8 Eylül 1932 AŞK Dİ Geminin kömürlüğünde 8 Eylül 1932 LENCİLERİ Nakleden: ISKENDER FAHRETTİN yatan Cim'e hürriyetini vermek istiyorlardı. Kömürlüğün kapısından bir ses işitildi: — Mister Cim, çıkınız biraz..! Mis barney, Torino'yu gözlerin- den kaypedinceye kadar başka hiç bir tarafa bakmamıştı. Bütün hayatını, maceralarını düşündü. Gemi kaptanını, süvariyi ve niha- yet Hopkins'i düşündü. Bu adam onun üzerinde korkunç veya müziç tesirler yapmıyordu. Hem neden müziç olsun vazifesine sa- dakatinden başka ve vazifesinde harikulâdelikler göstermiş bulun- maktan gayrı ne yapmıştiki?. Torino, birdenbire kararan bulut- ların arasından seçilemez olmuştu. Bazen tıpkı bir yardan görünüyor gibi çatlakları içinden bir an için görünüyor ve tekrar bulutlarla kapanıyordu. Mis Barney, Torinoyu sevmişti. Bu yemi içinde geçen kısa hayatını lezzetle tekrar etti ve şimdi sonsuz denizin kudurmuş dalgaları üze- rinde kalan bn teknenin bir felâkete uğramasından korkuyordu. Onu, bulut yarıklarından çırpınıyor gör- müştü, Fakat insan ne garip mablüktur! Mis Barney de kendini unuttu bir kaçakçı teknesini kafasına dola- mıştı. Bir aralık ön tarafa baktı ve bir kaç yüz metro ileride yalpa- lanarak giden Hopkins'in tayya- resini gördü. Hopkins onu tevkif ettikten sonra yanına bile alma- mıştı, — Ne garip adam! Diye söy- lendi. Mis, Barney, kaptanın hazırla- dığı plândan bihaberdi. Bu iti- barla kendisini hakikaten mev- kuf zannediyor ve bir müddet için de olsa hürriyetinden mahrum kalacağını düşünerek (o muztarip sluyordu. o Hopkins'in ağzından düşmiyen şu Tim-tom da fena bir delikanlı değildi. Mis Barne- yin hiç o sarsılmaması için bü havada bir sinek gibi kü- gülen “tayyareyi ne güzel idare ediyordu. Bir aralık mis Barney, telefonla Tim - Tomla görüşmek arzusunu yenemedi. — Benim güzel polisim, Tim - Tomum! Bunu o kadar güzel bir eda ve o kadar tatlı kadınlıklarile söylemişlerdi ki hakikaten Tim - Tom görse ve işitseydi onda da hoşafın yağı kesilirdi. Fakat vazifesinden başka bir şeyi şimdilik düşünemiyen Ceymis, Mis Barneye: — Emrediniz o efendim! den başka birşey söylemedi. — Niçin bukadar haşin cevap veriyorsunuz? Nereye gidiyoruz? — Londrayal Mis Barney hayretini yemedi. — Londrada ne var ki Mister Tim - Tom? — Kaptanın emri böyle Mis! Barney büsbütün hayrete düştü. Bu adam delirmiş mi idi? Kaptan da kimdi? Fakat bunları düşünürken na- zarlarını garip bir hadise üzerine teksif etmişti, (Hopkins) in tay- yaresi sağdan kendileri de soldan gidiyorlardı. Birdenbire mis Bar- neyin tayyaresi dik yukarı virajsız bır çıkış yaptı. Bu mis Barneyi esirge- “o kadar korkuttu ki yapıştığı telefo a bütün sesinin kuvvetile haykırdı: — Sen bir delisin aptal adam! Yoksa beni himayesiz ve silâhsız bir tekne parçası içinde öldürmek emrini mi aldın? Müteheyyiç bir sesle cevap aldı: — Müsterih olunuz Mis, bilâkis bayat ve hürriyetinizin müdafaa- sına memurum. — Hürriyetim mi dediniz? — Evet Mis