v- 3İ Temmuz 1932 Masal olanlar: 75 sene evvel bir ziyafet Akşam "Ellerinde, üzerlerine kumaşlar örtülü sahanlar, bir köle kafilesi sökün etti.. Biraz ilerimizde ahenk başladı. 10, 12 kadar sazende halka olarak yüksek sesle şarkılar okuyordu Sirkeci Iskelesinde kayığa binerken Fransız madamının hatıralarından: Liman, Istanbul ile Galatayı birbirine bağlayan dubalı köprü- mün açığında.. Burada, muhtelif devletlerin (o bayraklarını taşıyan yüzlerce büyük gemi birikiyor; Layuat sandal kaynaşıyor; sirkeci iskelesi ile Karaköy arasında, kayıklar bilâ fasıla insan taşıyor. Asya cihhetine bakılınca, baş- ka bir panorama göze çarp- makta. Üsküdar; yanı başında, ucu Ebucağı bulunmıyan selvi orma- niyle, bitip tükenmiyen yollariyle, garkın en büyük mezaristanı olan Karacaahmet. Sarayburnuna geldik. Mükellef arabalar, nadide binek atları ve bir çok kimse bizi bekliyor. Oldukça dik bir bayır çıktık. Eski padişahlara, 300 sene ika- metgâhlık etmiş olan burası, kale gibi mahfuz bir saraydır. Şehrin en cenup noktasında, Marmaraya, | Adalara, Boğaza, Halice haru- kulâde bir nezareti var. Bugün ,bali've metrük. O esrarengiz duvarlar içinde ne vakalar, ne dedikodular, ne çılgınlıklar, ne kanlı facialar geç- miş.. Tarihte, unutulmaz izler bırakmış olan bu yerlere yakla- şırken insan heyecanlar ve garip hisler duyuyor. Bugün, sükün içinde uyuyan bu kale, demir kapılarını, bazı meri- yülbatır süfera ve ecanibe ara sıra açıyor. Buranın ve Hazinei hümayunun muhafızı bulunan paşa, meşhur Bağdat köşkünde bizi kabul etti ve önümüze düşerek yürüdü. Oranın en mergup köşklerinden birinin önüne iki çadır kurulmuş. Buradaki nezaretin emsalsizliğine de diyecek yok. Budoyum olmaz manzara karşısında insan gaşy- oluyor. Gene karşınızda Marmara, Ana- dolu sabilleri, bugazın yeşil suları, Galata, dış ve iç liman.. Ne muhteşem çadırlar, Yerleder erkekler; dairevi dizilmiş koltuk- lara oturmuşlar, uzun çubuklarının dumanlarını savuruyorlar, çadır, kadınlara tahsis içinde rahatçe yaslanacak ler; üzerinde reçeller, duran küçük masalar. Yemeği bekliyenleri sanki oya- lamak için, durmadan kahve taşı- nıyor. Hizmetkârlar, kahveyi öyle tazim ve hürmetle veriyorlar ki, Mercanlı ve mücevherli zarflara oturtulmuş fılcanları, sol elleri göğüslerinde, gözleri (önlerinde v edilmiş, yemişler Öteki ' sedir. | olarak yavaş yavaş uzatıyorlar ve geri geri çekiliyorlar; Boşal- mış filcanları gene aynı tavırla alıyorlar. Geniş bahçeler, ağaçların altı ne kadar serin, bavadar ve ferahlı. Enfes reçelleri boynu bükük bırakmadık. Bir taraftan bunları tatmakla meşgulken öbür çadırda, kemali ciddiyetle ve vekar ile içilen çubukları seyrediyorduk. Derin bir süküt. Tütün duman- ları arasında, başlarında geniş fesler, çenelerinde koca sa- kallar (o bulunan, hayalet gibi adamlar. Zaman geçiyordu. Bu çocuk faslı ne zaman nihayetine erecek diye bakınıyorduk. Ayak sesleri işitilmeğe başladı. Bir köle kafilesi sökün etti. Hep- sinin ellerinde, kapaklarının üze- rine kumaşlar örtülmüş sahanlar vardı. Derhal ortaya iki sofra kuruldu. Okadar çabuk ve kolaycacık hazırlanmıştı ki. Yerdeki halının üstüne, bir buçuk karış kadar yükseklikte bir iskemle oturtulmuş, onun üzerine, muhtelif vazılar ve nakışlarla mü- zeyyen pek zarif yuvarlak bir tepsi konmuştu. Tepside, .