Daha geçen aya kadar, Nihayet, Hele şükür, fakülte - y 37 sr Akşam Sahife ig Tefrika No. 27 7 Nisan 1932 Asansörler Ee üre ER İ SEBA MELİKESİ | Rusyada bunlar sökülüp |, sivi bikâse l Böbrek hastalığına ilâç BELKIS alüniğiz — Yazan : ISKENDER FAHRETTİN Hüseyin yanıma girer girmez ağlamağa başladı: “Bu gece kolumu bir akrep soktu.. Ben artık ölüme mahkümum!,, Seba Melikesi (Belkıs ) ın sarayı.. — O, meşum bir isimdir, haz- retl Yemende, hiç bir kadın onun ismini taşımaz.. — (Belkıs) ten mi bahsediyor- sun? Hüseyin gözlerini kapadı: — Dahilek ya bek! Bir daha tekrar etmeyiniz.. Allah sizi ve beni, gelecek felâketlerden koru- sun! — Felâketten mi dedin..?! — Evet.. Çünkü, onun geçtiği yere, yirmi dört saat zar- fında mutlaka bir felâket gelir... Kabilemiz arasında kızına kasten onun ismini koyan kimseleri der- hal öldürürüz. Başımı ellerimin arasına alarak bir müddet düşündüm. Belkıs... Bu 'ismi, Hüseyinin yanında tekrarlamağa : cesaret (oedemi- yordum. Hüseyin, üzerinde istih- kâm yaptığımız büyük bir kaya- nın kenarında, eski asırlardan kalan bir kitabeyi göstererek : — Bakınız, dedi, Seba melikesi hakkında o devrin şairlerinden biri şu kayanın üstüne bir met- hiye yazmış.. Bu kasidenin için- de o melün kadının ismi vardı. Hüseyin yere iğildi: — Şuradaki kazılmış yeri görü- yor musunuz? İşte orada onun ismi yazılı imiş.. Ecdadımızdan biri onun ismini her taraftan sil- diği gibi, bu kayanın üstünden de kazıtmış.. Ondan sonra, Yemen ahalisi, her gün devam ve teker- rür eden semavi afetlerden kur- tulmuşlar. Aman, çok rica ederim, bu ismi bir daha ağzınıza alma- yınız! Ertesi sabah Hüseyin yanıma geldiği zaman, gözleri sulanmıştı. Ben ağzımı açmadan, o, telâşla dedi ki ismi 2 Nisan san 1932 LEKE Aşk, macera ve fen romanı Nakili: oO(Vâ- Nü) Bu zenci kanlı adam, maalesef, genç kadının vücuduna, kendi hususiyetini zerketmiştir. Bu halde, facianın müsebbibi olmuştur.,, Raporun diger bir çok kısım- ları, maharetle tertip edilmişti. Içinde pek alâkayı calip, eğlenceli kısımlar mevcuttu. Hülasa, bu, son derece eğlenceli bir rapordu. Profesör ne fıkralar anlatmı- yordu, ne fıkralar.. Mesela, bir tanesi : Filler, fareden korkarlarmış. Ziza, filler, eskiden, yerde yatarlar mış. Uyudukları esnada, fareler, e — Size, n gece, © meşum kadının ismini ağzınıza almayınız, demiştim. — Ne var..? Hüseyin sol kolunu göstererek: — Bakınız, dedi, kolumu bu gece zehirli bir akrep soktu. Yattığım yerden fırladım: — Peki amma, bundan kurtul- mak için çare yokmu? ir çare vardı: Belkısın is- mini anmamak.. — Şimdi nasıl..? Hüseyin sözümü kesti: — Artık iş işten geçti. Bir sa- ata kadar kolumu kestirmezsem ölüme mahkümum... Bu esnada diger muhafızlar da yanıma gelmişlerdi. Bunlardan bir tanesi usulile ayak, kol mabirdi. Hüseyin hayatını kur- tarmak için derhal kollarına sarıl- dılar.. Kayaların arkasına götür- düler.. Ateşte bir yağ kaynatarak kızgın kızgın Hüseynin kolunu dağladılar. Ben bu müthiş manzaraye, sonuna kadar seyirci