Barney! Çok garip şeydi bul Mis, bu konuşuştan bir şey anlamıyordu. Acaba bu Tim-tom onunla alay mı ediyordu? — Mis Barney! Mis Barney! Mis Barney! Yanında haykıran telefona me- rakla sarılan Mis, yeni bir telâşın zebunu olmuştu. — Ne var ne oluyor mister Tim?! — Sakın o korkmayınız mis, küçük bir tehlike geçiriyoruz. İstinat kollarını ( bırakmayınız. Gözlerinizi yere indirmeyin... Söz tamam olmamıştı ki tay- yare birden müthiş bir süratle, sanki, tam ortasına bir yumruk vurulmuş gibi aşağıya doğru yu- varlandı. Mis bir saniye bile göz- lerini bulutlardan ayırmadı. Fakat birden kemikleri fırlamağa, kafası ağrıdan çatlayacak kadar sıkış- mağa başladı. Bu ani korku, kadını pek perişan etmişti. — Mis Barney! Mis Barney! Telefona yorgun ve bitkin kula- gını dayayan mis Barney. — Tehlike geçtil Sözünü duyunca derin ve huzur içinde nefes aldı. Bir dağın üzerine (o yakınlaşmışlardı. Hava hiç hoş değildi. Deminden beri altlarında devam eden dehşetli fırtına çok şükür dinmişti. Yoksa bu sukut, fırtına mini mini tayya- reyi bir külçe tahta ve demir yığını halinde kaldırıp dağın ucuna atacak ve mis Barney top- rağa karışacaktı. — Acaba Hopkins nerede? — Bize ne mis? — Bize ne mi? — Elbette! Cehennemin dibine kadar yolu var | — Insan efendisine bu kadar düşman olur mu Mr. Tim? — Ben Ceymisim. Mr. Tim, Torino'nun kim bilir hangi yan ve karanlık kamaralarından birinde misafirdir. Hopkins bizi kaybetti, Artık çok serbestiz. Sizi, kap- tanın emri ile Londraya götüre- ceğim. Mis Barney alıklaşmış,' hayretle fakat gitgide artan lezzetle din- liyor. Maahaza aralıkta bir dönen Ceymisin kuvvetli adalelerini, çekik büyük gözlerini görünce bu deli- kanlıyı bir an evvel yanı başında ve karada bulmak istiyordu. — Demek siz kaptanın çok emin adamısınız? — Evet Mis Barney. Yalnız kaptanın değil her bana tevdi edilecek sır için çok emin biriyim. Mis Barney güldü. — Fakat kadınla geçen sırların ifşasında o kadar büyük lezzet varmış ki erkekler asla macera- larını bir başkasına anlatamadan duramazlarmış. Ümit dünyası bul Ceymis, aşağı yukarı telefonla geçen muhavereyi bir vait gibi telâkki etti, Ümitle- lerinde ve şimdi gaz sobasına bir daha basarak zaten rüzgârı hi- rıltılı çıkran bu dehşetli sürati bir kat daha yükseltti. (Arkası vardı) Akşam'ın resimli l hikâyeleri Gladyatör'lerin muhafaza kumandanı, patrisien Peres,e bü hayvan şekilli herifi göstererek izahat verdi: — İşte efendimiz, arzunuza en muvafık adam budur! Gladyatörlerin muhafız kuman- danı, Patrisienlerden Peresi bir takım dehlizlerden geçirdi: — Buyrun, efendimiz, şu cihhete doğru buyrun... Hayvan herifler o tarafta dolaşıyorlar; dehliz alaca karanlık! Belki görmezler; itişip kakışırken, üzerinize yıkılırlar... Ayağınıza filan basarlar. Iki adam, arenenin kenarındaki kâgir odalardan birine girdi. Bu- rada da bir gürültü, bir patırdı... Bu hafta içinde, büyük bir bay- ram, kan bayramı olacağı için, gladiyatörler hazırlaniyorlar. Biri birlerile yumruklaşıyorlar, gırtlak- lâşıyor ve döğüşüyorlar. Fakat, oda, dehlize nisbetle aydınlıktı. İçeriye muhafız kumandanının bir patrisyen'le birlikte girdiğini görünce, sınıfa mektep müdürünün girişini gören talebe gibi sustular. Kumandan: — Devam ediniz.. Siz, kendi işinizle gücünüzle meşğul olunuz. -dedi.