Sahife $ AKŞAM İwate kruvazörnde gördüklerim Gemiye dönen neferler, ayakkabılarını bir paspasa siliyorlar, sonra çıkararak İçeri giriyorlardı Geminin her tarafı tertemiz idi ve pırılpırıl parlıyordu, İvatenin Rus - Japon harbind Bir kaç gündenberi İstanbul sokak- larında, sık sık rastladığımız Japon bahriyelileri evvelâ motörde ayakla- rını ıslak bir paspasta İyice siliyor, ondan sonra gemiye giriyorlardı. İyi bir temizlik tedbiri... Japon babriye- lileri içeri girdikten sonra aykkabıla- rını çıkarıp sol ellerine alıyorlardı. Gemiye girince güverteye baktım. Sağa sola koşuşan Japon neferlerinin çıplak küçük ayaklarını kirletmiyecek l kadar temizdi. Biraz sonra ahbab ol- duğum Japan zabıtına neferlerin ni- çin aykkalılarını çıkardıklarını sor- dum ve ilâve ettim: — Acaba çabuk eskimesin diye mi? Ufak süzgün gözleri, göz çukurları- na büsbütün gömüldü, iki noktg ha- line geldi. Gülümseyince yassı bumu, büyük ağzı ile pek sevimli oluvermişti, — Sokağın çamur veya tozuyla bin bir mikrobunu gemiye getirmelerinde ne mâna var?... dedi. Japonyada ayakkabı ile eve girmek katiyen ya- saktır, Sokağın kirini alan ayakkabı- lar ev eşiğinde çıkarılır, Yürür ve konuşurken etrafmı bir çök neferler çevirmiş olduğu bir ma- saya yaklaşmıştık. Masanın üzerinde Üç santimetre genişliğinde ve sekiz santimetre uzunluğunda bir çok tah- talar duruyordu, Her birinin üzerinde çocuk resimlerini andıran Japon ya- zısı İle yazılmış birşeyler vardı. Nefer- ler bunlara dikkatle bakıyorlar, arada bir, bir tanesini çekiyorlardı, Zabite; — Bu bir Japon oyunu galiba... dedim, Güldü. — Hayır. Vazife oyunu.., diye ce- vab verdi, — Anlamadım. İzah etti, Meğer benim Japon iskam- bili zannettiğim bu tahta parçaları- nın her birinde bir neferin künyesi yazılı imiş. Dışarı çıkarken nefer bu- nu cebine koyarmış. Gemiye avdet edince iade edermiş. Bu suretle mev- cut ve namevcut kontrol edilirmiş. İwatenin tarihçesi Zabit bizi Üzerinde Japonca bir çok şeyler yazılı pirinçten bir plâkanın önüne götürdü. Elile yazıları okuma- ğa başlıyarak izahat verdi. Bu plâka- nın üzerinde İyatenin tarihçesi yazılı imiş. Meğer içinde bulunduğumuz gemi kahraman ve gazi bir gemi İmiş. Zabit elile yazıları takib ettikçe Ja- poncanın bizim eski arab harfleri gi- bi hem sağdan sola, hem de &yni za- mada yukardan aşağıya doğru okun- duğuna dikkat ettim. Japon - Rus harbinde İwate kruva- vazörü büyük yârarlıklar göstermiş, Port - Arhür ablukasına iştirak etmiş, Burik namında bir Rus kruvazörünü batırmış, Zabit dedi ki! — İwate, amiral Togonun Rusları mağlüp ettiği Çuşima deniz muhare- besinin kazanılmasında âmil olmuş- fur. Malâm olduğu üzere bu galebe dünyada şimdiye kadar emsali görül- memiş bir gallbiyettir. Sade Japon im- paratorluğunun mukadderatına değil, bütün dünya tarihine yeni bir istika- met vermiştir, e şanlı bir tarihi vardır İwate kruvazöründen bir müfreze Cumhuriyet âbidesine çelenk konulurken selâm vaziyetinde Japon zabiti Japonlarca kudsi olan ve sarı ırkın beyaz ırktan aşağı olma- dığını ilk defa isbat eden bu harpten bahsederken gayri ihtiyari esas vazi- yetini almıştı. Yüzünden O biraz ey- velki tatlı müphemiyet silinmiş ve © yuvarlak ve çizgisiz yüz şayanı hay- ret bir tebeddülle bir granit sertliği ifadesi almıştı. — İşte Japonlar için kudsi olan bir