yem a k- w in in rr , AKŞAM Uç hayatın üç dilimi Mozart - Mozart 1762 tarihli Alman gazeteleri, göz- İleri bağlı da olsa, her havayı klavö- Bende mükemmel çalan bir çocuktan Bu çocuğu Viyanaya gitti, krala tamtmak için saraya (götürdüler. Çocuk kabul salonundan şöyle bir gir- di, bir iki adım attı, ayakları biribiri- ne dolandı, yere düştü. Kralın yanında duran küçük bir kız hemen koştu, kolundan tutup kal- dırdı, Çocuk ayağa kalkınca yardımı- ha koşana teşekkür etti; — Siz buradaki insanların en iyi- #isiniz, dedi. büyüdükten sonra evle- nelire. #. 1763 de yedi yaşında bir çocuğun Mükemmel piyano çalacağına inana» mıyan İngiliz doktor Barrington onu müşahede altına aldı. Hüviyet cüz- darıni tedkik etti, nüfus müdüriye- tinde tahkikat yaptı, çocuğu ölçtü, tarttı, piyanonun başına oturttu. Çocuk büyük bir konsertoya başlar- ken odaya doktorun kedisi girdi. Ke- diyi gören çocuk piyanonun önün- den kalktı, yere yattı, kedi ile oynar mağa başladı. “ Sarayda düşen çocuğu yerden Kal- dıran Mari Antuanet; düşen de, İn- giliz doktorunun yedi yaşında oldu- ğuna bir türlü inanamadığı Mozartdı... *.. 1786 da «Pigaronun evlenmesiz ile adını dillerde destan eden Mozarta, 1791 de arkadaşı Şikaneder yanayaki- la baş vurdu: — Ne olursa senden olur, bana yar- dım et, dedi, Mozart boynunu büktü: Kendisi muhtacı himmet bir dede, nerde kal- dı gayriye himmet ede... Yy Şikaneder istediği yardımı etrafile anlattı: Tiyatrosunun işleri bozuk gi- diyordu, kalkınması için sermayeye İhtiyacı vardi. Biri istediği parayı ve- pecekti amma bir şart koşuyordu., — Bu şart nedir?, — Senin bir opera yazman. Mozart teklifi kabul etti, operayı yazdı. Eser 30 eylülde sahneye kon- du, on altı defa oynandı. Teşrinlev- elde yirmi dört kere daha temsil edil. di, Sekiz bin dört yüz kırk üç floren hasılat yaptı. Şikaneder Mozarta an- cak bir ekmek parası verdi, İlk üç temsilde orkestrayı bizzat Adare eden Mozart dördüncü gece hal- siz düştü; mecalsızlıktan idareyi bi- Taktı, Bir teşrinisani akşamı, her za- man gittiği birahaneye girdi. Şarap ısmarladı amma içemedi. Yüzü sapsa- rı, altın saçları darma dağındı. Bİ- rahenenin sahibi Deiner onu teselli et- ti: — Bohemya seyahatinde fazla yo- Tulmuşsunuz; muhakkak çok bira içtiniz. Mozart içini çekti: — İldem zannettiğinden daha sağlamdır, herşeyi hazmetmeği çok- tan öğrendimi., Beethoven da soğuk, yarın odunu unutmıyayım; diye söylendi. Ertesi sabah Mozartı yatağında çok hasta buldu. Büyük bestekâr artık ölüm döşeğine yatmıştı. 5 kânunuevvelde karısına: — «Sihirli flüt» ümü çalan olsada dinlesem, dedi. Arkadaşı Roser yanındaydı, hemen piyanoya oturdu, Sihirli flütü çalıp söyledi. Mozart o gece öldü... Beethoven Karli bir kış günü.. Kaldırımlar don tutmuş, tipi ortalığı kasıp kavu- ruyor... Tipi altında bir cenaze gidi- yor... Cenazeyi takip edenler yavaş yavaş geri dönüyorlar... Tabut dört hamalın sırtında mezarlığa geliyor... Ölü bir çukurs atılıyor; Mozart böyle gömüldü. Li Hasta olduğu için kocasının cena- zesinde bulünamıyan karısı üç gün sonra mezarlığa geldi, mezartıya 8Or- du: — Bestekir Mozartı nereye göm- dünüz?. Adam düşündü, taşındı, başını sal- adı: — Bu namda bir ölü geldiğini han tırlamıyorum! dedi. . Beethoven 1792 de Renaniyi istilâ eden Fransız ordusunun saflarından geçerek Viya» naya gelen Beethoven tam olgunluk çağındaydı. 