13 Eylül 1087 HER AKŞAM BİR HİKÂYE Gayet neşeli, sohbeti hoş bir ar- kadaşım vardı; Necmi Nail... Bilk sa hep birden bir yere, bir eğlentiye #ijân gittiğimiz zaman etrafta derhal bizi güldürecek bir şey bulur, hepimi- şi kahkahadan kırıp geçirirdi. : Necmi Nail son Avrupa seyahatin- den dönünce hepimiz şaşırdık. Bizim Necmi eski Necmi değildi. ğ Yine böyle hep birlikte gezintiler yapıyor, eğlence âlemlerine gidiyor- duk. Fakat Necmi ağzını bile açıni- yordu. Yanından en komik, en tuhaf, en garip tipler geçse Necmi aldırış bi- le etmiyordu. Halbuki eskiden mese- 1â şöyle uzağımızdan şişman, haflfçe bıyıkları terlemiş bir madam geçse Necmi ona dair öyle şeyler bulur, ÖY- Je şeyler söylerdi ki içimizde en gamlı, kasavetli olanlarımızın bile kalikshe- dan gözleri yaşarırdı. Doğrusu Necmi Najlin bu haline he- pimiz hayret etmiştik. Sorduk: — Necmi, dut yemiş bülbül gibi ne- den susuyorsun? z — Bırak birader, bırak... dedi, bir daha etrafıma dair, etrafımdaki in- #anlara ald bir şey mi söylemek, Allah vermesin... Bu kararı ben Avrupada verdim. Geçenlerde hastalandığımı biliyor. sunuz. Doktorların tevsiyesile kalk- tım, Karisbada gittim. Biraz tedavi- den sonra iyileştim. Karlsbad ve civa- rında gezintilere başladım. Gizübler maden suyunun memba: buraya ya” kındır. Gizübler'de bir âdet vardır. Reklâm olsun diye ziyaretçilere frenk üzümile karışık maden suyu serirler. Bu maden sulu frenk üzümü hakika- ten nefis bir şeydir. Biz Gi: züblerde iki arkadaştık. Arkadaşım: — Haydi, dedi, parka gidelim... En- fes frenk üzümlü su içelim. Herkese veriyorlar... Hem bedava... Gittik. Ha- ikaten arkadaşımın dediği doğru idi, Membaa ne zaman .uğrasanız SİZ? frenk üzümü şurubunu sünuyorlardı. Hattâ birkaç kere gelip, birkaç bardak frenk üzümü şurubu içenler çoktu. Bir aralık gözümüze gayet şişman | bir adam ilişti, Kıpkırmızı bir suratı vardı. Kafası ustura İle kazınmıştı. Hele ensesi, ensesi bir âlemdi. Katmer katmer, etli, yağlı, kanlı çifte ense... Adam ya Alman, ya Avusturyalı ol- malı idi... İkide birde şerbet verilen ye- re geliyor, tam bizim önümüzde lıkır kır şerbetleri yuvarlıyordu... Herif bir defasinda ensesini yüzüme değdi- recek kadar bize yaklaşmıştı. | Dayanamadım; arkadaşıma türkçe | olarak: — Yahu enseye bak, dedim. Tam t0- kat aşkedilecek ense dej Arkadaşım: — Evet, öyle.. diye tasdik etti. Şişman adam frenk üzümü şerbetini içmekle meşguldü. Ben ilâve ettim; & — Amma bu ensede tokat ne şaklar değil mi? —5Sorat mısın? — Vailahi bu enseye tokat atmak bir zevktir. Katmerli ense sahibi frenk üzümü şerbetini bitirdikten sonra yürüdü, gitti. Biz de onu unuttuk... Bir müddet sonra parkta adamla yanyana düştük. Artık bu adamın katmerli ensesi bizim için en güzel bir slay mevzuu olmuştu. Arkadaşıma: — Herifin ensesi fena halde tokat atmak iştihamı kabartıyor... Adam o kadar da yakınımda oturuyor ki da- yanamayıp tokatı yapıştıracağım gibi geliyor... Dostum gülüyordu, ben ilâve et tim; — Duramıyacağım.. avuçlarımın içi kaşınıyor. Şeytan diyor ki he olursa olsun çal tokatı... Bereket, bu