Ti. İaziran Tefrika No. 104 26 Haziran 1932 | SEBA MELİKESİ | BELES Yazan: ISKENDER FAHRETTİN Sam odasındaki yeni cariyenin saçlarından yaka- lamıştı: “Bana hakikatı söyle, dedi, Roditin hiyaneti sabit oldu mu ?,, Beni Israil hükümdarı gelen ziyaretçileri kabul etmeğe mecbur olmuştu . Süleyman, halkın o herşeyden haberdar olduğunu (anlayınca, Prensin ölümünü gizlemeğe lüzum görmedi. — Onu bir hayvan tarafından zehirlenmiş bulduk... Dedi. Zaten, artık, Moaplılarla harp etmek ihtimali kalmamıştı. Moap- lıları harbe teşvik eden (Zaplon) un başı koparıldıktan sonra, Süley- man neden korksundu ? Matem elbiselerile hükümdarı taziyete gelen asilzadeler birer birer dönmeğe başlamışlardı. Fakat, saraya gelen ziyaretciler avdetlerinde, sarayın büyük ka- pısı önünde feci bir sahne ile karşılaştılar. Methalde yüksek bir taşın üs- tünde Zaplon'un kesik başı teşhir edilmişti. Bunu gören Beni İsrail asilza- delerinin birdenbire ağızları açık kalmıştı. Herkes hayret ve korku içinde, birbirlerine bakışıyorlar, fakat birşey söylemeğe cesaret edemiyorlardı. Kesik başın etrafında dolaşan iki muhafızdan birisi, toplanan halkın merakını izale etti: — Zaplon bizimle harbe hazır- lanmıştı. Sam bunu haber alınca Moap arazisini geçerek, Zaplon'u bulmuş ve kafasını koparıp getir- miş. Bu haber herkesi memnun etti. Beni Israil asilzadeleri harpten yılmışlardı. Harp tehlikesinin bu suretle bertaraf edildiğini anla- yınca sevindiler ve yavaş yavaş dağıldılar. Zaplonun başı ertesi gün akşa- mına kadar sarayın kapısında kalmıştı. Bu hadise Jerüzalemden etraftaki köylere kadar aksetmişti. herkesin ağzında (Sam) a ait binbir efsane dolaşıyordu : —“Bu işi bir adam yapamaz!, —“Sam denilen mahluk mut- laka devlerin babası olacak!,, —“Onu Seba Melikesi Yemen- den Filistine beyhude getirmemiş.,, — “Boğanın boynuzlarını ko- paran bir adam, Zaplon'un kafa- sını koparmakta müşkülât çeker mi?,, — “Bu adamdan korkmalıyız. Etrafında kendisine yardımcı bir cin ordusu varmış!,, * “. Bir gök gürültüsü. Firaun'un kızının cenaze mera- simi hazırlığı yapılıyordu. Süleyman bu merasime, şehir civarındaki (oObütün (o mabetlerin rahiplerini davet etmişti. Bu esnada sarayda gök gürül- tüsüne benziyen müthiş bir ses işidildi. Sam kendi dairesine git- tiği zaman, yatak odasında başka bir cariye görmüştü. Sam cariyeye karısının nerde olduğunu sordu. Yeni cariye gülerek şu cevabı verdi: — Arslanlara karşı sadakati bundan edemezdi... Sam birşey anlamadı. Yorgun başını avuçlarının içinde sıkarak, oturduğ yerden sordu: kedilerin fazla devam — Sen kimsin? — Hükümdar tarafından oda hizmetinize tayin edilen yeni ca- riyeniz..! Sam şaşaladı.. Başinı kaldırdı: — Rodit nerede? — Onu sormayınız! O size lâ- yık bir kadın değildir! Sam ayağa kalkarak yeni cari- yenin üzerine yürüdü: Çabuk, bana onun nerede olduğunu söyle! Genç kız bükümdardan aldığı talimata göre hareket ediyordu. — O sizin (o gaybubetinizden istifade ederek gizlice kapı nöbetçi- lerin den birinin odasına gitmişti. Meseleyi derhal o hükümdara haber vermişler. — Sonra?.. l — Hükümdar ikisini de cürmü meşhut ohalinde yakalattı ve saraydan tardetti.. Sam gözlerini uğuşturuyordu. Bu haber (OHassa kumandanını beyninden vurulmus gibi sersem- letmişti. Yeni çariye ilâve etti: — O yalnız saraydan değil, memleketten bile tard ve uzak- lara