| | po d Her memleketin, her şehrin kendine göre bir hususiyeti, bir şahsiyeti olur. Fakat Çin şehirleri kadar Insanı şa- "şgırtacak, hâttâ güldürüp eğledirecek garip halleri bir araya toplamış bulu- nanlarına pek az tesadüf edilebilir. Genç Çin cumhuriyeti kurulalı beri bu tuhaflıklar azalmış olmakla bera- ber Çin şehirleri bugün de bir yâban- <ı için çok dikkate değet manzaralarla doludur. Uzun saçları arkalarmda ha» valanan Çinliler pek azalmış, cendere- lerde sıkıştırılarak şekilleri değiştiril- Miş küçük ayakları Üzerinde muvaze- nelerini bulmaya çalışan Çin kadınları da pek görülmez olmuş, buna rağmen Çin binlerce senelik âdellerinden bir çoğunu hâlâ muhafaza ediyor, İmparatorluk devrinde yüksek bir mevki sahibi Çinli bir ziyarete gider- ken büyük bir tahtaravana binerdi. Bu seyyar evi sekiz, on kişi taşırdı ve uşaklar hizmetciler büyük bir kafile alinde tahtaravanın etrafını sarardı. Bazı mündarenler sokâğa çıktıkları vakıt maiyetlerinde yüz adam bulu.- dururdu, Hâkimler bir iş üzerine hü- küm yermiye giderlerken, muhaken.€- de “hazır bulunacak zabit kâtipleri, müddetumumiler, mübaşirler, davacı- lar, şahitler bir alay halinde peşinden gelirlerdi. Bu âdet orta sınıf halka da geçmişti. Bir Çinli misafirliğe gider- ken arkasında şemsiyesini, yelpazesini çubuğunu taşıyan uşaklar bulunurdu Bundan başka Çinde , küçük sanat sahipleri evlerde çalıştıkları için iş aramaya çıkmış dülgerler, terziler, de- mirciler sokak sokak dolaşırlardı. Bun Jar yanlarında çıraklarını ve O İş irin Yâzım olar âletlerini bulundururladı. Hâttâ kllçük tabı makineleri sırtların- da, müelliflerin evine giderek onların hazırladıkları müsveddelerini sokakta basıveren matbaacılar bile vardı. Bu eski âdetlerden bir kısmı bugün orta- dan kalkmış, meselâ artık tahtaravan- Jar görülmüyor. Fakat bunların iyeri- nl otomobillerden ziyade Insanların çektiği iki tekerlekli, birer kişilik ara- balar tutmuş. Çinliler bu arabalara Richa diyorlar, Bu arabalar Çine Japonyadan geç- miş, orada da bunu ilk defa kullanan- lar Amerikalılar olmuştu. 1860 de ih- e Yeryüzünde garib âdetler, gülünç itikatlar Gezmiye giden bir Çinli elinden iki şeyi bırakmaz: biri yelpazesi biri de kuşunun kafesi Çinliler eski âdetlerinden bir çoğunu terk ettiler. Başlarındaki uzun saçları kestiler in kadınları artık ayaklarını kalıplar içinde sıkıştırıp ezmiyorlar. Bununla beraber bir yabancı için Çin şehirleri bugün bile çok şaşılacak garibelerle doludur e“ lekli arabaları insanlara başlamışlar, Az zamanda bu nakil vâs |larını yılbaşından önce ödemeyi bir va- sıtası Japonyadan Çine, oradan da di- ger Uzakşark memleketlerine © yayıl miş. Çin şehirlerinde bir yabancının gö” züne çarpan ve pek tuhafına giden şeylerden biri de şu: İpekli elbiseler giymiş kibar takımından tutunuz da fakir köylülere kadar herkes soka- ğa çıkarken ellerinde iki şey taşıyor: Biri yelpazesi, öteki bir kuş kafesi... Yaya gidenler, arabadakiler, tramvay- da bulunanlar, hasılı gidip gelenlerin büyük bir ekseriyeti bu iki maddeyi ellerinden bırakmıyorlar, Başka mem- leketlerde sokağa çıkan bir adam na- Sil eline baston yahut bir şemsiye alır- sa bunlar hemen yelpazelerine ve kuş kafeslerine el atıyorlar, Çinli yelpaze- lenmeyi pek sever, bir Çinliye'misafir gittiğiniz vakıt yapacağı ilk ikram si- 26 bir yelpaze uzalmasıdır. Çinlinin kuşa bağlılığı daha küvvetli, Sokağa çıkarken kuşunu evde bırakmak