| a ahi a kk ar ilde AE EM İ iz İki SAPKİR Ben küçük bir memurum. Gayet ciddi, ağır başlı, kerli ferli bir de mü- dürüm vardır, Müdür bay Nureddin Samiile birbirine bitişik yanyana iki odada çalışırız. Bir de umumi mümür muavini vardır: Bay Şükrü Şadi. Nureddin Sami ile Şakir Şadi cid- dilikten yana Adeta biribirlerile reka- bet ederler. Hayatları son derece muntazamdır. Bütün ömürleri dalre- dren eve, evden daireye mekik dokü- makla geçer. Evvelki gün bizim müdürle benim çalıştığım odanın kapısı aralık kak miş. Müdürün odasında umumi müdür muavini bay Şakir Şadi var.. bir ara- hik içimden: — Şimdi dünyanın en ciddi iki ada» mi yanyana geldiler. Kim bilir ne elddi şeylerden bahsedecekler.. dedir, Biraz sonra konuşmağa başladı- dar, Fakat kulaklarıma inanamıyor- dum. Bizim o ciddi, o kerli' ferli, o ber şeyi hafiflik addeden müdürü- müz Nüreddin Sami ne dese be- — Azizim ben şu Kontes Sestago- ya bayılıyorum.. Deli olacaktım. Bu bizim dünya- nın en ciddi adamını çıldırtacak Kon- tes Sastago kim bilir nasıl bir ka- dındı. Müdür devam ediyor: — O ne güzellik!. O ne güzellik!. O ne letatet... Âdeta işimi bitirip, daireden © çık- mak ve Kontes Sastagomu görmek için çıldırıyorum. İçimden: «Şu insanlar ne kapalı kutu!.. diyorum, gelde bu bizim müdürün böyle çapkın bir adam ol "duğunu anla.. bakalım buna mü- dürü umumi muavini ne cevap vö- Yecek?» diye sabırsızlıkla bekliyor dum. Nihâyet müdürü umumi mua- vini söze başladı: — Amenna Kontse Sastago gü- zel. fakat Ledi Semingtona ne der- sin?... Bizim müdür: — Ovv0... Oda harikülüde azi- zim.. bak ona da biterim ben... Müdüry umumi muavini Şakir — Fakat ne de olsa benim çifte «Maris lerimin Üstüne omlaz.. ne $6- nin Kontes Sastagon, ne de Ledi Se- mingtonnun. Benim «Mari Hartsın eline su bile dökemez. Hele Mari Hubrişar.. hele Mari Hubrişar., di- yorum ya benim çifte Marimin üs- tüne yoktur. — Nafile azizim... Sen ne desen benim Kontes Sastagomu gözden düşüremezsin. sabahleyin onun ha- Mini bir görsen. ne taravetlir ©. baktıkça içim açılıyor doğrusu... Onlar böyle konuşurken ben: — Olur şey değil vallahi, diyor- dum, böyle ciddi görünsünler.. son- rTa bu kadar çek kadınlarla düşüp kalksınlar!.. Bu kadar çok kadın is- mi saysınlar!... Şimdi müdürü umumi muavini söylüyordu: «— Benim de en büyük zevkim Ma- Ti Hartı bir yanıma almak, Mari 'Hubrişarı öteki yanıma... Bilirsin ya. beni rakı makı içmem. lâkin bu iki Marilerin arasnda vallahi, tallahi, dünya hakkı için akşamcı olacağım geliyor yahu... Sana bir şey söyliyeyim mi? Bdeta yedi saat içinde benim çapkımları gö- Teceğim geldi.. bir an evvel bizim Marilere kavuşmak istiyorum. Âdeta kulaklanm beni (aldatı- yor sanıyordum. Ne çapkınlık bu, ne çapkınlık... Biraz sonra onların Kos nuşmaları beni büsbütün hayrete düşürecek bir hal aldı, Müdürü umu- mi muavini birdenbire damdan dü- çer gibi sordu! — Kuzum sen Kontese gübre ve- Tiyor musun?.. Öp babanın elini. deli olmak bir şey deği... Kontes ve gübrel,. Ne münasebet!, Bu söz Üzerine müdür fena kızacak sandım. Lâkin bay Nu- redin Sami: — Tabii.. dedi, veriyorum.. ya sen?, — Birader benim Mariler daha gi-” yade tavuk gübresinden hoşlanıyor- lar... Tavsiye ederim sen de Kon- İse arasıra tavuk gübresi ver... Onlar konuşurken ben