RR Dİ MR İP Akşam Teirika No: 81 me WP İngiliz Casusu LAVRENS İSTANBULDA! 3 Mart 1932 Nakleden: Ii. F Hintlilerle mücadele etmenin çok manasız olduğunu anlamıştım... Mis Morgan'a.. “ Merak etmeyiniz, dedim, sizi buradan kurtaracağım! ,, Fakat, nasıl ve ne vakit..? Hintliler kollarımdah yakala- dılar. Mukavemet ettim. Salondan bir yere gidemiyeceğimi ; söyledim. Birdenbire arkamdan başıma kalın bir kumaş parçası atıldı.. Sersem- ledim..' Gözlerim kapanmıştı. Ne olduğumu şaşırmıştım. Bir az sonra gözlerimi açtığım zaman kendimi, tıpkı İstanbulda tuzağa düşürüldüğüm mahzene benziyen hattâ ondan daha ka- ranlık ve sıkıcı bir yerde buldum. Hintli yalan söylememişti. Bodrumun kapısı kilitlenirken gözlerimi uğuşturdum ve yerde uzanmış genç bir kadın gördüm. Yere eğildim: — Mis Morgan sizmisiniz ? Genç kadın başını kaldırdı: — Evet... Ve yüzüme dikkatle bakarak: — Siz demi bir felâketzede- siniz ? Dedi. Ben: — Kapiten Haringtonun daveti üzerine buraya geldim. Halbuki burası bir Hintlinin faaliyet mer- kezi imiş... Dedim. Mis morgan, sap sarı çehresini, köşede yanan ufak bir kandilin sönük zıyası altına uzatarak: — Ölüyorum, dedi, bana şura- dan bir yudum su verir misiniz? Genç kadının yüzünde ufak çıbanlar çıkmıştı. Zafiyetten pel- teleşmiş vücudunu sürükliyerek ayağa kalkmak istedi. — Siz kimsiniz? Mis Morgan teselliye mubtaçtı. — Ben Bombaya yeni gelmiş bir siyasi memurum, Misl — Beni görür görmez ismimle hitap ettiniz! Burada bulunduğumu miydiniz ? — Yukardaki Hintli: “Mis Mor- ganın yanına atınız!,, demişti de.. Onlardan işittim. — Bu feci macerayı şehir dahi- linde duymadınız mı? — Duydum, Misli fakat, Bom- baya henüz yeni geldiğim için kimseden tafsilât almağa vakit bulamamıştım. — Size de demek ?.. Böyle bir tuzağa düşürül- me bakılırsa, Bomba'ya gel- diğim saattenberi takip edildiğim anlaşılıyor. Genç kadın ağlamağa başladı: — Ne yazık.. Ne yazık misterl Isminiz nedir? — Tomson.. — Mister Tomson! Kocam acaba sıhbatte mi? Yoksa o da biliyor takip ediyorlardı Tefrika No 19 3 Mart 1932 LEKE Aşk, macera ve fen romanı Nakili: (Vâ- Na) Genç kızın verdiği tafsilât burada kesiliyordu. (o Teyzesinin boyuna sarılıyor, onu iki yana- ğından muhabbetle öpüyordu. Diyordu ki: — Eeee, şimdi, Pakize teyze- ciğim ! Ben de, aşkımın inkisarile, tıpkı sana benzedim. Hayatımı seninki gibi yapacağım | Inzivaya çekilerek başımı dinliyeceğim. Pakize hanım, şüpheli şüpheli gülümseyordu. — Hemşirezadesinin birdenbire harlayıp alevlenen ahlâkını bili- yordu. Onun için, bu sözlere inanmıyordu. benim gibi mı inliyor | — Emin olunuz Mis, zevciniz hayattadır ve işile gücile meş- guldür. Bütün Bombay zabıtası sizi arıyor. Yirmi beş günden beri burada inliyorum. Açlıktan, su- suzluktan (omidem, barsaklarım kurudu. — Yemek vermiyorlar mı? Baharlı bir ufak tabak içinde macun gibi bir madde veriyorlar. Bunu yedikçe ; zayıflı- yorum. Artık kollarımda, dizle- rimde derman kalmadı. Kalbim durdu mü, çarpıyor mu? Bilmi- yorum... Bütün hislerim söndü. — Demek ki yirmi beş günden