hayatta beni daima itidale sevkeden vicdani borçlarım bir cana- yar pençesi kuvvetile buna mâni oldu. Ve ben gene o zavallı esir tevekkülü ile kalbim parça parça olurken riyakâr bir ahenkle şu cevabı verdim; — Ya? Çek iyi!... Aradan iki gün geçmişti. Bu sıralar- da Enis her zamankinden fazla bir düş- künlükle benimle meşgul oluyor; (hiç belli etmediğim halde, ruhi ıztırabları- mı tahmin edebildiği için olacak) be- gündüz kahve rengi, yeşil veya şarabi elbise ile giyilebilir. Şapkası kahve rengidir. Vedi irticalen söylediği bu nutukta | ömmemmemmemmmenmmannn Kahve rengi anyo raze kürkünden giyilecek pelerin. Bu kap Feci bir ölüm Karaman (Akşam) — Kışlık ihtiya- cını temin için Karamanlı tüfekçi Mustafanın İpsala nahiyesinden sa- tın aldığı ağaçları Karamana nak- lederken Sudurağı köyünden Kör Mu- sa oğlu İbrahim Coşkun kırılan âra- banın altında kalarak ölmüştür. yelmişinin Türklere | #RKARSARSEAUMEENMEEREESESESEAEANABBABAKRN dıktan sonra kürsüden inmiştir. Bunu müteakip Türk heyeti mü- messilesinden B. Vedi Karabay kür- . süye çıkmış, Türklüğün Hataydaki hukukunu ve vaziyetini mufassalan teşrih etmiş ve uzun bir hitabede bu- Tunmuştur. Dr. B. Arif te nutkunu gür ve heyecanlı bir sesle söylemiştir. — *| Dr. Sıtkının selis ve güzel nutku sü- rekli surette alkışlanmıştır. Daha bir- çok gençler söz söylemişlerdir. Gece sabaha kadar Halkevinde ve bütün caddelerde şenlikler yapılmış mili oyunlar oynanmıştır. Alevi, sünn! Arap ve Ermenilerin büyükleri Halk- evini ziyaret etmişlerdir. Halkevine davet edilmiş bulunan delege, İsken- derunda meşgul bulunduğundan, ge- lemiyeceğini tahriren bildirmiş ise de gece Halkevine gelmiştir. den ilelebed uzaklaşacağım ve gena bu zelil ve hürriyetsiz hayatla baş ba- şa kalacağımı düşündükçe teessürüm hâd bir şekil alıyor, bu acıya nasıl ta- hammül edebileceğimi kendi kendime soruyordum. Bir akşam üzeri bahçede dolaşırken müvezzi bir mektup getirdi. Heyecan- la zarfı açtım, Cehdiden geliyordu. Bana son bir defa verdiğim karar- dan dönmemi rica ediyor ve ne olursa, olsun her şeyi feda ederek kendisini takib etmemi istiyordu. Mektubun sonlarında iki üç gün sonra İstanbu" lu terkedeceğini ve son dakikâya ka- dar beni bekliyeceğini ilâve ediyordu, Bu iki günü ne elim bir ıtır içinde geçirdiğimi bilemezsiniz. la cekim ei li Ye a şi demekti! Fakat her ne olursa olsun bu ikinelei sini tercih bilhassa ihtiyar ve zavall bir kadının son günlerine hürmeti için elzemdi. “ Şahsi hislerim uğrunda bir kaç kişi« nin hayatını zehirlemeğe he hakkım vardı? Bu temiz sevgiyi ölünciye ka dar gönlümde yaşatacak, bu ilk ve son şifamı talihsiz ve zavallı benliğim de ilkbahar tazeliği ile anacak, yade“ decektim! Onun gideceği, belki hiç dönmemek üzere gideceği günün gect* A gelmişti.” “Arkası var)