iste- mez, ona hava aldırmak arzusu ile süslü kafesler içinde saklanan hayva- nı yanınâ alır, Civar - köylerden - gelen © köylüler bile-kuşlarını şehre kadar getirirler. Akşam olunca köylü kuş üşümesin diye mendilini kafesin üstüne örter, Deniz kenarlarında, meydanlarda top- laşarak eğlenen çocuklar bile kuşla- rını beraber getirirler. Yolda biribirine! rastlıyan iki ahbap kuşlarının methini yapmaya başlar, onların ötüşleri Üze- rinde bahislere girişirler. Kuşunu çok seven Çinli sabahları hayvandan €y- vel uyanmak, ona bakmak, yemini, suyunu hazırlamak işlerini bir vazife bilir. Bir hikâye anlatırlar. Çinlinin biri sevdiği kuşu ile bir odada yatar- miş, fâkat sabahları erken kalkamaz, her vakit küştan çok sonra uyanırmış, 'bu adam evinde hiç bir hizmetçi tu- tamaz olmuş, Çinli hizmetçiler: «Sa- bah uykusunu fedaetmiyen adam kuş beslememelidir. Biz bu hali görmeye tahammül edemeyiz» diye bohçalarını yapıp hemen işi bırakırlarmış, Çin şehirlerinin garabeti en ziyade bayram günlerinde ziyadeleşir. Bu bayramlar içinde en ehemmiyetlisi on ikinci ay sonunda gelen yılbaşı şenliği- “diyar'iki Ametikân-papası bu iki teker. | dir. Bubavramı her Çinli, ailesinin ya» siz Sağda yukarıda: Pekinde bir mabette kokulu çubukların ve yaldızlı kâğıt paraların yakıldığı kazan, aşağıda: Yıl başı günü biribirile cenkleşen aslan kıyafetine girmiş iki grup. Ortada; Gezmeye çıkan Çin delikanlısı bir elinde yel- pazesi, ötekinde kuş kafesi, altında deniz kıyısında çocuklar ve akşam köyüne dönen köylü. Solda yukarıda; Çirkin başlı bir aslan kıyafeti, aşağıda tramvayda ve el arabasındakilerin yelpazeleri ve kuş kafesleri, mz nında geçirmek ister, borcü olanlar borç- fe bilir. Yoksa alacaklılar sokakta onun peşine takılırlar ve paraları al- madıkça yakasını bırakmazlar. Böyle bir rezalete sebebiyet veren kimse çok ayıplanır. Bu bayramda mabetler do- lar, geceleri herkes fena ruhları kor- kutup kaçırmak için fasılasız kestane fişekleri patlatırlar. Herkes en yeni elbiselerini giyinir, sokaklara dökülür, bu arada dilenci- ler, sokak satıcıları ve köşe başlarında! ve meydanlarda hünerlerini gösteren | canbazlar ve hokkabazlar iyi iş gör- müş olurlar. © Mabetlerde tunçtan yapılmış büyük mangallarda binlerce kokulu küçük değnekler ve attın yaldızlı kâğıt para- Jar yakılır, Gençler bu kâğıt paraları cetlerinin semadaki banka Hesaplarını kapatmak için yakârlar. İhtiyarlar ise cennete gitikleri vakit sarfederiz, şim- diden bunlar hesabımızın matlup ha- nesine geçirilsin diye bu fedakârlığa katlanırlar, Herkes mabede girerken bu kokulu çubukları ve yapma paraları kapıda sıralanmış olan papaslardan satın alır ve getirip bu mangallara attıktan sonra diz çöker, dua eder. Buda ve Tao mabetlerinde öyle başka dinlerde olduğu gibi muayyen sattlerde âyin | yapılmaz, mabedin içerisi bir panayır gibi her zaman kalabalık olur. Bir ta- | raftan mangallardan çıkan dumanlar,! bir taraftan fasılasız çalınan çan - ve ! davul sesleri arasında bir gürültüdür gider, bu sırada mabetlerin uylusun- | da ve sokaklarda büyük aslan kıyafe- tine girmiş maskaralar dolaşır. Bazı Avrupa şehirlerinde karnaval mevsiminde yapılan heykellere benzi- yen büyk ve çirkin aslan Kafaları, ku- | maştan yapılmış ve ince işlenmiş as- Jan vücudu içinde iki kişi saklanmış- tır. Öndeki ayakta durur, arkadaki iki büklüm olarak yürür ve sıçraşıp oynaşarak bin türlü maşkaralıklar