, 23 Nisan 1932 #— Tefrika No. 40 pi | SEBA MELİKESİ | âşıkına mı?.. Akşam, in ii 25 Nisan 1932 Kari'lerimizin ng pa mükâfatlı fıkraları | 4 (ran j Kocasına mı, BELİS Mz a ek “Gal alk | Fransa kıralların ”” | — Aliyel Bu işe bir nihayet | Artık senin apaşıkâr ve tamamile Yaza: ISKENDER FAHRETTİN dan “dn? dökücü vermelil! Sana, sonuncu defa | benim olmanı Iki gün sonra, güneş batarken, yorgun bir halde SEBAya vâsıl olmuştuk. Kayanın tepesindeki kaleye girince, ilk işim, topu muayene etmek oldu. San'ada, ulak bir havuzun başında develerile beraber bekliyen muhafızlar beni görünce yüzleri gülmüştü.. *... Belkıs, tarihin, henüz ken- disi hakkında kat'i ve müsbet hükümler vermediği fevkalbeşer bir mhalüktur. Eğer o, bizim gibi gören, bizim gibi düşünen ve bizim gibi ölen bir insan olsaydı, bugün onun ruhu, bıraktığı hatı- ralar arasında, gözle görülecek ve el ile tutulacak kadar canlı bir şekilde yaşamazdı. Sekiz sene Hindistan taçlarından birini ba- şında taşıyan ceddimin şimdi memleketimde ismi bile anılmı- yor. Halbuki ceddim öleli ancak üç yöz sene oldu.. Ya Belkıs? Onun cesedi iki bin beş yüz sene evvel toprağa gömülmüş.,, Artık bende ( Yatuma ) gibi, hükmümü verdim: Belkis, bizden başka türlü gören, bizden başka türlü düşünen ve bizden başka türlü yaşıyan ve ölen fevkalbeşer bir mahlükmuş... Burada, ondan, korktukları için kaçıyorlar. Ben ise, onu anlamak, ona biraz daha yakınlaşmak için Se- baya doğru gidiyorum... Sebadan birlikte ( geldiğim adamlar beni beklemekten usan- mışlardı: İmam Yahya beni arat- mış.. Tam vaktinde kelmiştim. Sailerden biri: — Imani hazretleri hemen ha- reketimizi emretti, Diyerek, beni görür görmez derhal devesine atladı. Ufak bir havuzun başında develerile bera- ber beni bekliyen sailerin yüz- leri güldü. — imamla tekrar görüşmeğe lüzum var mı? Diye sordum. Sailerden biri başını salladı: — Imam, vali ile mühim bir meseleyi görüşmeğe gitti. Bekle- yecek vaktimiz yok. — Hemen gidebilir miyiz? Tefrika No: 5 — Mâhi Hidayet, dedi, kız da değilsin, ki mazur görelim : Canın bebek mi oynamak istiyor ? Hidayet canlanmıştı : — Evet, Belma hanımla bebek oynamak istiyorum. Mürüvvet hanım diline olan tutukluğu geçirebildi : — Sen çıldırdın galiba, Belma daha evlenecek çağda değil. — Ben yaşını sordum, dör ay evvel on altı yaşına basmış. Tam evlenecek çağda. — Canım izdivaç oyuncak de- ğildir. Senin gibi ciddi, ağır başlı bir adama Afacan gibi bir kız hayat arkadaşı olur mu? — Elbette olur. Ben ağır başlı, ciddiyim. diye, dört yüz dirhem arız — Imam, vakıt geçirmeden git- | memizi söyledi. | — O halde hemen yola çıkalım. | Sebadan beni getiren deveye atladım. O gün öğleden sonra San'adan ayrıldık. “» (ölüm geçidi ) ne avdet Ikinci günü güneş batarken, biz de yorgun bir halde Sebaya girmiştik. Büyük bir kayanın tepesinde kurduğum kaleye, kık yıllık yu- vam gibi, gerip bir alışkanlıkla giriyordum. Hüseyin uzaktan sesimi duyunca koşarak devemin boynundan çekti ve deve ön ayaklarını kıvırıp yere çökünce, ilk işi boynuma sarılmak oldu. Hüseyin, bana, kardeşten çok daha derin ve samimi bir rabıta ve muhabbetle bağlıydı. Islak gözlerini silerek: — Ya bey, dedi, sizin tekrar buraya döneceğinizi hiç tahmin etmiyordum. — Geldiğimden çok mu mem- nun oldun? — Sevincimi tarif ve izah ede- mem... Eğer gelmeseydiniz, imam Yahya mağlüp olurdu. — Niçin? — Çünkü bu topu sizden başka kimse kullanamaz. — Yeni bir hâdise mi var? Benim gaybubetim ( esnasında topun istimaline lüzum hissetti- niz mi? — Yeni bir hâdise yok.. Fakat, şeyh Abdürrahman, imamla yaptığı mukaveleye rağmen, bu geçidin kendisine ait olduğunu iddia edi- | yormuş. — Bunu nereden haber aldınız? — Iki gün evvel Şeyhin adam- ları geldiler ve bir haftaya kadar bu geçidi kendilerine teslim etme- mizi söylediler. (Arkası var) 23 Nisan 1932 Küçük Hanımın Kısme | bir okka bir kızla mı evlenmeli- yim? Işimden çıkıp eve geldiğim zaman şen bir kahkaha duymak istemez miyim ben? | Mürüvvet hanımın kocası sefer şakayı bıraktı: bu — Oğlum Hidayet, bu arzunda haksız diğilsin, Ancak neşe, izdi- vacın ne demek olduğunu kavra- İ mış olan kadınlarda meziyettir. | Halbuki öyle kadınlar vardır, ki ! izdivaç omefhumunu O bilmezler. ! Onlar yalnız gülerler, çılğınlık ederler, etraflarına neşe saçarlar. l Fakat bir yalnız neşeye değildir. Ben öyle neşeli kadınlar bilirim, ki kocaları ölüm döçeğindeyken bile gülerler ! tindeki kusurlar düzelmez. | işlerine dair kırala | aile yuvasının ihtiyacı | Luinin terzisi devlet bir lâyiha etmiş, kıral da verine demiş ki ? Madenki terzimiz o devlet düşünüyor, başvekile söyle de bana bir kostüm nl Behire Ziver | | — 477 — Gayet çirkin sevimsiz bir adama sokakta tesadüf eden iki yoldaş hanımdan biri. diğerine : — Önümüzde gi- don adam: görüyor musun? Yaradana kurban olayım no kadar çirkin. Müteehhil ise zevcesine çok acıyorum.. demiş. | Hanımların önünde yoluna devam eden zat, bu Sözleri işittiği cihetle, başını arkaya döndürerek: — Hanımefendi, evdekini görseniz, bana acırsınız | demiş. * — 478 — Lemi, sokakta arkadaşı Avniye rastlar : — Kolay gek sin beyim, bu ne faaliyet.. İşi gücü bırakmış, İngiliz- ce, Almanca, Rusça dersleri alıyormuş” sun? — Ne yapayım birader. Karımın diline yetişebilmek için bir dil kifayet etmiyor ki Cingöz — 479 — Çocuğun biri bir gün sokakta ağ larken ozengincö bir adam yanma yaklaşarak: — Oğlum niçin ağlıyorsun? diye ve GE da sorar, — Evden, et almak için verdikleri 50 kuruşu kaybettim ! der, Bunun üzerine adam, al oğlum diye 50 kuruş uzatır ve uzaklaşır. Fakat çocuğum” tekrar ağladığını. işidince : — Yine neye ağlıyorsun oğlum? der. — Evvelki 50 kuruşu da kaybetme- seydim, tam şimdi 100 kuruşum ola- caktı! der. Niyazi — 480 — Zahide hanım hasta idi. O gün çarşıya İnemedi. Yerine, kocası Hüsrev bey gitti. Hüsrev bey çar- şida bir yumur- tacıya sorar: — Bu yumurtalar kaça? — Sağlamları dört kuruş, çatlakları üç beyim. Hüsrev bey sağlam yumurtaları gös- tererek : — Öyle ise, der, tane çatlat ta ver. bana bunlardan on Fitnat Refik Fıkra mükâfatları Fıkraları dercedilen: kari'lerimizin idarehanemize müracaatla mükâfat- larını almaları rica olunur, ve kocalarına bir bardak su ver- mezler, — Meseleyi haile şekline sok- tunuz. — Hayır, bir misal olarak söy- ledim. Herhalde bana da kalırsa