aklımı ka- çıracağım... Bunlar sevgililerini gübre İle ya- hut tavuk gübresi ilemi besliyor- Müdür: — Ben geçen gün. bizim Kontesi budadım.. Müdürü umumi muavini: — Ben de Marileri budayacağım.., — Buda ya... Bunlar mutlaka çapkınlıklan ak- Mini kaçırmış olacaklar... Yoksa in- san böyle deli gibi konuşmaz... Fakat bir müddet sonra konuşma- ları şu şekli aldı; — Birader insan kendisini böyle çiçeğe, bahçeye verdikçe veriyor. bu bahçe ve çiçek bir çoklarında Adeta tiryakilik gibi bir iptilâ hali ni alıyor. ben bahçeye bir kaç Kon- tes Sastago daha diktim. Seni te min ederim ki sabah olur olmaz bah- çeye firliyorum.. bakıyorum.. mese- iA ikisi daha tutmuş değil m!7, Ço- cuk gibi seviniyorum, eve sesleniyo- rum: «Müjde. Kontes Santagolar- dan Ikisi daha tutmuş..» Güzel şeydir şu bahçe meraki doğ- rusu... Neden sonra işi anladım.. hay Al- lah iyiliğini versin!.. Bütün bu ka- dın isimleri, Kontes Santago, Ledi Semigton, Mari Hubrişar, Mari, Hart, filân hep Avrupadan getirtilen. gül isimleri imiş. ve bizim müdürler de çiçek meraklısı olduğu için bunlara meftunlarmış... (Bir yıldız) 8 Mayıs 937 Cumartesi İstanbul — Öğle neşriyatı: 12.30 Plâkla Türk musikisi, 12,50 Havadis. 13,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 Son. Akşam neşriyatı: Saat 18,30 Plâk- la dans musikisi, 19,30 Kadıköy Hal- 'kevi namına konferans (Diş bakımı) Diş doktoru Bedri Gürsoy. 20 Fesil Baz heyeti. 20,30 Ömer Rıza tarafın- dan arabça söylev, 20,45 Fasıl Saz he- yeti, Saat ayarı, 21,15 Orkestra. 22,15 Ajans ve borsa haberleri ve ertesi gü- nün proğramı. 22,30Plâkla sololar, Opera ve aperet porçaları. 23 Son. Ecnebi istasyonlarm bu akşamki en müntehap programı Milüne (368) saat 22 (Brusehino) opera «Rossini» nin, Floransada bele- diye tiyatrosundan nakil, Viyana (507) 20,30 «İlkbahar havası» operet 3 per de. Monako (405) 21,10 (Mikado) operet. Hamburg (332) 21,10 Supp&: «Fatiniza> operet 3 perde, Paris P.T.F. (432) 21,30 Opera komikten nakil, Nis (253) 2130 Rumen musikisi. Sotten (443) 22 Konser. Düksemburg (1293) 22,30 Senfonik konser. Peşte (549) 22,40 Orkestra, Brüksel 11 (322) 18 (Bin kişilik koro heyeti) tarafından konser. Varşova (1339) 21,50 Keman konseri, Viyana (507) 22,40 Piyano konseri, Dans Musikisi Stokholm (426) saat 23 - Sotlens (443) 23,15 - Varşova (1339) 23.30 - Lüksemburg (1293) 24 - Breslav (316) 23,30 - Marsilya (400) 24 - Peşte (549) 24 - Londra (kısa dalga) 13,45 - 20,20 0,40. 9 Mayıs 937 Pazar İstanbul: Öğle neşriyatı — 1230 Plâkla Türk muskisi, 12,50 Havadis, 13: Beyoğlu Halkevi gösterit kolu tarafından bir temsil, 14: Son. Akşam neşriyatı — 18,30: Plâkla dans musikisi, 19,25: Konferans: Or- du saylayı Selim Sırrı Tarcan (Ço- cuk terbiyesi), 19,50: Konferans: Sporun fevsidi hakkında Bay Ahmed 'Halld tarafından, 20: Müzeyyen ve arkadaşları tarafından 'Türk musiki- si ve halk şarkıları, 20,30: Bay Ömer Rıza tarafından arabca söylev, 20,451 Muzaffer ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları: Sa- at ayarı, 21: Orketra, 21,20: Fran- ms tiyatrosundan naklen Şehir ban» dosu tarafından verilen konser, 32,16 Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün programı, 22,30: PlâAkK- Ja sololar, opera ve operet parçala“ rı, 23: Son.” 7 İSaray ve