geminin içinde bulunuyorsunuz. Tâ- rih yapan bir gemi!.. Bu gemide yeti- şen Japon zabitleri 'Togonun şanına lâyık olmaz mi? O âne kadar sade gazele ve kitap- larda okuduğum Japon milliyetper- verliğinin şiddetini, kuvvetini canlı olarak birdenbire önümde gördüm. Fırsattan istfiade ederek: — Her Japon gemisinde bir Hara Kiri odası varmış, dedim. Bu odayı bize gösterir misiniz? — Sizi gene aldatmişlar, dedi. Hara - Kiri heryerde yapılabilir, Hara- Kiri yapan kimse yarı ilâh olur. Mem- leketi için kendini fedâ etmek kadar şerefli, ülvi birşey tasavvur edebilir misiniz? Yürüdük, bize Çuşima muharebe- sinde İwatenin aldığı yara yerlerini gösterdi. Mermilerden biri lumbar deliklerinden girmiş. Amiral odasının direğini delmişti. Delen mermi zabi- tan odasında duruyordu. Zabit bunu tatlı bir hatıra imiş gibi okşadı, Diğer bir köşede İvatenin Ruslar tarafından delinen zırhının bir metre genişliğin- de bir parçası duruyordu. Mermi gr- hı delip geçmişti. Zabit kamaraları İwateyi gezdikten sonra insanın Jâ- pon zabiti olacağı geliyor. Bir kere mükellef bir oturma salonları var. Bu- rada Şarkı andıran yegâne şey Japon yağlı boya resimleridir. Hep çiçek Te- simleri... Japonlar çiçeği ne kadar da çok seviyorlar!. Fakat Japon çiçekle- rini sevmemekte mümkün mü ya!.. Sofra kurulmuştu. Dikkat ettim. Çatal bıçak yok. Bir kutu içinde iki tane yuvarlak değnek var. Japonla- rın bu iki değnekle nasıl yediklerini o zamana kadar pek merak etmiştim. Zabite söyledim. Bizim neferlerin bu- Yunduğu yere götürdü. Japonlar nasıl yemek yerler? Ben bir yemekhaneye götürülece- ğimizi zannediyordum. Halbuki ufak bir masa başında yemek yiyen üç n€- ferin başına gelip durduk. Meğer her harp gemisinde mürettebat için ye- mekhaneye tahsis edecek kadar yer bulunamazmış. Bir çay fincanı kadar bir tasın içinde fasulye ile karışık pi- rinç vardı. Neferler ellerinde iki değ- nek arasına pirinçle fasulyeyi sikişti- rıyorlar ve ağızlarına götürüyorlardı. Lokmaları pekde küçük oluyordu. Ekmek için bakındım görünürde yok- tu. Zabite sordum: — Japonyada ekmek yenmez, dedi. Çok pahalıdır. Bir Japonun gıdası İş- te o kaptaki yemekten ibarettir. İşte o zaman bu yüzlerce nefer için- de iri yarı tek bir nefere, geçkin zabit- ler içinde şişman, göbekli tek bir za- bite ras sebebini anla» dım ve Japon kanaatkârlığına iman ettim. Zabitlerin yatak odaları Zabitin yatak odasını geziyorduk. Mükellef bir oda doğrusu. Geniş bir yatak. Bir buçuk metre yüksekliğin- de, yerden kazanmak için altı çek- mecelerle dolu... Bir diyan, bir de kol- tuk vardı. Yazı masası üzerinde güzel bir Japon kızımın resmi duruyordu. Zabitle nazarlarımız çalışınca mahcup mahcup gülümsedi. Masanın üzerinde bir çok kitaplar vardı. Diğer zabitlerin odalarına, da göz attım, Hepsi kitap dolu. Japon za- bitelri çok okuyorlar doğrusu... — Peki nefer koğuşları nerede?. — Her tarafta... Onların ayrı yas takları yoktur. Hamaklarda yatarlar. Sabah olunca kaldırırlar, Çinliler ve Japonlar — Çinlileri siz kardeş bir millet say- mez Yusiniz?, — Evet ayni ırktanız amma, dedi. Onlar bedbaht bir millettir. Kendile- rine iyilik ettiğimizi anlamak istemi- yorlar. Saplanmış oldukları çamur- dan, bataklıktan kurtulmak istemi- yorlar. Yardım için uzattığımız eli 181ı- rıyorlar, — Fakat size medeniyetinizi veren