nefyedildi. Sam genç kızın gırtlağından yakalamıştı: — Neler söyliyorsun? (dedi, Rodit iki gün içinde beni nasıl unutabilir? Yeni cariyenin gözleri dışarıya fırlamış gibiydi. Can acısından | herşeyi itirafa mecbur olmuştu. — Beni bırakınız, size hakikati söyliyeceğim. Diyerek silkindi ve Sam'ın elin- den kurtularak odanın bir köşe- sine sindi. Sam'a yalvarıyordu: — Beni boğmayınız.. Ben zarif bir kelebek kadar mukavemetsiz ve bigünah bir kızım. Rodit siz- den nefret ettiğini hükümdara söylemiş.. Hükümdar da kendisini Sur kralının sarayına gönderdi. Fakat çok rica ederim, bana başımı bağışlayınız! Benim hiç bir suçum yok. İsterseniz şimdi gel- diğim yere giderim ! Sam bu izahatı alınca hidde- tinden köpürmüştü. Yeni cariyeyi bir kedi gibi sindiği yerden yaka- lıyarak yatağının içine fırlattı. Sağa, sola koştu... Başını duvar- lara vurdu.. Ağzından köpükler saçılan bir arslan hamlesile tekrar yatağın yanına geldi.. Genç kızı saçlarından yakaladı: — Bana doğru söyle, dedi, Rodit'in hiyaneti sabit oldu mu? Onu igfal eden nöbetçinin ismi nedir? O küstah ceza görmedi mi? (Arkası var) EMLÂK SAHİPLERİ! Emlâkiniz ©” süratle kiracı bulmak Emlâkinizin kiralarını muntaza- men tahsil edebilmek nizin varıdatını temin Emlâkinizin vira hususatında mutehassısla- Emlâk rın tecrübesinden istifade edebilmek için FNLÂK İDARESİ umurunda kesbi ihtisas etmiş olan UMUM EMLÂK ACENTESİ müessesesine MURACAAT EDiNiZ! Adresi: Bahçekapı, Taş han No.20-21- Telefon: 20307 22 Her akşam bir hikâye Ayın on üçüncü salı günü, baron cenapları, bizzat hizmetçisinden şu feci haberi öğrendi: Hizmet- çisinin nişanlısı, üç çocuğunu bir- den, ansızın, kendi evlâdı diye kabul etmiş; binaenaleyh evlenip köye gideceklermiş ! Ayın on dördünde, baron çe- napları, iş idarehanesine giderek şu tarifte bir hizmetçi istedi: “Iyi ahlâklı, itimada lâyık, çok genç olmıyan, fakat tirit gibi de ihtiyar olmıyan...,, Ayın on beşinde, öğleye doğru idarehane, ona, ilk ucubeyi gön- derdi. Evi temellerinden sarsar- casına, güm! güm! güm! güm! Kapı vuruldu, (Halbuki kapıda zil vardı.) Baron evde Kapıyı uşak açtı. — Ah, Baron hazretleri, sizin geldiğiniz esnada kendisinin evde bulunmadığına çok eseflerecek! -Dedi — Ama, onun suratını gör- memek bana vizgelir. Söyle baka- lım... Ne biçim herif bu?... Evli mi bekârmı? — Bekâr. — Oh babam.. Ben böylelerini bilirim.. Mutlaka, gece yarılarına kadar sokaklarda meyhane bira- hane dolaşıyor. Eve zil zurna sarhoş geliyordur. Gelirken de, mutlaka koluna bir kaltağı takı- yordur.. Artık bekle ki, sabahlayın kalksınlar da, giyinip çıksınlar da, ondan sonra evi topla... Evin top- lanması, akşamın yedisine kadar sürüyordur. Kaç para maaş veriyor? — Üçyüz fırank. — İntipüften bir para.. Bari işi az mı?.. Ne gezer, değil mi?. Her halde eve arkadaşlarını davet ediyordur.. Yemeğe mi?.. Bazan sekiz on kişiyi birden demek?... Böyle günlerde bahşiş mahşiş de elden gelmez demek?... Vay ba- bam vayl.. Sen, saat kaça kadar işte kalıyorsun?.. Ne?.. Ona kadar ha?.. Öyleyse, sinema da yandı desene.. Yok, hayır!.. Ben, değilmiş. sade pazar günleri sinemaya gitmeğe razı olamam. Ge- celeri de ( gitmeliyim. Oo Çünkü pazarları müthiş kalabalık oluyor.. Itiş kakış, beni sarmyor... Hulâ- sa, bu evde iş çok demek?... — Eh, epiyce... — Öyleyse, sizin baron cenapları- na benim