..... yyl t s i a op PeTuevreo e TE Pa eş rinin uzun uzadıys bahsettikleri, Baykal gölünün aşağı garp kısmındaki «Kadınlar krallığı Min» mümtaz kraliçesi Race: Gurur Ye haşmetini, taç ve tahtının kendi- #ine verdiği kibri bir aşkın önünde biraz kırmak mecburiyetinde kal Miştı. Kabile şairinin kendisini sevdiği- Mİ söyliyen manzum aşk mektupla Mi; vaktile kraliçeyi günlerle kahka- hâlar içinde bırakmış, saatlerce eğ- irmiş ve nihayet: — Budala, sefli şair! Benim bir kraliçe olduğumu bilmiyor mu?! Sözile cüretkâr Aşığını susturmuş, Sarayının kapısını bedbaht şairin Yüzüne karşı kapattırıvermişti. Bu vakadan tamam bir yil geç- Mişti, Şairin yoksuzluğu, kraliçenin kalbinde bir hicran yuvası vücude getirmekten de hâli kalmamıştı. Bi- Bnmiyen bir his ile şimdi, evvelce €ğlendiği sefili, şairi, o budala der- bederi arıyordu. Tekrar görmek, Onun ağzından bir kaç şiir işitmek €i canlı bir hayali, bir arzusu ok Müştu. Bahusüs elden ele geçerek kendisine kadar geleh isyankâr şiiri. Kalbini büsbütün ezmiş; tahakküm etmeğe, ezmeğe alışmış ruhunda, O Sefil <derbederi> ayakları dibinde yal- Yarttırarak, ağlatarak ezmek, Kah- Tetmek arzusu büyüdükçe büyümüş- İL. Ezecek, ağlatacak, ondan sonra da affedecekti! Zaten kendi kendi- ne, kalbine karşı da yalancı olamaz- dıki. Görmek, görüşmek, tekrar Onunla buluşmak istiyordu... Onun bü arzusuna kim mümanaat lirdi? Küçük bir hüküm, kü- çük bir irade... Bütün istekleri ha- yalden hakikate geçmesi olacaktı. Maiyetindekilerden birisini çağıra- Tak: — Şaire söyleyiniz, gelsin beni gör- sün!... Dedi. Şimdi pek haklı olarak bekliyor. du. Daha onu ilk nazarda ezebilmek için ne kadar da iyi giyinmişti. Bu elbiseler onun beyaz rengine ne iyi gidiyor, nu” ne kadar parlak göste- riyordu! e Alık <derbeder>, bu güzeliğin kar- gsında kim bilir ne Kadar şaşıra- cak, hasret çeken gözleri kim bilir ne kadar ışıldıyacaktı!... Bu düşünceler içinde bekliyordu. Kapı açılarak giren uşak elinde kü- çük bir kâğıdla içeriye girdi: Kraliçe asabi parmaklaria mek- tubu kapar gibi aldı. Hemen okuma- Ba başladı. Şair şu küçük cümleler. le davetine mukabele etmişti; (Haşmetmeap; Ya siz çok büyüksünüz, ben çok setilim; bu takdirde huzurunuza gelip te sizi ve muhitinizi telviste ne mâna var?... Ya ben pek büyüğüm siz çok küçüksünüz! Bu halde de ayağımıza kadar gelmek benim için bir zillet teşkil etmez mi?l Yıldırımla vurulmuşa dönmüştü. Oturamıyor, asabi dolaşıyor, gene duramıyor terter tepiniyordu! artık hem kraliçelik, hem de kadınlık ru- bu kabarmıştı. O derbeder şair mu- hakkak gelmeli ve yalvarmalıydıl Onu cebren de getirtebilirdi, Fakat o vakit bir kıymeti kalmazdı ki, Saatlerce bu halde kaldı. Düşün- mekten yorulan dimağı, nihayet tek- Tar şairi çağırabilmek yolunu bula- bilmişti. Onun gelmemesini korktu- Buna hamledecek, bu sefer mektup- la, iki satır yazı ile tekrar davet edecekti. Kalemi aldı ve yazdı; (Korkmadan, çekinmeden gelebi- Miesiniz! Çünkü affettim!) Bu sefer de bu mektubu bir baş- kasile gönderdi. Çok geçmemiş, bunun da cevabı gelmişti. Şair gene yoktu. Tarafın- dan vekil olarak şu kelimeleri gön- dermişti: THaşmetmeap! Geciken bir affa teşekkür etmek zahmetine bile katlanamıyacağım. Eğer dün olsaydı bu affın bence bü- yük bir kiymeti olur, başınızdaki muazzam