Babıdlinin! içyüzü (Baş tarafı 10 uncu sahifede) maksat tedhişidi! Fakat karadan kurşunlarla bunlara cevap verilmek- te devam ediliyordu. (Vati) kasabası yeni ve eski namlarile iki kısımdı; yenisi sahilde, eskisi arkada dağ ete- ğinde idi, İlk topları başkalar: da ta- kib etti. Bu toplar hükümet konağile kışla arasında tahassun etmiş Asilerden zi- yade eski Vatiye, bir de karadan atı- lan silâhların en toplu yeri olduğu görülen büyük bir binaya tevcih edili- yordu. Bu bina ile eski Vatlde âsile- rin tahassungâhları tahrib edildi. İki saat içinde silâh sesleri kesildi! Mayısın oluzunda öğleden sonra Cisleb) ve (Hüdeyde) vapurları üçüncü ordu mürettebatından efra- dinin yekünu ancak bin üç yüzü bu- Jan üç tabur asker getirdiler, Bunlarla beraber tahkikat ve ısla- hata (!) memur edilen Selânik valisi Rauf paşa ve hünkâr yaverlerinden Mahir paşu da geldi. Limanın garb tarafında asker ihra- cna müsaid görülen bir mevki bom- bardıman edildi. Asker iki saatte fili- kalarla buraya sevk ve kolaylıkla ih- râc olundu. Filonun himayesi altında Vati ka- sabası sarıldı. Âsilerin iltica eyledik- leri görülen yerler yakıldı. Nibayet Asilerde kuvvet maneviye kırıldı. Bir kısmı gemilerle civar adalara kaçtı; bir kısmı yakalandı. Ertesi günü ka- sabada asayiş tamamile iade olun- muştu. — (Peykisevket) ile ganbotlar ada etrafında karakol vazifesine ay- rıldılar. Bu tedbir daha evvel ittihaz olunmuş olsaydı âsilerden hiç birisi- nin firarına meydan verilmemiş ola- caktı! (Peykişevket) adanın cenubu şar- m (Mollaibrahim) limanındaki bombardıman et- Gn sonra Vati limanına döndü. Haziranın beşinde belediyece donan- ma şerefine bir ziyefet tertib olundu! Filo haziranm yirmi altısına kadar Vatide kaldı. Marmaris, Bafrö, Ayntap ganbotları ve bir gün sonra Hamidiye e Peykişevket o Midilliye gitti- er. Bir gün sonra askerden altı yüzü Bisam adasında bırakılarak müteba- kisi ordularına fade olundu. Artık Sisam adasında sükünet ta- mamile avdet etmiş olduğu için Selâ- nik valisinin de buralarda vakit ge- girmesine lüzum kalmamıştı. Sisam beyi Andriya Kopasi efendi gene adada beylik vazifesini ifada de- vam etti, (Dört sene sona meşrutiyet dev- Tinde kopan yeni bir Isyanda öldü- Yülmüştür) OoHamidiye temmuzun ikisinde Midilliye gitti. 30 temmuz 1908 tarihine kadar orada kaldı. 10 temmuz 1324 - 23 temmuz 1908 - Meşrutiyet inkılâbı Hamidiyeye an- Cak temmuzun bu otuzuncu günü teb- diğ olundu. Kruvazör o gece sabaha karşı İstanbula hareket etti. Abdülhamid Sisem ihtilâlinin ya- taştarılmaşı için donanmadan top atıl- masına bir türlü iradesini vereme- mişti, Donanmadan top atılmak! O Osmanlı - Rus muharebesinden sonra ancak bir defa donanmaya Hâ- Teket emrini verebilmişti: Osmanlı - Yunan muharebesinde!. Artık Haliçte medfenini hazırlâdı- ğı donanmanın herhangi bir sebeple faaliyete geçmek zaruretinde kalaca- ğını düşünmek bile istemez iken bu Sisam hâdisesi onu hiç hoşlanmadığı bir kararı ittihazda muztar bırak- İradesiz top atılamazdı! Buna cüret etmek pek tehlikeli bir şeydi! Fakat $şte Sisamda kumandan Halil paşa- rın gördüğü hal ve durum kârşisin- da bu iradeyi beklemiyerek bir gay- Tet ve hamiyet hamlesile attırdığı bir kaç top padişaha intizar hilâfında çarçabuk bir muvaffakiyet kazandır- muşta! Ancak