çerezler, o reçeller, yemişler (o bulunuyordu. o Surahi, bardak, havlu yok. Yalnız çorba için boynuzdan kaşıklar... O kadar. Minderlere bağdaş kurduk. Birinci sofraya, müsyö Thauvenel ile madamı, muhafız paşa, kontes Zamoyska, beni ve baron dö Tal leyrand oturduk. Ötekine, rahip Pierre, baş tercüman M. Ourtrey, kâtipler ve M. Susleau sıralan- dılar. Hizmet gören köleler zenci ve beyaz olarak karışık. Hepsi pek terbiyeli ve hürmetkâr vaziyette. Bir arşın kadar boyda, sırma işlemeli havluları, sağ omuzları- mızdan göğsümüze doğru örttüler. Biraz ilerimizde ahenk başladı. Bir ağacın altında on, on iki ar sazende halka olmuş, ismini bil- mediğim bir takım sazlar çalıyor- lar ve yüksek sesle (şarkılar okuyorlar. Yemek tabaklarının geçit resmine sıra gelmişti. Bunlar, çabuk çabuk gelip gidiyor, obir türlü arkası kesilmiyordu. Elle ile yemek yemek ne tuhaf oluyor. Ekmek parça parça kopa- rılıp iki parmakla tabağa uzatı- lıyor ve yemek lokmasile beraber ağza sokuluyor. (Dolma) dedikleri asma yaprağına sarılmış köfteler son derecede leziz. Bıçağa hiç lüzum yok. Ortaya yn koca bir kuzu, öyle güzel ızartılmış ki parmakla tutulunca hemen kopup ayrılıveriyor. Yemekte teklif tekellüf, mera- sim de yok. İstediğin gibi ser- bestçe yemek, en büyük nezaket imiş. Bize bir cemile olmak üzere hepimize birer çatal getirdiler, fakat ele almağı terbiyeye mu- gayir gördük ve parmaklarımızla yemeğe devam ettik. Çatal vaktile var mıymış? Cet- lerimiz, eski zamanın bunca prensesleri ve prensleri parmak- larile yemezler miymiş? 14 üncü Lui devrine kadar Fransada dahi çatalın mevcut olmadığı malümdur. Alaturka sofra pek hoşuma gitmişti. . Maamafih, osahanların tevalisi mecali tüketmeğe başla- mıştı, Vaziyetimizi anlayan Muhafız paşa bir işaretle, bir türlü bitip tügenmek bilmeyen bu biberli, baharlı yemeklere hatime çekdirdi. Tatlılara, gülsuyu damlatılmış men- ba sularına, enfes şerbetlere sıra geldi. Sofrada herkese, ayrı bir köle hizmet ediyor; emrine amade ol- mak için gözünün içine bakıyor. Bardak, daha “dudaklardan ayrı- lırken, gül kokulu suyu veya şerbeti tazeliyor. Istanbullular, tamizliğe son de- rece itinakâr. Birşey ağza dokun- du mu onu kirlenmiş farzediyorlar. Bu hususta akıl erdiremediğim bir nokta varsa o da, çubuk da- ğıtan hizmetkârların, çubukları ağızlarında çeke çeke getirmeleri. Bura halkı, içtikleri (suyun saflığına ve berraklığına da çok dikkatli. Istanbul menba sularının nefasetine de uyar yok. Nihayet, yemek encama erdi. Elleri yıkamak için gümüş liğen ibrikler sıralandı. Liğenlerin orta- sındaki altın yaldızlı sabunluklara mis sabunları konmuş. Adet yerini bulsun diye biz de yıkandık fakat buralılar gibi ağzı- mızın içine parmaklarımızı sokup köpürtmedik. Kahve, çubuk faslı tekrar baş gösteriyordu. Artık daha fazla durmadan vedalaşarak ayrıldık. Sermet Muhtar Ziyafet çadırlarının kurulduğu saha —— — Tefrika numarası: 58 Yazan : Ceneral A. F. Oglander Bir aylık teahhür zayıata mal oldu - ÇANAKKALE muharebeleri Sahife 7 31 Temmuz 1932 Tercüme eden: Muharrem Feyzi ingilizlere müthiş Çanakkale sahnei harbi şimal grupunda kumandanlar Yeni Çanakkale komitesi top- landığı vakit Mr. Çurçil Ceneral Hamiltona istediği kuvvetlerin hepisi verilmesi hususunda son derecede gayret ve ısrar göster- miş idi. Lord Kiçner de Ceneral Hamiltona muhtaç olduğu kuvvet- lerin kâmilen verilmesini ehemmi- yetle tavsile etmiş idi. Bu ısrarlar Üzerine yeni ordunun bakiyesi üç fırkanın Çanakkaleye gönderilmesi kararlaştırılmıştır. Gelecek ay yani temmuzda fransız sahnei harbindeki Ingiliz kuvvetlerine mahsus mühimmatın kesilmesi ve bunun yerine Gelibolu şibhiceziresine gönderilecek mü- himmatın fevkalâde artırılması