> 16 Temmuz 1932 SEBA MELİKESİ BELKIS Yazan: ISKENDER FAHRETTİN Moaplılar birdenbire ( Jerüzalem) i ihata etmişlerdi. Belkıs'in harp esiri olarak teslimini istiyorlardı. Aksi takdirde sehri yağma edeceklerdi... Diyerek eğleniyordu. Süleyman, odasına gelen zabit- leri, pazardan mal alır gibi, birer birer tetkik etti. Hiç birini gözü tutmadı. Zaplon ve Sam gibi heybetli adamlara alışmış olan hükümdar, bu ufak tefek kimselerden hangi- sini hassa kumandanı yapabilirdi ? Genç bir zabiti gözüne kestirdi. Fakat, oda çok yakışıklı ve sevimliydi. Muhafızın bütün hayatı sarayda geçecekti. Bu kadar yakışıklı ve sevimli bir delikanlı, yiizlerce cariyenin arasında neler yapmazdı ? Zabitlerin arasında şişmanca bir delikanlı daha vardı. Fakat, o da çok göbekli ve lâpacı bir gençti. Cesaretinden emindi.. Bir gün fıstık ormanında, onu, yaba- ni geyik avlarken görmüştü. Hükümdar bunu beğenmedi. — Ben, çevik ve tuttuğunu koparan bir adam arıyorum. Diye söylendi. O gece içlerinden hiç birini seçemedi. — Gözüm dağlara alıştı.. Te- peleri alçak görüyorum. Dedi ve zabitleri odasından dışarı çıkardı. Süleyman bu iki zabitten birini hassa kumandan- lığına tayin edecekti. Bunlardan başka muvafık bir kimse bula- mazdı. O geceyi tereddüt ve kararsızlık içinde geçirdi. Zaplon.. Sam.. Hükümdar, uyuyuncaya kadar, mütemadiyen bu iki ismi tekrar- ladı. * Memleketi heyecana veren bir haber.. Harp var..l Harp var..! Hududu düşman sardı..! Sokaktaki sesler gittikçe çoğa- hyor.. o gürültüler, Okonuşmalar birbirini takip ediyordu. Güneş henüz doğmamıştı. Ortalık alaca karanlıktı. Süleyman gözlerini açtığı za- man, gittikçe artan bu gürültüler ve koşuşmalardan sonra, ayni sesi işitti: — Harp var... Harp var... Düşman şehre doğru akın yapıyor!! Hava çok sıcaktı. Hükümdarın iki yanında yel paze sallayan cariyeler, bu ses- leri bir saatten beri işitiyorlardı. Cariyelerden biri, biraz evvel pencereden işittiklerini söyledi: — Moaplılar hududumuzu ge- çerek buraya geliyorlarmış... Süleyman, bu müthiş haberi daha fazla dinlemeğe tahammül edemedi.. Yatağından fırladı. — Moaplılar Jerüzalem'e geli- yorlar ha... Hem de böyle bir- denbire.... Jerüzalem'de ordu kumandan- larından hiç kimse yoktu. Erden ordusu kumandanı yaşlı bir adam olmakla beraber tecrübeli bir askerdi. O gün vazifesi başına gidecekti. Süleyman derhal Erden kuman- danını buldurdu : — Bu ne hal? dedi, Moaplılar bizden ne istiyorlar ? Kan dök- mek için, iki taraftan birinin arzusu is'af edilmemiş olmalıdır... Halbuki Moap hâkimi ile ara- mızda halledilmemiş hiç bir yoktur. Erden ordu kumandanı Moaplı- ların ne istediklerini biliyordu. hakikati itiraf etmek zamanı gel- mişti. Moap hâkimi, Zaplon'un intika- mını almak istiyor, dedi, siz Zaplon ile anlaşacaktınız! Onu ihmal ettiniz, kafasını kopartıp sokakta halka teşhir ettirdiniz! Moap hâkimi, Zaplon'u çok sevi- yordu, ona itimadı vardı. Öldü- rüldüğünü haber alınca ordusunu hazırladı. — Bizim ordularımız, onun bir avuç askerini i sahilinde Süleyman bu sözü söylerken, ihtiyar kumandanın sakalından yakalamıştı: — Çabuk söyle... Bunları bana vaktinde neden haber vermedin? Diye bağırıyordu. NE Erden kumandanı, hükümdarın elinden kurtulmak için: — Bu işi