Sahife 12 40 Temmuz 1937 - Her akşam bir hikâye Paris Suad bir türlü Nazlının o gün için verdiği sözü tutup aparlımanına ge- | leceğine inanamıyordu. Çünkü peşin- | de dolaşanların hiç birine yüz vermi- yen Nazlının kendisini bu kadar ko- laylıkla seveceğine ihtimal veremi- yordu. Onun için, güzel kadın; görünce içindeki korkuyu saklıyamadı: — Geleceğinizi hiç ümtt* etmiyor- dum, dedi, Hele hava da bozunca... — Ne yapayım, bana her. şeyi nut- turdunuzi! — Bir likör alır mısıniz? Genç kadın, sinemalarda, görmeğe alıştığımız bir tavırla bu teklifi ka- bul etti. Suad soruyordu: — Bir cigara? Cigarayı yakmak için kibriti uzat- tığı zaman, Nazlının elinin hafifçe titrediğini farketti ve buridan pek ke- yiflendi, Sonra, onun elini avucuna aldı. Bü- tün bildiği hararetli kelimleri birer birer dökerek bu eli öpmeğe başladı. Fütbol maçlarında denildiği gibi, bu âşk oyunu Suadın galibiyeti altında cereyan etmeğe başlamıştı. ol ihti- mali kuvvetleniyor ve yaklaşıyordü. Tam bu sırada apartımanın kapı- $i acı acı çalındı. Suad aldırış etmek istemedi ise de çıngırak devam ettiği için, içinden fena halde söğe söğe ye- rinden kalktı, Seslendi: — Kim 0? — Bavyera Grandükası! Suadın hükümdarlar arasında hiç dostu olmamakla beraber. bu garip misafire kapıyı açmamazlık edemiye- ceğini düşünerek onu içeri aldı. Hali, tavrı, kıyafeti garip, koskoca sakallı, kurşuni redingotlu bir adam ile kar- şılaştı. Gözleri fırıl fırıl dönüyordu. Suad can sıkıntısile sordu: — Ne İstiyorsunuz? — Taleyranm başını istiyorum! Kapıyı kapayınız, size bir devlet sırrı İaşedeceğim. Suad bir tekme atarak bu deliyi kapıdışanı etmek istiyordu. Fakat gürültü çıkarmayıp kolayca işin için- den sıyrılmak için peki, dedi. İçinden de: — Allah canını alsın, her şeyi ber- bat edecek diye söyleniyordu. Gelen adam, küçük salonun kapı- Sını göstererek: — İçeride hafiyeler olmasın? dedi. — Hayır bir kadın var, © — O! Ben kadınları pek severim. Garip misafir hemen içeriki oda- ya girdi. Arkasından Suad da koş- tu. Nazlı korkmasın, işi anlasın diye: — Size Bavyera Grandükasını tak- dim ederim, dedi. Bavyera Grandükası elini Nazlının omuzuna koydu: — Selâmünaleyküm, dedi. Rica ederim, gayet mahrem konuşacağız. Çünkü arkamda sarayın bütün bos- taneıları dolaşıyor, Veziri Azamın ca- susları peşimi bırakmıyor. Mahsus kendime Bavyera Grandükası diyo- rum. Bak, müezzinin sesini işitmiyor musunuz? Allah büyüktür, diyor. Genç kadını dikkatli dikkatli sey- retiiklen sonra: — Siz, dedi, hava melikesisiniz, Si- 2 Süleymanın hazinelerini hediye edeceğim, Fakat daha evvel dudak- larınızdan hayatın sırrını tatmak İs- terim. Suad ile Nazlı, endişe ve heyecan içinde delinin yüzüne balayörlardı Suad artık kendisini zaptedemedi: — Bana bak, buradan çıkıp gider misin. Yoksa polisi çağırayım mı? Nazlı bir rezalet çıkacak korkusile sapsarı kesildi. Fakat Grandükanm hiç aldırış ettiği yoktu. Suad hiddet- le ona doğru yürüdü: — Haydi, çık git buradan! Delinin yüzü değişti. Gözleri azgın bir ifade ile fırıl fırıl dönmeğe başladı. Ağzından tükrüğü akıyor, Yum- rukları sıkılıyordu. Boğuk bir sesle Suada hitap etti; — Toprağın altında solucanlar, çi- yanlar toplandılar. Senin naaşını bekliyorlar! dedi. Bu sözler genç kadının ve Suadın üzerinde pek fena bir tesir yaptı, Ürktüler, Suad; — Buradan gitseniz fena olmaz di- ye Nazlının