28 Ağustos 1932 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

28 Ağustos 1932 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

28 Ağustos 1932 Akşam'ın resimli hikâyeleri Ben, seyahati çok seven ingiliz- lerdenim... Dünyayı dört kerre devrettim. Dolaşmadığım ne Çin kaldı, ne Amerika, ne Japon... Gene bir seferinde Hindistan'dan geçiyordum. Küçükce bir vapura binmiştim. Kalako şehrine vardı- ğımız zaman, gayet süslü bir ka- yık yanaştı. Içinde davullar, diğer garip musiki aletleri. Keza, süs lenmiş, püslenmiş bir yerli kadın. Birde Avrupalı ile Asyalı ortası melez bir çocuk.. Vapurumuzun kaptanı bunları büyük bir meserretle karşıladı. Kucakladı, öptü, sarmaştı, dolaştı. Onlara izzet ve ikram etti. Çarkçı başıya: — Bu ne iş? - diye sordum. — Bizim kaptan burada evli- dir! - cevabını verdi. - gördüğünüz kadın onun zevcesidir. Çocuk ta kızıdır. Suvarimiz, on sene kadar bu müstemlekede kalmıştır. Bu- ranın hayatına temessül etmiştir. Hatta, yerli dine bile girmiş. Bu dinin en yüksek makamlarından birini bile işgal etmiş. Hülâsa, bizim kaptan kâhin... Çarhçıba- şının söylediği, lâtife değildi. Vapurumuz, Kolako'da üç gün kalacaktı. Bu müddet zarfında şehri gezerken, hakikaten de, bir mabette, kaptanı rahip elbi- selerile gördüm. Sarı bir harma- niyeye bürünmüş, Mukaddes Fil'in önünde duruyordu. Yerli dilde, ahaliye vaaz ve nasihatte bulu- nuyordu. On günün hitamında vapurumuz kalkacağı zaman, kaptanı, mevki- inde, bahriyeli elbisesile gördüm. Alâkamı son derece celbetmişti. Birlikte Singapur'a kadar seyahat edecektik. Her halde şu adamla abbap olmağa karar verdim. Kararımı da tatbik ettim. “Sir Anson isminde asil bir ingilizdi. Gayet acayip tavırları vardı. Muhavereyi döndürdüm, dolaş- tırdım, merak ettiğim mevzua getirdim. Bana doğrudan doğruya itiraf etti: — On sene kadar Hindistan'da yaşadıktan, oranın, rahat, asude, hareketsiz (o hayatına (temessül ettikten sonra, vazifem nihayete erdi. Nezaretim, beni ingiltereye celbetti. Iki ay kadar orada otur- dum. Derken Amerikaya gönde- rildim. Fakat, medeniyet denilen ve herkesin sözde rahatını temin eden bütün bu gürültü, benim rahatımı kaçırıyor. Bakıyorsunuz , dün, şurası bir arsaydı, yarın üzerine bir bina yükselmiş. Dün, şu sokak şöyleydi, şimdi böyle olmuş. Çocukluğunu- zun güzel hatıralarile süslü bir mahalle, yıkılıp baştan yapılmış. Ben ki, Hindistan'ın asırlardan beri ihlâl edilmemiş sükünuna alıştım, gürültü ve patırdının değişikliklerin bu derecesine daya- namiyorum. Benim kanım, damar- larımda başka tempo ile işliyor; garp medeniyeti başka bir tempo ile hareket ediyor. “ Bu, bir... “ İkincisi de, Kalokoda evlen- dim. Melez bir çocuğum oldu. Bu yavrumu son derece seviyorum. Ondan ayrılmak istemiyorum. Şayet onu Avrupaya götürsem, ailemin arasına soksam, biz ingi- lizlerdeki gülünç esalet iddiası malâm. Evlâdımin yarı kanına sözde aşağı olan bir ırkın kanı karıştı diye onu hor görecekler... Halbuki Hindistanda aksi oluyor. Evlâdımın kanına yarı yarıya be- yaz kan karıştığı için onu tebcil ve