29 Şubat 1932 EA A AŞ a EMİRİ Sahife 9 m Tefrika No: 78 — . VE İngiliz Casusu LAVRENS iSTANBULDA 29 Şubat 1932 z Nakleden: I, F ( Harington ) un evinde birdenbire gevşemiştim. Elimden pipom düştü.. gözlerim kapandı.. Başım omuzlarımın üstüne devrildi... gözlerimi açtığım zaman dışarda güneş vardı! Bombay'a geldiğim gün böyle bir hâdise (O kulağıma (o aksetmemiş değildi. e Fakat, bir mühendisin karısının kayboluşundan birdenbire bir mana çıkaramamıştım...Doğrusu bu mesele üzerinde fazla imali zihn etmemiştim. Hint komitesinin Hindistan'dan harice altın ihracına taraftar olmadığını da yeni öğre- niyordum. Hava kararmıştı. Banyanlar çarşısına giderken, beni evine davet eden eski dos- tum Kapiten Harington'un bu mes'ele ile neden alâkadar oldu- ğunu düşüniyordum. Kapiten Harington Bombay In- giliz karargâhında (çalışıyordu. Onu küçüklüğündenberi tanırım, vazifesinden başka hiç bir şey düşünmez, vazifesi haricindeki işlerle katiyyen alâkadar olmazdı. Mektubu tekrar çıkardım, oku- dum ve yazıyı tetkikettim. Onun yazısı.. Onun ifadesi.. Eski dostum, çalışacağım yeni sahada beni tenvir ve irşat etmek istiyordu. Banyanlar çarşısındaki 21 nu- maralı haneyi elimle koymuş gibi, kimseye sormadan bulmuştum. Banyanlar henüz dükkânlarını kapamışlardı. Çarşı tamamile bo- şalmıştı. Sokaktan tek tük ge- çenler vardı. Dostumun evi çarşıya müntehi caddenin birinci köşesinde bu- lunuyordu. Kapıyı çaldım. Bir Hintli uşak beni büyük bir nezaketle karşıladı : — Buyurunuz Mister... — Kapiten Harington'un evi burası mı? Ve kapıyı arkasına kadar aça- rak; — Buyurunuz.. Dedi, İçeriye girdim. Hintli uşak beni, evin arka tarafına nazır büyük bir salona gölürmüştü. — Burada beş dakika istirahat ediniz, Mister! dedi, Kapiten Harington traş oluyor. Şimdi gelecek.. Bu hüsnü kabul karşısında oturup o beklemekten başka bir şey yapamazdım. Pipomu yakarak bir koltuğa uzandım. Eski dostumun ahvali hususi- yesinde beni şüpheye döşüre- cek en ufak bir uygunsuzluğa bile tesadüf etmediğim için, ken: Tetrika No 16 29 Şubat 1932 LEKE Aşk, macera ve fen romanı Nakili: O(Vâ-Na) Nihayet emelinde muvaffak ol- du: Genç kız, kendini gayıp etti. küstah âşıkının buselerine bütün mevcudiyetini bırakıverdi. Mukadderatın emir ettiği felâ- ket husule geldi. Akşam saat sekizde, Vesime hanım, kızlar için pek ehemmiyetli olan bir (Ohususiyetini (o değiş- dirmiş olarak, aşıkının yanından çıkıyordu. i Bu hadiseden çi ay sonra idi. Tam yaz sonlarında, adaday- dılar. Bahsettiğimiz zevattan hepsi, Adada oturuyordu. o Murtaza, evinde büyük bir emniyetle otu- ruyordum. Bir an için bile düşünmemiş- tim ki, dünyanın en esrarengiz bir memleketinde bulunuyordum. Hayatta el ile tutulamayan ve gözle görülmeyen hiç bir şeye inanmayan bir adam olduğum halde, böyle bir tuzağa nasıl düştüğümü © hatırladıkca (şimdi bile hiddetimden dişlerimi gıcırda- tarak: — İşte o benim son sersem- liğimdi... Diye söyleniyordum. Halbuki gafletin, sersemliğin, fenalıkları mebdei ve müntehası olur mu? : Ben salonda kapten Haringto- nu beklerken, birdenbire üzerime bir miskinlik çöktü. Bu rehavet, beş on dakika içinde beni o hale getirmişti ki, koltuğun üzerinde biraz gözlerimi yumup uyumak için, dostumun gelme- mesini arzu ediyordum. Bir kaç dakika daha geçince büsbütün gevşedim.. Bu arzuma