sırada adamcağız ye- rinden kalktı ve bizden uzaklaştı. Akşama doğru onu yine frenk üzü- mü verilen yerde bulduk. Arkadaşım gülerek türkçe: — Avuçların kaşınmağa başladı mı?.. Diye bana sordu. Ben: — Aman birader ne diyorsun?.. Kendimi nasıl zaptedeceğimi bilmi- yorum. Ha tokatı attım, ha ataca ğım... Bu ense beni o kadar çileden çıkarıyor!... Ne tokat atılacak ense yahu... Ne şasılacak ense birader. şurays bak...... Şu yağlı, katmerli, ka- lin enseye bak hele... Adamcağız, kıymetli ensi da ne kötü şeyler beslediği bersiz frenk üzümünü son damlasma kadar içtikten sonra göbeğini sallıya sallıya uzaklaştı. Artık aramızda adamın ismi «Ense» kalmıştı, «Ense geliyor...», «Enseye bak, sıralardan bi- rinin üzerinde uyuyakalmış!.», <En- se frenk üzümü içmeğe gidiyor.>, «Enseyi parkta gördüm..», Velhasıl Ense bizim için gayet mü- him bir şahsiyet olmuştu. Onu ne zaman yanımızda görsek, ben: — Ah şu enseye bir şamar yerleşti- rebilsem!.. diye içimi çekiyordum. Akşama doğru Karlsbada dönecek- tik, Son defa bir frenk üzümü şerbeti içelim dedik, Kalktık, şerbet verilen yere geldik. Bir de baktım, Ense yine tam önü- müzde... Arkadaşıma; — Ben bu enseye tokat aşkedemez- sem hastalanacağım, artık sabrım kal- madı... dedim. | Bu sirada ne olsa tahmin edersiniz? | Şişman adam frenk üzümü şerbetini içtikten sonra hemen yanıma yaklaş- | tı. Önümde adamakıllı eğildi ve müt- | hiş ensesini bana son derece yaklaş- tırdı. Türkçe olarak: — Rica ederim efendim... Madem ki bu kadar imreniyorsunuz... Tokatı atınız... dedi, Fena halde mahçup olmuştum: — Rica ederim, istirham ederim. iz... Diye kekeliyordum. O, öyle eğilmiş vaziyette: — Rica ederim, buyurunuz. tokatı atınız.. hevesinizi almış olursunuz. madem ki bu kadar iştihanız varmış... Adam ille bana ensesine tokal at- tırmak istiyordu. Onu zorla bundan vazgeçirttik. Sonra işi öğrendim, Me- ğer bu zat Avusturyalı imiş, uzun müddet bizim memlekette bulunmuş | ve türkçeyi ö İşte bu vakadan sonra kalabalık yerlerde hiçbir kimseye aid mütalâa beyan etmemeğe yemin ettim, (Bir Yıldız) Bu adamı canından bezdiren şey: GRiPiN i tecrübe edinciye kadar çekmeğe mah- küm olduğu ağrı ve sızılardır. GRİPİN En şiddetli baş ve diş ağrılarını keser. GRPİN Romatizma, sinir, adale, bel ağrılarına karşı bilhassa müessirdir, « m . GRiPiN Kırıklığı, nezleyi soğuk algınlıklarından mütevellid bütün ağrı, sızı ve sancıları geçirir. İcabında günde 3 kaşe alınabilir. Pazartesi konuşmaları (Baş tarajı 6 nci sahifede) Bay Hitler, büyük bir nuluk vererek kübizme isyan etti ve galiba da Alman- yada kübizm menolundu. Bence bu- nun mânası, sanatta klâsiszim sevgi- sinin yeniden dirilmesinden çok ziyade hendesileşen ruhlarda coşkunluğun, Jirizmin zayıflaması ve neticede idea- lizmin ölmesi endişesidir. Hitleri Al- man iktidar mevkiine getiren en bü- yük kuvvet Alman idealizmiydi. Fuh- rer, bu büyük kudrete zarar verici her- ş€y gibi kübizmi de memleketten te- mizlemek ihtiyacını, bir sanat davası şeklinde değil, siyasi ve içtimai bir in- siyak halinde duymuştur