bana havale ediniz, derhal ordunun başına geçip düşmana karşı çıkayıml.. Dedi. Süleyman muvafakat etti. Ibtiyar kumandan hemen atına binerek cepheye gitti ve saraydan ayrılırken yanına en cessur zabit- lerinden bir kaç kişi aldı. Güneş Hebron dağını aydın- latmağa başlamıştı. Uzaktan kölğe halinde görünen bir kalabalık, yavaş yavaş şehrin şimal kapısına doğru iniyordu. Süleyman pencereden bu kala- balığı gördü. Acaba düşman ordusu şehri tamamile sarmış mıydı? Sarayın içindeki dedikodular Belkısın kulağına kadar gitmişti. Seba melikesi yeni elbiseler diktiriyor, oda -cariyelerile düğün hazırlıkları yapıyordu. Cariyelerden biri melikeye: — Saray etrafındaki gürültüler gittikçe artıyor, demişti. Belkıs pecereden başını uzattı ve süratle kaçışan halkı görerek güldü: — Yine mabette bir içtima var... Filhakika, o günlerde, Beni Israil uleması arasındaki dini ibtilâflar çok hararetli bir devreye girmişti. Bir kısmı cumartesi gün- leri herkesin ( büyük mabet) e gelmesini, diğer kısmı da ibadetin küçük havralarda da yapılması mümkün olduğunu iddia ediyordu. Belkıs bu ibtilâflarla yakından alâkadar olmuştu. Ibadet meselesi zaman zaman Sebada da büyük münakaşa ve mücadelelere sebe- biyet verirdi. Seba melikesi bu kalabalığı ona hamlederek ehemmiyet vermedi. Bu esnada sarayın büyük ka- | pıları nöbetçiler tarafından kapa- | tılmıştı. Hassa zabitleri ellerindeki kam- | çılarla (o saray Oo müstahdiminini vazifeye davet ediyorlardı. Sarayın kapısında toplanan halk feryada başlamıştı: — Bizi düşmana karşı kim | müdafaa edecek? — Çoluğumuzu (çocuğumuzu Moap cengâverlerinin atları altında mı ezdirereğiz? — Ey âdil hükümdar, neredesin? Bizi böyle sokaklarda yüzüstü ve müdafaasız bırakmak size yaraşır mı? — Ahhhh... Uzaktan bir ok geldi. (Arkası var) Kari mektupları: Biri 90 kuruş istedi biri 60, biri 501 Beyazıtta oturuyorum. Doktor bana bir reçete verdi. Beyazıtta bir eczaneye götürdüm. 90 kuruş istediler, Yaptırmadım. Sirkeci civarında bir eczaneye götürdüm: — 60 kuruş! dediler.. Aradaki 30 kuruşluk fark nazarı dikkatimi celbetti. oGene © yaptırmadım. Bahçekapıda aynı reçeteyi 50 kuruşa yaptırdım,. Beyazıt ile Bahçekapı arasında sanki büyük denizler kıtalar varmış gibi bu kadar mühim fiat farkı pek gari- bime gitti.' Nazarı dikkati celbe- derim. i Beyazıtta Saraç Ishak mahallesinde çeşme sokağında 4 No. lı hanede Ali Içerenköyünde köylü sigarası bulunmuyormuş Köylü sigarasının 6 kuruştan 4 kuruşa indirildiğini gazetelerde okuduk ve buna pek memnun olduk. Hikikaten köylüler için bu ucuz sigaralar pek mükemmel bir şeydir. Biz Içerenköyünde oturu- yoruz. Evvelce köyde 6, 7 buçuk ve 10 kuruşa sıgara satılıyordu. Halbuki şimdi köylü sıgarası 4 kuruşa indirildiği halde sıgara bulmak kabil değildir. Bakkallar da satmak için sıgara bulamıyorlar ve ellerindeki bayilik teskerelerinden istifade oedemi- yorlar... Bu mesele (hakkında icabeden makamların nazarı dik- katini celbederim. Içerenköyünde bakkal Ahmet Ezan ve radyo Dün akşam Amerika sefiri ve zevcesi o refakatlerinde (Buston asarıatika enstitüsü müdürü pro- fesör Whittimore bulunduğu halde delâleti âcizanemle yatsı vakti Aksarayda Valde camiine teşrif ettiler. Minarelerin her iki şerefe- sinden