Her akşam bir bikâye O gün, akşama doğru, Naciye başı aişler içinde, vücudü titriye titriye yatağa yattı. Annesi Güzide, enfloön- za diye mirildandı. Naciyeye bir as pirin verdi, sonra komşu doktoru ça- ğırmağa gitti, Apartımana döndüğü vakit yoğurtçunun her zamanki gibi kâseyi kapının önüne bırakmış oldu- ğunu gördü. Bunu yerden alırken al- tında küçük bir zarf buldu. Üzerinde bir şey yazılı değildi. Merakla açtı; «Size karşı hakiki, derin, büyük bir aşk besliyorum. Sizi seviyorum, «ize perestiş ediyorum!» Güzide ancak otuz sekiz yaşında 4di. On sekiz senedenberi duldu. Hâlâ genç ve güzeldi Kocasından kalan küçük bir tekaüd maaşile, fırsat düş- tükçe biraz da çalışarak, yaşamış, Na- Ciyeyi okutmağa, yetiştirmeğe uğraş- mıştı. Pek sevdiği kocasının nagihani ölümü ona genç yaşında bir târiki dünya gibi her zevkten uzaklaşacak kadar derin bir yeis ve azab vermişti. On sekiz senelik bir mahrumiyet hayatından #onra şimdi küçük bir kâğıt parçası ona aşktan, hayattan bahsediyor, çoktan unuttuğu bir saa- det ufkunu hayalinde birdenbire can- Jandırıyordu. Güzide bu bir kaç basit cümlenin tesirile sanki biran içinde bütün bütün başka bir kadın olmuş- tu. Yeni bir esvap yaptırmak, ipek bir çorap almak, berbere giderek saç- Jarını düzeltmek için Adeta kalbinde derin bir ihtiyaç hissediyordu. Bu mektubu yazsan, kendisini seven adam kimdi? Yazı güzel, işlek ve ki- bardı. Bunu bayağı bir adam yazmış olamazdı. Oturdukları apartımanda #ki doktor, bir avukat, bir gazeteci, Mi de memur vardı. Acaba bunlardan hangisi idi? Üç gün sora, Güzide Adeta tanım- mıyacak bir halde değişmişti. Naciye- yi tedaviye gelen doktor merak edile» cek bir şey olmadığını temin ediyor- du. Bucihette korkacak esbab kalma» yınca, Güzide hep kendisini düşün- meğe vakit bulmuştu. Küçük bir ter- ai kız ona son modaya göre bir esvap dikti. Mahailedeki berber saçlarını ondülâsyon yaptı. Mantosunun yaka- sına bir kürk aldı. Dört gün sonra, yoğurt kâsesinin Altında ikinci bir mektup daha buldu. Yüreği hızlı hızlı çarpa çarpa bunu” açtı: «Mukadderatımın kadını siz ol- duğunuzu hissediyorum. Siz benim yıldızımsınız. Her gün daha güzelleş- * tiğini gördüğüm kadınsınız, Sizi sevi- yorum, size perestiş ediyorum.» Tatlı bir rehavet tekmil vücudünü kaplıyordu. Tekrar bir erkeğin aşkını, himayesini, Şefkat ve itinasını etra- fında görür gibi oluyordu. Bu uzun ve düz hayatta ona arkadaş, destek olacak bir erkek... Şimdi evden çıkarken lvanta sü- rüyordu. Yürürken, etrafına merak Me bakışları vardı. Bazan bir güzel erkek görünce yüreği çarpmağa baş- hyor, budur! diye düşünüyordu. Ne zaman bir mektup daha gelecekti? İhtimalki bir randevu verecekti. Bu- na gidecek miydi? Güzide ön gün kadar bu hulyalar, üzüntüler ve ümüdler içinde yaşadı. Mektupların aıkası kesilmişti. Niha- yet gene bir mektup! İçinde şu cüm- le pek hoşuna gitti: «Benim nazarım- da siz kuşları ve vrldizları hareket et- tiren aşksınız.