Feriha divana boylu boyuna uzan- miş romanını okurken hizmetçi kız | Ayşe içeri girdi. Ayşe şaşkın şaşkın: Gene iki çift çorabınız eksik, de- di, yıkayıp balkona asmıştık. Ortadan kayboldu. Feriha kitabi elinden atarak doğrul- du: — İşte bu rezalet.. dedi. Bununla kaybolan çoraplarım, tam on çift ol- du.. canım nasıl kaybolur bu çorap- 1ar?... Ayşe de buna hayret ediyordu: — Vallahi bilmem ki... Çorapları kendi elimle asmıştım hem de... Çamaşırları astığınız balkona hırsız çıktı desek öteki daha güzel şeyleri de aşırması lâzım... Hırsız yal- nız iki çift çorabı çalıp kaçmaz ya... Ayşe boynunu büktü. « dedi. Feriha sinir içinde idi — Herhalde bunda bir şey var... Ne oluyor bu çoraplara... Bir ayda on gift çorabım kayboldu ... Bu sırada Ferihanın arkadaşı Paki- ” ze içeri girdi. Pakize genç ve güzel bir kadındı. İçeriye girdiği zaman elinde paketler vardı; Pakize; — Bizim Nurtenin kumbarasını İş bankasına götürdüm. dedi, oradan da çorapçıya uğradım.. yarım düzüne çorap aldım... Ne oluyor bilmem... İki aydan beri 14 çift çorabım kayboldu. Feriha hayretler içinde yerinden fırladı. Bitişik aparlımanda oturan komşusu Pakizenin karşısına dikildi; — Senin demi çorapların kayboldu? Pakize şaşkın — Ne demek be: nın da çorapları Feriha derdli: — Ah ne diyorsun Pakize?... Ne di- yorsun?. Bir ayda tamam 10 çift çora- bım kayboldu.. Sanki yer yarıldı, ço- Taplarım yerin dibine geçti. — Ay deme Feriha... Demek 8€- nin de çorapların kayboluyor.. demek bunları dışarıdan çalan biri var. hal- buki ben de bizim aptal hizmetçiden şüphelenmiştim. Günahma girmişim Kazın... — A.. delirmek birşey değil doğru- su... Bu çoraplar ne oluyor acaba. Bunları alelâde bir hırsızın çal- masına imkân yok.. çünkü hırsız fır- sat bulsa daha kıymetli şeyler çalar... çorabı ne yapacak değil mi?.. — Öyle ya... Balkon kapısı açıktı. Dışarıda ilik, güneşli bir mayıs günü vardı. Bir- denbire yukarı katta oturan Nazanın yüksek sesle hizmetçisine çıkıştığını duydular. Nazan diyordu ki: — Canım bu nasıl şey?... Gene mi çoraplarım kayboldu.. gene mi?, Olur rezalet değil vallahi.. bu kaçıncı ©- Tuyor böyle... Feriha ile Pakizenin sinirleri boşan- mıştı. Sinirden gülemiyorlardı. Feri- ha sordu — İşittin mi? Pakize: . — işittim ve hayretten küçük di- İlmi yutacağım... Nazanın da çorap- ları kaybolmuş... — Aman Nazan' çağıralım da ağ- sından dinliyelim... Sonra balkona çıktılar, seslendiler; — Nazan,. Nazan... Nazan balkonda göründü. Yüzün- den büyük bir sinir içinde olduğu an- laşılıyordu. Feriha: — Nazan..biraz aşağıya bize gelse- ne... Sana anlatacak mühim şeyleri- miz var. Nazan derdii ve sinirli: — Gelemem, dedi, bütün çoraplarım kayboldu. Tek bir çorabım yok şim- di.. — Canım merdivenlerden çorapsız inersin... Gel... Çok mühim şeyler anlatacağız. Biraz sonra Nazanın İskarpinleri merdivenlerde tıkırdadı. Genç kadın çorapsız olarak içeri girdi. Kapıdan girer girmez güzel ellerile çorapsız ba» caklarını işaret ederek: — İşte böylece çorapsız kaldım. bütün çoraplarım kay! içinde sarsılıyor da kızdı: — Gülün.. gülün.. sizin de benim gi- bi bir ayda 12 çift yepyeni çorabiniz kaybolsun da O zaman güler misiniz acaba... ÇORAPLAR İ Bu söz Feriha ile Pakizey tün coşturdu, Artık kahkabalarını arkasını getiremiyorlardı. Nihayet kahkahadan gözleri yaşar- miş olduğu halde Nazana kendi b: Yarından geçenleri de anlattılar. Bu s6- fer üçü birden gülmeğe başladılar. Nihayet Nazan: — Lâkin gülecek sıra değil. bu es- Tarengiz şeyi mutlaka öğrenmeliyiz... dedi, Bir hafta sonra iş büsbütün garip bir hale döküldü. Ayni semtte ayni apartımanda ne kadar genç ve güzel kadın varsa hepsinin bir veya birkaç çift, hattâ bazılarının 15-20 çift ço- rapları kaybolmuştu. Esrarengiz bir el bütün genç ve gü- gel kadınların çoraplarını çalıyordu. Bung herkes hayret ediyor, kimse hırsızın kim olabileceğini kestiremi- yordu. İşin en garip tarafı biraz çirkin ye yaşlı olan hiç bir kadının çorap- ları çalınmıyordu. Demek çorabı çalan kimse, çorabın kıymetinden ziyade sahibinin güzel- Biği gençliği ile alâkadardı. Gene bir gün Feriha salonda ki- mek İstiyor... Şakir İstanbulun en şık, en zengin ve oldukça yakışıklı bekârlarmdan biri idi. Hemen herkesi tanırdı. Üste- konları biribirin kire ayağındaki çoraplarımdan birini getir... Bi rada misafiri buraya al.. Feriha hemen oracıkta, salonda ço- raplarını değiştirdi. Eski çoraplarını da içinden: «Sonra alırım!, diyerek kanapenin altına itti, Şakir içeriye gülümsiyerek girdi. Feriha ona yer gösterdi. Lâkin birden- | bire genç kadının gözü kanapenin al- | tana İlişince güzel yüzü bozuldu. Te- lâşla eski çorabı kanapenin altına ta- mamile itememişti. Çorabın koncu kanapenin altından görünüyordu. Aksiliğe bakınız ki Şakirin de gözü bu çoraba ilişmişti.. Feriha mahcup ne söyliyeceğini şaşırdı: — Size biraz likör getireyim... diyerek kendisini dışarı attı, Lilkör şişesi elinde tekrar içeriye gi- rince Şakir birdenbire fena bir iş ya- parken yakalanmış bir insan tavrile toplandı. Ferihanın gözleri tekrar ka- napeye ilişti. Aaaa... Çorap orada de- gildi. Birdenbire Şakirin cebine bak- tı. Kendi eski çorabı Şakirin cebinden sarkıyordu. Şakir de Ferihanın cebin- deki çorabı gördüğünü farketmişti. Mahcup bir halde çorabı cebinden çı- kardı. — Beni affediniz, dedi, bu bendeki bir hastalıktır. Doktorlar adına fe- tişism diyorlar... bunun türlü türlüle- ri var, Kimi hoşlarına giden kadın- ların mendillerini çalarlarmış.. kimi de böyle kadın çoraplarına âşıkmış onları çalarmış.. ben işte bu cinste- nim,. sormayınız bu çorapları ele ge- çirmek için neler çekiyorum. fakat işte nihayet yakalandım. Bana istedi- Einiz şeyi, istediğiniz cezayı yapabilir- siniz. Feriha mânalı mânalı güldü: — Demek hoşumuza giden kadınla- nn çoraplarını aşınıyorsunuz.. Öyle. — Fakat ne kadar çok hoşunuza gi- den varmış.. bütün bu semtte kimse- İ | nin âyağında çorap kalmadı... Şakir şimdi harikulâde bir gülüşle yanına oturan Ferihanın elini tut- muştu: — Beni affediyor musunuz?, Feriha: — Evet amma bir şartla.. dedi. Bun- dan sonra yalnız benim çoraplarımı çalmak şartile., — Kabul, Şakirin sırrı bütün semte yayılmış ta. Şimdi bazı geçkin kadinlar: — Hain... diyorlar. benim bir çift çorabımı bile aşırmadı.. «Bir y mai Saadiye & caddesinde çok Güzel bir köşk Satılık ve kiralıktır. Suadiye camii | musikisi, ml: Öğle neşriyatı — 1230 Plâkla Türk musikisi, 12,50 Havadis, 13,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 Son. Akşanı neşriyatı: 18,30 Plâkla dans | iKubilây Japon kalesinin sularını boşalt- musikisi. 