29 Nisan 1937 Tefrika No. 46 SEBA MELİKESİ BELIEIS pTA — 29 Nisan 1932 Yazan: ISKENDER FAHRETTİN Sam, sırtından elbise çıkarır gibi, gurur ve azametini ' sarayın kapısında bırakırdı. Bilhassa (Tara) nın önünde bir kuzu kadar küçülür ve sakinleşirdi.. Taraya gelince, o, müneccimin vefatına kadar, babalığının terbiye ve tazyiki altında büyümüş, ilmi nücuma merak ederek babasından senelerce ders almıştı. Müneccim yıldızlarla meşgul olurken, Tara da sabahlara kadar onunla beraber çalışır ve tarassudatı havaiyede kendisine yardım ederdi. Tara uyanık bir kızdı. Göründüğü gibi | saf ve muhakemesiz değildi. Belkıs onun kabiliyet ve istida- dını, saraya geldiği günden beri tetkik ve terassut ediyordu. Ta- rayı saraya aldığına çok isabet etmişti. Seba melikesi sarayda böyle okumuş bir kıza muhtaçtı. Saraydaki kızlar Taranın mev- cudiyetini bidayette istiskal etme- ğe başlamışlarsa da, günler geç- tikçe, onun güneş gibi yavaş ya- vaş doğan ve yükselen zekâsı önünde kendi aciz ve meskenet- lerini görerek, genç kıza 'hürmet ve biraz daha sonrada itaat et- meğe başlamışlardı. Beikıs bu vaziyetten çok mem- nundu, Sam'a: — Sana çok müteşekkirim, açık göz delikanlı! Bana beyinli bir arkadaş buldun! dıyordu. Sam, Taranın saraya gelme- sine sebebiyet verdiğine bin defa pişman olmuştu. Genç kızın yü- züne bakamıyordu. Onu gördükçe hicapla başını aşağı indirir ve konuşmadan selâmlayıp geçerdi. Tara sarayda Samın icraatına da enğel oluyordu. Tara bir gece sarayda, kendi kendine, istikbalini düşünürken, yıldızlardan bahtını sordu. Meşhur müneccim, ölmeden evvel, ona bu İlmi öğretmişti. Taraya gökdeki yıldızlar şu cevabı vermişlerdi: “Uzun boylu, dev cüsseli, es- mer ve cesur bir erkekle evle- neceksin! Fakat istikbalin ka- rarlıktır: o erkekle mesut ve bah- tiyar olamıyacaksın! Zevcin fi- listinli bir kıza âşık olacak ve bu yüzden yabancı topraklarda ölecektir..,, Uzun boylu, dev cüsseli, esmer ve cesur bir erkek Sam dan baş- ka kim olabilirdi ? meşgul olduğun için başında daima yukarıdadır. Başı aşağıda gezen erkeklerden hazer et. Bed- baht olursuun! Demişti, Tara her zeman ba- basının bu sözünü halırlayor ve baş aşağıda gezen ( Sam ) dan nefret ediyordu. Tara ayni zamanda da mağrur bir kızdı. £ Melikenin sarayına bile bir esir gibi değil, bir arka- daş gibi dahil olmuştu. Saraydaki cariyelere az zamanda büküm etmeğe alışmış ve onları melikenin arzusuna uyğun bir şekilde idare etmeğe başlamıştı. Kendisi sarayda hurriyetini his ettiği halde (Sam)ın bir esir gibi çalıştığını, melikenin emirlerine bilâ itiraz itaat ettiğini görüyordu. Vazıyetlerinde olduğu Okadar mizaçlarında da büyük farklar vardı: Tara ince ruhlu bir kızdı. Tatlı şırıltılarla akan bir dereyi, mavi, semayi, tavusları, çiçekleri, musikiyi çok severdi. Sam ise tamamile hissiz görü- nen, haşin ve kavgacı bir erkekti. Semadaki bulutları bir anda yere indirmek ister; tavusları beşer beşer o boyunlarından (bağlayıp doğramayı düşünür; eline geçen çiçeği bulup atar; musikiyi şeytan zırıltısı diye tavsif ederdi. Görüşleri, düşünüşleri, yaradı- lışları bu kadar yekdikerine zıt iki gencin evlenip mesut olmasına imkân varmiydi? Henüç aralarında en ufak bir mü- nasebeti âşıkane bile başlamamıştı. Fakat, her gün biribirlerile karşı- laşırlar, saraya müteallik işlerle meşgul olurlardı. Meselâ Sam tavuslarla uğraşırken