mukavemet edemiyordum.. Elim- den pipom düştü.. Gözlerim ka- pandı.. Sanki günlerce uykusuz kalmışım gibi, başım omuzlarımın üstüne devrildi.. Kendimden geç- miştim! Üç gün üç gece uyumadığım zamanlarda bile gözlerimin bu derece kapandığını hatırlamıyor- dum. Gözlerimi açtığım zaman başımı omuzlarımın üstünden güçlükle kaldırmıştım. Burada ne kadar kestirdiğimi (o anlıyabilmek ( için derhal saatime baktım: Aradan henüz on dakika bile geçmemişti. Omuzlarım fena halde ağrıyordu. Beş on saat aynı vâziyette kalmış bir insan yorğunluğu duyuyordum. bin müşkilâtla doğruldum. — Kapiten Haringtonun tıraşı bitmedimi acaba..? Diye söylenirken, hafif bir baş dönmesi, bir mide bulantısı his ettim. Ayağa kalkamadım. Ne olıyordum ?.. Hastalanmış- mıydım?.. Salonun içinde mavi bir duman gördüm! Pencerenin önündeki perdeyi çektim.. O ne?! Pencereden gördüğüm manzara, birdenbire, (beynimi © uyuştur- muştu: Dışarda güneş vardı! ( Arkası var ) nihayet , Jülide'ye, Adada mini mini bir köşk satın almağa mec- bur kalmıştı. Bu köşk, “M...,, zade Mehmet beylerikinden pek uzakta değildi, Gerek Yat klübünde, gerek diğer eğlence mahallerinde sık sık görüşüyorlardı. Fazıl Alkasdive gelince, oda, mobilyeli bir köşkün yarısını kira- lamış, Adada oturuyordu. Köşkün diğer yarısında mahut Saliha ile şimdiği âşıkı olan bir aktör otu- ruyordu. Mısırlı ile Vesime'nin yukarıda anlattığımız macerası, genç kızın arzu ve aşkım dindirmek şöyle dursun, bilâkis, onu canlandırdı. Bu canlandırış, Mısırlı'nın ekme- ğine yağ sürdü. Projesi revnak- | landı: kızı vasıtasile Mehmet bey üzerinde tazyıkta bulundurmak için daha müsait ne olabilirdi? yahut ta Vesime'yi kaçıracaklı. kaçırıp aldıktan sonra, ailesini Muharriri: Kauçuk amelesi, ormanda çalışırken, bulut. halinde ordu ordu hücum eden karıncaların istilâsna maruz kalıyorlar. Günlerce kaçtıktan sonra, yollarım gağırıyorlar ve gene karıncaların bulun- duğu sahaya düşüyorlar. artık, kaçmaktan başka bir şey düşünmiyorlardı, Bataklıklardaki sülüklerin ba- caklarını emmesini tercib ettiler ve bataklıklara daldılar. Orada ilk karınca bulutunun geçtiğini gördüler. Bu karınca bulutu, bir yangın tarafından atılan kül yığını halin- de ortalığa saçılıyordu. Bataklığın üzerine yayılıyorlardı: o Ufarak hamamböcekleri kadardılar. Sahiller, yılanlarla, ve diğer zahifelerle dolmuştu. Biçare seyah- lar bataklığın suyunu kamçılayorlar; bu muzur hayvanların kendilerine yaklaşmasına mani olmak isteyor- lardı. Ormanın zeminini görüyorlardı. Yer kendi kendiliğinden titre- yordu. Zelzeleye maruz gibiydi Sanki yere düşen yapraklar, can- lanmış, harekete gelmişlerdi. Ağaç gövdelerinden ve köklerinden doğru et yiyen karıncaların istilâ ordusu ilerliyordu. Ağaçlar; çok geçmeden siyah bir örtüyle kaplandılar. Bu, siyah ve ikinci bir kabuktul Artık, yaprakların da yeşil rengi görülmez oldu. Dallar, yu- valar, her yer, her yer, karınca- ların yeknasak rengile örtünmüş- tü. Karıncalar, görünen yerlere girdikleri gibi, görünmiyen yerlere de girdiler: Oyuklara, kovuklara, deliklere, inlere, mağaralara... Geyikler; tavşanlar, kurtlar, fa- reler, sırtları karıncaların kapalı olarak, sağa sola, öteye beriye koşuşuyorlar; nihayet tabütüvan- ları kesilerek bir yere yığılıyorlar, vücutlarını haşeratın iştahasına terkediyorlardı. Çenelerine