tekrım ediyorlar. “İşte, bu sebeplerle, bir türlü, Asya'dan kurtulup (o Avrupa'ya avdet edemiyorum. Ingiliz edebiyatından Din değiştiren ve kâhin olan Ingiliz kaptanı Sir Anson, en büyük ilâh tanıdığı Beyaz Fil'in önünde duruyordu.. “Kendimi, İngilizden ziyade Kolako'lu hissediyorum. “Madem- ki böyledir, bu iş tam olsun! ,, dedim. Onların dinlerine de inti- sap ettim. “ Bittabi, evvelâ, kâhinlerce bir başka dindeki erkeğe vardığı için lânetlenen zevcemin namusu- nu kurtarmak için bu işi yaptım. Yani, önceleri, intisap ettiğim dine karşı samimi değildim. Lâ- kin sonra, git gide, o muhitte yaşaya yaşaya, kâhinlerle temas ede ede, onlarla konuşup müna- kaşa ede, bende itikat hasıl oldu. “Annam'dan Hindistana gelerek Kalako'da yer bulan Annam dini- nin bak dini olduğuna kanaat getirdim. Beyaz Fillerin en büyük ilâh olduğuna imanım var... On- lara tapınıyorum. Ve onların mabedinde bugün, naçiz bir kâ- hinim... Bu mazhariyetim beni son derece müftehir ediyor... “ Niyetim, çok geçmeden büs- bütün Kolako'ya yerleşmek; orada çoluğumla, çocuğumla oturmak, Beyaz Fil'e dua ederek, enfası ma- dudei hayatımı ikmal etmekdir..,, Kaptanın bu sözlerine ne dere- ce hayret ettiğimi söyliyemiyece- gim. Zira, bir ingiliz münevveri- nin, bir kaptanın, bir mühendisin, bu derece Asyalılaşmasına, müte- kâmil bir din olan hıristiyanlıktan ayrılarak Beyaz Fil'e tapmağa başlamasına siz de şaşarsınız... Diger bir seyahatimde, hayre- tim iki misline çıktı. Zira, gene Kolako'ya uğramıştık. Benimle beraber bulunan yirmi kadar seyyaha, bittabi, bu kaplan hadise- sini anlatmıştım. Onun mensup bulunduğu mabedi merak ettikleri için, hep birlikte orayı ziyarete gittik. Bizim Sir Anson orada... Sarı kâhin harmaniyesine bürünmüş... Beyaz filin önünde pür ihtiram duruyor... Beni görünce tanıdı. Gülümsedi. Elimi sıktı. Hatırımı sordu. Avrupa'da ne olup ne bit- tiğine dair malümat istedi. Mama- fih, o derece asyalılaşmıştı, hare- ketleri o derece batileşmişti ki, verdiğim (malümatı, büyük bir Jâkaydi ile dinliyordu. “Şurada şu yapıldı, burada bu yapıldı !,, diye ona, medeniyeti- mize dair malümat verdikçe : — Ya!... Vah vah vah... Kışrı arzı o derece delik deşik edi- yorlar ha?... Bu Avrupalılar, meyvaların üzerine arız olan hastalık mikroplarına benziyor- lar... - diyordu. - Meselâ, bazen güzelim armutlarda lekeler, ka- barcıklar olur.. İşte, medeniyet asarı dediğiniz şeyler de, arz üzerinde ülkelere, hastalık kabar- cıklarına, otomurcaklarına, delik deşiklerine benziyorlar... Avrupa- lılar mikrop; medeniyet, kürrearzın hastalığı... Vah, vah, vah... Vah, vah, vah... Canım tabiatı berbat ediyorlar ... Ingiliz seyyahlar, bu garip ırk- daşlarını büyük bir alâkayla sey- rediyor ve dinliyorlardı. Onun iktisap ettiği din hakkında bazı malümat vermesini istediler. Sir Anson, gayet nazikâne, lâ- zımgelen izabatı verdi. Cidden, kâhinlerle düşe kalka, ulümu şar- kiyede yedditulâ sahibi olmuş. Işin felsefesini öğrenmiş... Annamit dininde büyük bir allâme kesilmiş.., Islâmiyette nasıl emanatı mu- kaddese, sakalı