bazılarının kuyruğundan tutup çeker ve tavu- sun uzun tüyleri elinde kalırdı. Tara bu manzaraya bir kaç defa şahit olmuştu. Bir sabah gene böyle Samın tavuslarla istemiyerek meşgul ol- duğu bir ande, yavru bir tavus nasılsa Samın omuzuna zıplamıştı. Tara pencereden bakıyordu. Sam bu zarif hayvanı kuyruklarından yakaladı ve şiddetle savurup yere attı. Zavallı tavus yavrusu on hatve uzağa düşmüş ve güzel kuyruğu tamamile kopmuştu. Halbuki Tara ondan hiç de Tara bu manzarayı görünce hoşlanmıyor, yüzünü bile görmek | tahammül (Ooedemedi, o bahçeye istemiyordu. koştu ve : Babası ona: - Kızım, seni an- — Insafsız... cak şair ruhlu bir erkek mes'ut Diye bağırdı. edebilir! Sen daima yıldızlarla ( Arkası var ) Tefrika N 29 Nisan 1932 İl Küçük Hanımın Kısmeti İl Selâmi İzzet Bu nükteyi duymadı bile, ablasının kolundaki eşarpa gözü ilişti. Hemen çekip aldı. Belmanın omuzlarına koydu: — Bunu omuzunuzdan atmayınız. Anlıyor musunuz?.. Bu eşarp omuzlarınızda duracak! Afacan isyan edecekti. Fakat konuşmak, söz söylemek iktida- rını bulamadı. Boğazında bir hıçkırık düğüm- lendi. Arkadaşlarının ellerini sıktı. Tebriklere teşekkür etti, Hidayetin biddetini gözünden kaçırmıyan bir arkadaşı : — Melodramın birinci perdesi başladı !. Dedi. Belma tırnaklı bir pençe yemiş gibi irkildi: — Ne melodramı? Arkadaşı, dudak ucu ile güldü: — Küçük hanımın İasmeti!.. Bir kaç günlük melodram... Ni- şanlınla burnu oynıyacak değil misin? Belma evvelâ sarardı. Sonra | kızardı: — Görürüz! Yangözle Hidayete ters ters baktı. Bu bakışta ne itaat alâimi vardı, me de şafkat gençkızlar fıskosa başladılar: — Bize alây çıktı! — Doğrusu Hidayet beye şaş- tık. Belmaya insan âşık olur mu? | çılgınlıklar yaptı. Fakat herkesin Suzan, küçük banka memurlarından | Ahmet beyin zevcesi. Güzel bir kadın. Şube müdiri Faruk beyin taarruzuna uğrıyor. Onu huşunetle koguyor. Faruk bey, ondan intikamı alacağını anlatıyor. Suzan, yalnız kaldıktan sonra, kendini bir iskemlenin üzerine attı, Hıçkırmağa başladı. “ Ah, alçak herif! Ah, namussuz herifl,, diye inleyordu. Acaba şimdi ne fenalık yapmağa kalkışacaktı? Şimdi Faruk'tan her seferkinden ziyade korkuyordu. Amma, bu seferki korkusu başka türlüydü. Tahkir edildiği için, acaba intikam mı alacaktı: İntikamın! ne suretle olacağını tasavvur oedemeyordu. Yoksa, kocasına meseleyi anlat- saydı mı? Bütün gün, bu vakayı düşündü durdu. Bu vaka etrafında muha- kemeler yürüttü. Akşam üzeri, kocasının gelmesini sabursuzlukla bekledi. Ahmet bey, evine mutat zamanda geldi. Bu, seyrek saçlı, zayıf bir oğlandı. Aslâ düz durrıyan göz- lükleri arkaşında gözleri sönük sönüktü. Bu akşam, her zaman- kinden fazla maişet yükü altında ezilmiş gibi görünüyordu. Pardesüsünü çikarmak vaktini bile bulamadan: — Rezalet! - dedi. - Faruk beyin benimle niçin uğraştığını anlıya- mıyorum. Bugün, bana fevkalâde fena muamele etti. Beni adeta tahkir ve teziyif eden sözler söy- ledi. İşimi iyi yapmadığımı ileri sürüyor. Ben, istidatsız, becerik- siz, kabiliyetsiz bir adammışım.. Evet! Bu sözleri, hem de arkadaş- larım önünde söylüyor.. Ne oluyor bu adama: Bundan bir kaç ay evvel, bana karşı öyle iyi idi ki.. Galiba, bankadan beni çıkartmağa oğraşıyor.. Anha minha koğmak niyetinde.. Amma, niçin? Ben, ona ne fenalık yaptım? Bu yaptığı haksızlık doğrusul Adeta ağlamak derecelerine gelmişti. Suzan, kocasına, merhametle bakıyordu. Biraz da istihfafla, doğrusunu isterseniz.. Bu adamın, teşebbüsü şahsisiz, beceriksiz ol- duğu muhakkaktı. Fakat, daha muhakkak olan şey, ötekinin al- çak oluşuydu. Gen kadının evvel den tahmin ettiği veçhile, Faruk, intikam alıyordu işte... Metanetle: — Kendine böyle muamele ettirme! - diye tavsiyede bulundu.