Belma; onamıdiğer Afacan sana karı olacak kız değildir. — Yanlış düşünüyorsunuz. Bel- ma benüz çok genç. Onun hak- kında şimdiden kati bir büküm | verilemez. Eğer ufak tefek kusur- ları varsa, o kusurları ben düzeli- mek isterim. — Bu boş lâftır. Insanın tine- Insan yedisinde ne ise, yetmişinde de odur. Canın istiyorsa Afacanla | evlen. Amma başın taşa vurduğu zaman bana dert dinletmeğe ! kalkma. | | — Bu hususta müsterih ol. Anha minha Hidayet Mürüvvet | i cesine seviyorum. Sen de olarak söyliyorum. Bu mevcudi- yete tahammül edemiyeceğim. Hayatımız hayat değil; delilik bu; mantıksızlık bul... Ben seni, deli- bana, beni deli gibi sevdiğini söyliyorsun. — Hakikat olduğu için bunu sana söyliyorum. — Lâkin ayrı yaşıyoruz. Seni, ancak haftada bir kaç saat göre- biliyorum. o Yanma © geliyorsun. Seninle olmanın zevkini ancak şöyle biraz tatıyorum ki, gene hemen gidiyorsun... İşte şimdi, gene neredeyse gideceksin.. Bu- radan oraya, kocan olan o adamın yanına gideceksin.. Hayatının en çok zamanı onun olacak. — Fakat, ben, kocamla, bancı gibi yaşıyorum. Amma, bütün zamanların ona inhisar ediyor. Akşamın, sabahın... Yemeklerin, gezmelerin, tiyatrolara gitmelerin, misafirlik- lerin, hep onunla beraber.. Hal- buki ben, senin hiçbir şeyine sahip değilim. — Aşkıma sahipsin. Hayır. Ramiz bey, bir sıçrayışta divandan atladı. Giyinmekte olan Aliyenin yanına gitti. Yüzünde haileengiz bir ifade vardı. Sıkılmış yumruk- ları, takallus etmiş adaleleri güzel pijamasile nahoş bir imtizaç teş- kil ediyordu. Bu odada her şey çiçekler, bonbonlar, çikolatalar, Porto şarapları, hep zevkusafayı ifade etmekteydi. Yalnız Ramizin yüzünde elem ve ıztırap vardı. Aliye, hâlâ sarı ipek saçlarını düzelterek : — Hayır mı?.. - dedi. - mı hayır! — Hayır.. - diye haykırdı. - Hayırl Sen beni sevmiyorsun. Şa- yet beni sevseydin, kocandan ayrılır, bana gelirdin. Benimle evlenmek için ondan ayrılırdın. Bunu yapabiliyor musun bakalım? — Canım, Ramiz... Elbette... Yolunu yapabileceğimi sana söy- ledim ya... — Boyuna evet diyorsun amma, lâfta kalıyor. Bu işi benim için yaptığın yok!. Gençliğimizin gü- zel zamanı geçip gidiyor. Artık bekliyemiyeceğim. Anlıyor mısın, Aliye? yar Evet, Aliye hanım anlıyordu. Oda âşıkile uzak yaşadıkları zamanlarda ızlırap çekiyordu. Ramiz'in ıztırap çektiğini düşü- nerek te üzülüyordu. Kocasına yalan söylemek, hiyanet etmek, hakikatları (o gizlemek, hep acı şeylerdi... Fakat,.. Ramiz onun önünde durdu. Bu sefer hiddetsiz olarak, fakat büyük bir ciddiyetle dediki: — Aliye, artık karar vermek zamanı geldi. İntibap etmek lâzım geliyor: Ya onu, Kocanı... Yahut ta beni... Aylardanberi, seni ber zamandan daha fazla seviyorum. Aşkımızın gizli olarak devam etmesine artık dayanamaz oldum. istiyorum. o Evet, Aliye... Bunun için her şeye ra- zıyım. Ya, hep ya hiç... Ya tamamile benim ol, yahut ta artık görüş- miyelim... Şimdi sana teklif edi- yorum. Derhal evine git, Bavulunu hazırla. Buraya gel. Seyahate çıkalım. Şimdi saat dört buçuk... Zaman muvafık... Kabul ediyor musun? — Ramız... çabuk mu? — Evet, Aliye... Bunun böyle çabuk olmasını istiyorum... Çabuk ve kat'i... Şayet ben seni