> mina Taş SE Çİ ye —— Patlıcan 5 para, fasulye 40 parâ Trabzonda tütün ve fındık mahsulü, fındık kabuğundan çıkan zehir Trabzon, 29 (Hususi) — Her postâdan elimize geçen Akşam gazetesinde vatanın dört bucağın- dan gönderilen muhâbir mektup- larını okuyor ve anlayoruz ki bu sene Türkiyenin her tarafında besbereket, bolluk, obolamaçlık var. Yer mahsulâtı adeta beda- vaya alınıp, satılıyormuş, ucuzluk o derece her tarafı sarmış.. Daha dün pahalılıktan şikâyet edenler bugün âdeta ucuzluğun bu dere- cesinden müşteki gibi.. Trabzonda bu sene öyle bir sebze ve meyva bolluğu var ki: Kavun, karpuz yok pahasına satılıyor. Köylünün sırtında sokak sokak, dükkân dükkân gezdirip müşteri bulamadığı malını, nihayet yalvara yakara bir siğara pahasına bıraktığı veya parasız bırakıp savuştuğu da vaki! Fasulye kırk pâra, otuz para, alan yok... Pat- lican beş para, bakan yok. Geçen günü bir at yükü 'armudu koylü satamayıp getirip arpa ve saman bedeline mukabil hancıya bırakıp gitmiştir. Şüphesiz bu ucuzluktan müsteh- lik memnundur. Müstahsile gelince, o, masraf edip, uğraşıp meydana borcuna, ihtiyacına me- tirdi, dal ir a mahülânüd para et- Sad mi yansın, yoksa çektiği emeğe, yaptığı masrafa mı yan- sın?,. Rençperlikte, toprak işle- e, mahsulâttada bir inkılâp, bir istihale başladı.. Üç beş sene evvel her sınıftan herkesin cebinde üçbeş liradan eksik para bulunmazdı. Ha de- din mi kasalarda, portmenlerde, ceplerde lüzumu kâdar ve hattâ lüzumundan fazla banknot hazır- dı. Iki üç senedenberi ekseri ka- salarda ve ceplerde beşlik, onlük lira yerine teklik bankanot, hattâ 25 kuruşluklar kaim olmağa baş- ladı. Cebinde bir veya iki lirası olanlar eh gene birşeydi. Fakat şimdi öyle mi ya.. Bugün 25,50 hüuruşla alınan sebzeleri bir hamal eve zor taşıyor. Evvelce bir banknot adeta bugünün 25 kuruşu kadar insanın gözüne kıy- metsiz görünüyordu. Bugün 25 küruş insanın gözüne bir liradan azametli görünüyor. Hele daha dün kırk parayı, on parayı ağir- lık verir diye insan üzerinde taşımak istemezdi. Bugün kırk para, on parayı cebinin en itinalı yerinde saklamayan kim var?.. Belediye nihâyet bü vaziyeti, ortalığın hem ücuzlük, hem pahalı lığını göz önünü getirerek beş kuruşa olan kahve, cay fincanın ve 15, 25, 35, 45 Kuruşa kadar olan yemek tâbaklarının fiâtlerini kırdı, itidale ve buğünkü piyasaya uydurdü. Belediyeniti bü Kafârına birinci Sınıf kahvehane, gâzino sahipleri ittiba etmiyerek eski Trabzönün umumi manzarası fiatten para almiâk istediler.KBele- diye bunlara pâra çezâsı verdi. Onlar da kahve ve çay pişirmemeye karar verdiler. | Ihtilâf yirmi gün- den beri devam ediyor. Tütün rekoltesi Bu sene bu hâvalide sair sene- lere nispeten az tütün dikilmiştir. Rekolte yedi sekiz yüz bin kilo tâh- min edilmektedir. Havalar biraz gayrı müsait gitmektedir. Böylece devam ederse rekoltenin beş yüz bine düşeceği söyleniyor. Nefaset itibarile mahsulün yüksek randı. manı olacağı şüphesizdir. İnhisar idaresi eski tütünlerin satın âlın- masını müzayedeye köymüştür. Fındık mafisulü Fındık rekoltesini evvelce bik dirmiştim. 