kulağına fısıldadı. Şu de- inin bir mesele çıkarmasından kot- kuyorum. Nazlı yerinden fırladı ve aprtıman- sergisine gidiyorlar dan çıkıp gitti. Suadriçinden: — Kim bilir bir daha gelir mi? di- ye üzüntü ile düşünüyordu. | (o Dell onun korkusunu anlamış gibi: | — Birdaha geleceğini hiç ümit et- meyiniz, dedi. — Kimden bahsediyorsunuz? — Buradan giden kadından, — Onu tanır mısınız? — Elbette tanırım. İki aydan beri kendisine kur yapıyorum. Temin ederim ki bunu elimden alamıyacak- sınız. Geçen sene Haticeyi seviyor- dum. Elimden aldınız. Fakat bu defa gözümü açıyorum! Bu sözleri Suadi hayretle bıraktı. ğil misiniz? Gârip misüfir müstehziyane güldü. Hayır. Amma. Nazlıyı deli gibi seviyorum. Onun için, deliliğe vura- rak buraya pişmiş aşa su katmağa geldim, Doğru söyleyin, mükemmel bir deli taklidi yaptım, değil mi? Sahte deli yüzündeki yapma sakalı çekip attı. Altından Şehir tiyatrosu- nun. bir artisti çıktı, Suad fena halde bozuldu. Fakat mağlübiyetin acısından renk verme- mek lzımgeldiğini düşünerek müs- tehziyane bir gülüşle: — Tebrik ederim sizi, dedi. Hakika- ten misli bulunmaz bir deli olduğu- nuzu gösterdiniz. Fakat pişmiş aşa bugün su katabildiniz. Bunun yarını da var, — Nafile ümide düşmeyiniz. Yarın sabah Nazlı Paris sergisi seyahatine giden kafile ile beraber buradan gi- diyor. Ben de onun kamarasına ya- kın bir kamara tuttum. Şunu da Vai — Affedersiniz, dedi. Siz deli de- ! 0 Temmuz: 937 Sah İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâkla Türk musikisi, 12,50: Hayadis, 13,06: Muh- telif plâk neşriyatı, 14: SON. Akşam neşriyatı: 1830: Plâkla dans musikisi, 1930: Konferans: Eminönü Hal- kevi neşriyat “kolu namına Bay Nusret İ Safa, 20: Türk musiki heyeti, 20,30: Örme: | Rza tarafından araben söylev, 2045: Ve İ dia Rıza ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları (Saat ayarı), 21,15: Radyo fonik dram (Kavaloray Rüs- 31,15: Radyo fonik dram (Kavalerya Rüs- haberleri ve ertesi günün programı, 220: Piâkla , Opem ve öperet parçaları, 28: 80: Ecnebi istasyonların en müntahap . Milâno (388) saat 22: Donizetti: <Elisir d Amour» operet 3 perde, Strasburg (340) 21,410: Karmen operası, Prag (470) 2115: Koman ve orkesira, Peşte (549) 2140 Senfonik Konser, Lüksemburg (1293) 23.20: Konser (İlalyan musikisi), Oslo (1158) 28,15 Flüt ve piyano, Dans musikisi ga) 1830 - 2340. 21 Temmuz 1937 Çarşamba İstanbul: Öğle neşriyatı: 1230 Plâkla Türk musikisi, 12,50 Havadis. 13/05 Muhte- Hf plâk neşriyatı, 14 Son. Akşam neşriyatı: 130: Plâkin dans musikisi, 1930: Konferans: Beyoğlu Hal- kei namıni Refik Ahmed o Sevengil edebi fıkralar, 20: Nezihe ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıla- rı, 2030: Ömer Kıza tarafından arabca söylev, 2048: Semahat ve arkadaşları ta- rafından Türk musikisi ve halk şarkıları (Saat ayan), 21,15: ORKESTRA: 2215: Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün progremi, 2230: Plâkin sololar, opera ve operet parçaları, 23: SON. söyliyeyim ki başka yer kalmamıştır. Seyahate işlirik edemezsiniz. * On beş gün sonra Suada Pireden Nazlı tarafından gönderilmiş bir kartpostal geldi. Kartın altında «Bav- yera Grandükası çok selâm ediyor» cümlesi de vardı. Hikâyeci o — Kendine beyhude &“İ yere eziyet ediyor EVROZIN rken ıstırab çekilir mi? BAŞ, Diş. ağrıları ve üşütmekten mütevellid bütün