kendisini aradığımı söy- lemeğe bile hacet yok... Bu ev, bana göre ev değil... Ben, o ka- dar genç bir kadın değilim. Otuz iki yaşındayım... Artık rabatımı da düşünüyorum... Sakin bir evde çalışmasını isteyorum... Hem ye- meklerin iyi olması da şarttır... Burasını gözüm kesmedi... Allaha ısmarladık, oağabey... Kusura bakma... Eyvallâh... Çat kapı... Gitti... Çok geçme- den, idarehaneden başka biri daha geldi. Çantasında bir çok ! hüsnü hal varakaları şahadetna- meleri olmakla beraber, kötü bir evden doğruca buraya geldiği besbelliydi. Uşaği karşısında gö- rür görmez sırıttı, Onun hiç de ummadığını söylmeğe başladı : — Efendi evde değil mi? — Çıktı. Sizin bu saatte gele- İ ceğinizi zannetmiyordu. — Nasıl şey? — Nasıl nasıl şey? — Efendi nasıl şey diye soru- | yorum... Suratı, boyu, bosu, en- damı, yaşı... Çünkü idarehaneden bana söylediler. Bekârmış. Evde yalnızmış. Tabii bunun üzerine İ bende merak ettim... Ben, bekâr ve yalnız oturan erkekleri bilirim, | yavrum! Bu işlerde piştim, çifte l kavruldum... Bir akşam, odasına yukarı aynı mesele... çay götürürsün. Masanın üstüne tepsiyi koyacağın esnada efen- | dinin gözüne dekolten ilişir.. Hopl. Fakat elinde tepsi vardır; devirece- ğim diye kımıldanamazsın! Efendi, artık başına tebelleş olmuştur. Elinden kurtulabilirsen kurtul... Seni mi idare edeceğiz, onu mu?. Öyleya tontonum!.. Seninle kapı yoldaşlığı ettiğimiz için, beleşten göğlünü (hoş ederim. Amma, efendinin ne suratta olduğunu öğrenmeliyim, bir.. Sonra, benimle oynaştığı için elden: ayrıca para gelecek mi o öğrenmeliyim, iki.. efendinin metresi var mı? — Bir tane de değil, birkaç tane... — Berbat iş... bize vakit kal- mıyacak desene... Ne dersin bi- rader? — Vallahi bilmem... Tabii, sen de bileceksin...amma, benden evvelki hizmetciden ne huyda olduğunu öğrenmişsindir. Ne olur, banada haber ver de, kapulanıp kapılanmayacağımı ona göre kararlaştırayım. —Zannedersem, bizim barondan pek o kadar iş çıkmaz... Kendisi basit, ciddi, biraz da sert bir in- sandır. — Öyleyse, sizin eve kapulan- mak işime gelmez.. Hem sahi. Daha kapudan girer girmez, suratıma bir çöplük havasıdır çarptı.. Benim aradığım iş, bu gi vlerde olmaz.. Istersen biz ikimiz görüşelim,, Sen fena bir oğlana benzemiyorsun! Lâkin bu- raya kapılanmak hiç işime gelmez.. — Geldiğinizi efendiye haber veririm. — Hacet yok.. Idarehane- ye söylerim. Yerime başkasını gönderir. Sizin efendiye lâzım olan, kaknem bir kocakarı.. Dadı gibi bir şey... Idarehanede onlardan da var... Iş idarehanesinin (yolladığı üçüncü şahsiyet bambaşka bir âlemdi... Iki üç cümleden sonra, derhal şu sualleri sormağa baş- ladı. — Çarşıdan alışverişi kim ya- yor? Öyleya: Bu, en ehemmiyetli meseledir. Işin geri kalan taraf- ları kolay. Lâkin eti, sebzeyi, yemiş ve evin diğer lüzumlu şey- lerini çarşıdan ben satın almak isterim. İnsan, ayda alacağı üçyüz frankla geçinecek değil a.. Maaş- tan mühim olan hamintodur... Etin okkasından on kuruş, okka- “dan da yüz dirhem kazanmasam işler aynasız gider.. Efendi hesap- ları muayene eder mi? — Evet! Akşamları.. Ne yapsın, biçare, zengin değildir de.. — Evet evet... Mesele anla- şılıyor... Tereyağından yirmi beş kuruş işledim diye kavğalar, gö- rültüler kopacak... Hem sonra, evde kalabalık yok... Masraf az olacağı için fazla muamele olmı- yacak... Ah! Ab! Nafile, beni