ES o lm le lr ilen üm a kn EE yi li kizınkinden daha fazlaydı. Tefrika No. 3 14 Mart 1932 i Ingiliz zabitleri şehirde dolaş- mağa başladıkları dakikada şehir haricindeki (Ariş) mahalleleri arasından (Bacil) e doğru uzanan kafile birkaç saat içinde büyük bir ekseriyet | teşkil | etmişti. Dünyada en fena şey: Hicrettir! Bilhassa kurulmuş yuvasını ve işini yüzüstü bırakıp bir semti meçhule doğru gitmek.. ve bik hassa benim gibi, gözleri daima ilerde olduğu halde, henüz yürü- meğe muktedir olmayan yaralı bacağıle çırçıplak yola cıkmak! İşte bu, sefalet sahnelerinin en fecii idi.. Teşrinlerin tahammül edilmeyen sıcakları vücudumuzu eritirken, vatana dönmek ihtimali tamamile uzaklaşmıştı. Yerli bir dostum, yolda bana acıyarak Oo çocuğunu (o deveden indirmiş ve beni el birliğile kendi develerine bindirmişlerdi. Kızğın kumlardan yanan ayak- larım, fırında pişmiş biret parça- sınlan farklı değildi. e Devede giderken ayaklarımdan ateşli ve mütefessih bir dümanın çıkdığını his ediyordum. Ana vatana gitmek emelile Hü- deydeye gelmişken, beni akibeti meçbul bir serğüzeşle sürükleyen ba fena tali karşısında söyliyecek bir söz bulamıyordum. Bizi teşyi eder gibi arkadan gelen top sesleri, enğin kum der- yasında kudurmuş hayvanların se- sine oObenzeyen akisler (o husule getiriyor ve çoluk çocuk korkudan birbirine | giriyorlardı. o Ağlaşan, bağıran kadınlar bir kuş gibi uçup oenğinlere karışmak için koşuyorlar, ihtiyarlar dermansız bacakların sürüklemeğe © çalışı- yorlardı. O gece sabaha kadar, vahşi ve korkunç bir zulmet içinde yürüye- rek konak mahalline gelmiştik. Bu yürüyüşle ancak öğlene doğru (Bacil) e varabilecektik. Beni devesine almak ve yürü- mek fecaatinden kurtarmak lütuf- kârlığında bulunan Hüdeydeli das- tum Salih sabahlyein güneş do- ğarken yanıma gelerek dediki: —Görüyorsunuzya, şu çekdiğimiz ıztıraplar hep sizin yüzünüzden.. hükümetin (o tedbirsizliğindendir. senelerdenberi didişmekter usan- madınız! Türkiye harbe girmeseydi, İngilizler memleketimizi topa tu- tarlar miydi? Tefrika No 30 (o— 14 Mart 1932 alemi LEKE Aşk, macera ve fen romanı Nakili: - (Vâ - Na) — İşi hususundaki o muhaverenin ne tarzda cereyan ettiğini burada tekrarlayarak muhterem karilerin canını sıkmayalım. Keza, yemek tafsilâtını da anlatmayalım. Yemek esnasında, meclis hararetlenemedi. Epice soğuk devam etti. Sadece | Arap tabahatından yemeklerin menşelerinden filân bahsedildi. Bizim asıl kaydetmek istediği- İİ miz cibet, Ahmet Feridin odaya li gelişi ile Vesimenin heyecana dü- şüşüdür. Delikanlının heyecanı, Zira, Velit, ona, sürpriz yapmak iste- miş. Alâkadar olduğu kızı buraya ” davet ettiğini söylememişti. SEBA MELİKESİ | BELİS Yazau: ISKENDER FAHRETTİN Kızgın kum üstünde yürümekten ayaklarım şişmişti. Yollarda bayılıp kalanların adedi artıyordu. Beni bir devenin üstüne bindirmişlerdi.. Bu esnada Salihin karısı yorğun- luktan baygın bir halde kumlarır bacağımdaki henüz kapanmak üzere bulunan yaranın zahmet gördükce verdiği ıztırabı artık his etmiyordum. Bu insaniyetper- ver adamın yanına sokuldum: — Ya Salih, dedim. Ben esasen bilmiyorum. — Yalnız birşey var: hükümet herhalde mecbur olmasa harbe girmezdi. Mamafih, bu mesele gayet naziktir, risin.. Bizim böyle şeylere aklımız ermez. Muharebeden kim memnun olurki...? Bak, sen mesut yuvanı