yükselen ezan sesleri camiin serin bahçesinde oturan bu zevatı çok mütehassis etmiştir. Fakat tam bu sırada camiin karşısındaki kahvede radyo ezanı misafirlerin lâyıkıyle dinlemesine mani olmuştur. Ezan okunurken civardeki abuneler bir kaç dakika radyoyu kapayarak vazifei hür- meti ifa etsinler. Alâeddin Yusuf Italyada üzüm az Alınan haberlere göre, bu sene Italyada üzüm mahsulü az ola- caktır. Italya her sene Almanyaya yaş üzüm ihraç etmekteydi. Bu seneki mahsul vaziyeti karşısında Italya, Almanyaya, daha az üzüm satacaktır. Ihracat ofisi, İzmir üzüm tacir- lerini, Almanyaya yaşüzüm ihra- cına teşvik etmektedir. EMLÂK SAHİPLERİ! Emlâkiniz için süratle kiracı bulmak Emlâkinizin kiralarını muntaza- men tahsil edebilmek Emlâkinizin varıdatım temin edebilmek husasatda mutehassısla- | Emlâk rın tecrübesinden istifade edebilmek için EMLAK İDARESİ umurunda kesbi ihtisas etmiş olan UMUM EMLAK ACENTESİ müessesesine MURACAAT EDİNİZ! Adresi: Bahçekapı, Taş han No.20-21-22 Telefon: 20307 Gönüllerde Mübecceli mi, Ferihayı mı?... Murat, düşünüyordu, düşünüyordu. Düşündükçe, içinden | çıkılmaz müşkülât içine girdiğini anlıyordu. Bu iki kadında hemen hemen aynı tarihten itibaren, üç seneden beri sevmekteydi. Sekiz gün fası- layla onlara raslamıştı. Münasebet peyda etmişti. O tarihten itibaren onlara sadık kalmıştı. Onlardan başka bir tek kadını gözü gör- müyordu. Her hafta, muayyen günleri zarfında, Mübeccel de, Feriha da evine gelirlerdi. Ikisi de güzeldi. Biri esmer, biri sarışındı. Mübec- cel'in ne töptaze bir gençliği, şuh bir tabiati, Ferihanın ne hoş bir durgunluğu vardı. Ah, ne yazık ki, şimdi, artık Murat, bu iki sevgiliden ayrılarak “Anadolu'ya iş takip etmek üze- re, uzun zaman için gitmek mec- buriyetindeydi. Mübeccel'in kocası elli yaşların- tizmalar içinde kıvrım kıvrım kıvranırdı. £ Feriha'nın (o kocası ise, zayıf ve pos bıyıklı bir ede- biyat muallimiydi. Görülüyor ki, ikisi de serbest değil. Peki, Murat, hangisini kocasın- dan ayırarak alsın, Anadoluya götürsün? Hem, ikisi de, bir başka noktai nazardan ona güzel gö- rünüyor. Evvelâ Mübeccel'e . aklı yattı. Sonra, uzun uzun düşündükten sonra, Feriha'da karar kıldı. Bir perşembe güni idi. Ilk defa olarak, bahsi Feriha'ya açtı. Feriha, öyle müteessir oldu ki, tam bu esnada gülerek ısırdığı tere yağlı ekmeği, ağzından çay fincanına düşürdü. İnce dudakları yağdan pırıl pırıl parladı, küçük çocuk gibi hüngür hüngür ağlamağa başladı. — Gitmek istiyorsun, öyle mi?.. Istanbul'dan büsbütün gideceksin ha?.. Şaka etmiyor musun?. Ya?. Sahi demek?. Peki, ben?.. Sen gidince ben ne yapacağım? Ne yaparım?.. Ah.. Murat, genç kadını dizleri üze- rine oturttu. Başını göğsüne dayı- yarak, beşikteymiş gibi salladı. — Ağlama, cicikom!.. Benim minimini Ferihacığım! Benim cesa- retimi kırmamalısın.. Sen ağlarsan ben ne yaparım? Vadet: Bana uzun mektuplar yazacağını vadet.. Her perşembe bana geldiğin günler... Meraklanma... Iki sene sonra kontratım bitiyor. Istanbula gene dönüyorum! — Iki sene, ne uzun, yarabbi! Ne uzun... — Dur, cicim... rüm... Bakalım belki çarei hal bulurum. — Bul, Muratcığım! Bul... Ay- aman Ben düşünü- bir başka İ rılmamak için bir çare bul. Hattâ, Anadoluda kazanacağın