sö a eayg > TPFER ESEEŞBFEŞ BPSŞ BYEk ATARAK Bedri şip Sek eö'Eşep? Bekilli e 3 Kendi halinde, EE | gayet mahçub bir bekârdım, «Bu asır- da İstanbulda böyle bekâr olur mu?.> | diyeceksiniz, işte olurmuş... Bir çir- kette çalışıyordum. Bulunduğum ser- Miste feleğin çemberinden seksen ke- 16 atlamış, zevkine düşkün bir arka- daşım var: Necmi Bir gün gene böyle bir ilkbahar akşamı... Şirkette paydos zili çaldı. Necmi bana — Haydi Şevket.. dedi... İri kütür kütür kiraz alalım.. Sandıkburnu gâ- ginosuna gidelim.. güzel bir hıyar sa- Iatası, bir de bol zeytinyağlı, sirkeli Cacık yaptıralım. bir kaç kadeh ata- hm, Akşamcılık hiç mutadım olmadığı için itiraz ettim: — Vazgeç canım... Pacağız... O gayet samimi bir tavırla: — Aptallık etme be çocuk. dedi. Bu ölümlü dünyanın biraz keyfini çıkar... Felekten bir akşam çal. çal be çocuk.. çal be budala. Israr fayda etmedi. — Peki, dedik, haydi felekten ak- Gidip te ne yer gazinosuna yollandık.. akşam hakikaten güzeldi. Çiroz sala- tarı enfes olmuştu. Kirazlar bal gibi... Epeyce kaldık. Gece akşamdan ne- fis... Tepemizde kocaman bir ay ışıl Işil,. Necmi hem çekiyor, hem de: «Ay asar kandilini.» «Suya sarkan dilini Diye şiirler, gazeller okuyordu. Şişe- nin biri bitti. Ben kalkmağa davran- dım. Necmi; — Otur. yok. Ben ona hayret ediyordum." Evli ldi, halbuk! vakit iyiden iyiye geçmiş- U, dedi, aptallığın lüzumu — İyi ama Necmi, dedim, seni ev- den bekiemezler mi?.. Yemeğe bekler- İer belki... Haydi kalkalım. O sadece bir uzun: — Olur. dedi, sonra benim izzeti mefsimi kırmak için: — Budala.. dedi, ben eyli olduğum halde geç kalmaktan korkmuyorum. Ben ki bekârsın., yoksa evde annen- den mi korkuyorsun... Giğince eve Ağzını kokliyacak «rakı içmişsin!s di- ye seni azarlıyacak mı? Vah anasınm kuzusu.. vah süt kuzusu. sana rakı yerine bir lokum ısmarlıyaydım ya- hu.. yanlışlık etmişim.. Bu $Özler izzeti nefsime dokundu. Besimi çıkarmadım. İkinci şişe rakı geldi. Cacığı tazeledik, Çirozu yenilet- tik. artık benim de başım iyiden iyi- ye dönüyordu... Bu aralık gazinoya iki yalnız kadın geldi. Evet iki yalnız genç kadın. erkeksiz, bu saatte!.. Hayret ettim. Fakat Necmi merakımı giderdi: — 00000.. dedi, maşallah.. dul kar- deşler... Bunlar geçen sene de bu ci- Yarda oturuyorlardı.. erkekleri yok- , tur. Akşam yemeğinden sonra gelir- ler, burada radyo dinlerler... Şeylerdir doğrusu., Şöyle yan gözle baktım.. dul kar- deşler hakikaten nefis şeylerdi. Hele Küçüğü. fındık kurdu musun be mü- barek?.. O ne vücut. bıllık da'billık.. Mem de ne neşeli şeyler. bizim masa- nım hemen yanıbaşına oturmuşlardı. Necmi onlara bakıp gazel söyledikçe fıkır fıkır gülüyorlar, onlar güldükçe bizim arkadaş: — Hay yesinler o ağızları, hay ye- 8inler o burunları. hay yesinler o gü- Yercin gibi elleri.. diye sanki anadan doğına bir yamyammış gibi iştihasını Mahar ediyordu... Vakit adamakıllı ileriledi. Biz hâlâ yerimizdeyiz. Ne zaman: — Kalkalım