1797 de kulakları duymamağa baş- Iadı. 1800 e kadar kimsenin çekmediği * ıztırabı çekti: Herkesten fazla işitme- #ilâzım gelirken, herkes gibi işitmedi- ğini nasıl itiraf edecekti?. O sene 1800 senesinde Jülletaya Aşık oldu. Günün gürültülerini duy- muıyan bestekâra gecenin sessizliği bir tılsım tesiri yapıyordu. Sevgilisi ile beraber kolkola, omuz omuza, başba- şa dolaştığı mehtaplı gecelerin nefes- lerini ruhunda duyuyordu. Gecenin her sesi, aşkın mucizesinden küvvet alarak kulaklarında çınlıyordu. «Ay- ıığı> sonatı 1802 ye kadar devam eden bu sevdanm mahsulüdür... O hiç birşey duymazken, yanında» kilerin herşeyi duyduklarını duyuyor ve bu duygu ile küçülüyor, kahrolu- yordu... Sağırlığını saklamıyordu ar- tık... 1806 da Terez dö Brünsvike âşık oldu. Onu büyük bir ıztırabın taham- mül edilmez acılarile kuduran bir ada- mın vahşi hissiyle sevdi. oSağır olduğu kadar da körleşmişti. Kıza körükörüne âşıktı, yalnız hissile hare- ket ediyor, damarlarile, adalelerile | yaşıyordu. İ 1809 a kadar devam eden bu ihti- | raslı sevdadan da <Apasslonatas doğ- du. se O zamanki Viyanalılar için Beetho- ven kimdi? Bir orkestra şefi, büyük bir musikişinas olduğu muhakkaktı, amma garip bir adamdı; hergün Mi lano kahvesine gelir, dizile kapıyı Parayı verdi, şarabı Delnere bırak- | açar, ocağın başına geçer, kahvesini ti, ertesi sabah odun getirmesini rio, | kendi elle pişirirdi.. ytü, gitti, Bir gece bir polis memuru komiserg Delner şarabı içerken ölümden Bali-7 haber getirdi; #eden gencin haline acıdı: «Havalaç , — Bir serseri yakaladık, mütemadi- - Schubert yen: Beni bırakınız ben Beethovenim diye haykırıp tepiniyor. O gece Beethoven sokağa terlikle, şapkasız çıkmıştı. Zabıtada bir sergeri- yi arıyordu. Beethoveni yakaladılar, tini söylediği zaman da polis güldü — Sen serserinin birisin, ben Beet- hoveni gördüm, onun başında şapka- si vardır... “» 1824 de Viyanada mühim bir musl- Ki hâdisesi oldu. Beethovenin <Doku- zuncu senfonissi çalındı. Bu çalınan şaheseri yalnız orkestrayı idare eden kendisi işitemedi, 1827 de öldü. Tabutunu üç kişi ta- kip etti, Bu üç kişiden biri de Şehu- bertiti, Schubert 1808 de saray kilisesinin korosun- da bir soprano münbaldi. Bir müsaba- ka açıldı, Müsabakayı kazanan çocuk Franz Sehubert'ti, Fakir bir öğretme- nin oğluydu. 1813 de «Birinci senfonisyi 1814 de «Messe en fasyı yazdı, 1814 den 18156 kadar 144 tane «lied» besteledi. «Mar- görit o Ruen ile «Oln kralı» da o sene- lerin mahsulüdür. “;. Schubert askerliğini bitirdikten sonra musiki öğretmenliğinden de kurtulmak istedi, Esterhayl prensinin kızlarına hususi ders vermeği kabul etti. 1824 de meşhur olmağa başla- mıştı, amma 1823 kânunusunidenberi hastaydı. Büyük bestekiirın mariz ruhlu ol- duğu mektuplarından anlaşılıyor. 17 haziran 1816 da, on dokuz yaşm- da iken: «Bugün ilkdefa para kazanmak için beste yaptım; diyor. 21 şubat 1818 de, gece yarısı bir ar- kadaşma şu mektubu yazıyor: «Aziz dostum, dostluğumun bir ni- şanesi olarak şimdi bestelediğim bir Hedi gönderiyorum. Seninle buluşsak da, karşı karşıya bir kadeh punç İç- sek.» Dört arkadaşına da şöyle yazıyor: «Benim sevgili aziz dostlarım, sizi unutmama imkân var mıdır? Nasılsı- nız? İyi misiniz? Ben çok iyiyim. Allah gibi yaşıyor, Allah gibi besteler yapı- yorum.» 1823 hastalığından sonra şen Sehu- bert değişti. Mayısta «Dua> yı yazdı. Canhıraş bir feryadia Allaha yalva- rıyor, başka bir dünyada yeniden di- rilmek istiyordu. 