- sade sen, sen buraya bak Herkulius!.. Herkulius, gladyatör'lerden biri- nin lakabıydi. Bu adam, bütün pehlivanlar içinde en kuvvetliler- den biri, hatta belkide bilakaydü- şart en kuvvetli addolunurdu. Iki adamın karşısına geldi. Bu hayvani adelelerdi böyle... Bu ne ne kuvvetli vücut... Peres: — Mükemmel.. Mükemmel... Oh! diye mırıldandı. Bu, herhalde, demiri kıvırabilir. Pelerinin altından iki parmak kalınlığında bir demir çubuk çıkardı: — Kıvır oğlum şunu.. Herkulius, demir çubuğu, dizine bile dayamak lüzumunu görmeden, bir kurşun boru gibi kıvırdı. — Âlâ. Muhafaza kumandanı, tecrübe- den memnun: — İşte efendimiz! - dedi. - arzu- nuza en muvafık adam budur... Şu surata bakın... Alın ne kadar dar... Zekânın kıtlığına alâmet... Adeleleri ne derece kuvvetlise, aklı da o derece zaiftir. Binaenale- yb, yapacağı işin ne demek oldu- ğunu kavrıyamayacak... Aklı değil, sade adieleri işleyecektir... Emir- lerinizi ona söyliyelim... Peres: — Olur | - dedi. - Herkulius'u alalım... Yürü, oğlum... — Deminiki kişi geldikleri yol- dan, bu sefer, üç kişi dönüyor- lardı. Peres, yaptırmak istediği işi Herkulius'a anlatıyordu. N —... Nasıl olsa, bu hafta için- deki kan bayramında ölümün muhakkaktır, oğlum... Suratın diktatör'ün ve metresinin o de- rece sinirine dokunacaktır ki yere yuvarlandığın (o vakit, baş par- maklarını aşağıya tevcih edecek- lerdir. Bunun da öldür manasına geldiğini biliyorsun ... Halbuki, sana, kurtulma çaresini göstere- ceğim Herkulius.. Bir duvar aşa- caksın.. Sonra bir pencerenin parmaklığını kıracaksm.. bu sur- etle gireceğin odada, bir kadınla bir erkeği uyur vaziyette bula- caksın.. Erkeği boğup öldü- receksin... Kadını kucağına alıp kaçıracaksın... Demin aştığın diva- rın altına geldiğin vakit, üç kerre ıslık çal... Sana bir ip atacacağız... Ipe evvelâ kadını bağlıyacak, bize yollayacaksın... (Sonra, kendin aşarak (o geleceksin... o Anladın mı, Herkulius?.. Ondan sonra, kurtulacaksın... Seni azat edece- gim... Ölümden ve esaretten kur- tulacaksın... — Anladım, efendimiz... Ilâhlar size uzun ömür versin... — Söylediklerimi oOtekrar et bakayım. Gladyatör, Peresin söyledik- lerini tekrar etti. Hem de aynen. Mubhafızların kumandanı: — Coo.. Aferin. - dedi.