Çinlilerdir. Yüzünü ekşitti. Birşey söylemek için ağzını açtı. Bu arada bizi getiren motörün kalkmak üzere olduğunu haber vermeye gelen tayfa omuzuma vurduğu için cevabını işitemedim. Acele ile zabitin elini sıkabildim. Ha- raretle teşekkür ettim. Motörde arka- daşım gülüyordu. — Neye gülüyorsun, dedim. — Başka bir zabitin elini sıktın, dedi, Ne bileyim ben. Japonlar biribirle- Fine © kadar benziyorlar kil, ; Nuri M. Eren 7 Ağustos 1947 Mae West 26 sene evvel nasıl evlenmiş? Kocası Frank Szakus artistle ne suretle tanıştığını anlatıyor imdiye kadar evlenmediğini iddia eden Seax appel kraliçesi Mae Wes- tin son günlerde maskesi kaldınldı- ğını ve Frank Wallace nâmında kü- çük bir aktörün 1911 senesinde Mas West ile evlendiğini ifşa etliğini ge çenlerde yazmıştık. Asıl ismi Frank Bzakus olan bu aktör, Mae West ile nasıl sevişerek evlendiğine ve 86- kiz gün sonra küçük zevcesini elin- den nasıl kaçırdığına dair şayanı dik- kat ilşaat ile dolu bir makale yaz- miştir. Bu makalenin en mühim par- çalarını tercüme ve naklediyoruz: Mas West ile nasıl evlendiğimi an- latmazdan evvel zeveemden özürler dilerim. Kendi hatası neticesi olarak yaşını itiraf etmeğe mecbur oldu. Bu mütbiş bir itiraftır. Zira kırkını geç- miş bir kadın için yaşını itiraf etmek kadar acı ve nahoş bir şey olamaz. Ben yirmi yaşında iken Milwau- keeye seyyar bir trup gelmişti. İlk temsilde bulunmağı ihmal etmedim. 'Temsilde baş rolü oynıyan sarışın ve taze kız, beni her şeyden ziyade mü- tehassis etmişti, Ben o zaman fakir bir talebe idim. Temsil biter bitmez, arkadaşları- mı, seyyar arlistlerin uğradıklarını bildiğim bir bara götürdüm. Onlar, benim, bu tehalük ve isticalimle alay ediyorlardı, Bilhassa, temsilde baş rolü oynıyan kızın genç ve güzel bir erkeğin kolunda bara geldiğini görünce kahkaha makaraları Ko- yuverdiler, Derhal bar sahibi nezdin- de yaptığım tahkikat, kalbime fe- rahlık serpti. Meğer, sarışın kızın ko- lundaki güzel erkek, öz kardeşi imiş. Filhakika, artistle erkeği dikkatlice tedkik edince biribirine çok benze- diklerini gördüm. Bu, barcının dedik- lerini teyid ediyordu, Birkaç dakika evvel kalbimi kaplamış olan iztırap, kalkmış, yerine ümid ve ferahlık kaim olmuştu. Ertesi sabah paçaları sıvadığım gi- bi iki artisti ziyarete gittim ve ken- dimi gazeteci diye takdim ederek Milwaukeede kalacakları birkaç gün zarfında kendilerine rehberlik yap- mağı teklif ettim. 'Teklifimi memnu- niyetle kabul ettiler. Babamın oto- mobili ile kendilerini gezdirdim, Ben genç kıza abayı yakmıştım. “Tanışmamızın üçüncü günü idi ki, genç kızla kırda gezerken, kendi- sinden benimle evlenmeğe : müvafa- kat edip elmiyeceğini üzülerek ve büzülerek sordum. Mae West sualime, gülümseme ile, babam da suratını asmakla muka- bele etti. Fakat babam, başkalarının işlerine karışmamağı prensip ittihaz ettiği cihetle, sonunda, evlenmeme razı oldu. Mae West ile evlenmeme hiç bir mani kalmamıştı, Hatırımda ile 11 nisan 1911 de evlendik. Zevcem o zaman 18 yaşında İdi, Yeni bitmiş ve sıvaları kurumamış küçük bir köşkte yerleşeli daha he- nüz bir hafta geçmemişti ki, zevcem bana: — Temsil heyetine iltihak elmek- liğim kati surette lâzımdır. Kardeşim bana yazdı. Menecerin bana çak ih- tiyacı varmış. Yerime koyacak kız bulamıyormuş. Şayed ben gitmezsem arkadaşlarımın hali nice olur dedi, —5Sen artık tiyatro ile alâkanı kestin. Menacer ile arkadaşların, kendi başlarının çaresine baksınlar diye bir cevab verdim. Zevcem yanıma sokularak devam etti, — Dediğin doğru amma, ben tiyat- To ile alâkamı tamamile kesmedim. Bu adamları sıkıntıda bırakamam, Bana insn. Turnenin bitmesine bir kaç ay kaldı. 