beri buradasınız, öyle mi? — Evet, Mister.. Tam yirmi beş gün oldu. Güneş ve ziyadan mahrum.. Bir esir gibi yaşıyorum. — Geceleri uyku uyuya bili- yor musunuz? bir başka zındanda (Arkası var) Yakında BELKIS iel MURALİ Sinirlerim gerginmi? Bromural! ... Bromural! ... Bir bardak su içerisinde alınan bu zararsız ilaç gergin sinirleri teskin eder. Konservecilik Samsun, İzmir ve İzmitte fabrikalar açılacak (Şikago Tribün)ün Istanbul mu- habiri şu malümatı veriyor: “Türkiye, Kanada ve Şikagoya bir heyet göndererek balığın ku- tulara nasıl yerleştirildiğini tetkik ettirecektir. Heyetin başında bu- lunacak Şükrü bey dahiliye vekâ- letinin sıhhiye dairesine men- Suptur. Tetkikatın o hitamından: sonra Samsun, İzmir ve İzmitte büyük balık konserva fabrikalarından başka et fabrikaları da tesis edilecektir. Teneke kutu imal edecek ma- kineler Kanada ve Amerikaya sipariş olunacaktır. Manisadan Layıpziy panayırına gidenler Manisa, 1 ( Hususi ) — Ziraat bankası müdürü Nusret, Bağcılar bankasından Kenan, doktor Or- han, bağcılarımızdan Tevfik beyler Layipzig panayırını ziyaret ede- ceklerdir. Heyet dün Istanbula hareket etmiştir. YENİ NEŞRİYAT Resimli Şark 15 numaralı Mart nushası üç renkli gayet güzel bir kapak içinde çıkmıştır. Raşit Riza Mecmuası Bu san'at mecmuasının 3 üncü ve 4 üncü sayıları çıkmıştır. Tavsiye ederiz. Hollivut Hollivut sinema mecmuasının 2ci sene 7ci sayısı zengin münderecat ile intişar etmiştir. Hayatım zehrolurdu eger Bromural komprimeleri olmasaydı! Uykusuzmuyum$ (Ludwigshafen a.Rh.,Almanya) KnollA..G. Kumpanya. sının Bromural'ı çeyrek asırdanberi halkın aradığı ve heryerde muhtaç olduğu bir ilaçtır. 10 ve 20 komprimelik tüpler içerisindedir. Her akşam bir hikâye Meşhur sinema artistleri arasın- da cereyan ettiği hikâye olunan bir macerayi nakledeceğim. Mesele aile namusu meselesi olduğu için, isimler gizli tutul- maktadır. Halbuki U sergüzeştin kahramanları (o hepimizi tanıdığı kimseler miş. Zevcin ismi yerine (A), zevce- nin ismi yerine (B), üçüncü şahıs olan delikanlının yerine ise (C) harflerini kullanacağız. Malüm olduğu üzere, sesli fili- min son tekâmülü üzerine, Fran- sızların Doublage, yani (dublaj, ikilik) dedikleri bir usül çıktı. Me- selâ siz, aktörsünüz. Yalnız Fran- sızça konuşabiliyorsunuz. Rolunüzü, filimde Fransızça oynuyorsunuz; filim İngiliz, Alman vesair tema- şakerlere gösterilirken, sizin ağ- zınızın kıpırdayışını nazarı itibara alarak ve onu bozmayarak, başka bir insan, sözlerinizin İngilizcesini ve Almancasını söylüyor. Netice- de, perde üzerinde siz görünüyor, dudaklarınızı ( kımıldalıyorsunuz. Filim bilmediğiniz bir lisandeyse, başkasının sesi, sizin yerinize konuşuyor. İşte buna Doublage (> ikilik ) diyorlar. Doublage yüzünden, aktör (A) ile zevcesi (B) nin başına gelenleri anlatalım. (A), bir Fransız aktö- rüdür. Filimde ancak Fransızca söyliyebilir. (Harpte aşk) isminde bir filim çevirmiş. Kendisi birinci erkek rolünü oynayor. Karısı Gayet £ sevişiyorlar . oOEsasen , filim içinde de uzun uzun