Necmi.. desem o alaya başlıyor; — Anasının süt kuzusu... Lokum ısmarlıyayım yer misin?. Yahu ben €vli olduğum halde bu kadar telâş etmiyorum., Kadınlar da bize dik dik bakıyor- Jardı, Nihayet onlar kalktılar. Gazi- Monun kapısından çıkarlarken dön- düler. Bize bakıp güldüler, Necmi elektriklermiş gibi: — Kalk.. dedi — Nereye?.. — Görmedin mi?., Bize işaret etti. gidetim.. Yaman — Yeni Necmi. — Aptal mısın be?.. Keklikler kafe- #in kapısına gelmişler de bu hâlâ lâ“ kırdı söylüyor... kalk., budalalık etme.. Kalktık.. kadınlar önde, biz arka- da... Ben mahcub, sıkılgan olduğu- mu peşinen söylemiştim. Onun için | Necmi onların yanına yaklaştı. «Ru- hu revanım», «badem şekerim», «lâ- #elokumum> diye'bir şeyler mırılda- niyordu.. ben: — Vazgeç Necmi.. dedikçe 0: — Eşeklik etme. diye sözü ağzım- da bırakıyordu. Kadınlarla saatlerce deniz kenarında dolaştık. Eve döndü- Kümüz zaman saat gece yarısını çok- tan geçmişti.. Ertesi gün ben şirkete midem ber- bad, uykusuz geldim. İçimden Necmi- ye küfür ediyordum. Lâkin akşam paydosu zamanı yaklaşınca 0: — Haydi. dedi, — Nereye?. — Sersemliğin lüzumu yok.. dün gece kadınlara söz vermedik mi?. Hakikaten söz de vermiştik... Nec- mi bu sefer beni gazinoya götürmek için o kadar ısrar etmedi.. fındık kur- du gibi dulları bir sandala attık.. Nec- mi böyle zamanlarda dâhi olur, yok- luktan varlık çıkarır, yaralırdı. N- tekim gitti. Civarda oturan bir arka- daşının gramafonunu da eldı.. oh mehtap.. rakı. güzel m ve bizim fındık kurtları. hele bi in de sesi güzelmiş. artık Allaaaaaah!.. Fakat ben gene ona hatırlattım: — Necmi seni evden merak etme- şinler... ©: — Kes sesini be salak. diye kesti- rip attı. Uzatmıyalım bu âlemler böyle ge- celerce devam etti, durdu. Ben Nec- minin zorile Adeta rakıya ve hovar- dalığa alışmıştım. Artık eskisi gibi aksamları İşten çıkınca doğru eve gitmeği pek canım istemiyordu. Bir gün arkadaşlardan biri beni bir kendra çekti: — Yahu,, dedi, Fena dedikodu olu- | yor. Haydi sen bekârsın, istediğini ya- parsın ama.. eyli arkadaşları bari baş- | tan çıkarma... Zavallı Necminin evi- ni barkını yıktıracaksın.. o sana ba- Kıp azıyor. malüm ya böyle işlerde bekârlar evlilere ön ayak olurlar, on- ları azdırır, baştan çıkarırlar, Acı şu Necmiye Şaşırmıştım. Kim kimi baştan çi- karıyordu?, Fakat Necmi her akşam paydos zamanı yaklaşınca yakama yapışmakta ısrar ediyordu. Bir hafta sonra. Necminin karısı dnireye geldi. Doğru benim odaya: — Utanmıyor musunuz siz? Koca- mi baştan çıkarmağa sıkılmıyor mu- sunuz.. diye beni kepaze etti... Fakat Necmiye söz anlatmanın imkânı yok- tu ki... Evine, şirketteki arkadaşları- Da karşı güya kendisini bekâr dostu yani ben azdırıyormuşum gibi masum bir tavir alıyordu. Bana karşı da ta- mamile aksi... Bir akşam elinden kurtulamıyordum. Nihayet bir gün şirketin direktörü beni çağırdı: — Vakıâ, dedi, hiç bir memurun hususi hayatına karışmağa salâhiye- tim yok.. fakat şimdi Necminin