ME e» MU Ma a NA RE A Ee, 2 YO ai ME EŞİ EMAY EN. beyaz bir kefenle lenmiş veren tabiat; daha zi- yade dikkat edildiği zan zelleş- tikçe güzelleşiyordu. ev sahibi, in di şleri ağzının dudakları arasın- da tuttuğu uzun piposunu yutar gi- bi iştaha ile bir iki defa çektikten sonra güldü: — «Kış geldil. Ormanın bülbülleri artık ötmüyor! oBuselerden çıl cvltıları dinlemek için sessiz ve sakin bekliyor...» dedi Ve sonra ilâve etti: — «Bir buse deyip te geçmeyin! O, Tanrıyı günlerce uğraştıran bir kuvvet olmuştur» Bu, onun bir cisaneye başlamak için, her zaman yaptığı bir mukad- deme idi. Sorgu ve ısrara lüzum bi- rakmadan anlatmağa başladı: Busenin ma: ceddinden irsen gelen bir efsane idi. Ulu Tanrı dün- yaları yarattığı zaman insanlara her şeyi vermiş, her şeyi öğretm yalnız iki şeyi öğretmemişti: Buse ile göz yaşı!... Ne gözler ağlamasını biliyor, ne de dudaklar öpüşmesini düşünebiliyordu! Tarının salsi beyaz karga; koku- şarak sevişmekten bıkmış, İ arasında dolaştıkça; hayatın buse ile, süslenmemesi yüzünden ne kadar sönük olduğunu görür; güneşte, haş- metli tahtı üstünde oturan Tanrı- nın yanına çıktığı zaman daima; — <Ulu 'Tannı, öpüşmiyen dudak- lar, ağlamıyan gözler olduktan son- ra, hayatın ne mânası kalır?. İzin Yer... İnsanlara öpmeyi ve ağlama- yı öğreteyim!» dermiş Tanrı be- o karganın hemen her zaman errür eden bu isteklerine cevap vermez, her vakit susarmış: Karga bir gün, Baykalın geniş gh a ormanları arasında, gene koklaşarak sevişmeğe başlıyan acemi bir çifti görmüş, gayri ihtiyari yanlarına ya- naşmış, onların dudaklarını birleş- tirmiş, saatlerce ayırtmamış... Bu güzel vıcıltıyı seyreden bülbüller se- vinç ile ötüyor, nehirler sürur ile akıyor, hafif bir rüzgâr yaprakları birbirine vurarak, bü ilk aşk kahra- eps takdis ile alkışlıyormuş!... vahşi köşesinde Sinop (Akşam) — Sinopta itfaiye garaji yapılmıştır. Yukarıki klişe vali B. Naciyi garajın kapısındaki kerdelâyı keserken gösteriyor. HASAN DEPOSU Sahibi Eczacı Hasan Muhterem müşterilerinin, ahbaplarının ve bütün din kardeşlerinin bayramımı kutlar, Baş, diş, nezle, grip, romatizma, nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser. İcabında günde 3 kaşe alınabilir. Taklitlerinden sakınınız ve her yerde israrla giripin isteyiniz. i de hiddetle ler ol- le getiren bus nd: lup Tanrının hid- tulabilir?! anını, karga te gecikmemiş: aha, bürünsün!. Kara | lık yapan şey- | nsanlarımı, zevk | ilelebed ağlatan bu | fesad ve mel'ânetin canlı bir mümessili olsun!...» demiş! İşte o zamandan itibaren, beyaz, güzel karga; sefil, sürünen bir kara mah- lük olmuş, gıda olarak leşlerden çöp- lenmeğe mahküm bırakılmış!... Fakat karga, Oo gündenberi, gö- rTülmemek (o korkusile (ormanların ağaçları altına saklanarak, öpüşmek istiyen dudakları görünce, bütün işi ni bırakır; onların tepesi üstüne ko- nar, nadim, ağlıyan korkunç sesile öter. Yalnız onun lisanından anlıyan olursa şu sözleri söylediğini işitir: — Ben «Öpüşün» dediğim için bu | belâya düştüm!. Siz de onun cezası- | ni göz yaşları akıtarak çekeceksini. Buse göz yaşının bir mukaddeme: kle süslenmiş gelen kederin ha- idir, Ağlatmıyan bir buse ola- | Yarın daha fazla ağlamak istiyorsan, bugünkü buselerinin ade- dini o nisbette çoğalt: İhtiyar sustu. Gözlerimizin içine bakıyordu. Ve sonra büyük bir filo- z0f gibi tekrar söze başladı: Kafasını bir iki defa salladıktan sonra, gü- Jümsiyerek ilâve etti: — Buseyi göz yaşı, göz yaşınıda buse takip eder. Çünkü Tanrı buse- yl ağlatmak, göz yaşını da onu süsli- |. yen inci diye yarattı. Aşkın kilidi buse; o kilidi