kanaatinde- yim. İnsanlık, güzele, doğruya ve iyiye gitmek neşesini ruhunda taşıdıkça me- sud olmıya namzettir. Bizi bu üç ga; den uzaklaştıran herşey, vahşettir, bahtsızlıktır ve ölümdür. Şarkta ve garpte bu gayelere suikasdler yapıldı- ğı bir zamanda bile insanlığın bu yük- sek duygularını taşımakta fanilere mevud olan en hasebi ve en yüksek | hazzı duyduğumuza inanmakla ifti- har ederiz. Millet aşkı, vatan sevgisi ve insinayet muhabbeti, en uzak asır- lardanberi ruhunda lirizmin ve ides- lizmin kaynağını yaratmış ve yaşat- mış olan Türk milleti, medeniyeti, an- cak insani hisleri besleyip büyüttükçe kıymetli ve hürmete lâyık görür. Bu- nun dışındaki her hareket vahşidir, iğ- rençtir ve süflidir. Hasan - Âli Yücel 13 Eylül Pazartesi İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâk- la Türk musikisi, 1250: Havadis, 1805: Muhtelif plâk neşriyatı, 14: SON. Akşam neşriyatı: 1880: Plâkla dans musikisi, 1930: Afrika av hatıraları: &. Salâhaddin o Cihanoğlu tarafından 2 Necmi ve arkadaşları tarafından Türk m sikisi ve halk şarkıları, 2030: Ömer Ru tarafından arabca söyler, 20,45: Safiye ve İ i | | arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları (Saat ayar), 2115: OR- 22,15: -Ajans ve borsa haberleri günün programı, 2230 0 rdi Von Ştatser tarafında Ecnebi istasyonların en müntehap Brüksel (saat 20,00) - 484 - Salon orkes- Nis (saat 2220) - 253 - Vichy ga- zinosü konseri, ; Paris - Radio (saat 16,40) da - konseri, Paris - Radio tssat 2230) - 1648 - Chopin: Nochturne, Chopin - Barcarole, Strasburg (saat 1145» » 34p - Orkestra konseri Bolelden: Bağ- Jifesi, Tonlousse (saat 23400) - 320 - Puccini: Tosen, Londra Csant 2035). - 342 - Vapmerin eserlerinden, Roma (süat 21,00) - 421 - Nello Brunelii - Viyolonsel Richardo Simoncelli - Piyano, Beromüns- ter (suat 17,00) - 540- Haydenin eserle- rinden, Varşova (anat 2200) - 1336 - Leh musikisi, Dans musikisi 'Toulousse (sanat 19,45) - 320 -, Brüksel (saat 2245) - 484 -, Londra (sast 2000) İskoçya (saat 2330) - 1500 -, Mi- m* 22,45) - 389 -, Roma (saat 2330) M Eylül Salı 1S: neşriyatı: -930: Plâkla dans musikisi, 1940; Konlerins: Eminönü Hal- at Kolu namına bay Nusret Hamit ve arkadaşları tarafın- ve halk şarkıları, 2030: Rıra tarafından arabca söylev, 2045: Vedia Rıza ve arkadaşları tarafın- Türk musikisi ve halk şarkıları (Saat ayar), 21,15: ORKESTRA, 22,15: Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün prog- ramı, 2240: Plâkla sololar, opera ve cpe- ret parçaları, 23: SON, Nöbetçi eczaneler Şişli; Osmanbeyde Şark Merkez, Taksim: İstiklâl caddesinde Kemal Rebul, Beyoğlu: Tünelde Matkoviç, Yüksekkaldırımda Venikopolo, Gala- ta: Topçular caddesinde Merkez, Ka- sımpaşa: Müeyyed. Hasköy: Aseo, Eminönü: Salih Necati, Heybeliada: Tomadis. Büyükada: Merkez, Patih: İsmail Hakkı, Karagümrük: Ali Ke- mal, Bakırköy: Merkez, Sarıyer: Nu- ri, Tarabya, Yeniköy, Emirgin, Ru- mmelihisarındaki * eczaneler, Aksaray; Cerrahpaşada Şeref, Beşiktaş: Nail, Fener: Balatta Hüsameddin, Beyazıd: Asadoryan, Kadıköy: Söğütlüçeşme- de