kadar bataklık suyun içine giren bu insanların işkence- leri ne kadar zaman devam etti? Saatlerce ve saatlerce... Karınca istilâ ordularının geçtiğini, dehşet içinde seyrettiler, seyrettiler. Heran, ölümün gelerek kendile- rini mabvetmesini bekliyorlardı. Sonuncu karınca kafilesinin de geçtiğini görünce, sahile çıkmak teşebbüsünde bulundular. Lâkin, yorgunluktan ve su içinde dur- maktan öyle bitaptılar ki vücutları kötürümleşmişti. Bataklığın dibin- deki çamurdan bir türlü kurtu- lamıyorlardı. Orada ölemezlerdi ya?.. Son gayretlerini toplamaları lâzımdı. izdivaca razı edecekti. Kız, izdi- vaç etmek yaşına gelmişti. Rüş- tünü isbat etmişti. Fazıl Alkasdi beyin bilmediği bir şey varsa, o da, Vesimenin ve “M...,, Zade ailesinin rubuy- di. Delikanlı bu ruhu henüz bilmiyor ve tanımayordu. Herne olursa olsun, Vesime ailesinin rızası haricinde bir izdivaç yapa- cakmıydı? Jülide ile Murtaza, izdivacın tehirini görerek, buna 'mısırlının metresleri sebep oluyor sanıyor- lardı; ve Mısırlıya metreslerini, Bilhassa Salihayı terkeylemesini tavsiye ediyorlardı. Saliha'yı teh- likeli bir kadın addediyorlar ve onunla onun namı kirleniyor sa- nıyorlardı. Fazıl, Salihay'le alâkayı kesmek hususunda vaatlerde o bulunuyor- lardı; Lâkin bu vaatleri tutma- yordu. yiyen karıncaların hücumu | İİ Her akşam Kauçuk ormanlarında et bir' hikâye ( Jose Eustasio Rivera (ispanyolcadan) Hintli Venancis, eline bir dal geçirdi. Onunla mücadeleye gi- rişti. Sonra, sahildeki köklerden birini eline geçirdi. Bu kök üzerinde duran, sürü- den arta kalmış bir kaç karınca, kolunu ısırdı. Karıncaları suya batırarak boğdu. Lâkin kökleri tutarak kendini sahile atmak kuv- vetini bir türlü vücudunda bu- lamiyordu. Bayılacak gibiydi. — Bir gayret daha... Dikkat et! bayılma... Cesaret! cesaret! Dışarı çıktı. Arkadaşlarına baktı. Arkadaşları, bataklığın içinde, dehşetle soluyarak, ondan yardım dileniyorlardı. — Durun da azıcık dinleneyim! Hintli, bir saat sonra, dallar ve ipler vasıtasile, bütün arkadaş- larını bataklıkdan kurtarabildi. Son defa olarak müştereken iztırapla geçtiler.iz hanği taraf- daydı; Nereye doğru gideceklerdi ? Başları, sıtma içinde alev alev yanıyordu. Vücutları, kırık dökük- dü. Hurdubhaştı.. Birdenbire Pedro Fajardo ök- sürmeğe başladı. öksürdü, öksürdü kan kustu, Ve Bir ceset halinde yere yıkıldı. Arkadaşları, bu cesede acı- madılar. Continho'ların büyüğü arkadaş" larına, vakit (o kaybetmemelerini tavsiye etti. — Kemerinden bıçağını çıka- ralım. Onu bu halde birakalım. Bizimle beraber gelmesini ona kim tavsiye etti? hasta olduğunu biliyordu. Niçin geldi? Bunu söyledikten sonra, karde- şini, bir ağace çıkararak güneşin istikametini tayine çalışması için mecbur etti, Biçare delikanlı, ayaklarına, gömleğinin (o parçalarını ( sardı. Ağaç göğdesine tırmanmak için beyhude zahmet etti. Arkadaşları onu omuzları üzerine çıkardılar. Daha yukarı kendisi tırmansın diye bıraktılar. Lâkin, ağacın kabukları kopuyordu: Oğlan, yine aşağı kayıyordu. Aşağıdakiler, ağaçtakini, ucu çatal uzun dallarla yerinde tut- mağa uğraşıyorlardı. Yere inmeğe düşmeğe kalkışırsa, halinin fena olacı.