24 Haziran 1937 Tefrika No. 102 24 Haziran 1932 SEBA MELİKESİ BELES Yazan: ISKENDER FAHRETTİN “Ikinci bir hamleye lüzum kalmadı. Başı omuzla- rının üzerine düştü. Zaplon artık yaşamiyordu. Derhal başını gövdesinden kopararak sepete “koydum ve yola çıktım!,, Bu esnada, uzaktan, tozu du- mana katan bir süvarinin süratle, istihkâmlara doğru ilerlediği gö- rüldü. Süleyman sordu: — Uzaktan gelen kim olabilir? Kale muhafızı surların üstünden dikkatle baktı. — Atın üstünde iri bir adam var.. Şimdi önümüzden geçecek. — Tanıyamadın mı ? — Hayır.. Yüzü görünmiyor. Hükümdar merak etti. — Nöbetçilere seslen... Çabuk, dur borusu çalsınlar. Süleyman atın üstündeki süva- rinin kıyafetinden saraya mensup bir adam olduğunu anlamıştı. Nöbetçiler dur borus unuçalmağa başladılar. Uzaktan gelen meçhul suvari, toz (dalgaları arasında atının dizginlerini çekerek bağırdı: — Bırakınız beni... Yolumdan alıkoymayınız! Nöbetçi dinlemedi. Boru ile: — Hükümdar emrediyor... Du- runuzl Diye cevap verdi. Süleyman surlardan yere inince, Hassa kumandanını tanımıştı. Diye bağırdı. Sam, hükümdarı (o huzurunda eğilerek selâm verdikten sonra, elindeki kapalı bir sepeti Süley- man'ın önün bıraktı. — Bu hediyemi kabul ediniz, âdil hükümdar! | Dedi. Süleyman yerdeki sepete bakmıyordu. Her şeyden evvel merakını izale etmek emelinde idi. San'a: — Iki günden beri nerdeydin, dedi, bana malütmat vermeden nereye gittin? Sam'ın, gözleri kan içindeydi. Söz söylerken, hararetten ağzı köpükleniyordu. . — Cehennemlerin ve yıldırım- ların beni çektiği yere gittim, dedi, fakat, cehennemleri ve yıl- dırımları söndürerek, muzaffer geldim. Hükümdar çok hiddetliydi. Beni İsrail ordularının harekete geçeceği bir sırada, hassa kuman- danının birdenbire ortadan kay- boluşu fena halde canını sıkmıştı. — Bu küstahane hareketin bir daha tekerrür edecek olursa, muhafızlık asasını derhal elinden alırım. “ Diyarek bir adım ileriye yürüdü. Sam, hükümdarın bu ağıt söz- lerine, yerdeki sepete bir tekme vurmakla cevap verdi. Sepet yere devrilince, içinden, kanları pıhtılaşmış bir insan başı meydana çıkmıştı. Süleyman ayağının dibindeki başı görünce şaşırdı. — Katil. Diye haykırdı. Kale muhafızı yere eğilerek, kesik başı tanımak istemişti. Sam daha fazla hakarete ma- ruz kalmamak için, yerdeki ka- fayı saçlarından tutup kaldırdı. — Tahtınızı yıkmak istiyen düşmanınızın başını tanımadınız mı? Beni Israil hükümdarı kesik başa dikkatle baktı ve: — Zaplon... Zaplon'un başı... Diye bağırarak geriye çekildi. Süleyman, eski hassa kumanda- nının başının bu kadar kolaylıkla koparılacağını rüyada görse inana- mazdı. Sam itidalini muhafazaya çalı- şarak, hafifçe tebessüm etti; — Saltanatınıza nihayet vermek istiyen bir adamın başını kopar- mağa ahdetmiştim. Ordularımızın yapamıyacağı bu işi bizzat ken- dim yapmağa ve size sadakatimi göstermeğe karar verince, derhal yola çıktım. Süleyman yaslanmıştı. Memnuniyetini birdenbire izhar etmek istemedi. Peki, dedi, sonra ne yaptın? Son elindeki kesik başı sepe- tin üzerine bırakarak sözüne de- vam etti; — Moaplıların hücuma meydan vermemek ve sizi korkunç bir akibetten kurtarmak için o akşam atıma binerek derhal yola çık- mıştım. Moap büduduna vardığım zaman, tesadüfün bana bu derece büyük bir yardımı dokunacağını tahmin etmiyordum. Hududu tef- tişe çıkan Zaplon'la karşılaş- mıştım. Moaplılar Zaplonu baş