> Bir gün, bu meçhul âşık cüretkâr bir adım attı. Mektubunda Şöyle ya- zıyordu: «Bu akşam, saat dokuzda sizi Sul- tanahmeddeki bahçede, arka tarafta bekliyeceğim. Kalbim sizin için çarpı- yor. Sizi seviyorum.» Güzide o akşam yemeklere el süre- medi, Saat sekizde büyük bir itina ile giyindiklen sonra evden çıktı. Naciye haftalık resimli gazeteleri etrafına toplamış, bunları karıştırırken başını hayretle kaldırarak çeviriyordu: — Nereye böyle anne? Güzide cevap vermeden evvel biraz tereddüt etti. Kızma bütün hakikati itiraf etmek isterdi. Fakat, cesaret edemedi, sıkıldı. Rasgele bir bahane- den bahsederek kendisini sokağa attı, Bahçeye çok erken gelmişti. Saat daha sekiz buçuktu. Sokaklar tenha- laşmağa başlamıştı. Tramvaylar âde- ta boş işliyorlardı. Saat yavaş yavaş ileriledi. Uzaktan kendisine doğru yaklaşan bir adam görünce ne yapa- İ muştur. AŞK MEKTUBU i caktı? Kararını vermişti, Büyük bir itidal ile ona doğru yürüyecekti, se- lâmlıyacaktı. Saat dokuz olmuştu. Bahçenin ar- ka tarafına doğru yürüdü. Dipteki kanepenin üzerinde bir gölge otur- Güzide kalbinin çarpmağa başladığını hissetti. Zihninden «sizi seviyorum, size perestiş ediyorum» cümlesi geçiyordu. Gölge Güzideyi görünce kımılda- ' dı, ilerledi, Güzidenin yanına yaklaş- tı, Güzide hayretler içinde kalmıştı. Âdeta bir çocuk sesi şöyle diyordu: — Beni affediniz, hanımefendi... diyordu. Bu, on yedi on sekiz yaşlarında bir çocuktu. Güzideye mahcub mahcub bakıyordu. Başı yere iğilmişti. Şapka- sı elinde, devam ediyordu: — Kızınızı pek çok severim, hanı- mefendi, Vakıâ gencim, daha tahsi- limi bitirmedim. Fakat ne ehemmiye- ti var? Çalışacağım, muvaffak olaca dım. Naciyeyi son derece severim, Ama biraz çekingen huyum var, Ken- disine bir şey söylemeğe cesaret ede- miyordum, Yoğurt kâsesini kapıdan onun aldığını gördüğüm İçin altına bir mektup bırakmayı düşündüm. Naciye size her şeyi anlatmış olacak, Rica ederim, cesaretimi #ffediniz...» Genç çocuk muttasıl söyleyip du- rTüyordu. Bunlar bir çekiç gibi Güzi- denin kulağına çarpıyordu. Zihni karma karışık olmuştu. Son günlerin hayalleri, ümidleri, zideyi çılgına döndürüyorlardı. Nihayet, bir kaç Jâkırdı söylemeğe muktedir olacak kadar kendisini top- hyabildi. Buz gibi bir sesle: — Anaha ısmarladık, dedi, siz he- nüz pek gençsiniz, yavrum. Her şey- den vvel tahsil lâzını. Evvelâ tahsi- Minizi bitiriniz, sonra, vakti gelince, bu bahsettiğiniz işten konuşuruz. Güzide oradan Adeta sendeliye sen- | deliye uzaklaşırken müstehzi bir ses kulaklarında ıslık çalar gibi fısıldı- yordu: Sizi seviyorum, size perestiş ediyo- 4 Mayıs 1937 Sah İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230 Plâkla Türk musikisi, 12,50 Havadis, 13,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 Son. Akşam neşriyatı: 18,30 Plâkla dans musikisi, 19,30 Eminönü Halkevi sosyal yardım şubesi namına konferans, 20 Belma ve arkadaşları tarafin- dan Türk musikisi ve halk şarkılari, 20,30 Ömer Riza tarafından arapça söyler, 20,45 Cemal Kâmil ve arka- daşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları: Saat ayarı, 21,15 Or- kestra, 22,15 Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün programı, 22,30 Plâk- Ja sololar, opera ve operet parçaları, 23 Son Ecnebi istasyonların bu akşamki en müntehap programı Roma (421) saat 22 Senfonik kon- ser. Brüksel II (322) 21 Orkestra ve soprano. Oslo (1154) 21,30 Radyo Or- kestrası. Paris P. 'T. 