350 bin katitara yakın- dır. Kendisile görüştüğüm fındık mütehassısı Kâzim bey obâna dedi ki: — “Bu sene fındık, dolgun içli, kabuklarının rengi iyi ve bâsta- lıksızdır. Bugün Gireson rekölte- sine müsavi mâhsul istihsal ede- biliyoruz. Henüz boş bülünan fındık sahalarımız oçöktur. Bura- lardâ yeni yeni dikme fâaliyeti başlamıştır. OGiresondâ ise boş saha kalmamıştır. Artık orâda dikme işi nihayet (o bulmüştur. Trabzon bir kaç sene sonra Gire- sonu çok geride bırakacak, rekol- teyi yedi sekiz yüz bin kantara çıkaracaktır. “Fındığın istikbali çök emin ve pârlâktır. Henüz fındığı çek- miyen, tatmıyan, kiymelini anla- miyan bir çök büyük yerler vardıt. Ezcümle Hindistan, Çin fındığa çok ehemmiyetli bir mahreç olabilir. Yeterki tanıtalım ve tattıralım. Fındık vitamini, yağının o kuvveti, (o kabuğundaki mühim hassa itibarile kuru mey- vaların ve bir çok gıdaların çok fevkinde bir kıymeti haizdir. Çin ve Hindistan bhâlki fırdığa meclüptür. Fakât bulamadıkları için diğer tali derecedeki meyva ile ihtiyaçlarını temin ve tatmin ederler. Fıtidik Kabuğuridan Avrupada Almanlârin zehirli göz istihsaline Trabzon parkı teşebbüs eyledikleri omalümdur. Evet fındık kabuğunda gaz var- dır. Fındığın kabuğu kadar sert kabuklu biç bir meyva kabuğu yoktur. Kabuğunun bir plâtin kadar sert oluşunun bakıldığı zaman dikkat edilirse görülür ki dumani pek ağırdır, havaya yükselmez teneffüs edenlere darlık ve sıkıntı verir. Bu itibarla ensi- cesi arasında gaz bulunması çok tabiidir. Tabiât bu mahsulün kabuğunu zehirli, içini insâi bünyesi için pânzehirli hâlketmiş gibidir. Bir avuç fındık içi üç kap yemek yerine geçer. Aynı kalöriyi verir. Trabzonda zengin ve fakir bütün ekseri evler sobalarda, ocaklarda, mangallardâ fırıdız kabuğu yakar: lar. Kışın denizden bakılınca kesif, ağır bir duman tabakasımn şehrin üzerini kâpladığı görülür. İşte bu havayı teneffüs eden halkın bir kısmı vereme ve mülhtelif hasta- lıklâra müptelâ olurlar. Fındık kapuğunun ihrakıni men- etmek sıhhat noktasından elzem bir iştir. Fındık kabuğu yerine belediye muhtaçlara ödun temin etmelidir. Findik, kapuğunu uzun bâcalı hamaâmlar, fabrikâlar, fırın- lar yakabilirler ve onlar için odun- dan daha ucuz da olur., Kâzım bey fındığın Türkiye de dahilinde de sarf veistihlâk edil- mesi için fındığı Türk halkına iyi tanitmak lüzumuna kaildir. Birçok iç vilâyetlerimiz vardır ki henüz fındığı lâzimı veçhile tanımamak- tadır. Maamafih günden güne ehemmiyeti ve kiymeti artan bü mahsulün Gihan piyasasını eline alacağımdan emin olabiliriz. Size garip bir şey söyliyeyim: Fındık yetişen sahalardâ halk arasında fındik yemeyen ve ya pek az fındık yiyen o kadar var ki.. Biz buralarda üzüm ve inciri fazla derecede yediğimize göre, âcaba İzmir bağcıları da bizim fındığımızı çok, kendi üzüm ve incirlerini okadar az mı yef- ler?.. Fındık ihracatına beş on gün evel başlandı. Ilk malisulün ilk ihracatı merasimle vapura yük- lendi. Ilk günler küru kabuklu fındığın okkası 21-22 küruştan alınıp satılirken bugün 19-20 arasında gevşek muamele gör- mektedir. Henüz kâldıfılmayan harmanlar az kalmiştır. Piyasaya az mahsul gelmektedir. Müstahsil 20 kuruş- tan yukarı fiat beklemektedir. Fabrikalar az faaliyettedir. Netice itibarile fındık işi, sermaye işi, teşkilât işi, mahreç bulma işi, propaganda işi, alma ve satma işi ve kooperatifleşme işidir. Cevdet Tefrika No. 55 6 Eyl 1932 6 Eyini 1932 Ana - Kız Rakabeti WA - No) Nakili: Lâkin, bu gecenin dün geceden bir tek farkı var: O da, güvertede kimsenin bulunmaması.. Ne nişan- lilâr, ns Ferit efendi Volkin, ne Meliha, ne Pertev.. Ihtimal yor- gun olduklarından, ihtimal