kat'i karar vermeğe (o sevketmezsem, senin kararını keridi kendiliğinden vereceğin yok! Kocana bir mek- tup yaz. Bermutat saat sekizde eve döndüğü zaman okusun. Ya- hut da, istersen, yazıhanesine telefon et. Ben seni burada bek- lerim. Evet, bu akşamdan tezi yok, seyahate çıkarız. İşlerimi hazırladım. Aylarca müddet Istan- bulda bulunmayabilirim. Ne su- retle seyahat edeceğimi de tayir ettim. Eğlenceli, zevkli bir seya- hattir. Geldiğin vakit sana anla- tırım. Talâk işini (o avukatıma havale ederiz. Talâk kararını elde eder etmez evleniriz. Aliye, gülmeğe gayret ederiz: — Bizimkisi, âdeta Çerkezlerin kız kaçırmasına benziyor ! - dedi. — İstersen oOkız kaçırması... Fakat sahın buna gülme.. Bu, ciddi bir iş.. Mevzuubahs olan şey, aşkımızdır. Şayet bu akşam gelmezsen, yalnız başıma, avunma seyahatine (o çıkacağım. Anlaya- cağım ki beni terkettin; onu Nasıl... . Bukadar tercih ettin... ve beni, zannettiğim gibi sevmiyorsun. — Bunu söyleme, Ramiz... Seni seviyorum. Bunu, sen de pek âlâ biliyorsun. Lâkin, ailem... Sonra, âlem ne der... o Azıcık dahz beklemek, bu işi daha mantiki surette halletmek evlâ olmaz mi? , — Bekliyeceğimiz dedir?.. Bek- liyecek hiçbirşeyimiz yok! — Ramiz! Bunu söyleme! — Öyleyse, geleceksin. Tekrar ediyorum: Şayet gelmiyecek olur- san yi başıma seyahate gidi- yorum. Çok bekledim ve çok ıztı- rap çektim. Beni sevmediğine artık inanma rsddelerine geldim. Gayet ciddi bir hali vardı. Söy- lediğini yapacağı muhakkaktı. Bu iş şayet bugün kat'i surette halledilmezse, seyahate yalnız çıkacak, Aliye ile alâkayı kese- cekti! Genç kadın, Ramiz'in kolları arasına atıldı. — Sevğilim! Seni seviyorum. Geleceğim. Evet, hakkın var. Biz, biribirimizin olmalıyız... Tamamile biribirim A — Sevğilim! "Kadini kimi tercih ektiği Yaz rınki nüshamızda anlaşılacak. Nakili: (Hatice Süreyya) hanımla eniştesini kandırdı. Veysi beye gidip Belmayı istiyeceklerdi. Gidip istediler. Veysi bey evvelâ şaka zannetti. Fakat işin ciddi olduğunu anla- yınca kızdı. Afacan onun için daha kundakta bebekti. Ağzı süt kokuyordu. Nasıl evlenebilirdi? Olacak şey değildi bu! Mürüvvet hanımla ona hak veriyorlardı. — Hidayet aklıbaşında bir adamdır amma, ne oldu bilmem, birdenbire aklı zıvanadan çıktı. Çıldırdı. Bu söz üzerine Veysi kaşları çatıldı: — Siz de fazla mubalâğa edi- yorsunuz. Genç bir adam, Belma gibi güzel bir kızı görünce elbette şaşalar. Doğrusu Hidayet beyin hüsnü intihabına hayranım. Yalnız kocası da beyin İ korkarım afacan razı oknıyacak. istemiyecek. | Benden ayrılmak Hele bir çağırtayım (bakayım. Izdivaçtan söz açalım. Bakalım ne diyecek? Kapıyı açtı ve Şayeste ile burun buruna geldi. z Afacanın gelmesini beklerker havadan, sudan konuştular. Fakat, genişletecek mevzu bulamıyorlar, tek tük söz ediyorlar, Mürüvvet. hanım arada sırada göğüs geçi- riyordu. Nihayet dayanamadı : — Belma hanım da nerede. kaldı ya? Kocası mırıldandı : — Süsleniyordur. Belma odaya girdi. Süslenmek. şöyle dursun entari bile değiştir- memişti. Ucu tokmaklı atlama ipini beline dolamıştı. Entarisinin yırtılan ucunu iğne ile tutturmuştu. Misafirlere bir baş salladı: ! — Bonjur efendim! (Bitmedi)