ğını söyliyerek oğlanı tehdit ediyorlardı. Nihayet, canını dişine takarak, delikanlı, ilk dalı tutabildi. Karnından, kollarından, dizlerin- den kanlar akıyordu. — Birşey görüyormusun? — Etrafına iyi bak! güneşi görüyor musun? - diye ona soru- yorlardı. Delikanlı, o gün Vesime'yi sa- at beşe kadar beklemişti. Kızın hiç gelemiyeceğini sanmış, yürü- yerek yat kulube doğru gitmişti. Denize karşı bir yerde oturmak niyetindeydi. Yolda, “neş'eli bir grupun ortasında Saliha'ya rast- ladı. Fazıl, tereddüt bile etmek- sizin, Saliha'nın yanına gitti. Kahkahalar, Kehkeheler nizam caddesini kaplamıştı. Saliha, hep beraber denize girmeyi teklif etti. Bütün yaran bunu kabul etti. Arabalara binerek Yorgu- lu'ya gittiler. Bu sırada, Vesime, Fazıl Al- kasdi'nin dimağından çıkıp git- mişti bile... Şimdi, aklı fikri, neşeli kadınlar ortasında yüzmek- teydi. Yüzdü, yüzdü. Sudan çık- tığı vakit, bir kolunda bir hafif- meşrep kadın, diğer kolunda başka bir hafifmeşrep Ookadın vardı. Şakalaşıyorlardı. Öyle bir şaka- Fakir mektepliler Manisada bunlara sıcak yemek veriliyor Manisa 25 ( Hususi ) — Vali Fuat, maarif müdürü Ekrem, maarif sıhhat müfet- tişi doktor Ali Muhlis beyler m ekteple rde fakir çocuklara verilmekte olan öğle ye- meklerini tet- kik O etmişler ve Ahmet Mit- 300 lira teberrü - eden Avni bey bat, 8 eylül, Sakarya, İstiklâl mekteplerini giderek ayn ayrı teftişte bulunmuşlardır. Izmir - Kasaba (demiryolları sabık umuru cerriye başmüfettişi ve nafia vekâleti umum demiryol- lar heyeti - fenniyesi sabık cer mühendisi bahriye binbaşılığından mütekait Manisalı O Gemicioğlu Avni bey ve refikası hanım Ma- nisada her mektebin fakir çocuk- larını yedirip giydirmek ve leva- zımıni tedarik etmekle meşgul heyetler namına 300 lira teberri etmiştir. Kendisini takdir ederiz. Adana Halkevi Adana 27 (Hususi) — Burada da dünden itibaren Halkevleri teş- kilâtına başlanmıştır. Âza kaydı için bir komisyon teşkil edilmiştir. “Yeni neşriyat : Görüş mecmuası Ankarada Görüş mecmuasının dördüncü sayısı o çıkmıştır, Bu nushada Ahmet Hamdi, Ahmet Kutsi beylerin şiirleri vardır. Bundan başka ecnebi edebiyatın dan parçalar vardır. Ormanın içindeki muzur hay- vanların dikkatini celbetmek için bağırmak lâzım olduğunu unut muşlardı. Gemi batarken, o sandaldaki yerini muhafaza etmek için çolu- ğuna çocuğuna hançer sıyırmış çılğın bir adamın halet ruhiyesine gelinişlerdi. Kollarile, başlarile mecnunane hareketler yaparak Lanro Cutin- ho'dan. soruyorlardı: — Hiç bir şey görmiyor musun? .| Daha yukarı çıkta dikkat et! Lauza, dalın üzerinden, nefes nefese soluk alıyordu. Cevap ver- meğe çalışıyordu. Bu irtifada, avcıdan kaçan ve saklanan yaralı bir maymuna beziyordu. — Alçak! Daha yukarı çık! (Yarın bitecek) Mütercimi : (Hatice Süreyya) laşma ki, bu, açıkta yapılamazdı! Çidden, yüz kızartıcı (birşey olurdu. Tam o esnada, “M...,, zadeler ailesi, irisinden ufagına kadar, kafile halinde, Fazıl Alkasdi'nin önüne çıktı. Bozum olmanın ber halde daba fena bir netice vereceğini tahmin ederek, Fazıl Alkasdi, aileyi gör memezlikten geldi. yanındaki: kız- larla gülüşerek, şakâlaşarak ve eskisine nisbetle daha fazla kah- kahalar atarak, metresinin gözleri önünde, deniz hamamına doğru yürüdü. Bittabi, bütün “M.., zadeler ailesi, bu halinde Fazıl Alkasdi'yi gördü. Şayet Fazıl, genç metresinin ogün randevuya niçin gelmedi- ğini bilseydi, kaçırdığı fırsatın büyüklüğüne daha fazla acınırdı; daha fazla dögünürdü. (Arkası var) i v