- onun seni tahkir edişini protesto et. Merkezdeki baş müdüre şikâ- yette bulun. Ahmet, gözlüğünü çıkararak, karısına şaşkaloz, şaşkaloz bakti: Merkezdeki baş müdüre şikâyet Davetliler arasında Hidayetin, ortayaşlı bir hanımefendi nazarı dikkatini celbetti. Fikriye hanım, ablasının eski bir ahbabı idi. Hidayet düşündü: “Afacan, böyle bir kadının terbiyesini almış ol- saydı ne mükemmel bir şey olurdu!,, — Yemeğe buyurun efendim! Yemek pek neşeli, eğlenceli, kahkahalı geçti. Hidayetin içine su serpilmişti. Belma, omuzlarından eşarpı atmamıştı. Hidayet nişanlısının elini öptü, | biraz evvelki sertliği için özür diledi. Bol tarafından şampanya içen Belma, yemek esnasında hayli münasebetsiz sözler söyledi, hayli gönlünde musamahakâr bir his vardı. Herkes bol kahkaha gülü- şüyordu. Anlaşıldı mı? al sil shui mi?... Yanın bez efendiye? Harun bey efendiye? Harun bey efendiye mi? Sen deli misin Suzan? Harun bey, beni yanına bile kabul etmez. O, benim ismimi bile bilmezki hem... Bizim müessede şube müdürleri, memurların mu- kadderatına hakimdir... Harun bey bizimle alâkadar değildir... Onun, bizden başka uğraşacak işimi yok sanıyorsun? Üstelik, Faruk beyin müessese- deki nufuzu pek büyüktür! Hayir, maalesef yapacak birşey yok! Ben, Faruk beyin tamamile elindeyim. Benden niçin nefret ediyor? Şayet bir kovarsa halimiz neye varacak? Bu kadar iyi bir memuriyeti nerede bulacağım. Düşünüyorum, düşünüyorum da icinden çıkamıyorum. Şikâyetlerini acındıra acındıra anlatmakta devam etti. Suzan onu dinlemiyordu. Fena halde canı sıkılınıştı. Faruk beyin gitmek sebebini kocasına anlatmaktan vaz geçmişti. Ahmet, cidden kendini de karısını da müdafaa etmekten aciz bir insandı. Fakat, şayet Ahmet işinden çıkarılırsa halleri neye varacaktı? Hayat, onun için, zaten bugünkü şeklinde de pek müşkül ve meşakkatliydi. Suzan, zaruretlere tahammül edebilmek için bütük cesaretini ve kuvvetini sarfediyordu... Bugünkünden daha aşağı bir hayata boyun eğmek?.. Ve bunun sebebi de şu alçak Faruk... (OHiddetle ve nefretle sarsıldığını hissetti. Beyninde do- gan bir kararın istikrar ettiğini, kuvvet bulduğunu hissetti, Ertesi gün, fakirane gardiro- bunda ki en iyi elbisesini giydi. Hafifçe boyandı ve İstanbulda olduğunu öğrendiği banka baş müdürü Harun beyin ziyaretine gitti. Kendisile hususi surette görüşmek istediğini bildirdi. Kabul edilip (o edilmiyeceğini tayin (o edemiyordu. o Maamafih, Harun bey, epice beklettikten sonra, Suzanı kabul etti. Temiz giyinmiş bir hademe tarafından, genç kadın, gayet geniş bir mesai odasına ithal edildi. Harun bey, Amerikan sistemi (o masasının (o arkasında otuyordu. Elli yaşlarında, şık, saçsız, tek gözlüklü, mütebessim yüzlü bir adamdı. Gördüğü bu manzara Suzan'ı memnun bıraktı. Harun bey, genç kadına, nazi- kâne, bir iskemle (gösterdi. Suzan'ın kartına baktı. — Sizi pek tanıyamadım, ha- nımefendi. — Efendim, ben, sizin memur- larınızdan Ahmet Hadi beyin zevcesiyim. - diye, Suzan, mahçu- bane söze başladı. - Zatiâlinize