Hulüsi Osman, İskele caddesinde Saadet, Üsküdar: İttihad, Küçükpa- zar: Necati, Samatya: Çula, Alemdar: Çenaberlitaşta Sirri Rasim, Şehremi- ni: Topkapıda Nâzüm. Eskişehirde AKŞAM neşriyatı «Ses » Işık» müessesesinde sati- lir. «Akşam» o gözetesine abone olanlara husus! tenzilât yapılır. Şütso adayı yakm Diyorlardı, Sihirbazın evindeki ca- Tiyeler ve uşakla dilsiz olduğundan, ağızlarından bir şey öğrenmek müm- kün olmuyordu, Hakikat olan bir şey varsa, Moyanın meydanda olma- ması idi. Sahilden gelen asker evin her kö- şesini aradıhar.. bahçeyi, mahzenleri, duvar diplerini ve nihayet bütün adayı gözden geçirdiler. El atmadık, taramadık yer bırakmadılar. Sihirbazın izini bulamadılar. Şi - Yan - Vong meydanda yoktu. O, Timura öldürücü bir ilâç ver- miş ve elbette bundan sonra başmna geleceği de kestirerek ortadan kay- bolmuştur. Askerlerden bir kısmı sahile dön- düler. Hadiseyi amirele anlattılar. — Güneşin oğlu göğe uçmuş. Dediler. Şütso: — Ben onun saklanacağını tahmin ediyordum. Diyerek taşların üstüne atladı: — Haydi, gemilere gidelim. Adada bir tek Moğol kalmıyacak. Ve gözlerini açarak bağırdı: — Bütün adayı yangın humbara- larile yakacağım. Askerler gemilere binmeğe başla- dılar. Bir Moğol kaptanı: — Timur için bütün adayı &teşle- yip mahvetmek doğru mudur? Diye sordu. Şülsonun gözü bir şey görmüyordu. — Timuru kurtarmak için, elim- den gelse bütün Japonyayı baştan başa ateşlerdim. Diyerek, gemiye çıkar çıkmaz, bü- tün humbaracılara ve sapancılara (hazır ol!» emrini vermişti. “ Yay adaları ateş icinde.. Amiral Şütso askeri gemilere aldık- tan sonra adayı dört çevresinden ateş- Jedi. Şütso o güne kadar adalara yan- gın humbaraları atmayışının bir se- bebi vardı. Kubilây han: «— Ben tebaamı ateşle yakmak is- temem!> Demişti. Şütso bu yüzden general Hun - Kanın düşman eline esir düş- mesine sebep olmuş ve bu vaziyet karşısında bile adalara yalnız ok yağdırmaktan başka bir şey yapma- miştı. Mademki adalılar ateşten ve yangından çok korkuyorlardı, artık onları bu korku içinde boğmağa bir mâni yoktu. Şütso, Kubilây hanın sözlerini ve Arzusunu da unutmuştu. O şimdi asi- lerin kökünü Kazımaktan başka bir şey düşünmüyordu. Garpte Tunaya kadar uzanan imparatorluk sınırları içinde üç küçük adanın Moğollara verdiği rahatsızlık tahammül edil- mez bir raddeye gelmişti. Şütso: — Kurunun yanında yaş ta yana- cak amma başka türlü hareket et- meğe imkân yoktur! Diyordu. Birinci ada ateşler içinde yanar- ken, amiral, donanmasına: — İkinci adaya hareket ediyoruz. Emrini vermişti Özkan bulunduğu geminin güver- tesinden adaya hazin hazin beki- yordu: — Meşum belde, meşum akrep ve meşum İnsanlar... Diye söylenirken Timuru hatırladı. Şütso bu kahraman Moğol zebiti- nin cesedini bir hasira sardırarak gemiye almıştı, Özkan: — Kubilây han, Timurun öldüğü- nü duyunca kim bilir ne kadar mü- teessir olacak. Diyor ve onu bu korkunç âkibete sürükliyen akreplerin kendi ensesin- de de dolaştığını duyar gibi oluyor. | Siikinip kaçıyor ve ateşler içinde ya- | nan bu esrarengiz adayı uzaktan seyretmekten