1$ Mayıs 1997 amm Filimlerdeki ateşli Bazılarının zannettiği gibi soğuk bir öpüşmeler dudak birleşmesinden ibaret midir? Bir ses mühendisi bazı yıldızlar hakkında dikkate şayan ifşaatta bulunuyor dei Carole Lombard ile Georges Raft, Marlene Dietrich le Gary Cooper aşk sahnesinde Charles R.yer ve Margaret Sullivan Beyaz perdede iki ateşli genç âşık, uzun bir ayrılık devresinden sonra ka- vuşuyor, yanan dudakları birleşiyor... Ekser sinema seyircileri bu kabil ih- tiraslı buselerin yalancı olduğunu ve ateşli gözüken buselerin soğuk ve his- &iz bir dudak birleşmesinden . ibaret bulunduğunu zanneder. Halbuki se- nelerce bu sahneleri seyretmiş olan bir sinema ses mühendisi hiç de bu kanaatte değildir. Mühendis yıldızla» rın kendilerini rollerine kaptırdıkları- nı ve bü bulselerin sahi olduğunu id- diz etmektedir. Mikrofori mühendisi bu iddiasını sesli filim ahınırkön mikrofonda işitti- ği gizli seslere istinad ettirmektedir. Harry Mills ismindeki bu mühendis yeni mikrofonların kalb atmalarını işi- tecek kadar hassas olduğunu söylü- yor ve bir buse sahnesinde iki yıldı- zın hissiyatını göslerecek «aşk sesle- ri işitebildiğini ileri sürüyor. Harry Milis bu hususta hangi çift- lerin en hararetli göründüklerini sıra- site sayıyor: Ciaudette Colbert ile Fred Mac Mur- ray, sonra Gary Cooper ile Marlene Dietrich, Charles Boyer ile Margaret Sullivan, Georges Raft ile Carole Lom- bart, ve nihayet Mae West ile Ran- dolph Scott, Sözü Harry Milise bırakıyoruz: — Bence küçük Claudette Colbert için için yanan bir volkandır. Kendi- ni istediği gibi bir erkek kollarında bulduğu vakit faaliyete geçer. Mikro- fon bana gösteriyor ki Fred Mac Mur- ray sevimli yıldızın istediği gibi adam- dır, Onu başkalarının kollarında iken gördüm ve mikrofunda busenin sesini işittim. Predin kollarındaki busenin hakiki olduğuna şüphe yoktur. Mik- rofonda bu suretle yıldızları dinlemek insana çok şeyler öğretiyor. Başkası- nın, en yakınlarındekilerinin bile duymadıkları sesler duyarım. Buse sahnelerinde teneffüsün İntizamını kaybettiğini, veya sesin edasının ba» 8 değiştiğini işitirim. Ciaudette ile Fred sarıldıkları vakit mikrofonunumun iğneleri delicesine dansa başlar. Bundan Fredin mesul olduğunu biliyorum. Fakat Claüdet- te'e de büyük bir pay ayırmak lâzım, Fred haricen soğukkanlı görünmek- le beraber karşısında oynıyan kadın- ların hissiyatını berbad eder. Evvelc9 soğukkanlı zannettiğim Fredin kaf- şısında Claudette, Marlene Dietriche taş çıkartacak kadar hararetleniyor- Jar, — Bu hususta Gary Cooper ile İ Marlene Dietrich ikinciliği vermek 14 | sım. Hattâ bir aralık bu çifte birin- ciliği vermeği düşündüm. Fakât his * siyatlarını uyandırmak hususundâ ( Claudette ve Fredden daha yavaş ol- maları bu mevkii onlara verdirmeye beni icbar etti, Marlene ve Gary'nın provaları gâ- yet soğukkanlılıkla başlar, Zanneder- sem bidayette kendine hâkim olan Mis Dietrieh'dir. Avrupalı olması onu böy- hareket ettirir. Biraz naz yapar. Fa- kat üçüncü provadan sonra filim çe- kilmiye başlanacağı vakit mikrofo- nun iğnesi delice danslarına başlar, Hararet yükselmiştir... Gary bu hususta Frede pek benzer. İkisi de utangaçtırlar. Fakat her iki. sinin de kadın partönerleri üzerinde ki tesirleri aynidir. Gary ile Marlene arasında buse sahnesinde tesir altın- da kalan Garydir. Mikrofonum bunu bana gayet iyi 'gösterir.