bugünlerde Rümelide git- tükçe şiddetlenen meşrutiyet inkılâbı hareketi Abdülhamidde bu kendi ken- dine gelmiş muvaffakiyete sevinmeğe vakit ve imkân bırakmıyordu! Sisam toplarından bir buçuk ay kadar sonra patliyan meşrutiyet top- Tarı ise istibdadın keyfini büsbütün kaçırdı! (Arkası var) İKUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli Kubllây han bir gün yaya olarak Pekin çarşısındaki esnafın terazi ve dirhemlerini tetkike çıkmıştı! — Yanındaki dükkân sahibine bir gün: (Sen neden müslüman olmuyor- sun?) demiş. Bu adamın da kardeşi vergi memuru imiş.. Müslümanlardan hoşlanmazlarmış.. bu sözleri duyun- ca kızmış: (Ben sana dünyanın kaç bucak olduğunu anlatırım!) diyerek zavallının sırtına elli sopa vurduktan sonra, bu haksız dayak yetmiyormuş gibi, hapse de etmış.. Hakikat bundan ibarettir, Hakanım! Hoca Şemseddin vakayı olduğu gibi anlatarak, hapsedilen müslümanın tahliyesini dilemişti, Kubilây; memurlarının halka 2u- Jüm yapmasına tahammül edemezdi, Derhal saray muhafızı vasıtasile tah- kikat yaptırdı. Böyle bir adamın hap- sedildiğini haber alınca, dükkân sa- hibini de, onu hapse attıran memuru da saraya çağırttı. Hoca Şemseddinin — Vergi vermiyor. Dedi, Kubilây maliye nazını çâ- ğırttı.. Adamın hesablarına baktılar.. Vaktinde vergi verdiği ve hazineye hiç bir borcu olmadığı anlaşıldı. Ku- bilây bu vaziyetten çok müteessir ol muş ve hoca Şemseddine karşıda mahcub düşmüştü. Dükkân sahibine sordu: — Memurum sana kaç sopa vurdu? — Elli sopa vurdu, hakanım! Kubilây, kapısında duran ö#opa&- cılara emir vrdi: — Şu memura yüz sopa vurunuz! Memuru hakanın önünde dövmeğe başladılar. Kubilây: — «Yasak» ları kendi menfaatine Alet ittihaz ederek halkı tazyik ve tehdit ettiği için bir yıl hapis yata- cak. Dedi,, memuru dayaktan sonra zindana âttılar, Hoca Şemseddin memürün hapis cezasından affını diledise de, hakan kabul etmedi. Hoca Şemseddin ogün saraydan döndüğü zaman, Pekindeki müslü- manlars Kubilâyın adaletinden bah- sederek: — Müslüman olmağa lâyik bir hü- kümdar.. Diye Kubilâyı sastlerce medhet- mişti, ... Kubilâyın çarşıyı dolaşması. Kubilây han, hoca Şemseddinin tavsiyesi üzerine, bu hadiseden iki gün sonra ansızın hazırlandı. Mabe- de tahterevanlaria giden ve şehir içinde bahçelere filler üslünde ge zintiler yapan hakan, o gün lik defa Pekin çarşısına yaya olarak çıkıyor- du. Bütün saray halkı Kuhilâyın bu şekilde sokağa çıkışına hayret etmiş- lerdi. Hakanın yanında vezirleri, ma- Mye nazırı, hazine nazını, hassa ku- mandanı ve bir çok maiyet zabitleri vardı. Yalnız sokakta giderken hâka- nın geldiğine işaret olmak üzere, en önde bir sancaktar omuzunda ay ve güneşli imparatorluk bayrağını ta- şıyordu. Kubilây sokakta yaya giderken, bütün Pekin halkı evlerinden, dük- kânlarından dışarıya fırlamışlardı. Kubilâyın nereye gideceğini, niçin sokağa tahterevansız olarak çıktığını bilen yoktu. Kubilây jik önce Pekinin büyük çarşısına girmişti. Hakan çarşıya girer girmez büyük bir dükkânın önünde durdu. Bu dük- kânda yağ, pirinç gibi yiyeceğe ait şeyler satılıyordu. Kubilây bunların fiatlerini sorup öğrendikten “sonra, tartılarını muayene etti, Altı okka bir batman hesabile dirhemlerini al- dı.. bir başka dükkândeki dirhemler- le tarttırdı.. tamam