bile korkuyordu. Gemiler adadan epice açılmışlardı. Şütso hıncını alamamıştı. — Beni aylardanberi uğraştıran KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli No. 170 Timur Bahadır öldükten sonra, amiral ağa karar vermişti. Bu sırada (Güneşin oğlu) nun göğe uçtuğu söyleniyordu | hakiki asiler ikinci adadadır. Hun - Kanı da onlar esir aldılar. Beni al- dattılar. Bu adada bir tek canlı hay- van bile birakmıyacağım. Her köşe- sini ateşliyeceğim.. ortada yanma- mış, kül olmamış bir çöp kalmıyacak. Diyordu. Moğol donanması o gece güneş- ten iki saal sonra ikinci Yay adası ön- deriniğiğik Şütsonun içinde bir şüphe vardı: «— Acaba general Hun - Kan ya- şıyor mu? O, mütemâdiyen bunu düşünü- yordu. Gerçi (Güneşin oğlu) generslin bir kuyuya atılarak öldürüldüğünü söy- lemişse de, amiral artık hiç kimse- nin sözüne inanmıyordu. Ona, ikin- ci Yay adalıları da generalin adadan kaçtığını Söylememişler miydi? Bu vaziyet karşısında ikinci adayı yakmakla - eğer generi Hun - Kan- yaşıyorsa '- onu da asilerle birlikte yakmış olâcaktı. Şütso bu endişesini - bütün bü- yük rütbeli zabitleri toplıyarak - an- lattı. — Siz benim yerimde olsanız ne yapardınız? Diye sordu. * Moğol zabitleri hep birden: — Adayı yakıp asilerden' kurtul- maktan başka çare yoktur. Yıllarca bu adamların peşinde mi dolaşaca- ğız? Diye cevap verdiler. Bunlar arasında Özkan yalnız kal- mıştı. — Ben sizin yerinizde olsaydım, askeri adaya çıkarır, bütün asileri - çocuklarına varıncaya kadar - Kı- Uçtan geçirirdim. ra, boş kalan adayı ne yapardın? — Kanlondân köylüleri getirip bu- Taya yerleştirirdim. Ve adalara bun- Gan sonra Japon ayağı bastırmaz- dım. * Bir başka zabitte şu fikri ileri sürdü: — Özkan doğru söylüyor. Bu ara da general Hün - Kanı bulmak ihti- mali de vardır. Eğeronu bir mah- zende hapsetmişlerse, bu sutetle ken- sini meydâna çıkarmış oluruz. Ada- yı yakarsan, o da asilerle birlikte ya- ıp gidecek, dedi. Ertesi sabah donanmadaki askerler adanın arkasından - yevlilere görün- meden - karaya çıktılar. ve bölük bölük, küme küme adaya yayıldılar. Şütso, teklifini kabul et- mişti. Adadaki Japon asileri - en büyü- günden en küçüğüne kadar - kılıçtan geçirilecek ve bu arada genera! Hun - Kan'ın da izi aranacaktı. Şütso, Özkandan bu fikri aldıktan sonra, birinci adayı yaktığına piş- man olmuştu. Orada da kılıca sani- saydılar, belki (Güneşin oğlu) nun izi de bulunacaktı. Halbuki şimdi onun ölüp ölmediği bilinmiyordu. Günün birinde Şi - Yan - Vong'un yaşadığı duyulursa, Şütsonun cani sıkılacak, hattâ Kubilâyın yanında mahcup bile olacaktı. Artık yapılacak bir iş ve geri dönü- yordu. lecek bir yol yoktu. Asilerin adasına yayılan Moğl muharipleri palaları- nı kınlarından sıyı'mışlar, asi Japon muhasara edilir ve Japonların ok yağmuru karşısında adaya çıkmak imkânı bulunmazdı. Halbuki Özkan bu sefer asi adayı arkasından vuru- Bir taraftan kılıç şakırtısı, diğer taraftan Moğol muhariplerinin nara- ları adalıları çok çabuk yıldırmıştı. Kaya oyukları arasındaki evlerine sığınanlar - evleri basılarak - içinde