tacı maddi taşlardan da- ha kıymetli; alınması satılması müm- kün olmıyan manevi incilerle, keli- melerle, şiirlerle donatırdım, Fakat dün ile bugün arasındaki fark O kadar büyük ki, en zikudret hüküm- dartar bile kaybolan dünü tekrar i Giden ve kaçan dün bir daha geri ye gelmiyor! Hisler, düşünceler, aşk- lar da böyledir. hıyan çömlekler gibi kolayca yapışa- mazi (Dün ben de, mümtaz ve yüksek kadınları sevmekte, onların kucakla- rı arasında bulunmakta, bir zevk, bir ferah duyacağımı zannederdim, Ne kadar yanlmışımI O taç denen kibir kumkumasında, nezih hisse, aşka bir yer, bir mevki ayırabilmek imkânı olabilir miydi? Bügün bunu anlamak ve duymakla bahtiyarım, Bizim aramızda en büyük engel, bar şnızda gurur İle, sevinç ile taşıdı- ğanız taçtır. O taç ki ilme, kaleme, dehâya karşı eğilmeyi kendi hesabı- na bir zillet, bir tenezzül telâkki eder. (Riyakâr kollar arasında kibir ve gururunuzla yaşayınız! Beni &or- mayınız! Çünkü ben düne nisbetle bugün tamamile değişmiş bir insa- nım. Dün küçük ayakları seviyor- dum, bugün ise büyükleri!) Kraliçe artık tahammül edemezdi. Göz yaşlarını kimseye göstermemek için odaya kapanmış, saatlerce ağla- muşta! Günler geçiyor, zayıf kalbi ezil- dikçe eziliyor; kendisini derbeder şairden ayıran tacına bile nefretle bakmağa başlıyordu. Buna bir çare, bir deve bulmak için kabilenin en ihtiyarını çağırt- mış, ondan, onun fikirlerinden bir medet beklemeğe başlamıştı. İhti- yara hislerini, bütün açıklığile ve ta- mamile anlattı. Ve sonra göz yaşla n arasında yalvaran bir sesle; — Artık biliyorsunuz! Bana bir yol gösteriniz! Bir çare bulunuz!.,. Da- yanamıyacağım, dayanmak ihtimali yok!... Dedi. İhtiyar gözlerini kapadı. Bir müd- det düşündü. Dimağında geçen za- manlara ait kalmış aşk efsanelerini araştırdı. Bunların hemen hepsinde bir netice, bir yol, bir çare görüyordu. Nihayet yorgun sesile anlattı: — Haşmetmeap! Tatihin aşka ait olan bütün sahifelerini karıştırınız. getirebilmek imkânını bulamıyorlar! | Orada Kırılan kalbler, çat- | bir bulursunuz: Kibir ve gurur!. Onu atınız... O vakit muvaffak olursunuz!... Aradan bir ay geçmişti, Race sal- tanatından çekilmek için “meclisi toplamış; senelerce başında zevk ile taşıdığı tacını, onların önüne koya- rak, memnun ve mütebessim $u sÖZ- leri söylemişti: — Ben taç ve tahtın değil, kalbi- min hükümdarı olmak istiyorum. Hayatta en büyük saltanat sevdiğin ve sevildiğin kollar arasında bulun- maktır. Aşkın izini takip edebilmek için kibir ve gururu çiğnemenin lâ- zımgeldiğini pek geç anladım. Zan- nedildiği gibi saadetlen sefalete de- gil, sefaletten saadete ancak şimdi koşabiliyorum. Bir kadın için mad- di incilerle süslenmekten ziyade şiir- lerle sarılmak “elbette daha İyidir, Kadın kadınlığının haşmetini, his- seden bir kalbin karşısında görebi- lir. İşte ben de onu görmek ve bul- mak için yola çıktım... Artık kraliçe değildi. Her kadın gibi o da kaçanın ve ezenin arkasın- dün koşmağa başlamıştı. R. Çavdarlı sama. o. —— 30/11/937 (AKŞAM KAPANIŞ FİATLERİ) ESMAM ve 'TAHVİLAT ikrazı 94) Türkiye Cum- (oO96 dahil huriyet Merkes 1953 istikrazı oo G0) Bankası Ünitürk 1 1395) Anadolu H. (o 2550 > HM B30İ Telefon 12 >. ME, GEMİ ene 7 Mümemele rp) Çimento 1020 > m “İİ İlihad Değir- 1325 İş Bankası (o 