kumandan tayin etmişlerdi. Moap hâkimi, bu harpte onun muzaffer olacağından emindi. e Zaplon'un etrafında nöbetçiler dolaşıyordu. Zaplon beni karşısında görünce şaşırmıştı. Rakibime: — Süleyman'ın sarayından firar ettim. Jerüzalem seması altında inliyen muztarip bir milleti işken- ceden kurtarmak için size dehalet ediyorum. Harbe bir an evvel baş- layınız.. ve ben sizin ordunuzda bir nefer gibi çalışacağım..! dedim. Zaplon boynuma sarılmıştı. Benim gibi cengâver bir arkadaşa malik olduğuna seviniyordu. O gece beni Moap hâkimine takdim et- mişti. Hâkim beni görünce hay- retle yüzüme baktı: “Sen hangi memleketin adamısın?,, diyerek yanıma oturttu. Kendisile saatlerce görüştükten sonra, beni sarayda bir müddet tecrübe etmeğe ve sonra harbe göndermeğe karar vermişlerdi. Süleyman, Sam'ın sözünü kesti: — Benimle cidden harbede- cekler mi? — Zaplon şiddetle harp taraf- tarıydı. Fakat, Moap hâkimi sizinle harp etmek istemiyordu, hükümdar! Bu vaziyet karşısında Zaplon'un vücudunu ortadan kal- dırmaktan başka çare yoktu. Hayatım bahasına da olsa, raki- | binin başını koparmağa yemin surların okenarına | ise, Türkiyenin etmiştim. Bu sabah Zaplon'un | odasına gitmiştim. Başkumandan benden o kadar çok emindi ki, | odada yalnız oturuyorduk. Boğuş- mak için bundan güzel bir fırsat ele geçemezdi. Derhal ayağa kalktım (ve üzerine | atıldım. İlk hamlede yaptığım iş derhal rakibimi boğmaktı. Boynunu o kadar şiddetli sıkmıştım ki, ikinci bir hamleye lüzum kalmadı, başı omuzlarının üstüne devrildi. Bu esnada odanın içinde en ufak bir gürültü bile olmamıştı. Artık yapı- lacak bir iş kalmıştı: Zaplon'un kafasını gövdesinden ayırıp size getirmek ! Sam mağrurana yarak : — şte, dedi, nihayet ona da muvaffak oldum... (Arkası var) başını sallı- | ! dile olan münasebetinin bittiğine Şehrimize bir fransız tiyatro grupu gelmişti. Vaka orada cere- yan etti. Halide Recep hanıme- fendi, locanın ön tarafında oturu- yor; dostlarından Mehpare hanım- efendi ile konuşuyordu. Locanın arka tarafında, Halide hanımın kızı, Firdevs hanımefendi, ayakta duruyor; ön koltuklardan birinde oturan, fakat şimdi locada aileyi ziyarete gelen müdiri umu- milerden Nihat beyle konuşuyordu. Nihat bey, otuzuna yeni bas- masına rağmen ibtisat hayatımızda mevcudiyet göstermiş, mevki ka- zanmış bir şahsiyetti. Yakında mebus olacağından bahsediliyordu. | Değerinin pek büyük ve istikba- linin pek parlak olduğu söyle- niyordu. Halide Recep ve kızı Firdevs hanımın mensup bulunduğu aile en tanınmış, en şerefli ailelerinden biriydi. Bu aile, memlekete, gerek siyaset, gerek askerlik, gerek ilim ve fen sahasında yüzlerce tanınmış sima yetiştirmişti. Mali vaziyetleri de iyidi. Nihat bey, üç beş cümleyle genç kıza bermutat takıldıktan ve şakalarına genç kız tarafından zarif cevaplar aldıktan sonra, bir müddet sustu. Nihayet, derinden derine titrediğini belli eden bir sesle dedi ki: — Firdevs, şayet delice bir fikre kapılsam (ki, kapılmaktan kendimi menedemiyorum !) ve sizinle evlenmeğe kalkışsam, bana ne cevap verirsiniz ? Beni ret mi edersiniz ? Firdevs hanım, gözlerinin akına kadar kızardı. Kalbinin şiddetle çarptığını hissetti. Lâkin, onun zekiolduğuna dair şöhreti vardır. Istihzadan, şeytanlıktan korkma- makla, lâfa lâf yetiştirmekle meşhurdu. Gene de şaşalamış gibi görünmemek istedi. İşi tuhaf- lığa vurdu. Eski zamanın mahçup tazeleri gibi bir jest yaptı. Gene onları takliden : — Aaa... Benim böyle şeylere aklım ermez!.. Anneme sorun! - dedi. Nihat, tebessümünü gizliyemedi. — Harikulâde şeysiniz vallahi.. - dedi.