ya- parlar. Böyle kıyafet değiştirmiş olan- lardan iki grup karşılaştığı vakit bir birlerile . dövüşmeye başlarlar, halk etraflarına birikir, çocuklar haykırışır, ve eğlenceler böylece üç gün üç gece devam eder, inni w > «Ral Sabri Duran Kanunusahı 193 Şehir Operetinde: AŞK MEKTEBİ * VE iki Kanto : Akbabacı Yusut Ziyayı, Serveti #0- | nun mecmuasının yazı odasından $a- | ir Yusuf Ziya olarak tanıdımdı. Yu- suf Ziya, benim o zaman, yani bundan yirmi sene kadar evvel ' Türkocağı mecmuasında çikan bir çiirim “için ilk tenkidi yazan ve beni metedendir. | Seneler geçti, çalışma kollarımız aşağı | yokarı ayrıldı, O şair ve mizah muhar- | riri oldu, ben tiyatro tenkitleri yâzi- yörum. bugün, benim hakkımda yir- mi sene evvelki tenkidine mukabele etmek fırsatını buldum, *ne yazık, ki kendisine yirmi sene evvel gösterdi- ği müsamahayı & gösleremiyeceğim. Bunun için Yusuf Ziya beni mazur görmelidir. O nihayet bir şiir tenkidi yaptı, bunda, yeni yetişmiş bir şaire müsanfkha gösterebilirdi ve nihayet şiir duygusu da bir kaç kişinin ara- sinda paylaşılacak bir histi. Sah- ne İse böyle değil. Sahne duyguları bir kaç kişinin arasında pay edlimze. binlerce “ve binlerce kişiye tek bir his aşılar. Sahne münekkidi ise bu bin- lerce kişiye aşılanan tek hissin tercü- manı olmak mecburiyetindedir, Şair Yusuf Ziyadan, Operet, sahne- mize 'mütekâmil, noksansız bir vod- vil vermesini beklemezdik. Ancak mi- zah muharriri Yusuf Ziyadan, terü faze, zamana uygun, dövüle dövüle ağdalanmamış mükteler beklemek hakkımızdı. <Aşk Mektebis nde ise bunu bulamadık. Yusuf Ziya, fıkra- yı harekel haline sokup, özünü tek kelime ile verecek yerde, fırkrayı ser- levhası ve cümlelerile sahneye getir- miştir ve gene ne yazık, ki'bize yeni hiç bir fıkra dinletmemiştir. Bu €se- rin zevk vermek bakımından küsurlu olan tarafıdır. Aşk Mektebinin iyi olan tarafları, dili, yani sözlerinin düzgünlüğü - bazı sahnelerde lüzumsuz olmakla beraber - şiiri, muhtelif tip karika- türleri güzel çizmesidir, Ancak Yusuf Ziyanın muhâyyilesinden fırlıyan bu tipleri sahnede lâyılile canlandırdı- Jar mı?.. Buna: Evet diye cevap vere- miyeceğiz. Eğer tipler . hakkile can- landırılmış, taklitler pürüzsüz yapıl- mış olsaydı, «Aşk Mektebiz nin kipro- Ko ve rokambolsuz, bir vodvil olduğu- nu, eserin bu noksanını tebellür et- tirmezlerdi. Hazım, halk sünatkâr Hazım, bize bugüne kadar gösterme- diği yepyeni bir Ermeni garson rolu ibde etmekle beraber, bu sefer takli- din dar çerçövesi hapsolmuş, ken- dini bir cendereye sıkıştırmıştı. Bana kalırsa, o rolde Hazımı taklitsiz. ser- best bırakmak ve rolü; şöyle külhan- beyi, bıçkın bir garson olarak temsil ettirmek çok daha iyi olurdu, Vasfi, eski devirlerin, şiire düşkün Boğaziçili hassas küçük beyi değil, Karagözün 'Tarçinizade Kınap beyi şeklini almıştı. Bedianın ise gençliği- ne düşkün, vardakosta bayan olması lâzımgelirken, bizim bildiğimiz ipşi- rin, alaycı Bedia olarak kalmışlı. Hanmın kendini tamamile Aşk Mektebine verememesi bence müelli- fin kabahatldir. Bedia ile Vasfinin yöllerini neye benimsemediklerini kes- tirmek te güçtür. Belki bir kaç temsil sonra, canlandırdıkları tiplere temes- sül etmek zahmetine katlanırlar, Büyük Behzada sözümüz yok. Eski «Kayseri Gülleri» de ne kadar mu- veffaksa, Aşk mektebinde de o kadar muvaffaktı. Eğer o zamanki zevkimiz- le bu zamanki zevkimiz arasında bir fark varsa, yani o Kayserili taklidi, on beş sene evvelki kadar beğenilme- dise, bu da büyük Behzadın kabahati değil, zamanın söyabıdır. Bence bü- yük Behzad, «Kayseri Gülleri: nde topladığı alkışı «Aşk Mektebinde toplasaydı bizim kadar üzülür: Ey- yah, o gün bugündür tiyatro zevki- mizi hiç mi yükseltemedik! derdi, Geriye kalanlar yeni elemanlardı. Bünlâr arasında kayde değer yalnız bir kişi vardı: Reşid, Küçük Reşid, bize kendini «Nasreddin hoca» da gösterip ilk defa aldatan, istidatsız bir genç olarak tamtan, sonra bu s8- ne «Büyük Hala» komedisinde bir yıl- dız.gibi parıyan Reşid. Reşid mükem-.. Ye bir komedi artisti yelişiyör“s3 bir Sirtol.. Bugüne Kadar balede şöhret alan bayan Saniye de, bize biran bir Yer hudi kızı te muvaf* n oda şakasını cesi yapıverdi. Bereket sürdü. Aşk mektebinin kalabalık eşbasi arasında, ta sirto ile kantoya kadar, kayde değer hiç kirıse yoktu. Her ka- fadan bir 1âf çıkıyor, fakat bu lâfların değeri $ nakledilemiyordu. Kantoda Şevkiye, sirtoda Melek muvaffak oldular. Bu Aşk Mektebinin müzik kısmı, Ne yazık, ki Muhlis Sabahaddin, Yur suf Ziya ile anlaşamamış. Müellifle bestekâr arasında çok bariz bir ayris lk var. Yusuf Ziyanın eseri modern tarz bir eser, bestekârın tarzı ise - hiç bir zaman büyük bir başarı göstere mediği - klâsik operet tarzıdır. İçini de seyirciyi, vodvile bağlıyacak, dört beş tane bestesi var, ki bunları da son perdede teksif etmiş ve lüzumsuz ye re Melekle Cahideye tangomsu, va simsi şarkılar söyletmiştir. Halbuki şarkıda sirto ile Xantoda karar kıl ması çok daha iyi olacaktı. Sirtoda Melek muvaffak oldu. Hele şarkının sonunda hârekete geçecek yerde, da- ha başlangıcında biraz dinamikleşse, yalnız o sirto ile Şevkiyenin kantosü için «Aşk Mektebis yüz kere temsil edilebilir. Ancak şunu da ilâve edelim, ki «Aşk Mektebis müziksiz olmak şar- tile, Yusuf Ziyann muhayyilesinde doğan tiplere hakkile temessül edilip bakkile taklidleri yapacak sanatkâr- lar elinde de vodvil diye oynanır bir eserdir. ... Burada hir kere daha noktal naza- runızda haklı ooduğumuzu söyliyece- giz. Şehir operelinde vodvil oynuyo- ruz. Vodvil için Boileşu, eşlir sana tiinda: Evvelâ Satirik şarkıları, daha sonra sahne bestesi oldu, diyor. Wodvilin tiyatro lügatindeki mânası: Güldür- mekten başka gayesi olmıyan şarkılt oyun demeklir, Ancak vodvilin pri* madönnasi, tenoru yoklur. o İslan- bul Şehir operetinin ismini de giştirip vodvil tiyatrosu yapmalıyız. Bu en makul hareket olur. Gelecek yrevsim temenni edelim ki afişler şöyle çıksın: İskwıbul Şehir tiyatro- Tarı dıram ve vodvil, Selâml İzzet Askeri fabrikalar mensuplarının Adana felâketzedelerine teberrüü Kızılay cemiyeti genel merkezinden: Adana felâketzedelerine yardım olmak üzere Askeri fabrikalara mensup subay, mühendis, işyar, usta ve işçileri evvelc8 verdikleri (1500) liraya zümimeten bu defa da aralarında topladıkları (396) lira (97) kuruşu genel merkezimize tes“ Jim etmişlerdir. y Kıwlay cemiyeli bü hayırsever yurd- daşlara teşekkürlerini tekrarlar. Türkiye © Ecnebi 1400 kuruş 2700 kuruş 750 » 1450 » 400 > 800 » 150 » —- Posta ittihadına dahil olmayan ecpebi memleketler: Seneliği 3600, altı aylığı 1900, üç aylığı 1000 kuruştur. nie tebdili için yirmi bep kuruşluk pul göndermek lâzımdır. Zilkade 9 — Ruzu Kasım 76 8, İmsak Güneş Öğiş İkindi Akşam Yatı E 1223 207 713 945 120 146 Ve 536 7p20 12,96 1458 1713 1R4B İdarehane: Babıâli civar Acımusluk Sok No 13 çiz adi 4 “İğ