3 mayısta arkadaşı Kupelnizere şu mektubu gönderdi: <Yeryüzünün en talihsiz insanıyım. Sıhhati düzelmiyecek bir adam tasay- vur et ki, bu Ümlidsizlik içinde her- geyi günden güne fena görsün... İş- te beni ... Schubert yirmi yedi sene çalışıp dört sene ıztırap içinde kıvrandıktan sonra teşrinisani 1828 de öldü. Selâmi Sedes Ciğerlerimiz havaya ne kadar muhtaçsa, milleiçe yahat yaşa- mamızın (Kanad) & o kadar ih» tiyacı vardır. Pitrelerimizi Türk Havg Kurumuna ayıralım, Yazan: Arif Ç, Denker ESRARENGİZ KERVAN 'Tefrika No. 19 “Sen hemen Kulcayı terkedeceksin . Kervanı idare eden adamı bularak tehlikede olduğunu bildireceksin...,, Bu silâhlar Rus Türkistanına geçi- rilecekmiş. Olga işittiği bu tafsilâtın ehemmi- yetini şimşek süratile kavradı. — Japonca mektup yanında mı? diye sordu: — Evet. — O halde ver onu bana, kendim okuyayım. Ahmed Abud bu emre itaatle kuşa- ğının arasından çıkardığı kâğıdı uza- talan ele teslim etti. Olga kâğıdı cebi- ne yerleştirdikten sonra Ahmede sor- du: — Demek silâh taşıyan bir kervanı Japonlar ele geçirmek istiyorlar. Bu silâhlar Rus Türkistanına geçirilecek, Pek âlâ, Bu mektupların sende bu- Tunduğunu Japonlar biliyorlar mı? — Evet, biliyorlar. — Burada olduğunuzu da biliyor- Jar mu? — Pek ihtimal vermiyorum ama, korkarım ki biliyorlar. — Dün gece odamıza giren adam- ların biri o Japonlardan birisi miydi? — Evet, o idi, — O halde muhakkak surette 86- nin de burada olduğunu haber almış- lar. Şimdi beni dinle! Olga Feodorovna çabuk karar veren bir insandı, Larsen tarafından sevko- Yunan kervanın ne Japonların, ne de Ah-Singin eline geçmemesi için der- bal icab eden tedbirleri almağa karar verdi. Bu kararında artık Rus mena- filni de düşünmüyordu. O, tabit sevke kapılarak ve niçin olduğunu bilmiye- rek, tehlikede bulunan kervanı kur- tarmak istiyordu. O silâhların Türk- lüğe hizmet edeceğini düşündüğü için mi, yoksa ne de olsa Türk olduğunu hatırladığından mı böyle hareket edi- yordu, bu noktaları pek iyi kestiremi- yordu. Evvelâ kervanı kurtarmağa ça- şacak ve kurtarırsa ondan sonrasını ileride düşünecekti. Onun için Ahmed Abuda; — Yanıma yaklaş!- dedi, - Türkmen genci bu emre itaat etti, Olga fısıldı- yarak ona dedi ki; — Sen hemen Kulcayı terkedecek- sin, kervanı idare eden adamı bularak tehlikede olduğunu ona bildireceksin. Bu adamın İsmi Larsendir, Galiba bir Alman. Kaşgarda Hacı Mehmed İsa tarafından gönderildiğini söyliyecek- sin. Kervana karşı yöpilmak istenen suikasti anlatacaksın, Bunun için ker- vanın tuttuğu yolu değiştirmesi lâ- zım geldiğini izah edeceksin. Kervan tehlikeden kurtulmak istiyorsa, diye- ceksin, nerede olursa olsun Çin hudu- dunu biran evvel aşmalı, Çin toprak- larından uzaklaşmalıdır. Çinlilerle Japonlar kervanı zaptetmek için elele vermişlerdir. Sen bu işi yaparken ben de Kaşga- ra gideceğim ve tehlikeyi Hacı Meh- med İsaya bildireceğim. Sen bana ha- ber göndermek istersen bu Hacı Meh- med İsaya yollarsın. Söylediklerimi iyi kavradın mı? Şayed bu işi becermeğe muvaffak olursan sana bol mükâfat var. Hem sen biran evvel Larsen deni- len adamın gözüne girerek ona Hti. hak et ki Japonların takibatından kurtulabilesin. Ahmed Abud bir müddet yerinden kımıldamadı, sesi de çıkmadı. Ondan sonra dedi ki: — Emirlerini harfi harfine yerine Me Sen büyük, akıllı, cesur kadınsın! — O halde hemen hareket et, düş- manlarımız çok yakınımızda. Odamı- zın tavanına yerleşmişler, oradan bizi Alnliyorlar, Kendini emniyet altına almak için bir dakika bile kaybetme, Derhal bu gece bu hanı terket. fik kal. kan kervana katıl. Ondan sonra dağ- ları aşarak Korlaya git. Pek zannet- mem ama, şayed kervan oradan geçip Bir de — O halde hazırlan, hayatının tehlikede olduğunu tmutma! Ben ar- tık odama