açtırtmıyacak ve daima kapalı tutacak anahtarda göz yaşı- dır. Ağlamıyan bir göz, seven bir âşık olduğunu söyliyemez. Sevmek için ağlamak, ağlamak için de sev- mek lâzımdır. R. Çavdarlı detinden nası anrı ulu fe: kında da ver - «Rengi s karganın ruhunda tanlar sakınsın... veriyorum diye mel'ün; hak- | Halkın şikâyet ve dilekleri Nazilli basma fabrikası Bir işçi, Nazilli basma fabrikasında 1ş- çiye imzalatılan iş mukavelesini gönder- miş; bunun bazı maddelerini İş kanununa muhalif buluyor. Bu tarz mukavelenameler iş mıntakası âmirliği tarafından tedkik edilir. Şayed İş kanununa muhalifseler, imza edilmiş olmalarına rağmen, keenlemyekündud. Onun için, işçiler, bilhassa Nazilli fab- Tikası gibi Devlete bağlı ciddi müessese- lerde haklarının sayt olmiyacağına emin olmalıdırlar. Şimal denizlerinde oruç Bay Şafik'in mektubuna cevab: Şilepçiliğe başlıyan ve Şimal denizlerine gitmeği uman bir gemici, altı ay yaz, altı Ay kış olan bir memelekette nasıl oruç tutulacağını soruyor. Böle bir müslüman güneşle değil, saatle hareket eder zannındayız. Mesel alafra- ga altıdan altıya kadar oruç tutar. Maamafih, bir gazeteci müfti değildir. Bu bahsi pek merak ediyorsanız, müftiye, yeni nöile başimama bir mektupla soru- Duz. Türkçe konuşmıyan müslüman vatandaşlar Doktor 5. B. yalnız gayri müslim değil, yurtdaşlardan müslüman bazı zümrelerin de ema konuşmadıklarından şikâyet edi- "alkan harbinden evvel Türkiyeye gel- miş, mülk sahibi olmuş bir çok ailelerin aralarında hâlâ amavudea, rumca, boş- nakça konuşmaları şayan teessüftür!e diyor. Bu tarz tenkidler bir çok yerlerden iştil- mektedir. Türkçe bahsinde pek hassas olan efkârı umumiyemizin zıddına gitmemek lâ- samdır. Türkiyede türkçe! Beyazıdda dar bir sokak | | Tarihi KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli Tefrika No. 77 | Sinan: “Rozitaya bundan sonra güneş yüzü göster- meyinl,, diye bağırmıştı. Rozitayı ambara atmışlardı ve ağlamayı | Beyandda Tavşantaşına inen sokağın başından itibaren Aksaraya giden tram- vay yoluna müvazi olan kavisin fırma kadar uzanan kısmındaki yaya kaldırı- miyle tramvay hattı arasındaki mesafe © kadar dardır ki sabah akşam binlerce ta- olacağız. Küçük bir istimlâkle bu işin bebelerin belediye rinde ren ede- ü Bir Beyandlı diyordu, bir Türk denizelsi- y avladım! Kulağım er tam vaktinde işi- me yaradı. Gemiciler böyle kıymetli şeylere bayılırlar, Artık umarım ki buradan çabuk kurtulurum, Venedik gemileri gelinceye kadar Sinan da ge- bermiş olur. rk 5 alini öldüre- medimse, hiç olmazsa meşhur bir Türk kaptanından babamın öcünü alıyorum. Benim için bu da bir mu- vaffakıyettir. daki elmas küpe Rozitanın mektubu!.. Kulübenin kapısında gittikçe artan bir kalabalık vardı, Kayıkçı Hasan, uzaktan koşarak gelen gemiciyi gör- dü. Karşıladı: — Ne yaptın, Mahmud dayı? Rozi- tayı tuzağa düşürebildin mi? 'Türk denizcisi merd ve Sinan rı çok bağlı bir adamdı. Mağrurane bir tavırla kapıya yaklaşlı — Reis uyanık mı? — Şimdi uyandı. Ne haber var? — Her şey yolunda. Rozita annesi- ne hitaben bir mektup yazdı. Koynundan mektubu çıkardı: — Bunu Venediğe gilecek yelken- liye götürmemi rica etti, Ve çok de- ğerli küpelerini - bu işi yapmam için - bana verdi. Hasan dişlerini gıcırdatarak: — Kahbe. Diye bağırdı. Mektubu aldı. Mah- mudla birlikte içeri girdiler. Sinan dışardaki konuşmayı duy- muştu. Mahmudu telâş görünce: — Gemiden mi geliyorsun? Diye sordu. Mahmud, kayıkçı Hasanın yüzüne bakarak: — Evet, gemiden geliyorum. Dedi ve reisin başı ucunda durdu. Şimdi neredeyse kızılca kıyamet kopacaktı. Sinan o güne kadar