19,25 Spor müsahabeleri: Eşref Şefik tarafından: 19,50 Konfe- Tans. Spor fevaidi hakkında bay Yu- suf Ziya tarafından. 20 Sadi ve arka- | daşları tarafından Türk musikisi ve Halk şarkıları. 20,30 Bay Ömer Rıza tarafından Arabca söylev. 20,45 Ser fiye ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve Halk şarkıları: Saat âya- rı. 21,15 Orkestra, 21,45 Bayan Kıyıl- ayın İştirakile Tangolar. 22,15 Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün programı, 22,30 Plâkla sololar, opera ve operet parçaları. 23 Son. Ecnebi istasyonların bu akşamki en müntehap programı Milâno (368) saat 23,20 Keman ve piyano. Prag (470) 23,25 «Ezio» opera. Monako (405) 21,30 Senfonik konser. Peşte (549) 22,20 Çaykovski musikisi. Lüksemburg . (1293) 22,30 Senfonik örkestra. Liyon (463) 2130 Operet. Oslo (1194) 21,55 Oda musikisi. Sot- tens (443) Ad. Veüve: «Sonata re mi- nör» op. 2 Stokholm (426) 23,20 Org konseri Dans Musikisi Hamburg (332) saat 21,10 - Varşo- va (1339) 23 - Viyana (507) 23.20 - Breslav (316) 23,30 - Marsilya (400 24 - Londra (kısa dalga) 18.30 - 20,20. (Taç giyme şerefine verilecek balo gece yarısından sonra saat | I de kısa dalgadan nakledilecek- ! İ rette almağa azmetmiş bulunuyordu. tir.) 14 Mayıs 937 Cuma İstanbul — Öğle neşriyatı; 12,30 Plâkla Türk musikisi, 12,50 Havadis. 13,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 Son. Akşam neşriyatı: 17,00 İrkılâb ders- | leri; Üniversiteden naklen Recep Pe- ker tarafından. 18,30 Plâkla dans 19,25 Konferans; . Doktor İbrahim Zati: (Gıda meseleleri) hak- kında, 19,50 Konferans: Spor fevaidi hakkında bay Suat Cezmi tarafından 20,00 Türk musikisi heyeti.. 20,30 Bay Ömer Rıza tarafından arabca söylev. 20,45 Vedia Rıza ve arkadaşları tara- | fından Türk musikisi ve halk şarkı- ları: Saat ayarı, 21,15 Sanatkâr Naşi- din iştirakile Şehir tiyatrosu komedi kısmı (Bin bir gece masallarından Maruf). 22,15 Ajans ve borsa haber- leri ve ertesi günün programı, 2230 Plâkla sololar, opera ve operet parça- ları, 23,00 Son. KULAKLR Güzel sesleri işittiği gibi, bazan parazitleri de alır. Her ses sizi oyalamasın, KREM PERTEV Hakkında — dinlediği niz ve duyduklarını zın en büyük temina- ti, onun kararmayan parlaklığı ve hadiseler karşısında © unutul mayan adıdır. Anglo - Amerikan Kütüphanesi BEYOĞLU TEPEBAŞI, No. 88 Her türlü neşriyat ve siparişler kabul edilir İŞ YURDU Faik Baharoğlu Galatada Havyar muamelelerini ve vergi ve vakıf ica- resi ve taviz bedelleri ödeme işleri- ni deruhde ve takip eder, Telefon: 49069 Dr. FAHRİ CELÂL Sinir hastalıkları ve kekeleme tedavisi ün üçten sonra