aşk sahneleri var. (A), (EB) ye çan ve gönülden gelme sözlerle aşkını söyleyor. Filim bittikten sonra, sözlerin İngilizce kısmı yapılacak, kadın, azıcık Fransızcaya çalan şivesile | İngilizce konuşabiliyor. Kendi söz- lerinin bu lisana tercümesini biz- | zat yapacak. İngiliz halkı için bu tarz Fransız firması İngilizcenin hoş olacağı rejisör tarafından dü- şünülüyor. Fakat, (A) nın yerine Ingilizce muhavereleri (C) isminde ikinci sınıf bir aktörün söylemesi lâzım geliyor. Bu aktör, kadınların hoşuna gidecek tarzda, uzun sülün boylu, ahım şahım bir delikanlı şübhesiz ki, güzel olmayan erkekler bu kadınların gönüllerini celbedebi- lirler. Bu gibilerin cesaretini kırma- etmek için bu istitradı ilâve ettik. Lâkin, elbette ki, ( şeklişemaili itibarile güzel bir erkek, kadını teshir hususunda en esaslı silâh- lardan birine maliktir. Işte, (C) de, (B)nin stodioda kocasının bulun- masından istifade ederek, ona kolis arkalarında, İngiliz filmin Doublage (< Dublaj) (B ) de, birinci kadın rolünü, * mak için, daha doğrusu, onları teselli antratlarında ilântaşk etti. Geng kadın, bu güzel delikanlıyı dinle- mek gafletini gösterdi. “Ne olur canım?,, “diyordu. Hattâ, randevu kabul etti, Randevuya gitti. Gaflet serilerini itmamda devam ederek, kız arka- daşlarına macerasını anlattı. Onu kıskanan bir arkadaşı'da, koca- sına imzasız bir mektupla mese- leyi haber verdi. Randeyu evinden çıkarken, (A), (8) ve -(€)- yüzyüze geldiler. (A) (C) nin çenesine bir yumruk i dirdi. Otuz iki dişinin bir aısfını (bem de ön tarafta olanlarını) böylelikle döktü... (C), setyeyle eve kaldırıldı. Tam on bes gün hasta yattı, Rejisörün bu iş pek umurunda olmadı. Zira, ingilizce filim niha- yete ermişti. (C) söyliyeceği söz- lerin hepsini söylemişti. Şimdi artık, dişleri döküldüğü için, varsın, peltek, ipeltek (okonuşsun! Bu, kimin umurunda... Filim, * temamile (hazırlandığı gün, (A) ile karısı (B) barışmış bulunuyorlardı. Zira, (B) yaptığı kabahat için, kocasının dizlesine kapandı. (A) da onu çok seviyor- du; affetti, Studio'da, evvelâ, filmin Fran- sızça kısmını dinlediler. Tam muvaffakiyet... Herkes memnun! Kulaklar ağızlara varıyor. Derkeh efendim, nöbet, Ingilizçe kısmına geldi, dayandı... Mesele, bir aşk sahnesile baş- lıyor... Perde üzerinde (A)... Fakat (C) in sesile konuşarak karısına ilânı aşk ediyor... Pruva esnasında, adamcağız daya- namadı. Dışarı fırladı.. “Ne oldu, ne var?,, diyerekten, rejisör, daha bir iki dostu arkasindan segirtti. Biçare aktör, asabiyet buhranları geçiriyor: — Hayır! Hayır! Buna imkân yokl- diye haykırıyor!