14 Kânunusani 1932. Tefrika No: 34 İngiliz Casusu OPR “LAVRENS İSTANBULDA! Alışam 14 Kânunusani 1932 Nakleden: 1. F Mizrahi efendi anlatıyordu: “ Elimden, şimdiye kadar, dörtyüzden fazla kadın geçti. Fakat Habi- be, hepsinin en güzeli ve en neşelisiydi!,, Ikinci kısım İn Sahte Avusturya yüzbaşısı Kudüste.. Şimdi Kudüste, Mizrahinin pan- siyonundayım. Otel sahibi ecnebilere Türkler- den fazla riayet ve hürmet ediyor. Belli ki bu adam paradan başka bir mabut tanıyor. Zaten, evelce buraya geldiğimiz zaman, arkadaşım şeyh Salih te söylemişti: — “ Mizrabiye, para ile, Musa- nın asasını bile çaldırtmak müm- kündür! ,, Eski arkadaşım keşfetmiş. Mizrahi efendi, o gün akşam çayımı bizzat kendisi getirmişti. — Yüzbaşım, dedi, bu odada sıkıldığımızi o anlıyorum. OArzu ettiğiniz odaya geçebilirsiniz | Mizrahi, çok fena Almanca konuşmakla beraber, maksat ve meramını ifade edebiliyordu. Beni memnun etmek için ne mümkünse yapacaktı, — Ne zeki adamsın! dedim, benim bu hava ve ziya görmeyen odada rahatsız olduğumu derhal anladın! — Biz insan sarafıyız, yüzbaşım! Sizin gibi asilzadeleri gözünden, tavır ve hareketinden tanırız. — Ferasetine hiç diyecek yok! Bana pansiyondaki boş odaları gösterir misin? Pansiyon i önüme düştü. Otelin ikinci, üçüncü katlarındaki odaları dolaştık. — Bu odalar benim yattığım odadan farklı değil, Mirzahi! Hiç biri de hoşuma gitmedi. Mirzahi biraz düşündükten sonra, üçüncü katta beş numaralı odanın önünde durdu: — Bu odayı çok beğeneceksi- niz ama, meşum bir oda diye açmak istemiyorum... — Meşum bir oda mı?! — Evet... Sahibi üç gün evvel ingilizler tarafından kurşuna dizil- di. Zavallı kadın, ne sevimli bir mahluktu... Ben caali bir hayretle sordum: — Bu kadın kimdir? — Habibe isminde bir Türk hanımı idi. Arasıra parsıyonumuza gelir ve bazı zenginlerden para sızırırdı. Fakat,öyle bildiğiniz gibi, ortamalı bir sokak kadını değildi. Çok kibar, çok sevimli bir kadındı. Tetrika numarası: 104 , çok güzel Denizlere dehş salan tahtelbahir — Böyle kibar ve sevimli bir kadını İngilizler neden kurşuna dizmişler acaba? — Sebebini bilmiyorum ama.. Casus diye şüphe etmişler. — İngilizler şüphe üzerine bir kadını kurşuna dizerlermi? — Ah yüzbaşım,sen onların ne insafsız anane ve kanunları ol- duğunu bilmezsin! Harp esnasında, ingilizler, esen rüzgârdan bile nem kaparlar... Israrım üzerine pansiyon sahibi hu meşum odanın kapısını açmıştı. — Otelde bu kadar güzel bir odayı kapalı tutmakta ne mana var a Mizrahi efendi?! Diyerek © pencerenin oturdum. Pansiyon sahibi, kılları uzamış kalın kaşlarını çatarak yüzüme baktı; — Ab yüzbaşım, dedi. Bu ka- dın sağ olsaydı, onunla burada ne güzel vakit geçirirdiniz! Ben müddeti ömrümde (Habibe) kadar şen ve sabhar bir kadına tesadüf etmemiştim. Burada, uzun zaman- danberi pansiyon sahibiyim, Elim- den, şimdiye kadar, belki dört yüzden fazla kadın geçti. Fakat böyle dilber bir mahlüka rastla- madım. O ayni zamanda da çok zeki ve anlayışlı bir kadındı.. — O halde zekâsının kurbanı olmuştur. — Bir akşam buradan kayboldu. Bir kabile şeyhi ile beraber git- tiklerini zannediyorum.. — Sonra..? — O akşamdan beri ne o kabile şeyhinden, ne de Habibeden bir haber vardı.. Dün işittik ki, üç gün