- sizi sevdiğimi tahmin etmiştiniz, değil mi? — Erkekler, sırlarını saklamağı pek beceremezler. — Kadınlar, bu hususta daha mı muvaffak olurlar? — Tabii... Siz benim sırrımı keşfedebilmiş miydiniz.? Elleri birleşti. Biribirlerinin yü- züne, mesudane baktılar. Nişan merasimi, ortalıkta büyük bir gürültü husule getirdi. Nişanlı- ların biribirlerile uyuştukları hak- kında fikirlerde ittifak vardı. Mamafih, genç kızın bazı ah- babları, sureti haktan görünerek bu güzel izdivacın şiiriyetini boz- mağa uğraştılar. Firdevs'e, müra- iyane bir dostluk göstererek ona bir takım ihbaratta bulundular. Acaba, harici hayâtta bu derece ihtiraslı, faal bir erkek olan Nihat bey, iyi bir koca olabilir miydi? Sonra, kadınlarla fazla âlakadar olduğuna dairde bir şöhreti vardı. “— Hoş, bunda mazur ya.. Diyorlardı. Zira, o kadınların de- gil, kadınlar onun arkasından koşuyor. ,, Firdevs'e başka şeyler de söylü- yorlardı: > — “ Acaba Aliye hanımefen- emin misin? Âliye hanım, bu güzel çocuktan hiç te ayrılmak isteyora benzemiyor... Karşılaşma Ruh tahlilleri Üç sene, belki de biraz daha fazla, süren bu uzun münasebeti, bütün Istanbul halkı nasıl duy- muşsa Firdevste öylece duymuştu. Nihadı kendisine uzun zaman bağlayabildiği için Âliye hanım- dan nefret ediyordu. Onu entri- kacı sayıyor, bu kadının ibtiyar- lamış kadınlığile alay ediyordu. Hayır, hakikatte, Âliye hanıme- fendinin gülünç bir tarafı yoktu. Kırk beş yaşlarına yaklaşmasına rağmen, hâlâ güzelliğini muhafaza eden bu kadın zekâsı, bilgisi ve Bilhassa münevverlere açık bu- lundurduğu © salonlarile, (o adeta Fransanın on sekizinci asır kadın- larına benziyordu. Nihad'ın ba- yatta muvaffakiyet göstermesine en fazla o amil olmuştu! Firdevs, o Âliye'den O korkmu- yordu. Zira, Âliye hanım, evlen- mek isteyen âşıklarına musallat olan yılışık metreslerin gülünç mevkiine odüşmüyordu. Bilakis, nişanlanma haberi üzerine, Fir- devs'e gayet hüsnü teveccühlü bir mektup yazmış, eski dostile izdivacından dolayı onu tebrik etmişti. Buna rağmen, Firdevs, Âliye'ye karşı taarruzlarına nihayet vermi- yordu. “— Beni tebrik eden o mektu- bu yazdığı için cidden nezaket gösteriyor!-diyordu.- Fakat, başka türlü harekete de imkân yoktu. Kendisine bir yerde rastladığım zamam, her halde ona gene de hüsnü muamele etmem. Bu tesadüf, gecikmedi. Hayır- perver cemiyetlerden birinin tertip ettiği balolardan birindeydi. Âliye hanım, Firdevs'e onun kehdisini görmesinden daha evvel görerek yanına yaklaştı. Dudaklarında muhabbetkâr bir tebessüm, elleri ileri doğru uzanmış onun yanına yaklaştı. — Ah, sizi gördüğüm öyle mesudum ki, çocuğum! Firdevs, onu gülünç buldu. “ Şu saçlarıe haline bak! Şu yüzün boyanışına bak!,, diye düşündü. — Ben de, hanımefendi. Âliye hanım, Firdevs'i bir kö- şeye çekti. Samimiyet ve dost- lukla adeta galeyan eden bir sesle : — Size nişanınızı tebrik eden bir mektup yazmıştım. Aldınız, değil mi ? - diye sordu. — Aldım, teşekkür ederim, hanımefendi. — Aynı tebriklerimi şifahen de tekrarlamama Oo müsaade edin, kızım. Nişanlınız Nihat bey, cidden birinci derecede, emszlsiz bir erkektir. Son derece sevimlidir. Firdevs, kaşlarını çatıp somurt- mağa başlamıştı bile.. Müstakbel zevcinin methini başka bir kadı- nın, bilhassa eskiden metresi olan bir kadının, ağzından dinlemeğe ihtiyacı mı vardı ? Sinirlenmeğe başlamıştı. Kuru bir sesle: — Hanımefendi! - dedi.