şerif filân gibi şeyler varsa, bu Annamit dininde de öyle kıymetli bazı emanetler var... İşte, Sir Anson, bu kıymetli eşyayı da biz ırktaşlarına gösterdi. Onlara dair, bize tafsilât verdi. Bilhassa, içlerinde bir zümrüt gerdanlık vardı ki, cidden harı- kaydı. Şayet piyasa'a çıkarılsa yüz binlerce lira edeceği muhakkaktır. Sir Anson, bunuda bize gösterdi. Aklımda ( kaldığına nazaran, gösterdikten sonra, tekrar mahfa- zasına kapadı. Derken tafsilât verdi. Bize, buzlu, fil sütü ikram etti ki, Kolako'nun en kıy- metli ikramları arasındadır. Kendisine teşekkür edip ayrıl- dık. İçimizden bazı seyyahlar, ertesi gün, benimle birlikte deniz yoluna devam edeceklerdi. Diğer bazıları da, tren yolile Hindistanın ötesine, berisine dağılacaklardı. Tam bizim vapur kalkıyor; de- | mir aldı. Sir Anson, bir takım yerlilerle birlikte, bağrışa, çağrışa, haykırışa vapurumuza geldiler. Dün bize gösterdikleri zümrüt başka | e — Tefrika No. 17 AŞK DİLENCİLERİ Nakleden: ISKENDER FAHRETTİN Sahife 9 28 Ağustos 1932 | “ Bütün esrarımızı polise ihbar edecek olan bir adam, kamarasının kapısını sürmelemiş.. bize mukavemet ediyor.. ne yapalım?,, Bir ses: - kömürlüğe atın..! Barneyin nefesi (o darlaşmıştı. Göğslinü açarak yatağa uzandı. — Ah şu akılsız kafam... Bu cezaya müstehaktır. Ben Londra- dan neden ve nasıl ayrıldım, bilmem? Nihayet günün birinde nasıl olsa beraet edecektim. Cim, güzel kadının boynuna sarılmak istedi: — Üzülme benim sevgili Bar- neyciğim! Ben o kaba adamın haddini bildireceğim. Haydi gel, bu gece istirahat et.. Mışıl mışıl uyu! Yarın icap edenlerle hesaplaşırız. Oh, bu gece ben ne mesudum bilsen... Senin teneffüs ettiğin havayı teneffüs ederek yatacağım. Barnay cevap vermiyordu. Cim çürük dişlerini gösterme- meğe çalışarak güldü. — ltimat ettiğim kimselerin bu kadar ahlâksız olduklarını gördükçe insanlardan nefret edi- yorum. — O halde evvelâ kendinden nefret et! — Niçin? — Çünkü sana yatak odamda bu derece hakkını vermedim. Cim şaşaladı. — Haniya bundan sonra seninle beraber yaşayacaktik ?! Kararın- dan bu kadar çabuk dönen insana ne derler, bilmem..? Barney ellerini yüzüne götü- rerek: — Dönek derler, dedi, ben her gün sözünden ve kararından dönen bir kadınım... Cim hayretler içinde dudağını ısırarak bağırdı: — Sen benimle alay mı ediyor- sun, Barney? Benim ne müthiş bir adam olduğumu hâlâ anlama- dın mı? ann 0010 AAA gerdanlık yok olmuş. Bittabi, hepimiz teessüf ettik.. Hatta, eş- yamızın, kendimiz istedik.. Fakat, kaptan, vapurun hareket saatini geciktire- miyeceğini söyledi. Kolakolu'ları ohaip ve basir bırakarak, yola devam ettik. Içimde, bir merak, bir üzüntü... “ne oldu?..,, diye... Bu merak ve üzüntü, zamanın törpüsile eğelene eğelene azal- makla beraber, halâ içinde kal- mıştı. OoAradan altı ay ka- dar geçti. Pariste Klariç ote- lindeydim. o Dostlarımdan aktris Mile Handerfild'i lokantada gör- düm. Bu pek sanatkâr, pek güzel ve pek zengin kadının elini öp- mek üzere yanina yaklaştığım vakit, kiminle karşılaşsam beğe- nirsiniz ? — Sir Ansonl... Aktirisin ya- nında