ka- rarlaştırılmıştı. Fazla olarak lord Kiçner Gelibolu şibihceziresine yeniden beş fırka gönderilmesine muvafakat etmişti. Ceneral Frenchin meşum vadı Artık Çanakkale sahnei harbin- deki Ingiliz kuvvetlerinin külliyetli miktarda takviye kıtaatı ve gayet mebzul mühimmat alacağı muhak- kaktı. Bundan sonra Çanakkale muharebelerinin Ingilizlerce mat- lüp olan neticeleri vereceği bek- leniyordu. Fakat Fransanın Calais ( Kale ) limanında toplanan İngiliz, Fransız harp meclisi Çanakkale muharebe- lerini neticelendirecek plânı altüst etmiştir. 5 temmuz gecesi Calais de Ingilizlerden baş vekil mister Asguith, harbiye nazırı Lord Kiç- ner ve Mister Balfour ve Fransa sahnei harbindeki İngiliz kuvvet- leri baş kumandanı ceneral French toplanmıştı. Calais konferansında fransızlar- dan M. Viviani, Delcass&, Mille- rand ve ceneral Joffre iştirak etmişlerdi. Bu müzakerelerde Fransadaki ingiliz başkumandanı ceneral French ceneral Joffrenin ibram ve tazyikine mukavemet edemiyerek ağustosun sonunda garp cephesinde yapıla- cak büyük taarruz hârekâtına Ingiliz ordularının da iştirak ede- ceğini vadetmiştir. İşte bu vait Çanakkale osahnei (o harbindeki ingilizlerin vaziyetini berbat etmiş ve hezimet ve iflâs hazırlanmıştır. Bir aylık teahhürün seyyiesi Bu vadın neticesi olarak Ça- nakkale sahnei harbindeki Ingiliz kuvvetleri için hazırlanacak azim miktardaki mühimmatın imal ve tedariki Obir müddet sekteye uğramıştır. Filvaki 28 temmuzda Lord Kiçner çeneral Hamiltona ihtiyaç gördüğü ve istihdam edebileceği bütün kuvvetleri verebileceğini temin etmiştir. Lâkin bu muavenet çok geç kalmıştır. Bu bir aylık teahhür ingilizlerin yeni gayret ve fedakârlıklarını evvelden akamete mahküm etmiş- tir. Çünkü Ağustosta Geliboluda tahşit olunan 13 fırkalık bir kuv- vetin bir ay evvel bunun yarısı kadar bir kuvvetle yapabilecek bir vazifeyi başarabilmesine pek az ve hafif ihtimal vardı. Suvla körfezi ihracında yalnız askeri tertibat sukut etmiş değildi. Topların, mühimmatın, su ve erza- kın ve nakliye hayvanlarının ve arabaların ihracı için bahriye memurları tarafından alınmış ter- tibat ta kâmilen iflâs etmişti. Müşkülâtla ihraç olunan kuvvet- lerin ise 7 ve 8 ağustosta baskın şeklindeki Ihraç hareketinin temin ettiği azim fevaitten ve karşıla- rındaki Türklerin azlığından isti- fade etmek hususunda gösterdik- leri tereddüt ve teahhür Çanak- kale teşebbüsünü kat'i akamete uğratmıştır. Son kısım Türklerin kati zaferleri ile nihayet bulan ağustos muharelerinin tafsilâtı Eserin müellifi ceneral Aspi- nall - Oglander Gelibolu seferinin resmi tarihini ve muharebelerin en mühimleri bulunan 1915 ağus- tosunun ilk iki: haftasındaki muharebeleri yazarken İngiltere devletinin hazinei evrakında mev- cut askeri , bahri , siyasi ve idari vesikalara müracaat etmekle iktifa etmemişti. Cene- ral büyük gazetelerin idarebane- lerinden Çanakkale muhaebeleri hakkında neşriedilmiş ve edilme- miş ne kadar malümat elde ettik- lerini sormuş ve bunlardan aldığı bir çok tafsilâtı elindeki resmi vesaik ve malümat ile mukayese ederek hakikatı meydana çıkar- mağa ve kaydetmeğe çalışmıştır. Muharrir Ingiliz ceneralı haki- katın daha ziyade tebarüz ve tezahür etmesi için Almanya dev- letinin Potsdamda bulunan hazi- nei evrakınada müracat ederek Çanakkale muharebelerine dair Almanyanın askeri ve bahri ida- relerinin edinmiş olduğu resmi malümat ve vesaiki gözden geçir- miş ve bunları da bilhassa ağus- tos muharebelerine ait İngiliz vesaiki ile mukayese etmiştir. (Devamı var)