bırakup dahile gidiyorsun ! Ben de memleketime yakmlaşacağıma büs- bütün oradan uzaklaşıyorum . Ve sonu meçhul bir yolculuğa devam ediyorum. Ne yapalım, taliimize küsüp sabır ve tahammül etmeli- yiz... Saliha bunları söylerken ağla- mamak için cebrinefs ediyordum. hakikatte ben onlardan çok daha teselliye (omuhtaç bir vaziyette idim. Bir Yemenli nihayet Yeme- nin bir kasabasından diğer kasa- basına hicret ediyordu ve o bu- rada olmazsa oradada yaşaya- bilir, çocuklarını geçindirmek için bir mesai sahası bulabilirdi. Fakat ben, hayatımı nasıl idameye mu- vaffak olacaktım ? Felâketzedelerin yürekleri sız- latan haykırışları birden herkesi harekete getirmişti. Akibeti fazla düşünmek imkânı yoktu. Bu yok culuğa devam etmek ve bir an evel (Bacil)e varmak lâzımdi. Yolculuk uzadıkça herkes kendi başının çaresine bakmak zaruretini hissediyordu. Zaten felâket in- sanları merhametsiz ve faziletsiz yapar ve içinde su durmayan delik ve faydasız bir küp haline sokar. Bu sözümü istiğrabla kar- şılamayınız; araplar bu kanaatte- dirler ve canlarının kıymetini bik dikleri için onlara felâketten bahs etmek değil - abus çebre ile gö- rünmek bile ağır gelir. Yemenliler çok tenperver olurlarlar. Mesai vakitleri haricinde bir işle - velev faydalı olsun - meşgul olmak iste- mezler, bunu bir külfet sayarlar. Akşam üstü erkenden dükkânını kapayarak evine gelip kapısının önünde veya bahçesindeki sedire kurulmak ve bir taraftan nargile- sini içip diğer taraftan da (kat) denilen bir nevi keyif verici yeşil Yemekte mükemmel şarap içildi. Yemekten sonra da, Şamın âlâ yemişlerile şampanya içtiler. Velit bey, Bu içki faslını, bililti- zam genç kızı tetkik edebilmek için tertip etmişti, yani Vesimeyi.. Mamafih, bakışlı bir adamın bilirdi: Suriyeli delikanlı, Vesi- meye bakmaktan ziyade Pakizeye ! bakıyor, dimağı onunla meşgul.. Bununla beraber, Vesimeyi de tetkik etmeyor değildi. Şarap ve şampanya, erkekle- | re de, hanımlara da cesaret ver- | mişti. Yemekten sonra, yine iş husu- sunda uzun uzadıya konuşuldu. Sonra, bahçeye çıktılar. Gezdiler. Pakize hanım, genç Suriyeli'nin kendisiyle fazla meşgul olduğunu görüyor, bundan dolayı gurur hissediyordu. üstüne serilmişti. Deveden atladım, bu karışıklığa sebebiyet veren | hadisenin neden ibaret olduğunu | anladığım | ben bir askerim, sen de esnaftan bi- şu cihet nazarı dikkatini celbede- | (*u ceva | sevindirdi. Nizam, Bir sanatkâr Ati Gülüm efendi Balıkesirde açılan yerli mallar sergisinden, bu münasebetle yerli malı yapan şapkacı Ali Gülüm efendiden bahsetmiştik. Ali Gülüm efendinin sanatında (gösterdiği muvaffakiyet bir çok müessese- lerin nazarı dikkatini celbetmiştir. Kendisinin (yaptığı (o şapkalar Balıkesirde O büyük bir rağbet göstermektedir. Türkiye Tiftik cemiyeti göster- diği muvaffakıyetten dolayı Ali Gülüm efendiye nakdi mükâfat vermiştir. Ali Gülüm efendi bize gönderdiği bir mektupta şapkacı- lığa lüzumu derecesinde ehem- miyet verilirse bu sanatın çok inkişaf edebileceğini obildirmek- tedir. YENİ NEŞRİYAT Holivut Memleketimizin yegâne sinema mecmuası olan Holivut'un ikinci 8 yapraklı otu ağzına doldurara avurdunu şişirmek ve bundan zevkiyap olmak yerlilerin ihmal kabul etmez vazifelerinden birini teşkil eder. Işte bu tarzda yaşamaya alış- mış olan ahalinin birdenbire böyle