evvel zavallı kadını ingilizler idam etmişler! — Olabilir, Harp zamanıdır.. Mevzuu değiştirmek için pence- reyi açtım: — Bu odanın manzarası güzel. — Habibe de manzarası güzel odalardan hoşlandığı için, bu odayi intihap etmişti, yüzbaşım! Biraz kirası fazla amma.. — Ne olursa olsun. Ben bu odayı tercih ediyorum. Bu gece burada yatmak isterim. — O halde müsaade ediniz de temizleteyim.. Ve içindeki eşyayi başka bir odaya nakledeyim. — Habibenin eşyası burada mıdır? — Bir valizi var... Şu duvarda önüne Mizrahi o efendil da 44 Kânunusani 1932 Bir Alman bahriyelisinin hatıratı Mubarriri : Max Valentiner Düşün: İmperatorun Kiel'e gel diğini oöğrendiğimiz kadar sevindik, İmperator, bittabi bizim Eckern- foerder'e gelerek tahtelbahır mek- tebini ziyaret etti. Meteor ismindeki büyük vapu- rufüz, limana yanaşmış bulunu- yordu. Baltık denizinde bulunan bütün tabtelbahirler toplanmış- lardı. Biri birlerinin yanma, usulü dairesinde sıralanmışlardı. Iki muzika, bilâ fasıla teren- nümsaz oluyordu. Fakat, yalnız iki hava çalıyordu. Bu iki hava, biz U33 ve U 157 ile mukayese zaman ne Mütercimi : (VA - Nü) edilecek olurlarla, yeni vapurlar harukulüde yorlardı. Bu yeni tarz tahtelbahirler, kü- çük olmalarına rağmen müthiş şeylerdi. Söylediğim gibi sırat hususunda son derece mükemmel- dirler. Lâkin, mükemmeliyetleri sıratle kalmıyordu. Yeni icat olunmuş bir takım aletlerle techiz edilmişlerdi. Öyleaaletler ki, evelce bahsettiğim “tahtelbahirleri din- leme,, tertibatının hükmü artık kalmamıştı. Yeni çeşit tahkelba- hirlerimiz, havai hücumlara karşı da müemmen vaziyetteydiler. muvaffakiyetle işli- ki bomba Italya kralile başvekiline gönderilen iki paket Deyli Ekspres gazetesinin Nev York muhabiri 7 kânunusani tari- hile şu telgrafnameyi göndermiştir: Avrupaya bareket eden “ Ese cali bur , transatlantikinde iki müthiş cehennem makinesi bulun- duğu şimdi haber alındığından Nev Yorkta büyük bir heyecan başlamıştır. Bu büyük Bombalardan biri Italya kralının ve diğeri Italya başvekili o Musolininin (adresine gönderilmiştir. Bombalar Ameri- kada faşist aleyhtarı teşkilât tarafından gönderilmiştir.Nevyork postahanesine teslim olunan paket- ler arasında biri Italya kralına, diğeri M. Musolini adresineiki paket bulunduğu tahakkuk etmiştir. Gemiye telsizle malümat veril- miş ve posta paketlerine dikkat edilmesi bildirilmiştir. Gemi doğru Marsilya ve Napoliye gelmektedir. Tütün beyiyesi ikramiyesi Eminönü Askerlik şubesi riya- setinden: 932 senesi tütün beyiesi ikramiyesi için defter tanzimine başlanacağından oOmülga Sultan Ahmet, Süleymaniye ve Aksaray askerlik şubelerinde (o mukayyet şehit yetimlerile malulinin tespit muamelelerinin icrası için yedle- rindeki vesaiki resmiyelerile bir- likte şubeye müracaatla kayıtlarını icra ettirmeleri ve aksi takdirde deftere ithal edilemiyeceklerinden 932 ikramiyelerini alamıyacakları ilân olunur. İstanbul muallimler birliğinden: Birliğimizin yıllık kongresi önü- müzdeki cuma günü saat 14 de Beyazıtta Darülfünun konferans salonunda toplanacaktır. Toplan- tıdan evvel arkadaşlarımızın bir- likle olan muamelelerini tamamen tanzim ve ikmal etmiş olmaları rica olunur. asılı duran ipekli mantoda onundur. nn Habibenin