- Ben, alnının darlığına, kafasının biçim- sizliğine ve gözlerinin manasına bakarak, bunu aptalın biri sanr- yordum.. Megerse, bu derece muğlak, mürekkep şeyleri anlaya- bilecek kadar dimağı varmış.. Aferin.. Aferin.. Peres, etrafına bakındı. Sokak tenhadı.. Geceleyin kim- seler yok.. Durdular.. Herkulius'a duvarı gösterdi: — İşte oğlum.. Aşacağın duvar burası.. Pençere tam karşına ge- lecek.. Demir parmaklığı kivırmak senin için iş bile degil.. Kadınla erkek şu saatta, mutlaka yatakla- rında uyuyorlardır. Söylediklerimi unutma.. Haydi, seni burada bek- leyoruz.. Atlarımız hazır.. Kaça- ğız.. Ben de vadimi tutucağım.. hür ve berhayat kalacasın.. — Peki, efendimiz... Herkulivs, arkadaşlarının omu- zuna basarak, duvarı aştı. Şimdi, iki kişi o heyecanla bekleyorlar... ii ye Peres: — Ah, nihayet o kadına kavus şabilecek miyim?... - diye mırılda- nıyor.- Onu bir kerre olsun öpsem, bir kerre olsun kollarımın arasına alsam, bir kerre nefes alışını yakından dinlese! sonra, isterlerse beni idam etsin» ler.. Ratalica'yı o derece seviyos rum. Hariçus onu benden aldi... Şimdi, köpek gibi geberecektir,. cezasını bulacaktır. Susdular.; * Karanlığı: dinleyorlar.. Hiç bir şey İşidilmeyor. Biraz sonra, insanın ıkınmasından müs tevellit çir ses duyuldu. — Herkulius, parmaklığı kırı» yor.. — Evet.. Sonra, yarıda kalan bir çığlık. Sokaktaki iki adam, yüz yüze bakıştılar. Peres: * — Tamâm.. - dedi. Sonra, muhterizane: — Cıvardan işitmiş olmasınlar? » diye sordu. — Hayır, efendimiz, işidilmez,. Kimsenin olmadığını ben biliyorum. Derken, işaret makamında öt- türülen ıslık., Ip atıyorlar... Duvardan aşağı bir cisim sar- kıtıyor... Peres: — Bu ne?... - diyor - Bu ne?.. Sarkıtılan cisim, kadın cismi değil, erkek cismi... R — Hari'cus... Hemde canlı... Muhafaza kumandanının aklına vahim bir ihtimal geliyor: — Herkuli'us!.. - diye bağırıyor.- Ne yaptın... Sersem herifi... Ters işler mi gördün?... Erkeği öldürecek, kadını bize getirecektin... Duvarın üstünden, Herkulius'un sesi : — O da geliyor... Alın... Kollarında kaldırdığı bir kadın cesedini Haricus'un peşinde yuvar- liyor. Ağzından tıkacını çıkaran Ha- ricus inliyor : — Ne yaptın, Peresl... Bu herif, sevğili Petoliça'yı gözlerimin önünde öldürdü... Oldu mu bu? oldu mu?.. Ne sana, n: bana... Ah, Ratslica... Üç erkek birden haykırıyorlar : — Bu ne tanavarlık... Bu ne canavarlık... Herkulius, o duvardan aşağı iniyor : ; — Bir gladyatörden de cana- varlıktan başka ne beklenir, efen- dilerim?..* Biz, en kan dökücü hayvan- larla, kaplanlarla, sırtlanlarla kar- deşiz... Onların topunu aldık... hemde bihakkin... Bu öldürdüğüm Ratslica, geçen kan bayramında, diktatör'ün (yanında oturuyordu. Hasmı, ağabeyimi yere devirdiği zaman, diktatör, bu kadının yüzüne baktı onun fikrini sordu. Âdet mucibince, şayet baş parma- ğını havaya kaldırsaydı, ağabe- yim affolacaktı. Lâkin, Ratolico baş parmağını yere çevirdi. Bu maruf işaret üzerine, ağabeyimi öldürdüler... Ne zamandır dua ederdim: Bu kadınla yüz yüze geleyim de onu her ne pahasına olursa olsun haklıyayım diye... Ilâhlar duamı kabul fettiler... En umma- dığım zamanda bu fırsatı da ver- diler... Ben, artık, ne hürriyet istiyos rum, me berhayat kalmak... beni gene eski yerime götürün... Öbür gün kan bayramı... Kanımın aktığına artık acınmam. Nakili: (Hatice Süreyya) zi