karı- sı bana gelip sizi şikâyet etti, Siz evli arkadaşlarımızı baştan çıkarıyolmuş- sunuz!.. Bu olmaz işte. siz bekârsı- nız, istediğinizi yapmakla serbestsi- niz.. fakat evli arkadaşlarınızı baş- tan çıkarmayınız rica ederim.. Allah Allah çıldıracağım.. ben Nec- miden kaçlıkça o yakama yapışıyor. deli olacağım. Bir gün bir garinoda oturuyoruz. Sokaktan Ar:f geçti.. o da evlidir, Nec- mi onu görünce: — Arif. gel buraya.. diye bağırdı. Arif te kılıbıktır ha.. hem ne kılı bık.. dünyads gazinoya oturmak is- temez. lâkin Necmi o derece ısrar ef- ti ki zavallı oturmağa mecbur oldu. haydi bu sefer ertesi gün Arifin karı- sı şirkete damladı. yine ben Arifi baştan çıkarıyormuşum... Arkadaş- lar arasında dedikodu.. Bir sene sonra benim adım; «Evli- leri baştan çıkartan» oldu. Şimdi bü- tün arkadaşların karıları kocalarını benimle konuşturmuyorlar.. evliler bana boykot yaptılar. (Bir yıldız) 22 Mayıs 937 Cumartesi İstanbul: Öğle neşriyatı — 12,30 Plâkla Türk musikisi, 12,50 Havadis, 18,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 Son. Akşam neşriyatı: Saat 18,30 Plâkla dans musikisi, 19,30 Konferans: Dok- tor Ali Şükrü (Çocuklara hastalık na- sil geçer, korunma çareleri). 20 Fasıl Baz heyeti, 2030 Ömer Rıza taralın- dan Arabca söylev. 20,45 Fasıl Saz heyeti (saat ayarı). 21,15 Orkestra. 22,15 Ajans ve borsa haberleri ve er- tesi günün proğramı, 22,30 Plâkla solo- lar, opera ve operet parçaları, 23 Son. Ecnebi istasyonlarm bu akşamki en müntehap programı Milâno (368) saat 22 Koro ve Or- kestra, Prag (470) 2050 R. Frimi: «Serseriler | kıralı) operet. Marsilya (400) 21 Operadan nakil, Bordo (278) 21,30 Radyo orkestrası, Oslo (1153) 22,10 Halk musikisi Bükreş (364) 20,50 Piyano konseri. Varşova (1339) 22 Konser. Kalundborg (1250) 22,30 Koro konseri, Peşte (549) 22,10 Tzi- gan orkestrası, Dans musikisi Breslav (316) saat 23,30 - Hamburg (332) 23,30 - Marsilya (400) 24 - Peş- te (549) 0.30. 73 Mayıs 937 Pazar İstanbul — Öğle neşriyatı: 12,30 Plâkla Türk musikisi. 1250 Havadis. 13,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 Son. Akşam. neşriyatı: 18,30: Plâkla dans musikisi, 19,30: Konferans: Or- du saylavı Selim Sırı 'Tarcan (LON- DRA), 20: Müzeyyen ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve Halk şarkıları, 20,30: Ömer Rıza tarafın- dan arabca söylev, 20,45: Muzaffer ve arkadaşları tarafından Türk mu- sikisi ve halk şarkıları (Saat gyarı), 21,15: ORKESTRA: 22.15: Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün prog- ramı, 22,30: Plâkla sololar, opera ve operet parçaları, Son. Istanbul 21 Mayıs 1937 (AKŞAM KAPANIŞ FİATLERİ) Esham ve Tahvllât | | | İst. dahlif o 95,—)İş. B. Hamiline 9,80 i be 23 » Müsasls 77.— —İT.C. Merkez Dakik ban Bankası 89,— » Ni 19,72,50İ Anadolu his. 23,65 » MM 1970) Telefon 6,25 Mümessili | o 44,20) Terkos 10,50 . W 40,—) Çimente 13,0 u İttihat değir. 