ağrı, sızı, sancılarla nezleye romatizmaya karşı: NEVROZİN Icabında günde 3 kaşe alınabilir. KE LAR GEY ER YE. Bi GL ER Asgari her yemekten sonra günde 3 defa, dişlerinizi e.40ZNİ, Diş macunile fırçalamalısınız Vaktinde ihtıyatı Çünkü Bir defa fırçalamakla dişler temizlenmiş ol- maz. Ağız guddelerinin ve dahili uzuvların mü- diş etlerine binbir mik- rob aşılar, arızalar hu- sule getirir. Bunlar biri- ke birike nihayet dişler. de çürüme, etlerde ilti- hablar başlar. Artık fe Hiketi önlemek ve dur durmak güçtür. elden bırakmıya- rak dişlerinizi en az günde 3 defa Radyolinle fırçalayınız GR a) İ Rabat (499) saat 22: Londra (Kısa dal- | Ertesi sabah. Saray halkı güneşle beraber uya- nıyor.. Kubilây o gün Pekin civarında bir gezinti yapacak. | OoTerlan hassa zabitlerile beraber at- larına binmişler.. sarayın önündeki meydanda dolaşıyorlar. : Hakanın dört filli tahtırevanı ka- pıda bekliyor... Sarayın çiçek bahçesinde bir çığlık. «— Ağaç dalında bir kadın sallanı- yorl...» Koşuşmalar. nuşmalar... «— Bu bir Japon cariyesi olsa ge- rek.» «— Japon kadınları gözden düştük- lerini anlayınca, kendilerini daima böyle ağaç dallarına asıp öldürürleriz #— Sakın bu kadın bir kazaya uğ- ramasın..2l» Ağacın altında toplananlar birden- bire yıldırımla vurulmuş gibi geriye çekildiler... Şimdi herkesin ağzında bir tek ke- lime dolaşıyor: — Şi-Yama.. Semga bahadır o sabah çök neşe- liydi.. Geceyi sarayda geçirmiş, evine git- memişti, İhtiyar vezir, yattığı dairenin pen- cerelerinden bahçeye bakıyordu. Ağaç dibindeki kalabalığı gördü. Başını dışarıya çıkardı. Seslendi: — Ne o orada? Semganın bu sorusuna hiç kimse cevap veremiyordu. Hakanıni veziri merakını yenemedi. Tekrar bağırdı: — Ne yapıyorsunuz orada? Neden cevap vermiyorsunuz? Haremağalarından biri koştu. Pen- cerenin dibine yaklaştı: — Şi-Yama ağaç dalında, kurumuş bir yaprak gibi sallanıyor... Semga bahadır birdenbire vücu- dünde hafif bir ürperme duydu. Ağa- ca dikkatle baktı. Küçücük güözleri- nin feri kaybolmamıştı. Dalda salla- nan bir kadın gördü, Fakat, bunun Şi-Yama olduğunu kabul etmek is- temedi. — Yanılıyorsunuz, O yarın Terlan- Iş evlenecek. Diye mırıldandı. Pencereden ayrıl- dı. Bahçeye indi. Ve ağaçta cansız olarak sallanan Şi-Yamayı gözlle gördü. Bu sırada hakanın baş cücesi Tu- man, vezirin yanına sokulmuş, kula- ğına şunları fısıldıyordu: fısıltılar. telâşlı ko- — O bu gece bana, Tergunu kendi- si zebirlediğini söylemişti. Dedikleri gerçekmiş. Kendi cezasını kendi verdi. Semga bahadır, cücenin sözlerini dikkatle dinledi: — Ne diyorsun, Tuman? Yeğenimi öldüren o muydu? Tuman söylediğine pişman olmuş gibi, birdenbire korkak bir sesle: — Gözümle görmedim, dedi, o söy- ledi bana bunları. Ve Tergunu niçin öldürdüğünü de anlattı. (hakana git söyle! Kimseden korkmuyorum. ) diye bağırdı. Ben onu hasta sanıyor- dum. Meğer aklı başında imiş. Her şeyi bilerek, tasarlıyarak yapmış... Semga bahadır sarayın duvarına dayanmıştı: — Zavallı Tergun! Nihayet sen de bu ifrit ruhlu kadının kurbanı oldun demek! Ve hassa zabitlerinden birine bah- çedeki kalabalığı dağıtmasını emret- ti. Tekrar odasına döndü. Şi-Yamanın ölüm haberi biranda şimşek süratile sarayın her köşesine yayılmıştı. Semga bahadır? — Hiç olmazsa hadiseyi hakandan akşama kadar olsun saklıyalım, Ge- zinti dönüşünde söyleriz. Dediyse de buna muvaffak