gidiyorum. Ahmed Abud büyük bir ihtiyatla kapıyı açtı. Ay henüz doğmadığı için galeri karanlıktı, Vakit geç olmüdığı için avluda bağrışanlar, gülüşenler vardı. Avlunun şurasında burasında yanmakta olan ateşlerden alevler çı- kıyordu. Ateşlerin etrafında oturan ve yahut serilip yene yatan adamların silhvetleri görülüyordu. Ahırlara tıkı- lan hayvanların. boğuk tepinmeleri işitiliyordu. Olga Ahmedin odasından çıkınca koşa koşa kendi odasına girdi. Kapı kilitli değildi. Odanın içinde her şey yerliyerinde duruyordu. Masanın Üs- tünde yanan lâmba etrafı aydınlatı- yordu. Sonya minderin üzerine uzanmış, arkası dönük olduğu halde yatıyordu. Olga arkadaşının minder üstünde ya- tışına hayret etti, Çünkü Sonya uza- nacağı zaman her vakit kendi yatağıs na yatardı. .Onun için bir taraftan kapıyı kilitlemeğe çalışırken diğer ta- raftan: — Sonya, hasta mısın? diye sordu. Arkasını döndüğü zaman Malçıkın da iki sandık arasına gizlendiğini ve tir- tir titremekte olduğunu gördü Olgayı âni bir korku istilâ elti. Her şey sakin ve sakit gibi göründüğü hal- de etrafta korkuya ve tehlikeye delâ- let eden bir şey var gibi geliyordu. Sonya minderin üzerine uzanmış, köpek sandıkların arasında titriyor, sevinçten Üzerine sıçrıyacağı yerde ye- rinden hiç kımıldamıyor! Bu ne de- mekti? Olga gözlerile etrafı araştırdı. Oda- nın içinde daha ileriye gitmekten çe- kindi. Evvelden duyduğu bir his ona «bu odada bir şey varla diyordu. Bir kere daha: Sonya, kardeşim! Nen var, hasta mısın? diye daha yüksek bir sesle ba- gırdı. Hi vap yok. Yalnız lâmbanın fi- tili titriyor, Malçık da vızlıyordu, Sağ taraftaki yatak Odasının karanlık methalinden sonra içeri tarafları ar- tık gözle görülemiyordu. Olga, gözleri. ni o karanlığa dikerek yatak odasının içini uzaktan araştırmağı çalıştı. Bu suretle içeriye gözünü dikerek ve ku- lak vererek etrafı dinlemekte ve kal- binin çarpıntısını bile duyacak kadar bütün hisleri ayaklanmış bir vaziyette durmakta iken yatak odasındaki san- dıkların arkasından gölge kadar teş- his edebildiği küçük bir insan vücü- dünün yavaş yavaş yükseldiğini gör. dü. Bu gölgeye benziyen vücudün elinde bir alet, bir küçük kama, par- yordu. O vücud kızın üzerine atılma- ğa hazırlandı. O anda Olga gayriihti- yari denilecek “bir hareketle kolunu kaldırdı. Elindeki rovelver bir defa, iki defa, üç defa keskin keskin patla- dı. Gölgeye benziyen vücud biran"için ayakta durduktan sonra daha ziyade yükselmek istiyormuş gibi gülünç bir hareket yaptı ve nihayet birdenbire Olganın gözü önünde kaybolup gitti. Henüz heyecanını teskin etmeğe muvaffak olamıyan Olga daha ziyade dikkatle yere baktı. Orada boydan bo- ya uzanmış olan bir şeyin, arada mra- da âzasını kımıldatmakta, bazan da dalgalanarak kabarıp düşmekte, kıv- ranmakia olduğunu ve nihayet büs- bütün hareketsis bir hale geldiğini gördü. Majçik kudurmuş gibi acı acı havlamağa başladı. Fakat Olga ye- rinden hiç kımıldamadı. Nihayet, kız bir müddet sonra İleri- ye doğru yürüdü. Yerde yatan ölüye baktı, onu tanıyor gibiydi. Evet, ta kendisi, Ah-Singin uşağı ve bir gün evvel şifreli mendili getiren siyah takkeli, zayıf suratlı adamdı. Elinde- ki kısa, geniş kama biraz ötede yere düşmüştü. Galiba onu avucundan bi- rakmak istememişti. Çünkü keskin aleti tutan eli yarı açık vaziyette du- Tuyordu. Olga ölüye doğru iğildi. Attığı kur şunlardan biri burnunun sağ tarafın- dan yüzüne girerek orada küçük bir delik açmıştı. Şimdi o delikten yana» fından aşağıya parmak kalınlığında kan akıyordu. miri BOA Pİ