9,73 İş Bankası | 9,80) Şark O» 1— Para (Çek fiatleri Pare (o 17,69,75) Prağ 22,62,30 Londra o 626,—| Berlin 1,96,44 Nev York 78,93,75İ Madrit | 13,73,80 Miüâno 15.—İ Belgrad ; Atina 5790—İ ziy za Cenevre ( 3,45,16 si Brt 468,10) Pengo o 39775 Amsterdam 1,43,56| Bükreş ( 107,50,75) Solya © 63,B9,75İ Moskova 24,73,50 ecnebi memleketler: Seneliği 3600, altı aylığı 1900, üç ylığı 1000 kuruştur. Adres tebdili için yirmi beş kuruşluk pul göndermek lâ lâzımdır Rebiulevvel 11 — Rum H Har 17 17 & İmsak Güneş ğin İkindi Akşam Yat EL 72 SAT 444 MAZ İğde 15a Va. 228 4,97 1210 1608 1925 21,19 İdarehane: Babiöli civarı Acımusluk So, Eskişehirde AKŞAM neşriyatı «Bes - Işik» müessesesinde salı- lr, «Akşam: gazetesine aböne olanlara bumu tenzilât yapılır, a . — KUBILAY HAN | Yazan: İskender F. Sertelli Kubilâyın çadırı önünde görünen bir No. 57 yılan hakana gözünü dikmiş bakıyordu. * Moğollar yılana sordular; — Cin - Kin yaşıyor mu. yoksa.? — Tanrılar bizi gökten seyrediyor» lar... Kim kuvvetli ise harbi o kaza- nacak. Diyordu. Bütün kollardan taarruz başlamıştı. Japonlar gene fillerin yardımına si- Kınmışlardı. Moğol orduları meydana doğru akmağa başlayınca, birdenbire seyyar birer kale halinde harekete geçen fillerin, kol kol hortumlarını sallıyarak Moğol atlıları üzerine yü- rüdükleri görüldü. Moğollar ilk hamlede filleri vurup meydanın öte yanına geçeceklerini 'umdular.. Ucu sivri oklarını fillerin üzerine yağdırmağa başladılar. Atılan oklar bu müthiş hayvanların sırtlarını okuşuyor gibiydi.. Gerçi ok- ların bir kısmı fillerin vücuduna sap- lanmıyor değildi.. Fakat onların deri- leri o kadar sert ve kalındı ki, niha- yet, atılan oklar bir örümcek ağına takılmış gibi saplanıp kalıyor ve fille- rin hareketine zerre kadar mani ol- muyordu. Akbuğ bu seferki fil hücumu karşi- sında büsbütün şaşırıp kalmıştı; — Bu canavarları önlemek için bir mucize gerek.. Diyordu. Sol cenahtan ilerliyen Cin - Kin de bir fil ile karşılaşmış ve palasile hortumunu ikiye bölmek isterken, fil hortumunu uzatarak Cin - Kini atının üstünden alıp on metre şlerideki nehire savurmuştu. Bu hadiseyi gören sol cenah kuv- vetleri derhal gerilemeğe başladılar. Zavallı Cin - Kin!.. — İmdad.. İmdad.. Beni buradan kurtarın. Diye hekırıyor ve suyun içinde çır- Pınıyordu. - Kinin duygulu atı nehir ke- narına kadar yaklaşmış ve hazin hâ- zin kişnemeğe başlamıştı. Hiç kimse Cin - Kini kurtarmak fırsatını bulamıyordu. mütemadi- yen atlarının başını geri çevirip ka- çıyorlardı. İlk ağızda Kubilâyin oğ- Yunun fırkası bozulmuştu. Sağ cenah fırkasında da manevk yatı kırnlmıyen Akbuğdan başka kimse kalmamıştı. Akbuğ palaile bir filin karnımı deşti.. Bir diğerinin hortumunu yardla- dı Japonair mütemadiyen filleri ile- riye sevkediyorlardı. Akbuğun gösterdiği yararlığı hiç kimse gösterememişti. Fakat, niha- yet Akbuğun atına da bir filin hor- tumu çarptı.. Akbuğ yere yuvarlan- dı. ve arkadan gelen binicilerin at- ları altında ezildi.. sol kolu kırıldı. bacakları zedelendi. — Geri dönün.. bu canavarlarla başa çıkılmaz! Diye haykırdı. 