Rozitanın üs- tüne toz kondurmuyor, arkadaşları- na dalma Onun fedakârlıklarından bahsederek: — Dünyada eşi bulunmaz bir ka- dın varsa, o da Rozitadır! Diyordu. Kayıkçı Hasan, Cerbede Türk de- nizcilerine yıllarca hizmet etmiş, on- larla kaynaşmış, hattâ iki kızını da türklere vermiş temiz yürekli, zeki ve cesur bir adamdı. Onun da, Türk denizcileri gibi, bütün hayatı deniz- lerde geçmişti. O, Sinanı Rozitanın tlinden kur- tarmak istiyordu: — Sizi öldürmek istiyen meçhul adamı bulduk! Diyerek, mektubu uzattı Sinan birdenbire işin iç yüzünü Aanlıyamamıştı. — Bu mektubu kim gönderdi? di- ye sordu. Mohmud dayı kısaca anlattı: — Rozita, annesine gönderilmek üzere yazdı. Bana verdi. — O, bana, annesinin çoktan öl İ düğünü söylemişti. Ve kayıkçı Hasana döndü: — Mektubu Venediğe kim götüre- cek?... —venediğe gidecek kimse yok, aslanım! Bu plânı biz kurduk. Rozi- tadan şüpheleniyorduk. Sinan birdenbire köpürdü: — Ne diyorsun... Rozitadan şüp- helenmek mi? Hasan başını salladı: — Evet. Hattâ aylardanberi sizi — İçimizde Venediktilerin dilinden çok kimseler var, Bu mek- tubu birisi okusun da dinliyelim. Ba- kalım, Rozita ölmüş annesine neler yazıyor?! Mahmud dayı ileriye atıldı: — Müsaade ederseniz, mektubu okuyayım! Sinan reisin çeneleri tutulmuştu. Ka, edere! — Haydi oku, dedi, sun? Türk gemicisi, Rozitanın mektubu- nu yüksek sesle okumağa başladı: #Babâmın ogemisi Rodos açıklarında kazaya uğradık- tan sonra, ben de türklere esir düşmüştüm. Sinan isminde bir genç kaptan beni-Cezaire kaçırdı ve gemisile beraber, Türk donanmasından ayrıldı. Şimdi Cerbe limanında bulu- nuyorum. Bu mektubumu al- dığınız zaman Sinan reis öbür dünyaya gitmiş bulunacaktır. Hemen Cerbeye kuvvetli bir korsan gemisi gönderiniz ve beni buradan kurtarınız. Ge- lecek gemi Cerbe limanına ge- ce girsin ki, Türk yelkenlisini de kolayca ele geçirebilsin.» Sinan bu mektuptaki malümatı öğrenince hayretten hayrete düştü. — Kulaklarıma inanamıyorum, arkadaşlar! Eğer bu mektubu baki- katen Rozita yazmışsa, bu kız bugü- ne kadar beni aldatmış demektir. Kayıkçı Hasan ciddi bir hayir başını sallıyarak; — Elbette aldatmış, dedi, ve biz senin aldandığını biliyorduk. Hattâ seni onun z6hirlediğini sezmiştik. -Sinan derin bir şaşkınlık içinde bocalıyordu: — Beni gehirliyen zagana değil midir? Diye sordu. Hasan cevap verdi: — Hayır. Eğer zagena zehirlemiş olsaydı, kırk gün içinde - yapılan ilâçlarla - ya kurtulmuş, yahut öl müş olacaktın! Bilhsssa şeyh Saidin gönderdiği ilâçla muhekkak surette kurtulacaktın! — İşte kurtuldum ya... — Kurtuldun amma, Rozita gemi- ye gittikten sonra. Halbuki şimdiye kadar çoktan kalkmalıydın! — Demek beni zehirliyen oydu ha?... — Şüphesiz. Sen, bizim için hâlâ diş biliyen bir kadının seni candan sevebileceğine inanıyor musun? — Aşkın gözü kördür, derler. Bel- ki beviderin bir aşkla seviyordu diyerek, ben de onu sevmiştim. Fa- kat şimdi... Yerliler hep bir ağızdan bağnş- tılar: — Gebertelim bu kaltağı... Kayıkçı Hasan ilerisini düşünen bir adamdı: -— Hayır, dedi, onu gebertmekle bir şey kazanmış olmayız. Yarın, o bize lâzım olur. Onu elimizde bir rehine gibi saklıyalım ... Sinan yatağından kılkmağa muk- tedir olsaydı, gemisine kadar gide- cek ve kendisini aylardanberi zehir- liyen ve ölümünü bekliyen sevgilisi- ni tel kamçı İle okşıyacaktı. Fakat, dizlerinde derman yoktu. Zafiyetten kolları titriyordu. — Onun kollarını bağlasınlar ve ambara atsınlar, Kahbeye ben kal kıncaya kadar güneş yüzü gösterme- sinler... Dedi, Yerliler dağıldılar, 'Türk de- kçı Hasan, Mahmuda işaret ne duruyor- yani