geldi. Fakat, he- kan bu dirhemlerden şüpbelenmişti, Büyük çarşıdan çıkınca, yolda küçük bir zahire dükkârunın önünden dur- du. Bu dükkândaki dirhemlerle de karşılaştırınca iş meydana çıktı. Kü- ; çük dükkânın dirhemi daha ağır, ötes kiler ise bir okkadan daha eksik eki yezirine döndü: — Büyük çarşıdaki dükkânlerm hepsi hileye sapmışlar.. halkı aldatır eğ yorlar. Şu küçük dükkân sahibi fa- kir olduğu halde, eksik dirhem kül lanmlayı düşünmediği için, ötekiler- den çok, namusludur. Hemen şimdi hepsinin cezalandırılmasını isterim, Dedi. Büyük çarşı esnafının hep-. sini xhaliyenin «yasak»; odalarına çektiler... haklarında hükümler yerii- di., ellişerden üç yüz sopaya kadar dayak we bir aydan altı aya kadar hapis cezalarile cezalandınıdılar. Kubilây o gün bütün Pekin şehri- Nİ gezmiş, bir çok dükkânlarda eskis miş, kokmuş ve kurtlanmış yiyecek j mallar satıldığını görerek, bunların satılmasına müsaade eden memur- ları ve bunları satanları da ayrı ay- rı cezalandırmıştı. Kubilây han o gün akşama doğru sarayına dönerken, yolda zahire yüke lü bir araba gördü. Arabacıya sordüf — Nereye gölürüyorsun bu yük- deri..? Arabacı yalan söyliyemedi: — Maliye nazırının evine götür. yorum.. Dedi. Kubilây arabanın önünde durdu — Nereden geliyor bunlar? — Büyük bir zahire tüccarının dükkânından.. Kubilây vezirine dönerek: — Senin evine de zahireler böyle arabalarla mı gelir? Diye sordu. Semga bahadır rüşvet yeriez, çok namuslu bir adamdı. — Hayır, hakanım! dedi - benimi ri. vekilharcım çarşıdan gündelik alış veriş yapar, Ben bu kadar toptan za hire almağa muktedir değilim. Kubilây fena halde hiddetlendi: —- Sen benim başvezirim olduğun halde, araba ile zahire almağa muk- tedir değilsin amma, maliye nazırı senden az maaş aldığı halde evine araba ile yiyecek gidiyor! «Dedi.. arabayı çevirtti.. Saraya gönderdi. Maliye nazırı o sırada çarşıda teh- kikat yapmakla meşguldü. Kubilây maliye nazırımı ve bu za- hireyi gönderen tüccarı saraya ça- ğırttı. Herkes korku ve heyecan için- de bu işin nereye varacağını düşüne- rek sabırsızlanıyordu. Kubllây, maliye nazırının rüşvet yediğini bümiyor değildi. Ne yapsın ki, bu adam çok muktedir ve vergile- ri tahsil hususunda büyük gâyrek ve dirayet gösteren bir adamdı. Fakat, ne olursa olsun, bu rüşve tin bu sonsuz hilekârlıkların önüne geçmek Jâzumdı. Kubilây tüccarü sordu: — Bü zahirenin parasını aldın ni? — Ervet., aldım, hakanım! N Kubilây, tüccarın yalan söylediği ni gözlerinden anladı. — Yatırın su herifi. doğrusunı söyleyinceye (okadar sopa vurun kr A bağırdı. Tüccar korkudan ha- kikati söylemeğe mecbur oldu. — Maliye nazırı bize, bileli terazi ve dirhemle mal satmağa müsande etmiştir, hakanım! Biz de onun evi- nin eorzakını bedava göndetiriz 5 Dedi. Kubllây tüccarı uffetti. ara- badaki zahireyi ofıkaraya dağıtlık-' tan sonra, maliye nazırı çarşıda iken evini bâstirdi. v Nazırı evine hassa kumandanı ilg dört maliyet zabiti birlikte gitmişti, Maiiye nazırı Sing - Şan “çok zeki bir adamdı. Vaktile Çin imparator © nun yanından kaçarak Kubilâya ik tica etmiş ve Kubilây kendisini müs him bir hizmetle tellif eylemişti, Sing - Şan bundan sonra hakan... gözüne girerek maliye nazırlığına kar k dar yükselmiş, Moğol hazinesini zen- ginleştirmişti. (arkası var)