'Tihonun iki kıyısı da mahşer ye- rine dönmüştü. Moğolların fillerden korkmaları yeni ve ikinci bir boz- guna yol açmıştı. Kubilây bu sırada ordunun inti- zamını temin edecek emirler vermek- le meşguldü. Yüzünü geri çeviren orduya ne söz, ne emir, ne öğüt. hiç bir şey dinletmek kabil olmuyordu. Fillerin uğultusu da Moğolları büsbütün tedhiş ediyordu. Vaktile Pekinde bir meseleye kı- zan Kubilây hanın şu sözü Çinliler arasında pek meşhurdu. Kubilây han bir gün yerlilerden baş kaldırmak istiyen bazı kimsele- re bir ders vermek için: «— Ben sizi, tahtırevanımı taşıyan Kubilây, şimdi kale surları gibi kar- şısında sıralanan yüzlerce fil önün- de ne yapabilirdi? Ordunun her taraftan hezimele uğraması üzerine Tihonun cenup ta- rafa doğru akmağa mecbur kal Japonlar; bu sefer de harpte üs- tün geldikleri için, neşeli şarkilar söyliyerek fillerin arkasından bağırı- şıyorlardı. Kubilây bu vaziyette çok mütees- sirdi. Büyük Moğol imparatoru, o gün ilk defa harp meydanında âtınm ba- şını geri çevirmiş bulunuyordu. Moğol zabitlerinden biri: — Ben bu bozgunu önceden keş- fetmiştim... Diye söyleniyordu. Kubilây: — Nereden anladın? Diye sordu. Moğol zabiti: — «Uğurlu geyik» in yürümek İs- tememesinden: Dedi. Kubilây başını salladı: — Hakkın var, oğul! Geyiğin yer- lerde sürünerek ölmesi, bize bir fe- iâketi haber veriyordu. Fakat, ben yolda bir geyik öldü diye koskoca bir orduyu ters. yüzüne çeviremez- dim. Ne yapalım? Talihimiz bu se- fer bize gülmedi. Her hapte kazanan ve müzüffer dönen Kubilâğyın bu seler talihin gülmemesinden şikâyet etmesi çok hazin bir itiraftı. Kubilây atını sürdü. Tiho kıyılarından ayrılarak ya- el doğru İlerilemeğe başladı- pi büyük bir i Kubilây o gün ömründe ilk defa: «— İşte şimdi, hezimetin acısını duydum!» demişti. ... Cin - Kin meydanda yok! Kubilây dağınık orduyu bir araya toplamak için, Tiho kalesine dön- meğe mecbur olmuştu. Dağılan fırkaları toplu bir halde eski şekline sokmak kolay bir iş de- gidi. Ordu dönüyordu.. : Fakat, bu dağınıklığın verdiği acı yetmiyormuş gibi, bir de Cin - Kin felâketi yüz göstermişti. Kubilâyin oğlu meydanda yoktu. * Onun nehre düştüğünü görenler vardı.. fakat, herkes Cin - Kinin kur- tarıldığını sanıyordu. Hattâ onun sudan çıkarıldığını gö“ renler bile“ vardı, Kubilây (Küçük Dağ) sırtlarında karargâh kurarak, dağınık kuvvetleri bir araya topla mağa çalışırken, oğlunun hâlâ mey- dana çıkmayışı hakanı çok üzüs yordu. Japonlar geri dönmüşlerdi. Artık fil ordusu Moğolları kovalar lâyin ordusunu bozğuna uğratmak ve onu Tiho sınırlarından öteye ge- girmekti. Japonlar buna muvaffak olmuş. lardı.. de büyük ordularla de- ür; & bir fil sürüsü ile.. Bozgundan çok müteessir olan Kus bilây çadırm kurdurmuş, kuman- mili Send My de — Kaybolan olda eönmmyük da bizi düşünüyor... Diyerek, hep bir ağızdan bağırlı- Jar: — Bize sen lâzımsın, ulu hakanl MR