yuvalarından, keyiflerinden ve bahusus her şeye tercih ettikleri nargilelerinden uzak kalarak so- kaklara dökülmeleri, onları büs- bütün şaşırtmış, derin bir yis ve nevmidi içinde bunaltılmıştı.. Yolda inleyen, bağıran, hazin türküler söyleyen, küfür edenlerin haddı hasabi yoktu. İçimizde bir tane de musevi vardı, San'adaki ailesi nezdine gitmek üzere bizim kafileye girmişti. Bir aralık yol- culardan birisi: (Arkası var ) Gece, ayrıldıkları vakit, Velit Nasuhi, Pakize hanıma: — Müsaade buyurursanız, yarın sizleri otelinizde ziyaret edeyim, Şam'ı size gezdiririm! - dedi. — Hay hay! maalmemnuniye, efendim. Bu cevap, Süriyeliyi son derece La Vasime kendisile oevlenmeğe rıza gösterdiği vakit, Ahmet Fe- rit'in saadeti o derece büyük olduki, oğlan adeta deliye döndü! Hattâ, nışanlısıyle ilk öpüşdüğü zaman, genç kızın yüzünde hasıl olan endişe, elem ve yeis ifadesi- ni bile, kendi sadetinin hudutsuz- luğu yüzünden farkedemedi. Bir ay müddetle, genç kız, mü- cadele etmişti. Şu izdivaç mese- lesinin: önüne geçmek istemişti. Lâkin, teyzesi, Velit, avukat Hura- vi, hülasa herkes, Ahmet Ferid'in Köylünün biri, pazar yerinden alış veriş etmek üzere kasabaya gelmişti. O gün ikindi üzeri vakit geç olduğu için ticarete girişe- medi, Camiin kapısını açık bula- rak daldı. Baktı ki, bir vaz, kürsüye çıkmış cemaate nasihat ediyor. O da kulak kabarttı. Cahil ve mutekit bir köylüceğizdi. Vâız, sadaka vermekten bahse- diyor; diyordi ki: — Cenabıhak, bir verene on verir. Köylüler, ne kadar cahil olsa- lar, gene de açık göz insanlardır. Bizim zatı mubterem de zihnen derhal hesapladı: — “Kemerimde on altın var. Şunları dilenciye verirsem, demek ki Allah bana yüz altın ödeyecek: fena ticaret değil. Bu kadar pa- rayı hic bir işte kazanamam.,, Camiden çıkar çıkmaz, ilk işi, çarşı pazar dolaşıp, kör, sağır, topal, çolak dilencileri aramak, onlara altınlarını dağıttmak oldu. Onuncu altını da verdiği vakit, gönlü ferahladı: Oh, şükür, me- sele temamdı. Cenabı hakdan yüz altın alacağı vardı. Han odasına çekilerek bekle- meğe ve bu yüz altınla yapacağı şeyleri tasarlamağa başladı. Fakat, allah, paraları ne suretle yollıyacaktı ve yollamakta niçin gecikiyordu ? oKöylünün acele paraya itiyacı olduğunu bilmi- yor midi? İşte, hancı bir yandan sıkıştırıyor; öte yandan, bozukluk- lar, aşçı dükkânında eriyip gidi- yor. Birgün, üç gün, beş gün... Yüz liradan haber yok... Nihayet, beşinci günün sonunda, hancı, köylünün heybesini ve saku- sunu müsadere etti; biçarenin ardına tekmeyi indirdi. Köylü de, haibühasır, tintini tutturdu. Kö- yünden araba ile gelmişti. Hal buki, şimdi beş parasız kaldığı için yaya gitmek mecburiyetinde kaldı. Olan işleri düşünüyor, içerliyor- du. O akşam bir ormana vasıl oldu. Kurtlar, çakallar bağrışıyor- lar. Yaralanmaktan korktuğu için, bir ağaca tırmandı. Çatal, kalın bir dalın üstüne kendini bağladı. Orada uyumağa karar verdi. Safayı hatırla uyudu da... Sabahleyin birde uyandı ki, ağaçın altına bir bektaşi babası oturmuş. Kâğıt üstüne bir şeyler yazıyor. Sonra, yazdıklarını hid- detle kesiyor. Köylü kulak kabarttı. Bektaşi- nin şöyle söylendiğini duydu: — Ya Ali! Ya Ali!.. Nübüvvet hakkı, Hazreti Muhammet'te de- muzaffer olması için, aralarında gizlice ittifak etmiş gibiydiler. Vesime üzerinde ne derece tesir icra etmek lâzımsa, ellerinden