yy ga 26 Haziran 1932 Akşam Sahife 7 Masal olanlar: Eski meczuplar o... Püskülsüz fes, fesin ibiğinde sarmusakla mavi boncuk, kısa entari... Guguk kelimesini duyar duymaz çileden çıkar, avaz avaz sövüp saymağa Iki meczup tipi Evvelce, Istanbul sokaklarını, durup dinlenmeden dolaşan, bütün halkın malümu olan müteaddit meczuplar vardı. Masal olanlar arasında, bunların zikri de lâzımdır Deli Salih. Aslen Sarıgüzelli imiş. Uzunca boylu, kül gibi benizli sivri sakallı idi. Başında oarakiye, o üzerinde bazen yeşil, bazen siyah sarık, arkasında pullu entari, altında don; belinde enli kuşak; en üstte abadan cübbe; ayağında, imam çorabı ve takunyalar, omuzunda, ipe bağlı beş altı lâzımlık. En ziyade Fatih, Aksaray, Beyazıtta dolaşırdı. Beyaz Allah!.. Kara Allah!.. Öbür evin Allahı hul.. diye söy- lene söylene, sokak sokak dolaşır, cezbesi tutunca oturağın birini başına giyerdi. Paraya rağbet etmez, verilse yere atar, emsali gibi hiddet, W şiddet göstermeyip daima; yüzü gülerdi. Tutturduğu nekaratı, gelip ge- çenlere tekrar ede ede, kimseye ilişmeden yoluna giderdi. Deli Hüseyin. — Hanım, banıml.. Efendi, efendil.. o Göksuya gidelim de küçücük bir testi alalım! Diyerek her kapıya baş vurur, para dile- nirdi. Bu da elliyi aşkın, kır bıyıkları bir birine karışmış; tıraşı uzamış; başında limon kabuğu gibi fes; yamalı kutnu mintanı altında don; omuzunda zenbil; yalın ayak, kız- kardaşile dolaşır, en ziyade Üskü- dar, Çamlıca, Bağlarbaşında ge- zerdi. Arap Ismail. Habeşi ve ayaştı. Bir söyledi- ğini mütemadiyen tekrar eder ve halim selim bir vaz alırdı. Halı- cılarda, ablası arap Zehra hanımla beraber oturur, sabahleyin gözünü açıp kendini sokağa atınca, tür- küyü tutturarak her canibi dola- şırdı. OF, ofl.. Medet yandım! diyerek boğuk sesle mani ve gazeller okur, paraya avuç açmaz, verilen- leri rakıya dayardı. Arabacılar kendisini pek sever- ler, akşam karanlığı basinca, yan- larına oturtup evine kadar götü- rürlerdi. Tonbalak Ahmet bey. Makarrı Fatih civarı. Yaşı 40, 45. Kısa, kalın vücutlü, güzelce çebreli, düşük bıyıklı idi. Başında püskülsüz fes; fesin ibiğinde sarmusakla mavi boncuk; pantalonun üzerine kısa bir en- tari, üstüne. solmuş bir cübbe giyerek, yarım papuçla ve avu- cunda, bir çok çakıl taşlarile, mütemadiyen yürür, kendi kendine homurdanırdı. Çocuklar tuttururlar: — Yemiş, yemiş;.. Mamış, ton- balak Ahmet bey! Ahmet bey, küfürün en kan- tarlısını savurur, elindeki çakıl taşlarını atar, çocuklar kaçınca, attığı taşları gene toplardı. Deli Macit. Mahallesi olan Vefa ve Koğa- cılardan ayrılmazdı. Semtindeki kahveci Nuri ağa ve Kırkçeşme- deki kırbalar, onu sevdikleri için himaye ederler, musallat olanları kovarlardı. Başında muntazam bir yeşil sarık; çehresinde kuzguni siyah top sakal ve şeriatçe kesilmiş bıyıklar. Sırtında temizce bir lâta ayaklarında lâpçınlı kunduralar. Böyle doğru dürüstçe gezerken ansızın sakal, bıyık karışmış, don gömlekle, yalın ayak, başı kabak, meydana çıkar, bazen dalgın, ba- zen pürtehevvür, mahallenin bir ucundan öbür ucuna mekik do- kurdu. O zaman, çocuklar peşine dü- şerler, deli Macit! Deli Macit!.. Diye yaygarayı tuttururlar, Macit: — Bo.... Bel Allah belânı ver- sin! Diye köpürüp takunyayı fır- latır, çocuklar kapıp üstüne öte- beri atarlar, Macit, takunyanın öteki tekini fırlatır; onu da zapte- derler, kos koca sakallı adam: — Babam beni döver, kuzum verin! Diye (yalvarırken yine sulh olmazlardı. Takunyayı alan çocuk bir tarafa gizlenir, arkadaşları, at bir göbek de verelim | deyince, ala ala heyler içinde göbeği atar ve takunya- larını geri alırdı. Bu hal, Deli Macidin nöbeti tuttuğu demlerdi. Sair zamanlarda biraz makul olup herkesle adam- akıllı görüşürdü: Deli saraylı : Eyip sultan şeyhine âşık olduğu için kara sevda getirdiği mervi idi. Kalın kara kaşlarının üstüne bir çatkı çatar, üzerine baş örtüsünü örter, arkasına baştan geçme, peşini (o bırakmayıp oldukça temiz bir yeldirme giyerdi. Para gözlü değildi; yalnız ekmekti. Topladığı ekmekleri, dildadesi- nin başı gözü sadakası olarak, köpeklere doğrar. > istediği, başlar... — Allah, şeyhime ömürler, afi- yetler ihsan etsin; kazadan, belâdan korusun! diye duaya koyulurdu. — Saraylı hanım, artık senin bu şeyhinden bıktık, usandık. Yüzüne bakmayıp seni kovuyor- muş; vaz geç bu işteni dedikleri zaman: — Edepsizler, göz koydunuz da elimden mi alacaksınız? (deyip yakası açılmadık ne kadar söz varsa hepsini arka arkaya dizer ve tabanları (kaldırıp (derhal savuşurdu. — Bu çatkıyı neye çatıyorsun? Sözüne : — Kaşlarımı meydana çıkarır- sam nazar değip başım ağrıyor! Cevabını verir. — Işte maşallah diyoruz; kuzum göster denilince, çatkıyı açar, kazan kulpu gibi kaşlarını mey- dana çıkarırdı. Deli Saffet hanım. Önüne ( gelene, o Üsküdarda Açıktürbede oturduğunu söylerdi. Gayet temizdi. Robalı yeldirme- sinin altındaki dörtpeşli entarisine, on beş, yirmi kitap doldurup öyle dolaşırdı. Bunların hepsini okumuş olduğu gibi bir çok ilâhiler, niatler, kasi- deler de ezberinde idi. — Aferin Saffet hanım!. Saffet hanım olmasa halimize köpekler güler! Bana kırk para verde mu- radın olsun! Diyerek dolaşır, — Acaba muradım olacak mı? Diye sorulunca, tespihini çıkarıp bir şeyler okuyarak sayar, mura- dın olup olmıyacağını söyler, arkasından, kuruşu alıp ve: — Vay gidi Saffet hanım, bak her, şeyi nasıl bilir? Deyip yolunu tutardı. Saffet hanım, bazı tanıdık ko- naklara ve evlere gece yatısı misa- firliğine de gider, yüzüne gülünür, gönlü alınır, istediği yemek pişir- tilirdi. — Ne demek istersin? denildiği vakit, karnını açıp elile sıvadıktan sonra arzu ettiğini söyler, bilhassa kaya balığile ciğer kebabını tercih ederdi. Ailesinin hal ve vakti yerinde idi. — Kız kardeşim rahat vermi- yor ki evimde oturayım. Onun yüzünden böyle geziyorum! Derdi. Guguk Zehra hanım. Kısacık boylu, arkası kanburca, 60 yaşlarında kadardı. Başında beyaz örtüsü, sırtında siyah yel- dirmesile, daima Fatihten Beyazıda doğru geçerdi. Hiddetten zangır zangır titre- mediği zamanı yoktu. Çünki! Guguk kelimesini duyar duymaz çileden çıkıp avaz avaz sövüp saymağa başlar, bu halini bildik- lerinden, çocuklar peşine takılıp guguk! diye feryadı tuttururlar, Zehra hanım ağzı açar, çok öfke- lenirse, yere yatarak terter tepin- diği, üstünü başını parçaladığı da olurdu. Pazarola Hasan bey. Pazarola Hasan beyin ortadan çekilmesi binnisbe yenidir. En ziyade Beyazıt ve Sakhaflar içinde dolaşır, önünden geçtiği dükkân- cıya, esnafa,işayet içinden doğarsa (pazar ola! ) derdi. Hasan beyin bu sözü uğur ve bereket sayılırdı. Tefrika numarası: 23 26 Haziran 1932 ÇANAKKALE | «- muharebeleri Yazan; Ceneral A. F. Oglander a Tercüme eden: Muharrem Feyzi İngiliz kuvvetleri beklerken vaziyetleri' fenalaşıyor 7 AĞUSTOSMMI5 ÖĞLED EVEL SAAT SEKİZE İNGİLİZ HATTI: RAKIMLI TEPE — | a #HELES Y76m 7 ağustosta Anafartalarda vaziyeti gösterir harita Bundan sonraki iki saat içinde cephedeki vaz'iyetin tenevvür et- mesi için biç bir teşebbüs ve ve gayret sarfedilmemiş ve gece yarısından evvel yetişilen