- Siz, benim haleti ruhiyemi ( anlıyamazsınız. Kendi yüzümü görmek, dudakla- rımın kımıldadığını hissetmek ve başkasının sesile karıma ilânaşk etmek... Hem de o menhus herifin . sesilel.. Ben karıma, yumrukla- dığım âşıkının sesile ilânıaşk ede- yim?.. Tahammül edilir şey değil! (B), yalvarıyordu: — Kocacığıml, Cesaretini topla. Ben seni seviyorum... Bunu bili- yorsun... Alışırsın... Hem bundan daha kolayı var mı?.. Filmin Ingi- lizçesini seyretmeyiz vesslâml.. O sırada, (C), bir köşede sak- lanmış, filimde hazır buluniyordu. Suratı sarılı olmakla beraber, artık hastalığı iyileşmişti. O da için için homurdanmaktaydı: — Ne felâket! gene sabık sesim gibi harikulâde bir ses, bu eşşek herifin gırtlağından çıkıyor- muş tesirini versin... Yere batsın, Daublage! Nakili (Hatice Süreyya; “Kış, e geçti. Kay- de şayan kiç bir hâdise zuhur etmedi. Yalnız, sıra ile bir iki kere, Istanbul'dan genç kızın babası biraderleri geldiler. — “E, peki, kızın karnındaki çocuk ne oldu? ,, diye soracak- sınız.. Genç kız, henüz Istanbul'da iken bu gayri meşru çocuktan kurtulmak yolunu bulmuştu. Vesime'nin babasile ağabeyi, İzmir'e hem ziyaret hem ticaret maksadile gelmiş oluyorlardı. Zira, orada da takip edilecek (işleri vardı. Bir seferinde, Istanbul'dan Vesime'nin annesi de, hasta ha- line rağmen İzmir'e geldi. Hemen hemen bütün aile, yemekten sonra, salonda bulunuyorlardı ki, posta müvezzii bir telgraf getirdi. Vesime'nin ağabeylerinden en küçüğü: — Allah All Bu telgraf nereden geliyor ? - dedi. - Şayet işi hakkında bir telgraf olsa, buraya değil, yazıhaneye gelirdi. Hizmetçiye sordu. — Kime bu? — Beyefendiye, — Ver bakalım. “M...,, zade, telgrafı açtı. Bir göz attıktan sonra bunu, karısile baldızına uzattı. Gülümsiyerek : — Başınız sağ olsun! - dedi. Telgrafta şu sözler yazılıydı: “Halit bey vefat etti. Emri- nize muntazırımı. ,, Settar Bu vefat haberi, kimseyi hüzne düşürmüş gibi görünmedi. Hattâ, “M...,, zadelerin dudaklarında müstehzi bir tebessüm bile belirdi, Oğulları, açıktan açığa gülüyor- lardı. nesi Selma ve teyzesi Pakize ha- nımın - müteessir (o olmasından ziyade, canları sıkılmış gibi yüz yüze baktılar. Mamafi, bu, ihtiyar bir dayının vefat haberiydi. Fakat, anneleri- nin biraderi olan bu zat öyle orijinl bir insandı ki, onlara öyle oyunlar oynamıştı ki, verdiği kederin haddi hesabı olmamıştı. Bu ölüm haberinin de bir oyun olmasından korkuyorlardı. Settar imzalı telgraf üzerine, mateme düşmekten ziyade bu ihtimal akıllarına geldi. Aradan sekiz gün geçmişti ki, ailenin endişede haklı olduğu mey- dana çıktı, Dayının mirasi ile tabii varisleri olan hemşireler arasina, ne mani- ler, ne maniler konulmuştu. Ne şartlar, ne şurtlar.. Bu miras mes- elesi, âdeta içinden çıkılmaz bir Labirent haline konulmuşta. hattâ, evveldenberi hisseişayialı olan, Dayı ile iki yeğen kadının müş- tereken istifade ettikleri emval de, bu ölüm üzerine, münaziünfih bis hale gelmişti. “M..., zade Mehmet Beyin ve oğullarının akıllarına ilk gelen şey, bu mirastan sarfınazar etmek oldu. Fakat, bu sahada pek daha pratik olan kadınların, erkeklerin bu fikrine itiraz ettiler. Dayılarının büyük servetinden istifade etme- meği saçma buluyorlardı. Settar beyin verdiği malümata nazaran, bu servet, iki yüz bin Suriye lirası miktarında imiş. Mehmet bey, karısile baldızına: — Peki amma, dünyanın öte tarafındaki bu mevhum servet için, işimi, güçümü bırakarak Suriye'lere gidecek hâlim yok ya... - diye haykırdı. (Arkası var)