kalmıştım. Yarım saat sonra, Hüseyni, arkadaşları , baygın bir halde kayanın üstüne çıkardılar. Adamlardan birisi yanıma s0- kuldu: — Hiç merak etmeyiniz, ku- mandan! Hüseyin üç gün sonra kalkacaktır. — Ölüm tehlikesi yok mu? — Bu ameliyatı yapmasaydık, bir saat sonra vücudu simsiyah olacaktı. Bu hadise gözümü korkutmuş- tu: — O halde, burada, hepimizin hayatı tehlikede demektir. Bu melün hayvandan tahaffuz etmek için ne yapmalıyız? Fellah bedevi onların hortumunu kemirirlermiş. O zamandanberi, filler, fare kor- kusu yüzünden yerde yatmak itiya- narak ayakta uyurlarmış. Hülâsa, eski nesillerin silinmez hatırası ... — Onun gibi: Avrupa'nın Babri- sefit kıyısında bulunan ehalide, Afrika sahiline geçmek için, mu- kavemetsuz bir arzu varmış. Bu arzu, o Avrupalı cenup insanları- nın, çok eski devirlerde, Magrı- bi'lerle olan temaslarından yadi- gâr kalma imiş... Bu iki hadise, ?elegorie ile pek az ve pek uzaktan alâkadar gö- rünür, Lâkin, âlemin, irsiyet hak- kında noktai nazarını göstermek için gayet güzel misaller... Raporunu gayet bitaraf bir şe- kilde bitirdikten sonra, bio/ogil âlimi düşünmege başladı. dağlamakta dını kaybetmişlerdi; bir ağaca daya” Sovyet hükümeti tasarruf mak- sadile şehirlerdeki asansörleri kal- dırmaktadır.. Leningrat ta 1,600 apartman ve otelin asansörleri sökülmüş ve bunların madeni ak- samı madeni imalât fabrikalarına verilmiştir. Şimdi Rusyanın eski paytahtın- da ancak beş ve daha ziyade katlı 400 binada asansörler bıra- kılmıştır. Mahaza bünlar da şimdilik işle- miyecektir. Ancak on mühim da- İ irede asansör işliyecektir. #— Amca Bey'in — Güzel bir albumunu meccanen almak isterseniz: AKŞAM'a abone olunuz! Cemal Nadir bey arkadaşımız Amca Bey'in gazetemizde ihtişar etmiş en güzel karikatürlerini bir araya topladı; bunları renkli, zarif bir kapak içinde güzel bir album halinde neşretmiştir. Nisan 1932 zarfında gazetemize bir senelik, 6 aylık, 3 aylık abone kaydedilecek karilerimize veya mevcut abonesini Nisan içinde asgari 3 ay için temdit ettirecek olan abonelerimize, abone bedelleri Nisan sonuna kadar idarehanemizce kabzedilmiş olmak şartile, bu güzel album'dan bir nüsha hediye edilecek posta ile adreslerine gönderilecekti — Hüseyin size ne yapılacağını söylemedi mi? — Hayır... — Ben, söylemiş olduğunu zan ediyorum.. O melün kadının is- mini ağzınıza almıyacaksınız! — Ben böyle manasız itikatlara gülmekle mukabele ederim. Yirmi beş asır mükaddem ölen bir ka- dının ismini tekrarlamakla, insa- nın başına bir felâket gelmesini kabul etmek için deli olmak lâzım... — Hüseyinin akıbetini gözü- nüzle gördünüz.. Niçin inanmı- yorsunuz? — Bizim memlekette, hattâ kendi ailem arasında bile bu ismi taşıyan genç kızlar vardır. — Memleketiniz bize çok uzak- tır. Siz, nerede bulunduğunuzu unutuyorsunuz! — Onun doğduğu ve yaşadığı ölkede değil miyiz? — Evet.. Fakat, görüyorum ki, siz de birdenbire onun ismini söy- lemekten korkmağa başladınız! Içime hakikaten garip bir korku girmişti. Belkisten