'T. (432) 2130 Senfonik konser, Prag (470) 2 Radyo orkestrası. Frankfurt (251) 2: Polonya musikisi konseri, Varşova (1339) 22 Konser. Peşte (549) 22,40 Triyo. Lüksemburg (1293) 22 «Bar- biere di Siviglia» opera. Peşte (549) 24. Tzigan orkestrası * Dans Musikisi Breslav (316) saat 23,30 - Marsilya | 400) 24 - Londra (kısa dalga) 21,20. 5 Mayıs 937 Çarşamba İstanbul: Öğle neşriyatı — Plâkla Türk muskisi, 12,50 Havadis, 13,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 Son. Akşam neşriyatı: 17 İnkılâb dersle- ri Üniversiteden naklen Hikmet Ba- yür tarafından, 18,30 Plâkla dans musikisi, 19,30 Mandolin orkestrası Berk ve arkadaşları, 20 Nezihe Ve arkadaşları tarafından Türk müusiki- si ve halk şarkıları, 20,30 Ömer Riza tarafından arapça söylev, 20,45 Bi- men Şen ve arkadaşları tarafından 'Türk musikisi ve halk şarkıları: Saat ayarı, 21,15 Orkestra, 21,30 Halit Zi- ya Uşaklıgilin 55 incel sanat yıldönü- mü münasehetile Eminönü Halkevin? de yapılacak merasimin nakli, heyecanları şu | dakikada hep birden canlanarak Gü- | — Gençlik nasıl yetişiyor ? (Baş tarafı 7 nci sahifede) — İşte.. demiştir. Kadınla erkek arasındaki 16 ncı fark Öteki profesörlerin hususiyetlerine gelince... Cezacı profesör B. Tahirin en çok kullandığı tabir: — Saded haricine çıktık, gelelim sâded dahiline... dir Meşhur Alman profesörü B. Kes- ler dersinde mütemadiyen: — Gezelşaft... Sözünü tekrar eder.. esasiye profesörü B. Ali Fuadin en çok sevdiği tabir: «Diyelim baska bir tabirle...3 sözüdür. Alman profesör Nöymarkın da mü- him bir hususiyeti vardır, meselâ ders takrir ederken bir talebeye birdenbire sorar: —Siz anladınız mı? Talebe eğer; — Anlamadım. profesör: » — Tabil der.. çünkü not tutuyorsu- nuz, notla meşgulsünüz.. anlıyamaz- sınız.. talebe eğer: — Anladım.. derse o zaman profe- sör: Tabii. der. anladınız, çünkü dinliyorsunuz, not tutmuyorsunuz. İşte hukuk profesörlerinin talebe arasında meşhur olan hususiyetleri bunlardır. o Hikmet Feridun Es cevabını verirse m Bu akşanı Nöbetçi eczaneler Şişli: Pangaltıda Nargileciyan, Taksim: Limonciyan, Beyoğlu: İs- tiklâ caddesinde Dellasuda, Ga- lata: Karaköyde Hüseyin Hüsnü, Kasımpaşa: Vasıf, Hasi Hair- cıoğlunda Barbut, Eminönü: Sa- lih Necali, Heybeliada: Toma- dis, Büyükada: Merkez, Fatih: Hamdi, Karagümrük: Ai Ke- mal Gündoğdu, Bakırköy: Mer- kez, Sariyer: Nuri, Tarabya, Yeni- köy, Emirgân, Rümelihisarında- Ki eczaneler, Aksaray: Cerrahna- şada Şeref, Beşiklaş: Nail, Kadı- köy: Söğüdlüçeşmede Hulüsi Os- man, İskele caddesinde Sacdet, Üsküdar: İltihad, Fener: Balatta Hüsameddin, Beyazıd: Asadoryan, Küçükpazar: Necati, Samalya: Çula. Alemdar; Divanyolunda E- sad, Şehremini: Topkapıda Naztm. ma e e Beyoğlu Halkevinden: 4, günü saat 18,30 da Evimizin Tepeba- şındaki merkez binasında İsinail Hâ- mi Danişmend tarafından (Sümerli- lerin ırkı) hakkında bir konferans ve- yilecektir. Konferansa herkes gelebi- lir. Türkiye — Ecnebi SENELİK 1400 kuruş 2700 kuruş SAYLIK o(750 > 1450 > SAYLIK — 400 İAYLIK 1230 | ecnebi memleketler: Seneliği 3600, altı aylığı 1900, üç aylığı 1000 kuruştur. Adres tebdili için yirmi beş kuruşluk şluk pul göndermek lâzımdır “Sefer 22 7 — Rumi Kasım 178 & İmsak Güre Öğle İkindi Akşam Yam KTSO 946 503 AS5 1200 LAS Va 288 S54 II 1604 1903 2053 İdarehane: Babrâli civarı Acımuzluk So. No, 13 İŞ YURDU Faik Baharoğlu Galatada Havyar banındaki ini gene Gala- tada Melek hanında İl numaraya nakil ile alım ve satım ve intikal müuamelelerini ve vergi ve vakıf ica- resi ve taviz bedelleri ödeme işleri- Sane — KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli No. 39 ŞI-Yama ihtiyar Lâmayı tehdid ediyordu: “Eğer dediğimi yapmazsan, Lâma beni koynuna almak istiyor derim. Hakanın gazebine uğrarsın!,, — Ben bu işi sana yaptırmanm yo- Tunu biliy: orum, Panta! Sonra pip man olacaksın!.. ayaklarıma düşecek- sin!. — Beni tehdid mi ediyorsun, Şi- Yama?. — Hayır. Benim gibi eli silâhsıs bir kadın, sizin gibi sayısız silâhlarla mü- cehhez bir Lâmayı tehdid edemez Ben uzağı görüyorum.. size yarından bahsediyorum. Yarın olacağı söylü- yorum.. hakikati söylüyorum. Lâma elile işaret etti; — Beni yalnız bırak, Şi-Yama! Oda- ma günlerce, haftalarca şeytanlar do- lacak. Nerden geldin bugün benim yanıma? Ben kadın yüzü gördüğüm zamap bütün İşlerim altüst olur. Haydi git işine! Ve talihini bekleyip sabret... Kraliçe olmak kolay bir iş de- ğildir. Bunun için, benden evvel mâ- budlara yalvar!... Şi-Yama kapıya doğru yürüdü: — Bu işi sana yaplıracağım, Lâ ma! Sana istediğimi yaptıracağım! Çünkü, hakanın sana itimad ve gü- veni'vardır. Sen ne dersen, o olur!. — Bana zorla mı yaptıracaksın?. — Evet. Zorla yaptıracağım.. ve bu işi yaptıktan sonra da odama gelip benden özür diliyeceksin!... — Hâlâ mı tehdid?... Ah bu ka- dmlar... — Sevmediğin, hakaret ettiğin ka- dınlar sana hayatı öğretecekler! Ka- dınlara karşı saygı göstermen için Sana ders verecekler! İşte birinci ders: Eğer benim dediğimi yapmazsan, bu gece hakana seni şikâyet edeteğim!. — Benim bir suçum yok. İstediğin yere git.. suçsuz bir adamı hakkında ne söyliyebilirsin?, — Hakana senin aleyhinde söyli- yeceğim sözleri şimdi sana da tekrar- kyabilirim! Kubillây hana: (Panta- num elinden beni kurtarın! Bu adam size ihanet ediyor. Beni koynuna de- vet ediyor!) diyeceğim. Lâmanın gözleri döndü: — Ne diyorsun, Şi-Yama.. benim gibi yaşı altımışı geçmiş bir adama if- tira.. öyle mi?. Şi-Yama cevap vermedi. Kapıyı açıp çıktı... Koşarak odasına gitti. Lâma korku ve helecan içinde yer- lere kapanarak, Budanın küçücük heykeli önünde yalvarmağa başladı: — Ey ulu mabud! Sana hergün be- ni şeytanların şerrinden koruman için dualar ederim.. huzurunda göz Yaşı döküp yalvarırım. Nedenbeni bu dişi mahlükların fenalıklarından keoru- mazsın? Niçin beni onlarla vk sik karşılaştırırsın İşte şimdi bir şeytan daha geldi.. bana, yapmadığım bir cürmü isnad ediyor. Bu müthiş iftira- Gan kendimi nasıl koruyacağım? Sen bana yardım et, ey mazlümların hâ- misi, büyük halâskâr!. : Koradan can sıkıcı haberler geliyordu. Kubilây ban Japon sınırlarına gön- dermek üzere büyük ordular hazırlar- ken, Koradan can sıkıcı haberler gel meğe başlamıştı. Kubilây, Kora prensini tedip ede- ceğinden o kadar emindi ki.. ilk gün- lerde bu haberlere inanmak bile is- tememişti. Fakat, kara haberler biri- birini kovalıyordu. Koranın şimalin- den akan iki asi fırkasının Moğol eya- letlerine doğru inmesi, cenubi Kora valisinin asiler eline esir düşmesi gi- bi, biribiri ardmca gelen bu haberler