başka bir sebepten, üçü de güverteye çıkmamış... Güverte, o gece, sabaha kadar boş kaldı. Ressam Ahmet Ramiz, arka- daşı Pertevi görmek bahanesile cemaatten ayrılıp da aşağıya in- dikten sonra, doğrudan doğruya kendi odasına gitti. Smokinini * çıkararak pPijamasını giydi. Sonra arkâdaşının kamarasına gitti. Onunla konuşmak istiyordu. Ötedenberiden, dereden, tepeden, aynı zamandada, şöyle dolam- baçlı yollardan giderek, Pertevden esrarını öğrenmek istiyordu. Me- liba ile Ferit Efendi Volkin'in muhaveresi onu kuşkulandırmıştı. Ortada bir takım esrar döndü- günü sezmişti. Bu esrarın ne esrar olduğunu anlamak istiyordu. Kapıyı, alelüsul hafifçe vurarak içeriye girdi. Pertev, yatağına yatmış bulu- nuyordu. Hem yorulmuş, hem de dimagen fena hâlde üzülmüş, örselenmişti.. Onun için, derhal soyunmuş, uzanmıştı, Arkadaşının içeri girmesi üzerine, tek gözünü âçtı, öteki gözünü kapadı. Onun sordüğu suâllere, ancak fek kelimelerle cevap verdi: “ Yol... » : “Iyiyim! ,, “ Ağrimıyor. “ Yörgunum da... Ahmet Ramiz, bir koltük çek- miş, yatağın yanına otürmuştü. Ressam, hayatın künhüne vakıf olmak isteyen insanlardan biri olmakla beraber, Pertev'in cidden an samimiülkalp dostuydu. Onun esrarını (oOöğrenmek istiyordu, Lâkin dedikodu yapmak için değil, bini hacette ona yardım ve iyilik etmek için.. Şu eshadâ, susuyordu. Istiyordu ki, kendi sual sormadan arkadaşı ona bir şeyler anlatsın, kalbinin sırrım döksün. Halbüki, başını yastığının yarısile kapamış, Per- tev, susüyordu. Birşey söylemi- yordu. sırtına , nr Balkan tenis turnuvası devam ediyor. Uzun müddet bir süküt devresi geçti. Belki bir çeyrek.. Bir çey- rek zarfında ançak üç beş cümle teati olundu. Son cümleyi müteakip, gene epi uzun bir süküt devresi geç- mişti ki yan kamaranın kapısının açılıp bir az şiddetlice kapandığ işidildi. ME Büsbütün kulak kabarttılar. Yan taraftaki kamaradan, bir kadının çıkardığı anlaşılan bir gürültü işitiliyor.. Ahme Ramiz, Pertev'e : — Kamara komşun kim? - diye sordu. — Meliha Hanım. Ikisi de, garip bir tarzda ihtiyata riayetle seslerini alçalttılar. Ahşap dıvarın öte tarafında, bir cisim, bir yere çarparak, yahut elde fena tutularak, yere düştü. Ahmet Ramiz, tebessümle teşen- nüç arası bir ifadeyle, yüzünü buruşturdu. — Meliha hanım, azıcık asabil » dedi. Yüzünü arkadaşına daha fazla yaklaştırıp sesini daha alçaltarak, ilâve etti: — Asabi olmasının da sebebi vardır elbette... Pertev, yatağında azıcık doğ- ruldu. Ellerini ensesinde kavuşturdu. Hafifçe kaşlarını çattı ve res- samın yüzüne dikkatlice baktı. — Bu sebepleri biliyor gibi görünüyorsunuz, azizim ! Söyleyin bakâlım, bildiğiniz neymiş 2... Ressam : — Vallahi her şeyi bütün taf- silâtile bildiğim yok... Işte her şeyi bütün tafsilâtile öğrenmeği heves etmediğim içindir ki, ekse- riya, pek çok şeyleri bilirim... Cda komşumun da niçin azicik asabi olduğünü pek üstünkörü biliyorum... Demin yukarda konu- şurlarken (o muhavereye (dikkat ettim. — Neymiş rar baka- lım?... üsul (o sesle, Pertev, yatağında (o büsbütü oturdu. Yatak gıcırdadı. Ressam: — Tsss... Dikkatl.... - dedi. - gürültü etme, yavaş konuş... Me- liha hanımı hem rahatsız etmiye- lim, hem de işkillendirmiyelim... ( Arkası vas) unsura Evvelki gün de maçlara devam edilmiştir, Resmimizde türk, romen ve yunan tenisçileri ve yunan tenisçisi Nikolaidis görülüyor.