bahsederken, ismini söylemeğe dilim varmıyordu. Ya bir akrep te beni zehirlersel.. Endişesi dimağımı burgulamağa bşlamıştı. Muhafız, topun namlısına daya- narak elile işaret etti : (Arkası var) Bunun neticeleri ne olacaktı? Annenin izzeti nefsi, şeref ve haysiyeti mevzubahstı. Mecruhun encamı mevzuubahstı. Bilhassa, ortada çocuk vardı. Birdenbire, bir nevi hiddet alâimi kapladı. Yerinden doğruldu. Profesür “B..., paşanın oğlu ve bialogie mütehassısının talebesi Lemi bey, üstadının düşünceli olduğunu görünce ona dedi ki: — Azap içindesiniz, ne neti- çeye varacağını bilmiyorsunuz, değilmi, efendim! Âlim: — Hayır, ne yapacağımı bil- miyor değilim. - Dedi. - Lâkin bir düşündüğüm var: Ilk önce bir âşıkları olan, âşıklarından bir çocuk düşüren, sonra da evlen- meğe kalkan kızların, raporum Üzerine, endişeleri ne raddeyi bulocak ?.. Şayet kendi başlarına üstünüze şifalar, muannit bir böbrek sancısiyle inim inim inli- yordum. Bir çok hazik doktorlara muayene oldum. Idrar tahlilleri mi dersiniz, rontken müşahedeleri mi ararsınız, hepsini yaptırdım, doğ- rudan doğruya böbreğe müessir olacak bir deva bulamadım. Ta- babet bu uzve ancak dolayısile tesir yapacak tedbirle, meselâ mesamatı açmak için sıcak banyolar ve saire gibi daha ziyade - makul - bazı tevsiye- lerden başka bir şey yapamı yor ve işi nihayetinde operatöre tevdi ediyor. İşte banada aynı hal vaki oldu. Bidayette bir de- receye kadar “ kriz,, leri tadil ede- bilen bu tedbirler bir müddet sonra faide vermeyince ve daha doğrusu maruf bir dabiliyeci olan tabibi müdavim ile bu mariz uzüv arasında nedense,- bir anlaşma imkânı bulunamayınca (mesele operatörün omüdahelesini davet etti ve ameliyat keyfiyeti de böy- lece bir emrivaki halini aldı. Akrabamdan hariciyeci bir dok- tor vardır. Allah razı olsun, bu iş için tıp fakültesinde bana bir yatak temin ve ameliyat gününü de tesbit ettirdi. Bu sayede ibti- malki yüzlerce liraya patlayacak bir masraftan da kurtulmuş ol- dum. Muayyen tarihten bir gün evvel, eb, ölümlü dünya bu, ne olur, ne olmaz diye, karımla helallaştım. Küçücük kızımın gözlerinden öp- tüm. o Mukadderatın hakkımda vereceği hükme tevekkülden başka çare olmadığını bilmekle beraber, gene içimde kabarıp taşmak isti- yen bir kaynak vardı sanki. Kir- piklerimi sıkmağa cesaret ede- miyordum.| Akrabam olan doktorla bera- ber Beşiktaştan vapura hiç te benzemeyen 56 numaralı küçük bir tekneye bindik. Vakit vakit sağ yanıma bir kaç şiş sokuluyor ve beni ayakta isem oturmağa, oturuyorsam kalkmağa icbar edi- yordu. Böylece Üsküdara geçtik. Hazırda tramvay yok. Bekle- meğe ise mecal yok. Hemen ora- cıktaki tek atlı bir paraşolla Fa- kültenin yolunu tuttuk. Sancım gittikçe fazlalaşıyor. Üsküdardan tıbbiye mektebi araba ile ancak yarım saat çeker. Buna rağmen, bu kısa müddet bana belki bir sene kadar uzun geldi, dersem inanınınız. Tekerlekler sanki sağ yanımda bir damara veya bir sinire takılmış gibi, her devrinde mütezayit bir ağrı tevlit ediyor. Iztırabım o kadar fazla