10,10) menleri » hamiline 10,20! Şark Değir- (o 10$ » Müemis O 8İ menleri Para (Çek fintleri) Paris 251) Soya 041035 Londra 624) Prag 221355 Nev York 040) Berlin 1850 Milâno Oo 152043) Madra Oo san Atina gimi| Ee © e Zioti 42200 Cenevre 34620) pengo 4018 Brüksel 47075İ Bükdeş (o 1068910 Amsterdam ((OİMİ Moskovo o 235825 Kaşelerinin tesirini öğrenenler baş, diş adale ağrılarını unuturlar NEZLE, KIRIKLIK, ROMATİZMA, GRİP VE EMSALİ HASTALIKLARA KARŞI BİLHASSA MÜESSİRDİR. Terkibi ve tesirindeki sür'at itibarile emsalsiz olan GRİPİN'in 10 tanelik yeni ambalüjlarını tercih ediniz. Geceleri tutacak olan ağrılara karşı ihtiyatlı bulunmuş olursunuz. İcabında günde 3 kaşe alınabilir, Taklitlerinden sakınınız ve her yerde israrla Gripin isteyiniz. | | Tarihi KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romanı Yazan: İskender EF, Sertelli maun Tefrika No. 74 Greçyano: “Allaha giden yolu ben daha iyi bilirim! ,, diyordu. Rakkasenin karnındaki çocuk büyüyordu. «— Beni affetmiyeceğini biliyo- Tum, Tanrım! Ve buradaki adamları benim yüzümden cezalandırdığını da seziyorum...» Greçyano, Mtiyar balıkçının yü- züne hayretle baktı: — İşitiyor musun, Andrea? Balıkçı dudaklarını bükerek bir adım geriledi: — Kulaklanma inanmak istemi- yorum, sinyor! Anloniyi Allahla baş- Greçyano müstehzi bir ilâve etti; 5 — Hayır. Peygamber gibi taptığı- nız bir adamın hakikatte ne büyük bir günahkâr olduğunu kulağınla işitmekten çekinme, Apdreat Ve an- la ki, insanlar hiç bir zaman görün» dükleri gibi değildir. Andrea kulübenin önünden çe kildi. Rahip Antoni, canından bezmiş bir adam bedbinliğile hâlâ yalvarıyor du: — Beni affetmiyeceksen, canımı al, Tanrım! Ben artık bu iztıraplara tahammül edemiyeceğim. Bu yıl oğlumun yüzünü de bana gösterme- din! İşte şimdi bu cürmümü de iti- raf ediyorum, ulu Tanrım, her yıl buraya beni ziyarete gelen Tijello da, gülüşle İ benim gayri meşru çocuğumdur. Bu- güne kadar itiraf edemediğim bu günahım, benim mn en büyüğüdür. Sen beni affet, Tanrım! Tijelloyu dünya gözile bir kere da- ha göster bana! Andrea ilerliyemiyordu. Bir aralık Greçyanonun yüzüne baktı: — Sinyor Ciyovani, dedi, sen çok akılı bir adammışsın! Biz, yıllar danberi ona tapıyoruz da onun rü- hunu ve sırlarını anlıyamadık. Sen altı ay içinde onun iç yüzünü öğre- niverdin! Ve başını sallıyarak söylenmeğe başladı: — Demek ki, onun gayri meşru bir çocuğu daha varmış! Biz yalnız Rozitanın adını biliyorduk. Bugün bir isim daha öğrendik: Tijello. — Bunu yeni mi öğreniyorsu- nuz? — Evet. Tijelloyu tanırdık amma.., Kimin nesi olduğunu bilmezdik. Greçyano kaşlarını kaldırarâk sor- — Rahibe bir diyeceğin var mı? — Bayır... — Haydi dönelim öyleyse ... Yürüdüler. kulübelerine geldiler. Greçyano Oo günkü itiraf hadise. sinden çok memnundu. Andrea ar- tık günahkâr rahipten nefret edi- yordu. — Bira daha onun ayağını değil, elini bile öpmiyeceğim. Hilekâr he rit, Allahı bile aldatmak İstiyor. Yir- bu sirri nasıl içinde sakla- Greçyano rTahipten öç almak fik- rinden vazgeçmemişli. Bu tesadüf, onun kara düşüncelerini daha çabuk ve daha kolay tahakkuk ettirebile- cekti. Düne kadar vaziyet tamamile onun aleyinde idi. Rahibe el uzattığı da- kikada bütün münzevilerin ona hü- cum edeceğini biliyordu. Fakat gim- di işin şekli