burasi sarmıyor... Allaha ısmarla- dık, azizim! Dördüncüsü de geldi. Bu, daha sıkılgan, daha mahçuptu. Uşağın, mavi önlüğü altından, kalbinin hızlı hızlı çarptığını farkediyordu. Yeni hizmetçi namzedi neden sonra sorabildi: — Maaşı kaç para? — Üç yüz frank.. Fakat alışı verişi siz yapacak değilsiniz. — Zarar yok.. Bilâkis, daha iyi. Elde sepet, çarşı pazar dolaşmak hoş bir şey mi zaten?.. — Öyle amma, buna mukabil, anafor var.. Haminto var.. — Yok, ben anafordar manafor- dan anlamam.. Şayet efeadi, arada MN z Baloda ameliyat ! Ihtiyar bir kadın gençleştirildi ! Amerika gazetelerinde okun- duğuna göre, Şikagonun en büyük otellerinden o birinde bir balo verildiği sırada maruf cerrah- lardan biri, orkestra ve cazban- dın terennümatı arasında, otuz sene hapishanede yatmış, yüzü buruşmuş, (gözleri (o porsumuş, fevkalâde çirkin bir şekil almış olan bir kadın üzerinde, muvaf- fakıyetli neticelenen bir cerrahi ameliye yapmıştır. Bu ameliyat, baloda bir numara olarak addedilmiştir. Cirkin kadın her taraftan elektrik projektör- lerile tenvir edilen bir masanın üzerine uzanmış, ve yüzünün buruşmuş, porsumuş et parçalarını operatör kesmeğe başlamıştır. j Ameliyat bittiği zaman çirkin kadın aynaya bakmış, fevkalâde güzelleşmesinden dolay: doyduğu heyecandan dolayı bayılmıştır. Ruhsatsız rakı satanlar . Zabıtadan müsaade almaksızın müşterilerine rakı veren lokanta vo kahvehaneler hakkında şid- detli takibat yapılıyor. Evvelki gün Cibalide bir kah- vede rakı içilmekte olduğu haber alınarak zabıta tarafından araştır- ma yapılmış, kahve sahibinin tezgâh başında müşterilere ka- dehle rakı içirmekte olduğu görülmüştür. Kahvehane sahibi hakkında takibat yapılacaktır. Arpa mahsulü Mersin 23 — Buradaki gazete- ler bu senenin arpa mahsulü için şunları yazıyorlar: Bu sene Anadolu mahsulünün iyi olmaması dolayısile Mersin piyasası yüksektir. Temmuz ve ağustos ayları için Istanbuldan bir çok alıcılar mü- racaat etmektedir. Bu sene Çukurova mahsulâtı Türkiyede en fazla mahsul veren mıntaka olduğu söylenmektedir. sırada insanı memnun ederse... Nasıl, iyi adam mıdır?.. Siz, bili- yorsunuzdur.. Kaç senedir bura- dasınız? — Üş senedir.. Yalnız, evin işi iyicedir. Ufak tefek çamaşır da yıkanıyor... — Büyük çamaşırı da ben mi yıkayacağım? — Yek, onun icin ayrıca çama- şırcı geliyor. ) — Eb, öyleyse, evin işi için niçin ağır diyorsunuz.. Hizmetçi diye tutulduk; elbette çalışacağım. Yediğimiz ekmeği hak etmeli. Uşak, sırtındaki mavi önlüğü çıkardı. Meğer, o, uşak değilmiş de bizzat baron, uşak kılığına girmişmiş.. Bu hizmetciye: — Evladım! - dedi. - Haydi, ba- kalım! Bu akşamdan tezi yok; vazifene başla.. Ben, işi idareha- nesini bana hizmetçi diye kimleri gönderdiğini anlamak için böyle tebdili kıyafet ettim; ağız aradım gönderilenler arasında namuslu ve fazıletli sen zuhur ettin... Safa geldin.. Hay allah senden razi olsun... Baron hazretleri, bu sayede tenbel, ahlâksız ve hırsiz olmıyan bir hizmetçiye nail oldu. Lâkin, bundan da bir ;fayda hasıl olmadı, zira, aradan bir ay geçtikten sonra yüz göz oldular. Bir odada yat- mağa başladılar. Bunun üzerine, yeni hizmetçi, elini işe sürmedi. Değil hesaplardan, hattâ ceple- rinden haftada vasati elli frank kadar para aşırd.. Ve bu hal, tam on senedir, böylece devam edip duruyor. Mütercimi (Hatice Süreyyaj