-Bu sahneler- den sonra Gary'nin kızardığını görü- | rüm. Bu çok barizdir. Çünkü pek az | makyaj yapar. Mis Dietrlehin hissiyatı | gözlerinden belli olur. Gözleri parla- ! mağa başlar. ile Lombard ile Georges Raft'a | gelince bunlar biraz başkadır. İlk pro- I vada daha dudakları birleşir birleşmez | mikrofonun iğneleri oynamağa baş- İsr. Hassas mikrofonumda ikisinin de çabuk çabuk atan kalblerini işitirim. Fakat vakit geçtikçe mikrofonun iğneleri yavaşlar. Başka artistlerle böyle sahneleri Carole istihza ile kar- şılar, Fakat Georges Raft ile vaziyet başkadır. Söylediğim gibi iş pek elddi- leşir. Bu ikisi biribirlerine dinamit gibidirler, Harry Mills ile Mae Weste gelince, | “ae Wesin buseleri dalma seslidir, nin başlangıcında ve sonunda bir buse sesi» işitilir, Bu ses Mae Westin, buselrinin hakiki olduğunun iddia kaldırmaz bir delilidir. i * Bir zamanlar sahnede çok rağ“ Lİ bet kazanan «47 numaralı koltuk» pi- | Biribirlerinin his tellerini ihtizaza yesi filme çekilecektir. Baş artistler | getirenler: Yukarıda Mae West ve Prançolse, Eivire Popesco, Andr& Le- | Randolph Seotte, aşağıda Claudette faur, Ralmu, ve Henry Garat'dır; Colbert ve Fred Maç Mürray e 9 Sah | Perşembe müsahabeleri | Finlândiya ve Finler Finlandiyada asker kadınlar SE Asırlarca İsveçin kuvvetli kültürü- nün ve sonra gene yıllarca ceki Rus Çarlarının boyunduruğu altında kal- mış, yabancı devletlerin sancağı al- tında yaşamış, kendilerinin olmıyan bir üniformayı taşımış, kendilerinin olmıyan-bir dil ile konuşmuş oldukla- rı halde benliklerini, milliyetlerini, Adet ve ananalerini, nihayet dilleri- rini büsbütün kaybetmemiş olan Fin» lândiyalıların öldükten sonra * diril- meleri bir mucize sayılmaz mı?. Finlândiyaya tabiat birçok hususi güzellikler bahşetmiştir. Ormanları, vadileri, nehirleri, kanalları hele göl- leri seyrine doyulmaz birer şaheser- dir. Yazın beyaz gecelerinde güneşin ufukta mütemadiyen seyrini görmek başlıbaşına bir şiirdir, Onun içindir ki, Pinler dünyada yaşıyan insa içinde en çok tabiata bağlı olan bir millettir. Genci ihtiyarı çiçeklerin, ağaçların, nehirlerin, göllerin dilin- den anlar. Bir Fin kızı küçücük san- dalında kürek çekerek gölde dolaşır- ken o sakin sulara hayranlıkla bakar, anu âdeta sevgili bir dost gibi gözle- Hile okşar. Diyebilirim ki, başka mil letlerin musikiden, şiirden, duyduk- ları zevki Finler tabiatten alıyorlar. Onlar tabiata tam mânaslle âşıktır- lar, Bir insan memleketinin ağaçlarına, derelerine, tepelerine, vadilerine, göl- lerine bu kadar büyük bir muhabbet- le bağlı olursa onun bir kılma hata gelmemesi için yolurida icap ederse geve, seve can vermesini elbette bilir. Bu tıpkı evlâdını korumak için her tehlikeye göğüs geren gir ana sevgisi gibi bir şeydir. Finlândiya on ikinci asırdati evvel yarı bedevi bir hayat geçiriyordu. İs- veçliler onları önce İsa dinine soktu- lar, sonra da teşkilâtlandirdila; hayet İskandinavya medeniy lara aşıladılar. Pinlândiya hü ümet merkezi İsveç: ! ler devrinde Turku idi. İskandinav- yalıların (Abo) adını verdikleri bu güzel şehir İsveç sahillerindedir. Fin- İer beş asır İsveç hâkimiyetinde kal- dıktan sonra Ruslara geçince hükü- met merkezi Rus sahillerinde olan Helsinglors şehrine nakledildi. Üniver- sitede bu şehirdedir. Finler