müracaat ederken pek sıkılıyorum. Hidayet | mesuttu. Yemekten sonra herkes bahçeye yayıldı. Bütün ağaç dallarına, Venedik işi, kâat fenerler asılmıştı. Belma, oradan oraya koşuyordu. Köşkün merdiven sahanlığında müzik çalıyor, çiftler havuz başın- da dansediyorlardı. Belma, dayızadesi Fuadın kol- larında, cezbeye yakalanmış bir mevlevi dervişi gibi dönüyordu. Fuat, uçarı çapkın bıçkın bir gençti. — Dön bakalım, dedi, yakında kocanın boyunduruğuna girecek- sin! Belma durdu. Silkindi. Doğru du. Muhakkak herkesin aklı ile zoru vardı. Evlenmek demek, boyunduruk mu takmak demekti? Ona, buğüne kadar izdivacın gençkizın hüriyete kavuşması de- | mek olduğunu söylemişlerdi. B Sahife 9 Lâkin, ne fena bir vaziyette bulu- nup da buna mecbur kaldığımı şimdi O anlayaçaksımız! sikin Faruk beyin maiyetinde memur- dur... Hikâyeyi olduğu gibi, Harun heye anlattı. Heyecanının önüne geçmek için elinden gelen reti sarfediyordu. m kendini f müdafaa etmek, bem de Faruk beyden intikam sik istiyordu. Bu heyecanlı halinde, gözlerinin ışılışıyle, her zamankinden daha ii güzeldi. Harun bey, on. dinlerken, o güzelliğinin rüatını birer bire gözden geçiriyor du. o Aşk işleri . o müreffeh bayatında, hâlâ ehemmiyetli bir mevki işgal etmekteydi. Profes- yonel kadınlar hoşuna çmeli Macera ile karışık hissi aşklar onu alâkadar ederdi. Bu hanım, cidden enfes şeydi. Hemi de bu fena elbiseler altında... Demek ki, namuslu bir kadınmış biçarecik? Halbuki Faruk bey... Dinlediği hikâyeden hakikaten * samimi surette müteessir olarak Harun bey ayağa kalktı. Suzan'a yaklaştı. p>* — Çocuğum, derdinizi bana anlatmak için geldiğinize pek iyi ettiniz. Kocanız haksızlığa maruz kalmıyacaktır. Ahmet beyi, mer- keze, daha ehemmiyetli bir işe alırım. Benimle nel için tekrar geliniz, ya buraya, ya başka bir tarafa... Meseleyi halledelim. Sizi tekrar görmek beni memnun © bırakacaktır.. Çok memnun ola. cağım. Suzan, ayağz kalkmıştı. Harun bey, onun ellerini tuttu. Gözleri- nin içine baktı. Genç kadın, yakından bakınca daha nefisti.. Harun beyin, son zamanlarda, kendine lâyık bir pkimi macf- rası da yoktu. pr Suzan, Harun beyin razarlarım- dan kızarmasına rağmen, lerini onun ellerinden kurtarmadı. Yok- sa, teşebbüsünün böyle bir vereceğini daha evvelden d müş miydi? (Bunu, kendi bilmiyordu. ( Bildiği şuydu şimdikinden daha aşağı şe bir hayata d. Ma Faruk'danda gir di Ondan intikam almak ii Sırası gelmişti. Harun bey, aşıkane: — Anlaşıldı, değilmi? - sordu. Suzan titreyerek, muti: — Anlaşıldı! - cevabım verdi. Nakili: (Hatice Süreyya) Bugün de Diyorlarki... Edebiyat Anketler. Muharriri : Hikmet Feridun Neşreden Remzi kütüphanesi Yakında çıkıyor di günse ona izdivacın müthiş bir. istipdat olduğunu tekrar ediyor- lardı. Bu sözlere nazaran kadın. bir serçe, koca bir korkuluktu. Isyan etti: a — Ben boyunduruğa giremem. Söz dinlemem ben! Söz dinle- mekdense, ölünceye kadar evlen- memeği tercih ederim. Fuadı bırakıp kaçtı. Büyük bir çınarın altında, ei 2 daşları, balodan, maskeden bahs- | ediyorlardı. Belma dedi ki : — Gelecek sene karnavalda | i ben de maskara olacağım. ği — Geçen sene ağabeyim boğul 1 kıyafetine girdi, sokak sokak | dolaştık, kimse anlamadı. Belma bir kahkaha attı: — Hidayet kadın kıyafetine girse kimbilir ne gülünç olur... Hele dadımın entarisini giyerse... (Bitmedi ) | l il tefer-