değişmişti. Andrea, çar- çabuk, bütün duyduklarını dostları- na anlatmış ve; — Biz burada Antoninin yüzün- den iztırap çekiyoruz. Demekten kendini alamamıştı, Greçyano şimdi (Tijello) nun hü- viyetini anlamak merakına düşmüş- tü. Eğer kendisinin bir erkek çocu- Ku olsaydı, ondan da şüphelenecekti, Rozita meydanda duruyordu. Diye sordu. Greçyano susuyordu. Andrea, İspanyol rakkasesine ee- vap verdi: — Artık o hilekâr ağzına alma, yavrum! Zora birdenbire şaşırdı: — Niçin?... Allaha bu kadar yan kın bir rahibe böyle hakaret edilir mi? adamın adını Greçyano: . — Onun iç yüzünü ben biliyor. dum, dedi, bugün de Andreâ öğren- di. Garipbir tesadüfün meydana çıkardığı acı hakikatler karşısında susmak abdallıktır. * Ve karısına döndü: — Andreanın dediği gibi, bir da- ha O sahtekâr herifin adını anmıya- caksın! — Pazar dualarına da gitmiyecek miyiz? — Allahı bülmak için, rahibin pe- şinden gitmeğe lüzum yok. Bundan sonra duamızı kendi kulübemizde yapacağız. Allahın kulağı bizim se- simizi nerede olsak işitir. Vasıtaya Ahtiyacımız yok artık... Zora bu sözleri dinlerken hayret- ten hayrete düşüyor, söyliyecek 1âf bulamıyordu. Andrea kendi kulağile duydukla- rını anlattıktan sonra: — Belki bundan sonra kurtulu- ruz, yavrum! dedi, şimdi anladım ki, bütün çektiğimiz iztıraplar onun yüzündendir. Yer yüzünde bu dere- ce günahkâr bir adam yoktur. Allah konuştuklarımızı duyuyorsa, geliniz hep birlikte el açıp yalvaralım: — Allahım, sen bizi affet! Bizi bu cehennemden, bu sonsuz İztiraplar- dan kurtar! Antoninin işlediği gü- nahların yınında bizim suçumuz, derya içinde bir damlaya benzer. Onun yüzünden bizi de heder etme! Andreanın sözlerini tekrarladılar, Ve Allaha yalvardılar. “ «Beni deniz mi çekiyor?» Greçyano o gece sahile inmişti, * Gök yüzü yıldızlıktı. Sular durgündu. Venedik şövalyesi karısına olan kinini bir türlü yenemiyordu, O günlerde mümkün olsa karısının ce- sedini mezardan çıkarıp dişlerile di- dikliyecekti. Şimdi bu hınemı ke zından almak istiyordu. Kumsalda ayaklarını uzatıp oturdu: — Benim kanımdan gelmiş bir ço- cuğum olmadığına şimdi ne kadar müteessirim, diyordu, eğer buralar. da ölüp kalirsim, ne yazık ki, bü- tün servetime Rozlita sahip olacak, Herkes onu bönim kızım sarıyor. Hata tâ bir kaç ay öncesine Kadar ben de böyle sanıyor ve onun hasretin! çekiyordum, > Fakat şimdi ondan da nefret ediyorum. Meğer, uzun yıllardanberi bağr- ma basıp sevdiğim Rozita benim ki- zım değilmiş. Ah Antoni! Alacağın olsun senin! Tesadüfler seni niha- yet benim elime düşürdü. Bu rada benim (Greçyano) tilesine mensup * olduğumu Zoradan başka kimse bilmiyor. Seni bu gece gebert- mek ve pis kanmı bu esrarlı âde- de Allah beni senden intikam almak için buraya göndermiştir. Benim gi- bi bir insanın havsalası bundan fas la tahammül edebilir mi? Biraz rüz- gâr bekliyorum, Antonyo! Serin bir rüzgâra ihtiyacım var. Göğsüm ya nıyor., beynimdeki uğultuları #ncak serin bir şimal rüzgârı dağıtabilir. (Tijello) nun sırrını anlıyamadığı : ma çok müteessirim, Acaba dünyaya piç olarak bıraktığın bu genç kor san kimin çocuğudur? Bunu anl mak istiyorum. Ne olursa olsun. Da- ha fazla beklemeğe tahammülüm kalmadı. Bu sırda varsın seninle beraber toprağa göçüp gitsin! (Arkası var) gammenmneme i i Eli kğ İÇİNDEDE ii |