- Ben, karısı olacağım erkeğin nasıl bir insan olduğunu öğrenmek için tavsiye ve tafsilâta ihtiyaç hisset- miyorum. — Tabii! Tabiil.. Diye, Âliye hanım, yumuşak başlı yumuşak başlı tekrarladı. - yalnız, şunu sö;lemek isterim ki, ben, Nihadı, senelerdenberi tanımaktayım. Onun hayatta yükselmesi için çalıştım. — Nihat, kimsenin yardımı olmaksızın hayatta yükselebilirdi. — Tabii, çocuğum... Sizinle bu hususta da herfikrim... oFaka müsaade edinde, size bir şey anlatayım. Ben, müstakbel zevci- cinizin ahlakını gayet iyi tetkik etmiş bir kadınım. için — — a o See) “ — Neler söylemek istiyor? Bu kadın?,, diye genç kız merak- landı. — Gayet haşin, inhina etmeyen bir ahlâkı vardır. Firdevs kızip: “ — Bunu bende biliyorum! Bunun tekrarına ne hacet var?,, diye düşündü. — Daima sözünü geçirmek ister. Görüyorsunuz ki, çocuğum ben ikinizin de saadetini istiyo- rum. Zihnen alay etti: — Ah, efendim, eksik olma- yınl,, — Size tavsiye ederim ki, onun o arzu ve iradesine karşı durma- yin! (Tekrar ediyorum; onu gayet iyi tanırım !) “— Vay efendim vay!.. , diye Firdevs için için alay etmekte devam etti. — Nihat, epice inatçıdır. Her halde, mülâyemetle daha ziyade yola gelir. Bu sefer, Firdevs, köpürdü: ” — Aksiliğe bakın ki, ben, hiç de mülâyim tabiatlı değilim! Ben de haşinim! — Aman evlâdim! Böyle lâf olur mu? — Hanımefendi, bana karşı gösterdiğiniz alâkadan dolayı te- şekkür ederim. Fakat, bir ailenin iyi geçinmesi için nasıl bir siya- set takip etmek lâzım geldiğine dair noktai nazarlarımız tevafuk etmiyor. ” Maahaza, rübem... — İşte ince nokta burada ya, hanımefendi... o Asıl, oanlaşama- mamızın sebebi budur. Ben Nihat'la yalnız ve yalnız arkadaş olmak istiyorum ve arkadaş ola- cağım. — Karı koca münasebetinde “arkadaş,, sözü beni pek cezbet- mez. — Ben, Nihad'ın yanında, tam hukuka sahip, her meseleye dair düşündüğünü söyliyen bir arkadaş olacağım. Sizin tavsiye ettiğiniz gibi, muti, uysal, mutavaatkâr, her şeyi tastik etmeğe amade zavallı bir mahluk haline gelmiye- ceğim. Diğer cihetten de: Her ikimiz için tam hürriyet! Ikimizde itimada lâyık, namuskâr insan- larız. Şayet Nihat, sizin söylediği- niz gibi inatcı ise, muvafık bul- madığım fikirleri önünde eğilmekle değil, onlarlı mücadele etmekle inatçılığına galebe çalacağım. Ni- hayet, mütekabilen inadımızdan sarfınazar ederek ayni mesele etrafında anlaşacağız. Bana da müsaade edinde size haber vereyim: Şimdiki kadınlar eskilerine benzemiyor. Nihat gibi erkekler, yeni tarzdaki kadınları tercih ediyorlar. Dünkü fikirler - sırf düne ait oldukları için, - bugün para etmiyorlar. Aşk bah- sına gelince, bizim dobra dobra, mücadele ve aşkımız, annelerimizi uysal, yumuşak başlı ve bir azda insanı küçük düşüren aşkına mü- raccahtı. Âliye hanımefendi, genç kızın takındığı tavru hareketi ve bu sözlerini cevap vermeğe bile değ- mez bir mahiyette buldu. Arkasını çevirip gittiği vakıt, Firdevs: — Umarım ki, artık karşıma benim yaşça tec- çıkmağa cesaret edemez! - diye düşünüyordu. Maniler Halk bilgisi derneği umumi kâtibi Mehmet Halit bey tarafın- dan, maniler isminde bir kitap çıkarılmıştır. Bu kitapta Anado- luya dair 874 halk Türküsü ve maniler vardır.