7 - 8 aylık bir iftirakın o kadar ehemmiyeti yok çabuk geçer, nonoşum. Mae West gitti, iki hafta bana muntazaman mektup gönderdi. Son- ra mektupların arkası kesildi ve bir daha mektup göndermedi. Ben küçük evimde yalmz kalmıştım. Karımın yüksek bir şöhret ve mevki sahibi ol- Mae West ve kocası Frank Szakus evvel kendisine ârka arkaya üç mek tup gönderdim. Mektuplarıma cevap vermedi. Karımın bu sükütu karşısın” da ben de sükütle mukabele ettim v8 mektuplarımı kestim, il Fakat bir gün geldi ki, yeniden ew lenmek istedim kâğıdlarımı Milwau- kee'ye gönderdim. Açık göz bazı muh birler meseleyi haber almışlar ve bil diğiniz ifşdatı yapmışlar, Bana ine” nınız, ben karımı, görmeğe teşebbji$ etmedim. Bilirim ki, zengindir, 80 mil yon franklık bir serveti vardır, Ame rika kanunlarının, karı kocanın evlen” dikten sonra kazandıkları servete mü“ nasıfaten intifa hakkı vermesine rağ” men ben bu hakkımdan istifade et- mek istemedim. Parası ve serveti kem disinin olsun, Benden zevcemin 18 yaşında iken hal ve vaziyetini tasvir etmemi istedi ler. Onun o zamanki vaziyetini gös“ teren birkaç fotoğrafisi hâlâ elimde" dir. O zamanlar da Mac West koyü ve ciddi elbiseleri severdi; musikiye ba” yılırdı. Çok güzel şarkı söylerdi, zayıf ve nahif görünmesine rağmen güçlü; kuvvetli idi. Zevcem, benden ayrıldığı zaman be“ ni sevmediğini anladım ve kendimi tamamile serbes addettim, İşi gürül tüye vermeden evlenemezdim, Çünkü kanun bizi biribimize bağlamıştı. Hatırımda kaldığına güre bir def geycemden bir mektup aldım. BU mektup, bizzat kendisinden değil, a vukatındarı idi. Avukatı, gürültü çi" karmadan muayyen bir para vermek suretile beni susturmak istedi. Fakat bu teklif, viodanımı isyan etiirdi. Hiç kimseye husumetim yoktur. Y& niz hak ve adalet isterim, Zevcemden beş para istemem. Mae Westin inkişafına gelince, iti“ raf ederim, beni hayretlerde bırakıyof. Bu kadar zayıf ve nahif bir kad | mın bir müddet sonra bu kadar otori" dünmüş gibi kaldığına göre Mae West ter bir kadın olacağını aklımdan bil& geçirmemiştim, İtiraf ederim ki, bei adamları tanımıyorum. Mae Westin beni mohden münasö” batında kocası diye takdim etmekle lekelenip lekelenmiyeceğini bilmem. Fakat ben, kendimi onun kocası diy prezante etmekle fazla bir şeref ka” zanmıyacağım. Büyük bir artistin, kendisini evli diye göstermekle, şerel ve haysiyetinin nakisedar olabileceği” ni hiç bir zaman hatır ve hayalimden geçirmemiştim. Diyarıbekirde mahrukat buhranı Diyarbekir (Akşam) — Burada kö" mür ve odun buhranı başlamıştır. Bf aydanberi şehrimize odun ve kömüf gelmemektedir. Bu vaziyeti nazafİ dikkate alan Birinci Umumi Müfettif B. Abidin Özmen, belediye erkânıni çağirarak bu hale bir çare bulmalari” ni emretmiştir. Belediye bu işi mü” bet bir şekilde halle muvaffak olam8” dığından vilâyet ehemmiyetle işi 18” kibe başlamıştır. Vilâyet, köylül merkeze çağırarak kanuni vazi kendilerine ürlalmış ve faaliyete geğ meleri için teşebbüslerde bulunmuf”