ve o ka- dar yüzümden okunuyor ki. ve ailelerine getirmeleri muhtemel olan felâketi düşünseler, herhalde, daha uslu olurlar ve daha ihtiyatlı davranırlar. Âlim devam etti: — Bakın ne hükme varıyoruz: Vesime hanım, vaktile, hiddet ve fena terbiye neticesi, zenci ahfa- dından bir Mısırlı ile temasta bulunduğu için: “1 — Bir katil hâdisesi oldu; “2 — Bir genç, haleti nezide katil vaziyetinde; “3 — Iki aile, yeis ve matem içine düştü; az daha, rezaletin gayyasına yuvarlanacaktı. “ 4 — ailesi tarafından red- edilmesi muhtemel bir zenci ço- cuk doğdu. Halbuki, bu yavru, temamile masumdur. Lemi, üstadını dinleyordu. — Çocuğu düşünüyorul- dedi. gözüküyor. Sancıya inzımam eden şiddetli ve tabii bir ihtiyaçla ikinci hariciyeye can atıyorum. İşte bu macerayı yazmama saik olan mesut netice de o vakit hasıl oluyor! Tamam nohut büyüklüğünde iki tane taş düşürüyorum. Sancılar o anda hafifliyor. Yüzüm gülüyor, halim bâşkalaşıyor ve ameliyat fikri de derhal zihnimden siliniyor. Hadiseyi arabadaki fazla sar- sıntı neticesi olarak, tabii ve tesa- düfi bulan doktor arkadaşımla beraber, yeni bir rontken müşa- hedesi yapılmak üzere, avdetimize karar veriyor; ve tekrar tek atlı bir araba ile Haydarpaşaya geli- yoruz. Yolda hafiften bir sancı yoklayışı ve bunu müteakip vapur- da mercimek büyüklüğünde bir taş düşmesi.. Artık ipin ucunu bulduk ya, Köprüye çıkınca ta Sirkeciye kadar gidip köhne bir payton buluyor ve onunla eve avdet ediyoruz. Yolda keza hafiften bir sancı ve eve geldiğimiz zaman gene mercimek büyüklüğünde pürüzlü ve son bir taş daha! İşte bu şekilde masrafsız, üzüntüsüz ve tehlikesiz hem ameliyattan, hem de böbreğe yapışan taşlardan kurtuluyorum. Şimdi, bu hastalıkla muztarip olan ey aziz kariler: Artık kork- mayın ve üzülmeyin. Memleketi- mizde atlı araba az olmakla bera- ber henüz mevcuttur. Yollarımız ise tam bu iş için biçilmiş kaftandır. Hattâ arzu ederseniz en son açılan Taksim caddesine müvazi geniş yollarda bile tecrübe edebili O yer yer hasıl olmuş çöküntü- ler, sık sık tesadüf edilen kabar- tılar ve bu yüzden arabada hasıl olan o . sarsıntılar, hoplantılar, kafa kafaya tos vurmalar, falan- lar yok mu? Bu hastalığa bire birdi “Yallah. . > Rıfat Galip Bugün de Diyorlar ki... Edebiyat Anketleri Muharriri : Hikmet Feridun Neşreden : Remzi kütüphanesi Yakında çıkıyor. 23 Nisan: Çocuk Haftasının başlangıcıdır. Âlem: — Nesini düşünüyorsun baka- lım? - diye sordu. — (Düşüncelerimi babama da söyledim, benimle hem fikir oldu. Bunları, raporunuza ilâve etmenizin fena olmadığını söyledi. Zaten oda gelecek kendisini bekleyeyim mi? “L.D., bey, filosofane: — Bekliyelim! - dedi. Çok geçmeden, üç adam, bir- leşmiş bulunuyorlardı. Profesör “B...., paşa hakikatin bu merkezde olduğunu çoktandır aklından geçirmişti. Şimdi, iki aileyi meseleden haberdar etmek bahsı kalıyordu. Muhavereleri (o esnasında, profesör, bu işi konuştular. Lemi: — Demek ki, bu zenci çocuk, Ahmet Ferit beyin oğlu? - diye sordu. (Arkası var) iki v i -