bakkalına müracaat, cat fi Firkasi 7 Torku apartman No. 2 Tel 20785 KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli No. 48 tıktan sonra, orduya hücum emrini verdi Moğollar bir gece Içinde bütün surları ele geçirdiler.. Hakan bu mektubu maiyet zabitine vererek Kantona göndermişti. Amiral Sütşo zaten o sıralarda donanmasını kızaktan yeni indirmiş bulunuyordu. Cin-Kin yolda giderken, babasına: — Ben Kantondaki donanmanın Japonya üzerine saldıracağını hiç düşünmemiştim. Dedi, şimdi Japon- ya denizden ve karadan iki büyük kuvvetle sarılmış olacak. Bakalım Mi- kado hâlâ atıp tutmalarında devam edecek mi? Moğol orduları burada bir suyun ba- Kubilây, uzaktan görünen Tiho ka- lesini zaptetmeğe karar vermişti. Za- ten tam Japon - Moğol sınırlarında bulunan bu kaleyi ele geçirmeden bu yoldan ilerilemeğe imkân yoktu. Gerçi Tiho kalesini zaptetmeden de Japon sınırları aşılabilirdi. Fakat, Ku- bilây Moğollara sık sık zarar verip yüksek burçlarına iltica eden düş- man elinden bu kaleyi muhakkak su- 'Tiho kalesi ve kalenin arkasındaki eski Tiho şehri bu yol üstünde Japon- yanın kapısı sayılabilirdi. Ordu yorgundu. Kubilâiy askerin su başında bir gece istirahat etmesini emretmişti. 'Kubilây, Kantona gönderdiği mai- yet zabitini burada bekliyecekti. Eğef amrial Şütso yardım isteyecek olursa, 'Kubilây Kantona oğlunu gönderecek- u Cin-Kin, başlıbaşına hareket edebil- | mesi için, Kantondan kendi lehinde bir cevap gelmesini bekliyordu. Kubilây şimdi, önünde karargâh kurdukları kaleyi nasıl ele geçireceği- ni düşünüyordu. Tiho kalesinin burçları çok yüksek- ti. İki tarafından birer ince şerid gibi uzayıp giden kale duvarları, arkadaki şehrin iki tarafını çember gibi sarmış- Li Kalenin önündeki burçların arka- sında ikinci bir sur görünüyordu. Aca- ba bu iki sur arasında su hazineleri mi vardı? Eğer böyle ise birinci suru aşmanın da hir faydası olmıyacak ve öteyana geçen Moğol askerleri birer birer suya düşüp boğulacaklardı. Kubilây ilk önce bunu keşfetmek is- tedi, Önünde konakladığı suyun ner- den geldiğini tedkike başladı. Bu iş için yola çıkardığı birkaç zabit o gün akan suyun şehre kadar dayandığını söylediler. Bu malümat üzerine Kubilây dü- şündü: — Tahminimde aldanmıyorum.. iki sur arasındaki boşluklar düşman ta- rafından su ile doldurulmuştur. Kubilây bu hükmü verdikten sonra, güvendiği kumandanlarını çadırına çağırdı.. bu mesele etrafında konuş- maya başladılar. Kubilâyın fikri şu idi: — Şehre doğru akan suyun kayna- Eı bizim elimizdedir. Eğer bu ırmağın yataklarını değiştirip şehre giden su- yu kesersek, kale içindeki sular boş- luklara doğru akacak ve kendi seviye- sini kaybedecektir. Kubilâyın değerli kumandanların- dan Liyo söz aldı: — Bu gece ortalık kararınca birinci surun dibine birkaç lâğımcı gönderip surun dibini kazdıralım. Eğer öle ta- rafta su varsa, kazılan yerden her- balde bir sızıntı yapacaklır.. dedi. O gün hem Liyo'nun tedbirini hem de Kubilâyın teklifini makul gördü- ler... Bir taraftan suyun mecrası değişti- riliyor, başka tarafa akacak