ola- madı. Heremağalarından biri, hakanın Yazan: İskender F. Sertelli KUBİLÂY HAN No, 116 Haremağası telâşla yere kapandı... ve başını yavaşca kaldırdı: “ | başından bir kara bulut geçti, Hakanım!, dedi Şi-Yamanın |. — Göklerde kara bulut dolaşıyor, hakanım! Diyerek yere kapandı. Haremağaları hakana felâket ha- berlerini bu şekilde arzederlerdi. Ha- kan: «Defol git karşımdan.. şimdi seni dinliyemem!» derse, felâketin mahiyeti izah edilmezdi. Kubilây han o gün çok neşeliydi. Haremağasının sözlerini dinlemek ve felâketin iç yü- zünü anlamak istedi: — Kara bulutlar kimin başında do- laşıyor? Diye sordu. Haremağası bundan cesaret alarak başını yerden kaldırdı; — Şi-Yamanın başında... Diye cevap verdi. Kubilây kaşlarını çatarak: — Onu öldürdüler mi? dedi, çabuk söyle... Ne oldu Şiy-Yamaya?.. Haremağası bir kaç kelime ile sö- zünü tamamladı: — Onu bu sabah ağaçta asılmış gördük, hakanım! Kubilây hiddetle yerinden kalktı: —Bre gece suratlı melün! Bu ka- ra haberi bana senden başka getire- cek bir adam yok muydu? Diyerek haremağasının göğsüne bir tekme vurup taraçaya çıktı. Bah- çeye şöyle bir göz attı. Çiçek tarhla- rının ve ağaçların arasında dolaşan hassa zabitlerini gördü. Kubilây Şi - Yamanın nden çok müteessir olmuştu. Onu ağaçta sallanırken gördü. Gözlerini elile ka- Payıp geri çekildi. Terlanı çağırttı: — Geçmiş olsun, dedi, seni iki kere evlendirmeğe niyet ettim. birinde Kanton ihtilâli çıktı, amiral Şütso orada kaldı, gelemedi. Ötekinde de Şi-Yama öldü. Artık başının çaresine bak... İstediğin kadınla evlen! Bu sırada baş cüce de hakanın hu- zuruna girmişti, Tuman sarayda mutad dedikodu- lar başlamadan evvel hakanı tenvir etmek istiyordu. Gece Şi-Yamanın söylediklerini anlatarak: — O ölmeğe karar vermişti, haka- nım! dedi. Kendisine çok öğüt ver- dim... Beni dinlemedi. — Niçin ölmek istediğin! sormadın mı? — Sordum.. bana: (Gözden düş- meseydim, hakan beni bir başkasının kollarına atmazdı!) dedi, Kubilây bu sözleri duyunca büsbü- tün kederlenmişti. — Gerçek ben Japonların bu âde- tini hatırlıyamadım... Geçen yıl Mi- kadonun sarayında buna benzer bir çok ölüm vakaları olmuştu. Şi-Yama bunları bana anlatirken, içini çeke- rek inlemişti. Japon sarayında Mi- kadonun gözünden düşen kadın der- hal kendini ölüme mahküm eder. Onun için hayat, mânasız ve çekil mez bir yüktür. O bu yükü bir ağaç dalına asıp kurtulur, Garip bir âdet! Fakat, Şi-Yama yaşamalıydi. Ben onu gözümden ayırmak istemezdim... Şi- Yama çok fedakâr bir kadındı. Arzu- mu bakışlarımdan anlardı, Çok zeki ve kabiliyetli, ayni zamanda da temiz yürekli bir insandı. Bu esnada Semga bahadır da hâ- kanın yanına gelmişti. Sarayın için- de korkunç bir sessizlik vardı. — Şi-Yama ölmüş!... Herkesin ağzında bu iki kelimeden başka bir söz dolaşmıyordu. Şi-Yamanın öleceğini hiç kimse ak- lından bile geçirmezdi. O hakana ken» dini o kadar çok sevdirmişti ki... Sa- ray halkı, hakanın onu Terlana nasıl vereceğini düşünürken, hadiseyi: (Hakan Terlanı deniyor!) şeklinde tevile mecbur oluyordu. Şi-Yamanın Terlanla evleneceğini duyan yerli Çinliler bile: «Et tırnaktan ayrılmaz. Kubilây han bu sevimli gözdesini kendi elile kimseye verömez! » Demişlerdi. Kubilây han gezintiyi geri bırak» maşa. (Arkası var) E eps Fus3 Epe) İşsEEE 2 bel feşEEET Tİ (EZER Hİ siği 5 >2 >fzf£ RESİ ai FE: el, SESE Slef> # E. /el?E Fe