Rus idaresine geçtikten son- ra o devirde çarların istibdadı altın- da daha çok tazyik görmeleri lâzım gelirken bilâkis birinci. Aleksandr, Adeta İsveçlileşmiş olan bu milleti €s- ki efendilerinden soğutmak gayesi ile kendilerine hayli imtiyazlar verdi. Para basmalarına, yol ve şimendi- fer yapmalarına izin verdi. Üniversi tede ve bütün mekteplerde Fin dilin- de tedrisat yapılmasına müsaade etti. Gariptir ki, beş asır danberi İsveç Usanında tahsil görmüş olan münev- bilmiyorlar. leketin yüksek er köylere git» dı, İşbi tabakasını teşkil ede tiler. Çobanlarla, bah) ) Ye düşüp kalktılar ve ana dillerini öğ- yendiler. Ana dillerinin gramerini yazdılar, Pin dilinde risaleler, gazeteler, kitap- ar bastılar ve pek az bir zaman için- de İsveç edebiyatı Filândiyada yerini Fin edebiyatına bıraktı. Köylerden gelen ahçıların, işçilerin at uşaklarının konuştuğu mili Nisan en kibar aile salonlarında yer buldu. Artık işler yolunda gidiyor, memleket günden güne inkişaf buluyordu. Her ne kadar Finlerin resmi lisanı isveç- çe idi ise de çok parlak bir istikbalin ümid güneşi artık ülkelerine doğmuş» tu, Mili dava Kazamımıştı. Medeni milletler arasında metburl askerlik hizmetine talip olan kadın- lar ilk defa olarak Filândiyada görül müştür. Bunları (Lotta-Svard) diyor- lar. Bu kadın ordusunun 'filen hiz- mette bulunan miktarı kırk bindir. Re simde görüldüğü gibi hususi bir ü formaları vardır. Vazifeleri seferber- likte ordunun iâşe ve hastabakıcılık işlerini yapmak ve harbeden erkekle- rin yemeklerini pişirmektir. Hepsi de büyük bir disiplin dahilinde yaşarlar ve mırıldanmadan aldıkları emri ya- parlar. Buna rağmen hiç biri kadın. lıklarından birşey kaybetmemişlerdir. Şüphe yok ki Finler medeniyet sa- hasında İsveçlilerden hiç geri değil lerdir. İlim te irfan müesseseleri çok mükemmeldir. Fikren olduğu gibi, ahlâken de çok yükselmişlerdir. Avrupada İsveçin emniyet ve asayi- şi mevzuu bahis olurken o «saatinizi sokakta bıraksanız kimse elini mez.> derler, halbuki Filândiya «saatinizi sokakta bıraksanız bir ya- bancı onu oradan alır, kulağına gö- türür, durmuşsa kurduktan sönra yerine birakir!s derler. ' Filândiya bir doğruluk memleketi dir. İsveçte olduğu gibi burada da hiç bir esnaf, hiç bir tüccarın sizi aldat- raasına imkân' yoktur. İçtiğiniz süte”t su katılmamış, yediğiniz yağlara baş» ka bir madde karışmamıştır. Aldığı kunduranın veya giydiğiniz kümi sağlam olduğunda şüphe yoktur. Alı- cı ile satıcı arasında büyük bir itimad vardır, Otellerde, lokantalarda, va- purlarda İsveçillerin smörgözbur ia bir ettikleri mükellef büfeler vardır. Orada füme dil, somon balığı, siyah havyar, Rus salatası, beyin, jamban daha türlü, türlü soğuk etler, balıklar ve yemişler Yurdır. Oradan herkes ta- bağına beğendiğini, dilediğini alır, sonra kasaya gider, ben şunu yedim, bunu yedim diyerek. borcunu öder; Müşteri ne söylerse, lokantacı ora inür Dir. Hüzriyetin tam münasmı anlamış olan Finlerde herkes biribirinin hukuk na riayet eder. İçtimai münasebetler- de kanunun fevkinde halkta bir (Bon- ne sens) “aklıselim vardır ki, o süyede kimse kendisine yapılmasını arzu ele nediği bir muameleyi başkasına yap» maz. Hülâsa şimalin bü bir avuç halkı fikren, âhlâken ve bedenen çok yüke <elmiş ve medeniyet sahasında ÇOK ileri gitmşilerdir. Selim Sirr TARCAN