idamdan evel bana söylemek istediği valizi ele geçir- miştim. Onu bu şeytan yahudiye kaptırmak budalalıktan başka bir şey değildi. — Onun valizi şu gardirobun altında dursun, Mirzahi efendi! Bu eşyanın bana bir zararı dokunmaz. Bilâkis, burada yattıkça, öyle güzel ve sabhar bir Okadının hayalile yaşamış olurum. Bak, şu mantonun duruşuna! İnsan bu mantoyu gördükçe, o güzel kadını yanında zannediyor. Ne latif.. Ne baş döndürücü kokosu var! Mirzahi efendi bu teklifime itiraz etmedi. (Arkası var) ingiliz ve Lâtin milletlerinin icadettikleri bütün “ Tahtelbahır- lere karşı müdafaa, vasıtaları suya düşmüş bulunuyordu. Pek kısa bir zaman sonra, torpillerimizi, denizde iz birak- madan atmak imkânınıda bula- caktık. Dahası da var; düşman, tor- pilin ne taraftan geldiğini anla- yamayacaktı. Torpiller, aşağıdan gelecekti. Vapuru, su kesiminden aşağısını yaralıyacaktı. | Nihayet, Meteor'un salonunda, Imperator, bize bir nutuk söyledi: Harbin tam bu devirinde, tah- telbabirlerden muvaffakiyet bek- lenildiğini söyledi. Bu muvaffa- kiyetin, harbin neticesi üzerinde müessir olacağını bildirdi. ( Ha- kikaten de, batırılan gemilerin tonajları gün geçtikşe artmıştı. ) İmperatorun nutku, alâkayi pek Halk hikâyesi ( alaturka “supe,, yaptık, Alaturk “supe, , sahurdur.. Malümya, gezersiniz, tozarsınız, eğlenirsiniz; gece yarısını aşarsınız, yatacağınıza yakın, bir yemek yersiniz. Garplılar bunun ismine “supe,, diyorlar. Ramazan gecelerinde de gezilir, tozulur , eğlenilir, yakin, bir yemek yenir Vakıa sahurun dini bir mahiyeti vardır, Fakat, gene de “supe, ile müşabeheti inkâr edilemez. Itiraf edeyim ki, ertesi gün oruç tutmıyacaktım, Fakat Şeh- zadebaşında oturan, otuz ramazan savum ve salâttan ayrılmıyan ve beni o gece iftara davet eden dayım, ayrılırken, üstelik birde sahur yedirmeden beni, Şişli'deki evime yollamak istemedi. Oge- cede ısmarladığım taksi, kapıya dayanmış : altı aylık huysuz bir çocuk gibi, klaksonunu viyak- latup duruyordu. Dayım : — Zarar yok! - dedi. - patla- mıyorya, azıcık beklesin... Zaten, sabur acele yenir.. Biraz söğüş, biraz Amasya bamyası, bir az pilav, biraz da hoşaf. Atıştırır, gidersin.. Artık, oruca niyet ede- cekmişsin, etmiyecekmişsin orası, benim üzerime vazife değil. Gü- nakı senin boynuna.. Her koyun kendi bacağından asılır.. Oooof... Taksi, hâlâ, damda Mart kedisi gibi miyavlıyor.. Kız Ayşel Git şuna haber ver!..Bey şimdi geliyor.. İşte, sögüşle bamye bitti bile.. Işi, pilavla hoşafa kaldı. Ayşe kız, otomobile haber ver- meğe gitti. Bizde, dayımla karşı karşıya, kaşıkla ha kaşıkla ha... Bir plava, bir koşafa... Bir plava, bir hoşa- kiii. Dayım, zarif bir adamdır. Her Dün akşam dayımın Büğg fırsatta bir fıkra, bir hikaye anlatır. Bunun da hikâyesini buldu. Aynı kaşıkla hem pilav, hem de hoşaf yenmez oğluml.. Dedi. - bu, usule muhaliftir ama, Ayşe kız dışarı çıktı da ikinci birer kaşık getirtemedim. Acelen de var... Ne ise, bugünlük böyle olsun. Bak, hikâyesini de anla- tayım: “ Eski konaklardan birinde ağalık eden hir adam, gayetle ev hanımı bir kadıncağızle evlen- mış. Kadın, babusus yemek pişir- mek cihetine emsalsızmış. Ramazanda meharetini göster- mek istemis. Herşeyi itinalı pişir- miş. Kocasından “aferin!,i alırmış. Yalnız sahur vakti, iş, hoşafa gelince, efendi, bir iki kaşık alırmış: calip oldu. İmperator, her şeyden evvel, parlak bir hatipdi. Söz söylerken, etrafında heycan uyan- dırmağı biliyordu. Intibaımı bir kelime ile hülâsa edeyim: Imparator!.. Bizim kayser, hakiki bir Imperator'du... Nutkunu bitirdiği vakit, Impe- rator, salondan çıktı. Çıkarkende, dediki: — Şimdi, kendilerine Pour /e Merite nişanını verdiğim kuman- larla görüşmek isteyorum. Orada, bu kumandanlardan, tesadüfen bir baylısı bulunuyordu. Iwperator, hepisile, ayrı ayrı kunuştu. Hepisinide tanıyordu. Nöbet bana gelince: — Demek Valentiner sizsiniz? - dedi. Benim gördüğüm işler hakkında etraflı malümata sahip bulunu- yordu. Pilavla Hoşaf — Bunu o beceremedin » dermiş. Hanım içerlermiş, Ertesi sahur, başka türlü bir hoşaf pişirirmiş. Efendi, yine bir iki kaşık atış- tırırmış: — Aah!.. Nafilel,. yine olmadı. Hoşafı, bizim konaktaki | gibi yapamayorsun, Hanımın içinde üzüntü; Konakta Hoşafı nasıl yapıyorlar acaba? Diye kibrinden sormazmış da. Aman, efendi. her akşam: — Aah! konakdaki hoşaf nerede? Seninki nerede? Sen, beceremi- yorsun, banım. Of! Kadıncağız patlayacak. Nihayet, bıçak kemiğe dayan- mış. Sormuş: — Kuzum, efendi! Sizin konak- taki hoşafın ne fevkalâdeliği var. Ağa, gülmüş; — Ne mi?.. Sırmalı gibi, paşa- mın üniforması gibi pırıl pırıl hoşaf. —A — Ya... Pırıl pırıl. Şanlı.. Pi- lâva bir kaşık attın da, onu yiyip, sonra kaşığı hoşafa daldırdın mı, hoşafın üstü, kandil kandil, kan- dil kandil pırl pınl kesiliyor. Böyle marifetli hoşafı yapmaği sen beceremiyorsum. Sade ko- nakta beceriyorlar. Hanım, zeki kadınmış. Arifane gülümsemiş. — Yarın akşam yapayım da gör! - demiş. Her akşam, sofra öbürü hoşaf için i kaşık ko- yarken, bu sefer, ikisi için bir tek kaşık koymuş. Ağa, konakta yaptığı gibi, buradada pilâvın ağlı kaşığını hoşafa daldırmış. Piril da pırıl, — Aferin benim marifetli karı- cığım | - diye iltifat... 9 işte... ,- biri pilâv, Haydi, oğlum... Senin otomobil, gene vıyaklamağa başladı. Uğur- lar olsun. Nâkili : (Hatice Süreyya) Odundan şeker! Almanyada bir şirket teşkil edildi Berlin 12 — Bir alman kimya- geri tarafından keşfedilen bir usul ile odundan şeker istihsali maksadile Almanyanın Holstein eyaletinde oTornesch (o şehrinde 500,000 mark sermaye ile bir anonim şirket tesis edilmiştir. Cihan şeker piyasasında fazla istihsalâttan şikâyet edildiği şu sırada yeni usulün tatbikine baş- lanması bazı mahafilce hoşnut- suzlukla karşılanmıştır. Bir kaç dakika sonra, mekte- bin yaveri beni aradı. Felâketli bir haber almışlar. Hissi kablelvuku ile sünğüm düşmüş bir halde, mektebin ku- mandanı Eschenburg'un yanma gittim. Bir kaç kelimeyle, başımda yıldırımlar gümbürdetüp gözümde imşekler tırarak, O felâketli Mate e bildirdi : o Babam ölmüş . Beni evime bir kaç saatte götür- mek üzere, altıma bir torpido verdiler. Sonbaharın dalgalı denizinde ne kötü bir seyahat yaptım. Merhumu düşünüyordum. Ço- cukluğuma âit hatıralar dımağım- da canlanıyordu. Bir OAAlman pastarünün, bakiki bir Alman pastarönün hayali (gözlerimde beliriyordu. Bütün bu bayaller üzerine, bigi < Se kap! kapanmış gibi oluyordu. EŞEK (Arkası var) r.a ee 2 —