servetten de benim için vaz geç... Göz yaşları arasından güldü. Ne hoş mablüktu! Murat: “Ab, bu kadın beni ne kadar seviyor!,, diye düşündü. Lâkin henüz kat'i kararını ver- memişti. Mübeccel'le buluşmak için pazartesiyi bekliyordu. Ona da, meseleyi anlattı. — Evet, piçikom! Gidiyorum! ! Peki amma niçin bu kadar sarar- ! dın?... Sanıyor musun ki, senden | vazgeçebilirim, | lirim?... Beni seven benimle gelir... sensiz yaşıyabi- seni de beraber (götüreceğim, çocuğum! Io — Beni de mi?... Deli misin?... | Ya kocam?... Kocamı ne yapa- | rm? — Boşanırsın. — Dile kolay... Boşanmayı az işmi sanıyorsun?.. Öyle şıppadak olur mu?... Esasen boşanmak arzu- sunda değilim. Kocamdan ayrıla- mam. Bana öyle iyi bakıyor ki... — Ben ondan daha zenginim.. Sana daha iyi bakarım. — Ihtimal.. Fakat kabil değil.. Kocamdan (ayrılacak (olursam kederinden ölür Vallahi! Ona karşı derin bir muhabbet ve şefkatim vardır. kopamaz. — Peki, beni? Beni? — Kıyas kabul etmez... Seni ilk gördüğüm dakikadan itibaren sevdim. Hâlâ, aynı şiddetle hoşu- ma gidiyorsun. Senden ayrılmak feci... feci... Lâkin, mukadderata boyun eğmeyi bilmeli... Mübeccel, yanıp yakılan bir sesle konuşuyordu. Murat, fena bir halde kızdı... Içi yanarak düşündü: Demek ki, Mübeccel, onu umduğu gibi sev- miyormuş... Halbuki Feriha, asıl onu seven oymuş... Nasıl ağla- dıydı. Ah, keşke vaktinde Feri- hayı seçseydi ! Istihfafla kestirip attı : — Mukadderata boyun eğmeği bilmeli... Allaha ısmarladık. Aramızda bağ Ertesi perşembe, Ferihaya, onu beraber götüreceğini söyledi. — Vayl... Ayrılmamız için bula- cağın çare bu mıydı? Sen delisin, yavrum Murat.. Ben kocamdan nasıl ayrılabilirim! Ben ona aşkla vardım. Hâlâ da hararetle seviyo- rum. Şayet sana raslamasaydım, onu asla asla aldatmazdım. Lâkin sen öyle bir erkeksin ki, bir kadın sana mukavemet edemez sanırım. Senden ayrılacağım için öyle müteessirim ki... Ağlamağa başladı. Lâkin, Murat, genç kadını teselli edecek yerde, ona, şapka- sile eldivenlerini uzattı. — Yok, hayır hayır... Burada ağlama... Haydi sevgili kocanın yanına... Feriha hâlâ ağlıyordu. Murat, onu, omuzlarından tuttu dışarıya âdeta zurla attı. Bütün gün asabiyet içinde do- laştı: “ — Ah alçaklar., Ah müna- fıklar... Ah ikiyüzlüler!,.. Bir gönü- lün içinde iki aşk olmasına imkân var mıdır?... Ah yalancılar... diye söylendi durdu. Kendini, kendi hissiyatını onu- tuyordu. i Süreyya) NM Serence bey yokuşu tamir ediliyor Beşiktaşta Serence bey yoku- şunun tamirine başlanmıştır. Be- lediye, senelerden beri harap bir halde bulunan bu caddeyi esaslı sürette ( yaptıracaktır. Bilhassa kışın bu dik ve harap yoldan vesaiti nakliyenin geçmesi çok müşkül oluyordu. o Tamirle bu mabzur ortadan kalkacaktır. Belediye, terkos, havagazı ve diğer şirketlere bir tamim gön- dermiş, inşaat tamamlandıktan sonra caddenin buzulmasına mü- saade edilemiyeceği için şimdiden bu şirketlere ait şebeke borula- rının caddenin yeni seviyesine göre döşenmesini bildirmiştir. Belediye, aynı zamanda bu yokuş üzerinde yeni lağım tesisatı yapmıştır. Kasım paşada 40 günlük bir çocuk bulundu Kasım paşada bir bostan kena- rında, iki kadın tarafından 40 günlük bir çocuk bulunmuş. Za- bıtaya teslim edilmiştir. A 7 mmm ağ ey