kanallar açılıyordu. Bir taraftan da ortalık ka- rarır kararmaz, surun dibine gönde- rilen lâğımcılar işe başlamışlardı. Cin-Kin sabırsızlanıyordu. Kubilây oğlunun telâşmı gördü: — Sen bir kaleyi ele geçirmeyi ko- lay bir iş'mi sanıyorsun? dedi. Ben vaktile Şagton kalesi önünde dokuz ay çarpıştım ve binlerce bahadır ka Yi KA ME bildim .. Ortalık kararınca lâğımcılar kazma, | küreklerle birinci surun dibine yak- laştılar.. ve surun dibini kazmağa başladılar. General Liyo'nun fikri, buradan si- santı görülecek olursa, birçok delik- ler açıp suyu vadiye boşaltmaktı. Ja- ponlar bunun önüne geçemiyecek- leri için, kalenin içi su ile dolu olan birinci ve en tehlikeli suru bu suretle ele geçmiş olacaktı. İşçiler o gece sabaha kadar çalıştı- lar. Birdenbire duvarın dibinden boşa- nan sular lâğımcıların daha fazla ça- lışmalarına mani olmuştu. Kubilây o gece neticeyi sabırsızlıkla beklediği için uyku bile uyumuyordu. Kale surları dibinden çalışan amele- nin su. su diye bağrıştıklarını du yunca çadırından dışarıya fırladı. Lâğımcıların sesini general Liyo'da duymuştu. Kubilây general Liyoyu surlar gön- derdi. General biraz sonra koşarak dün- dü: — Surların dibinden dere gibi su akıyor, hakanım! dedi, güneş doğma- dan, müsaade ediniz de surların dibin- de birkaç delik daha delsinler. Kubilây emir verdi.. General işçileri surların dibine yay- dı. Ortalık ağarmıştı. Binlerce kaz- manın bir iki saat içinde kazdıkları deliklerden biraz sonra müthiş sulâr fışkırmağa başlamıştı. Açılan delikler genişletildi. Ve akan sular yeni açılan kanallar. la vadiye doğru bırakılmıştı. Güneş doğduğu zaman bütün Tiho vadisini sular kaplamıştı. Bu müddet zarfında ırmağın yatak- ları da şehre giden yoldan ayrılarak başka bir istikamete çevrilmiş bülü- nuyordu. Moğol askerlerinin bir gece içinde gösterdikleri bu muvaffakıyet akıllaı durduracak kadar büyük ve mühim- fakat, ayni zamanda bütün 'Tiho vadi- dinin. a Si MA şırdılar. Kalenin dış surunu çeviren sel tamsmile vadiye akmış ve iki sur ara- sinde kuru bir boşluk kalmıştı. Japonlar bu hâdiseyi bir mucize gi- bi telâkki ederek, beş dakika müte- e e may $ sini böyle umulmıyan zaman- larda gelen felâketleri gökteki habis ruhlara atfederlerdi. v Gökyüzüne atılan binlerce ok, tek rar, yağmur gibi kalenin üzerine siz şüyordu. Kubilây, bu manzarayı görünce iğ ponların korktuğunu anlamış ve ge- neral Liyonun firkasına hücum emri vermişti. 'Tiho kalesi her ne bahasına olursa olsun zaptedilecekti. Bu kaleyi elde etmeden Japonyaya esaslı bir yürüyüş plânlarına göre bizzat kendisi idara ediyordu. Liyo Kübilâyın eski kumandanlar rındandı, Liyo için Moğollar: «— O, elini attığı yerden boş dön mez!» derlerdi. | Liyonun hârp hatıralarını - anlafe makla bitiremiyen Moğollar onun için göyle bir hüküm de vermişlerdi: «— Liyonun yaptığı harp, zajerle biter!» Gerçek, Liyo, yaptığı harplerin hep- sinde üstün gelmiş, muzaffer olara dönmüş bir kumandandı. Moğol a5 kerleri 'Tiho kalesi önünde harp eder ken de Liyo hakkında eyni kanaati besliyorlardı. (Arkası var)