Kubilâyı düşündürmeğe başlamıştı. Bundan dört yıl önce gene Korada bir isyan çıkmış; bu isyanı da Tongut bastırmıştı. O zaman Tongutun mai- yetinde bugünkünden çok daha #z kuvvetli bir ordu vardı. Dört yıl ön- ce zayıf bir ordu ile isyanı bastirma- ğa muvaffak olan Tongut, bugün bu kadar büyük bir kuvvetie neden mu- vaffak olamıyordu?. Kubilây, Tonguta bir mektup vâza- rak bir hassa zabitile Koraya gönder. mişti. Hakan bu mektubunda diyordu: «Dört yıl önce oralarda, dağ“ lart şan ve gökleri titreten 'Tongut, bugün -her zamandan daha zayıf olan - Kora prensi karşısmda neden sarsılıyor? pir Kora prensi yerin dibin- “deki İfritleri kendi ordusunda asker diye kullanıyorsa. eğer o göklerden ve bulutlardan ve dünyanın bütün mabudlarin- dan yardım görüyorsa, hemen baha bildir. Sana bir yardımci ordu gönderemeğe hazırlana yım!» Kubilâyın bu mektubu çok uzundu. Moğol imparatoru, Tongutun vicda- nma, cesaretine, eski kahramanlıklar Tınâ dokunuyor, birçok harp hikâye leri naklederek Tongutu harekete ge- tirmek istiyordu. Kubilây han bu mektubu Koraya göndermeden önce, Semga Bahadıra okudu: — Tongutun damarlarında taşıdığı Moğol kanı soğumamışsa, o bu mek- tubumu alır almaz harbi bitirecek ve muzaffer ölarak dönecektir. Dedi. Hakanın veziri söz söylemek fırsatını kaçırmak istemedi: ' — Eğer insanın her duyduğuna inanmak kabil olsaydı, kulaklarımız doğruyu işitmekten mahrum kalırdı. Bir dedikodu duydum.. müsaade eder« seniz, hakanıma arzedeyim! Kubilây, ihtiyar vezirin neler söyle- mek istediğini bilmiyordu. — Gene kadınların ağzında dola- şan sözleri mi söylemek istiyorsun? Dedi. Semga Bahadır: Hayır, hakanım! diye cevap ver- di. Kadın dedikodusu değil, Fakat, sözlerim bir kadına aittir, Geçen gün, zindanda yatan “Şanga höbetçile birine söylemiş.. Tiyen-Fo rüyas hemen her gece Tonguttan bahsedi- yormuş. Hatlâ geçen akşam: «Bütün ümidim sendedir, Tongut! Eğer Pe- kine mağlüp olarak dönersen, Kubi- lâydan benim öcümü $en almış ola- caksın!3 demiş. Kubilây göbeğini hoplatarak gül dü: — Bu lâfiara sen de mi inandın, Semga! Mahkümlar dalma tatlı ha- yaller içinde yaşarlar. Ümid, onlar için en büyük tesellidir. Bırakalım, anlar zindanda olsun kendi arzuları ve kendi iztıraplarile başbaşa kalsın- lar. Semga Bahadır fazla birşey söyliyes medi. sustu.” Kubilây merakını yenemedi.. Sordu: — Başka birşey duymadın mı, Sem- ga? Bütün duydukların Tiyen-Foya mı aid?. Semga Bahadır: — Evet, hakanım! dedi.. bundan başka birşey duymadım. Tiyen-Fo sa- nıyorum ki, Tongutiş çok iyi anlaş mıştır. Koradaki bozgunluklar da bu nu gösteriyor. Kubilây hiddetlendi: Tongut Korada bozguna uğrar- sa, Tiyen-Fonun eline ne geçecek? — Tongutun mağlübiyeti, Kora prensinin zaferi demektir. O zaman Koralıların Pekine kadar yürümele- rinde bir mâni kalmıyacak.. Semga Bahadırla hakan arasında- ki konuşma çok sürmedi.. Kubilâyın kapı nöbetçisi, Şi-Yamanın hakanı görmeğe geldiğini bildirdi. ... Semga Bahadır hakam güzdesile yalnız bırakmıştı. Şi-Yama Kubilâym dizlerini öptü: — Başıma gökten yıldırımlar düş- müş gibi muztarabim, hakanım! Ye- rin altından ifritler çıkıp boynuma sarılsalardı bu kadar korkmıyacak- tım, Şi-Yama hıçkırarak ağlamağa baş- Tadı, söyle (Arkası var)