geleni artlarına koymayorlardı. Bir gün evvel, genç kız, az daha bütün esrarmı teyzesine bildire- cekti. Lâkin, sonra, niyetinden sarfına- zar etti. Esrarımı kimseye faşetmi- yeceğine dair, kendi kendine yemin etti. Bir an, bizzat Ahmet Ferit'e her şeyi itirafa karar verdi. (Hatta, onu kendinden ilelebet uzaklaştırmak tehlikesine rağmen... Fakat, bu itirafameydan kalma- dan Ahmet Ferit'e izdivaç vadini vermek zarureti hasıl oldu. Vesime, onunla evleneceğine dair vadettik- ten sonra, delikanlının o derece mesut olduğunu gördü ki, artık, hakikatı itiraf kudretini kendinde bulamadı. Nişanlılığın bu güzel devresin- deki safiyeti ve neşeyi haleldar Uzun etmel.. sen hakkını müdafaa edemedin.. Onun için sana dilgirim... İşte seni ke- siyorum. /(*| Ve köylü bir kâğıdı, kesiverdi. Derken, bektaşi, babası, Hezreti Muhamet'i, Ebubekir'i, Ömeri, Osman'ı kâgitlara yazdı. Hepi- sinede birer kulp buldu: — Ali'nin hakkını gaspettiniz!. Ve: Şırp! Onları da kesti. Köylü, hayretle seyrediyordu ve dinleyordu. Nihayet, Bektaşi, söylenmeğe başladı. — Ya Allah.. Sen ki, her şeye kadirsin! Alinin. hakkının gasp- olunmasına, eğer isteseydin, mani olurdun. Fakat mani olmadın... Onun için, seyi de... Ve Bektaşi, lâfzıcelâli de bir kâat üzerine yazdı. Makasla kesecekti ki, köylü, ağaç üstünde, dayana- madı. Haykırdı: — Ulan, dur, dur, dur!. Onun bana yüz lira borcu var. Bektaşi, ağacın üstünden kim- senin bulunduğunu farketmemişti, Sayhayı duyunca, ödü patladı. Zaten kalbi zayıfmış. Ölüverdi. Bunun üzerine köylü iplerinden çözüldü, Aşağı indi. Muayene edip bektaşinin öldüğünü anladı. Keza, muayene edip bir de baktı ki, babanın üstünde altınlar var. Saydı. Tam yüz altın! Neticeden memnun kaldı. Başını semalara doğru kaldırdı: — Aferin! borcunu ödedin.. yazdığı şırp diye Ali ismini makasla, şu suretle Amma, ben de seni kesilmekten kurtardım. Bu iyiliğimi de unutma!) Nakili : (Hatice Süreyya) O) Bişi sümmü haşa! Töbe yarabbi, izmirin bir günlü 7 mart tarihinde izmirden ecnebi memleketlere şu mallar ibraç edilmiştir: 12000 liralık 41 ton üzüm, 7075 liralık 39 ton valek, 3044 liralık 75 ton palamut, 1500 liralık 25 ton. kepek, 18000 liralık 60 ton pamuk, 3000 liralık 450 adet koyun, keçi, 1909 liralık 77,5 ton muhtelif mahsulâtı ziraiye.. Hindistanda vaziyet Pişaver, 12 (A.A.) — Ingiliz askeri tayyareleri, Mahudt Shamo- zai mıntakalarındaki bazı kasaba- ları bombardıman etmişlerdir. O kasabalarda son zamanlarda Ingiliz memurlarma karşı mukad- des cihat ilânı için teşvikat ve tabrikâtta bulunulmuştu. etmemek için, ne söyliyecekse başka bir zaman söylemek üzere işi tehir ett. Ah bu nişanlılık devresi ah... Bu devreyi, çocuklu- ğunda bebek oynarken bile özler, hayalinde çanlandırırdı. Bu nışawlılık devresi nihayetini bir hailenin sardığını hissedi- yordu. Vesime, kadere inananlardan olmakla beraber, bunu, kendi de fark etmiyordu. Haileler karşı- sında metaneti bu yüzden ileri geliyordu. Zemin ve zamanın arz- ettiği harikuâlde vukuata karşı gösterebildiği metaneti de, keza bu zihniyetine medyundu. Kadere rıza felsefesi, kadınlar arasında, zannedildiğinden ziyade taammüm etmiş bir tarzı telâk- kidir. Vesime, mutekit bir kızdı. “Yarabbi o kadar göz yaşı dök- tüm! günahlarımı hâlâ ödeyeme- dim mi,,? diye düşünüyordu. (Arkası var) BAP em ame imiz