hattın daha ileri sürülmesine çalışılma- mıştır. Gecenin zulmeti ve vaz'i- yetin müphemiyeti bu defa da askerin teşebbüsünü felce uğrat- mış ve (B) kumsalındaki muvaf- fakıyetli ihraç hareketi ile kaza- nılan müsait vaziyet tedricen kaybolmuştur. Bu esnada otuz dördüncü liva hakikaten kazaya uğramıştı. Suvla körfezinin dahilinde ihraç yapıl- masını istemiyen donanma kuman- danının gösterdiği mazurların da haklı olduğu artık Oo tahakkuk etmişti. Kazaya uğrıyan Ingiliz livası Gece saat dokuz buçukta ce- neral Sitvell'in livasını ohamil filotillâ Suvla körfezine girerken ortalık sükünet içinde idi. Filotillâ Grampus, Beagle ve Bulldog isminde üç mubrip ile üç motorlu mavunadan mürek- kepti. Gece o kadar zifiri karan- lık idi ki mubriplerin suvarileri hiç bir şey göremiyorlardı. Birdenbire Lalababadan atılan bir fişek karanlığı yırtmış ve körfezin şimal ucundar dahi diğer bir fişek parlamıştı. İngilizlerin ihracı başlamazdan evvel Türkler tehlikeyi hissetmişlerdi. Saat on buçukta muhripler nihayet sahilden 600 yarda açıkta demirlemişlerdi. o Mavunalar da kıyıya doğru ilerlemişlerdi. Bu hareket yapılırken sahilden dağınık bir ateş açılmış ve bir küçük top şarapnel atmağa baş- lamıştır. Grampus muhribinin mavnasi çok zahmet çekmeksizin efradı sahile çıkarmış ve ikinci kafileyi almak için saat on buçukta tek- rar muhbribe dönmüştür. Lâkin diğer iki mubribin mavnaları talihsiz çıkmışlardır. Bunlar sahil- den 50 metro açıkta kayalığa çarpmıştır. Bunları kayalıklardan kurtarmak için yapılan gayretler faide ver- mediğinden askerler mavnaların yanlarınlarından suya inmeğe mec- Sermet Muhtar “İssbur olmuşlardır.” Bünlar boyunla- rına kadar suya batmış oldukları halde karaya çıkmağa çalışmış- lardır. Askerler nihayet kumsala çıkıp kıt'alarını teşkil etmişlerse de bu defada yanlış yerde karaya çık- dıkları anlaşılmıştır. Bu hal yeni- den tehire sebep olmuştür. | Suvla burnu hareketi On birinci Mançester taburu karanlığın himayesi ve kat'ede- ceği yolun denizin kenarında bu- lunması sayesinde körfezin etra- fında iyice ilerilemiştir. Bu seya- hatin ilk kısmında türklerin mu- kavemetine tesadüf edilmemiştir. Gece yarısından sonra saat ikide ay yükseldiği vakit Man- çester taburu heyeli umumiyesile Kireç burnu tepe sırtına tırman- mağa başlamıştı. Burade bir kü- çük türk karakolu yavaş yavaş esas mevziine rücat ederken anudane mukavemet göstermiştir. Ingilizler için yürümek güçleş- mişti. Bir hayli de zayiat vermiş- lerdi. e Mahaza ileri harekete musırrane devam edilmiştir. Ge- ce saat 'üçte oMançester ta- buru Suvla burnunun iki mil“şar- kında bir mevzi almıştır. Mançester taburunun talii iyi olmuş ise de diğer yerlerde vaziyet iyi değildi. Suvla körfezinin içine bir liva asker ihracı hakkında verilen meşum karar ve Çikolata tepelerine cenubu garbiden hücum yapılmaması ihracı müteakip ingi- liz kıtaatının çabuk dahile doğru ilerlemesi için hazırlanan plânı şimdidn esuya düşürmüstü. Saat üç olduğu halde liva ceneralı oSitevellin okalan iki taburu henüz karaya çıkmamıştı. Lancashire (tüfek endazları da henüz 10 rakkamlı tepeyi zaptet- memişler ve hattâ bunun mevkiini bile tayin edememışlerdi. Sabahki karışıklık Bu esnada Lala babada altı taburdan az olmıyan mühim bir Ingiliz kuvveti muattal duruyordu. Otuz dördüncü livanın ihracında bir kaza olduğu aşikâr bulunduğu halde hiç bir kumandan Lalaba- badaki mühim kuvvetin hiç olmazsa bir kısmı ile o anda hayati ehemmiyeti olan ileri ha- reketini yapmağı düşünmiyordu. (Devami'var) ©