bizim kaptan oturuyor... Hem de, aman yarabbi, asyalılık- tan nasıl da uzaklaşmış... Nasıl tam manasile bir Londra centil- meni oluvermiş... Beni görünce ve ismini söyle- diğimi işidince, sarardı: — Aldanıyorsunuz... Beni birine benzetmiş olacaksınız... - dedi. - Ben Sir Anson değilim... Ismim lord Herry Wild... — Ya... Pardon... Benzetmişim demek... Halbuki, seside onun sesi... Yüzde yüz Sir Anson olduğuna eminim... - dedim. - Birdenbire bir fenalık geçirdim. Zira, Mile Handerfild'in boy- lâubali davranmak | üzerimizin aranmasını | — Anladım.. Sen, kedinin kars şısında arslanlığını hisseden bir adamsın! Maamafih, ben senden daima korkarım! — İstersen korkma! Cebimdeki mektubun seni her zaman kor- kutmaya kâfidir. Hem canm, böyle lâflara ne lüzum var! Biz artık birbirimize ebediyen bağ- lanmış bir çift değil miyiz? Neden böyle manasız sözlerle beni üzü- yorsun? Yatakta yatan Barney başını kaldırdı: Tr — Amerikada edebilecek misin? — Şüphe mi ediyorsun? Bütün servetimi senin refah ve saadetini temin için sarfedeceğim. Fakat, çok rica ederim. Bu bahsi bir daha tekrarlamıyalım. Çünkü ben seni çok seviyorum. Seni para ile, servetle değil, kalbimle elde etmek isterim. Barney, Cim'le alay etmekten, onu kızdırmaktan zevk alıyordu: — Hangi kalbinle? - dedi - içinde levs ve riyadan başka bir şey bulunmıyan kalbini bana mı açmak istiyorsun ? Cim, sevgilisinin saçlarını okşa- mak isterken kapının önünde iki kişinin yavaşca okonuşduklarını işitti. Kapıya yaklaştı: — Bizden bahsediyorlar, Bar- ney!... Senden bahsediyorlar!... Barney cevap vermedi. Cim birdenbire sarardı: — şte ikinci kaptanın sesi., tayfalar.. Kamaramızın önünde bir kavga var. Barney evvelâ ehemmiyet ver- beni omesut memişken, biraz sonra merak ederek yataktan fırladı. — Kapıyı aç bakalım, Cim! Cim kamaranın kapısını içer- den sürmeledi. (Arkası var) nunda, vaktile Kolako'da gördü- gümüz o çalınan zümrüt gerdanlığı görmüştüm. Gözlerimi açarak, Sir Anson'a baktım... Büsbütün sarardı. Bütün levha gözlerimde can- landı: Bütün o iman meselesi, şarklılaşmak meselesi birer masal.. Maksat, biçare kâhinleri dolandır- mak.. Ve ogün, biz yirmi seyyah mabedi ziyaret edince fırsat bu fırsattır diye o komedi.. "Meğerse, mesele öyle değilmiş: Ertesi gün, gazetelerde, Mile Handerfild'in katlolunduğunu oku- dum, Kendine Lord Harry Wild ismini veren bir serseri bu cina- yeti işlemiş ve ortadan kaybolmuş. Uzun zaman tereddüt içinde kaldım: Aceba bu vakayı polise anlatayım mı diye... Sonra, adliye kapılarında do- laşmağa, (gazetelerde ismimin, resmimin neşrolunmasını ve diğer çapraşık işleri düşündüm ve sarlı- nazar ettim. Son seyahatimde, yolum gene Hindistana düştü Kolako'ya uğ- radım. Mabede gittim, Zümrüt gerdanlık mabette idi. Sir Anson onu bulup getirmiş. Fakat, kendisi ortada yok... Beyaz Fil'in bu mukaddes eşyasını bir müddet omabetten uzaklaşmağa sebebiyet overdiği için, Onur ayakları altına yatmış ve itizor makamında, kendini ezdirip öldürt- müş... o Rahmetülfilü aleyh Nakili: (Vâ - Nâ)

Bu sayıdan diğer sayfalar: