Roman fefrikamı; 108 HİNT YILDIZI 29 Teşrinisani 1931 Yazan: İ. F. Kaplanın pençesi (Yogoda)nın göğsüne yapışmıştı. Hint yıldızı, bu yırtıcı hayvanın kolları arasında hareketsiz yatıyordu... Nitayı sıkıştırdım. — Etlerini parça parça doğra- rım! Dedim. Vurdum... Tekmeledim.. — “ Haydi, ne duruyorsun? Beni öldür.. İşte karşındayım.. Gözlerim (görmüyor. o Kendimi mödafaaya muktedir değilim. Fakat, senden korkmıyorum! ,, Deseydi, acaba, söylediklerimi yapabilecek miydim?! Hayatta bir tavuk bile kesmeğe cesaret edemiyen bir insan, göz- leri görmeyen bir kadını nasıl öldürebilirdi? Bütün bu tehditler, Nita'dan bir gelime öğrenmeme bile dim etmedi. (Lamaya)nın hemşiresi benimle istihza ediyordu. — Söyle, Seyit! Dedi, vadedi- yor misin? Gözlerimin ( açılması için babama yalvarackmısın ? Nitaya cevap vermedim. Yogodayı bulmak için bir çare vardı: Tılsımlı aynaya bakan sibirbaza gitmek. Derhal kararımı verdim. Nitanın yanından ayrıldım. Hava kararmıştı. Bahçeye indim. Nita arkasından bağırıyordu: — Dediğimi yapmazsan (Yogo- da) yı bulamazsın, Seyit! * yar- .s Hintli sihirbaz kulübesinde otu- ruyordu. — Icabında bana yardım ede- ceğini söylemiştin, dedim, Lama- ya'nın babasını mağaradan çıkar- dım. Fakat, şimdi de sevgilimi kaybettim, hazret! Hintli, derhal kollarını kavuş- turdu ve tılısımlı aynanın önünde eğilerek taşa baktı: — Yogodayı arıyorsun değil mi? — Evet.. Lamayanin hemşiresi onu tehlikeli bir tuzağa düşürmüş... — Lamayanın babası nerede? — Yarın sabah geleceğini söy- ledi ve gözümün önünden kay- boldu. Sihirbaz aynada korkunç bir manzara görmüş gibi birden göz- lerini kapadı: — Sana yardım edecek vazi- yette değilim, Seyit! (Lamaya) nın babasını beklemeğe mecbursun! — Sabaha kadar bekleyemem. Müvazenemi kaybetmek üzereyim. Dedim. Hintli başını sallayarak cevap verdi. Teftika numarası: 58 Denizlere dehşet— — salan ta tahtelbahir | — Aynayı gösterirsem aklınızı oynatırsınız! Sabaha kadar sabre- diniz. Yarın sabah Lamayanın babasının size müsbet bir cevap getireceğini ümit ediyorum. — Aynada gördüm... — Kimi? — Lamayanın babasını.. — Şimdi nerede (olduğunu biliyor musunuz? — Bir kaplan yuvasının met- halinde bekliyor... Tüylerim ürperdi. Hintlinin ellerine sarıldım: — Hazret, unutma ki bana söz vermiştin. Bir Hintlinin en büyük meziyeti, verdiği sözü ifa etmesidir! Beni sabaha kadar bekletme! Hintli tekrar kollarını kavuştu- rarak aynanın önünde eğildi: — Mademki ısrar ediyorsun, taşın üstüne dikkatli bak.. Ara- dıklarını orada göreceksin! Dedi. Itidalimi kaybetmemeğe çalışı- yordum. Tılsımlı aynaya şöyle bir göz attım. Aman Allahım! Neler görüyo- rdum.,! Evvel,â başını çalıların üstüne dayamış müthiş bir kaplan.. Yu- vasında uyuyordu. Yogoda, bu vahşi hayvanın kolları arasında, bir yığın et parçası halinde uzan- mıştı. Kaplanın bir pençesi Yogo- danın göğsüne, diger pençesi de omuzlarına dayanmıştı. Bir az ile- ride, yani kaplan yuvasının met- halinde , Lamayanın o babasını gördüm. Ihtiyar Hintli ellerini dizinin üstüne koymuş, mabutlara yalva- rır bir vaziyette, yerde oturu- yordu. Sihirbaz kolumu çekti: — Lamaya'nın babası kaplanı uyutmakla meşgul.. Merak etme! — Insan etine susamış kaplan- lar, böyle nefis bir şikârı her zaman ellerine geçiremezler, haz- ret! Yogoda, kaplanın pznç3si den nasıl kurtulacak? — İhtiyar hintli kaplanı epice uyuttuktan sonra, Yogodayı kur- taracağından emindir. Kendine güvenmese Okaplanın yuvasına kadar gıdermiydi? Yoğoda, kaplanın pençesi altında hareketsiz duruyordu. Hit yıldızını ölümden kurtarmak 29 Teşrinisani 1931 Bir Alman bah bahriyelisinin hatıratı Muharriri: Max Valenti Azıcık yolumu (değiştirdim. Sonra, çalılıklara bir iki obüs altım. O derecede muvaffakiyet- leki, düşman, derhal, ateşi kesmek meçburiyetinde (okaldı. Sonra, batan vapurlara da ateş etmekte devam ettim. Onları, çıkartılıp kullanılmayacak hale getirinceye kadar tahrip ettim. Ansızın, bir alev sütunu, gök yüzüne kadar yükseldi. Kayalığın içinde ne güzel bir alev: Mazut! Vapurların mazut hamulesi yan- mıştı. Karadeniz ( vapurlarında kömürden ziyade mazut kullanılır. Artık emindim: Bu batan va- Mütercimi : (Vâ - Nü) purlarda istimale salih bir kalmamıştı. Muharebe, sabahleyin erkenden başlamıştı. Şimdi, vakıt, sonra dörttü. Vakit, bizim için, nede çabuk geşmişti. On sekiz dakika, deniz altı çamuruna bat- mış olarak beklemiştik. Şimdi, yavaş yavaş, üzerinden, (bu nefis su sathi manzaralı sahil boyunu takiben, şarka doğru elerliyorduk. Etrafı öyle korkut muştuk ki, suya batarak ilerlemek lüzumunu duymayorduk. Çok geçmeden bir sahaya gel- dik ki, burada, büyük bir faaliyet İ sarfederek bir yol yapıyorlardı. — Bunu nasıl keşfettiniz, hazret? sey | sigortaya (o koymuş olanların odalarına girmek, o nabızlarına bakmak, hasta bulunanları | derhal hastahaneye göndermek ve sıhhatini idamede tekâsül gösterenlere şiddetli nasihat ve tekdirlerde O bulunmak (o hakkını / ile müşavereden sonra müşterile- i saatlerde olursa olsun hayatlarını Çok yaşatacak Amerikada bir hayat sigortasının teşebbüsü Amerikada en büyük hayat sigorta kompanyalarından birinin müdürü olan M. Kavanagh yap- | tığı tetkikat neticesinde, kum- panya müşterilerinden bir kısmının | ihmal ve tekâsül yüzünden öldük- lerini gördüğü cihetle, arkadaşları rine ölümden kurtulmak çarelerini öğretmeğe karar vermiştir. Evvelâ sigorta kumpanyası, tec- rübe görmüş bir çok hasta bakıcı | tedarik oederek (o müşterilerinin hayatını siyanet ve muhafazaya memur etmiştir. Bu hastabakıcı kadınlar, gece ve gündüz hangi haizdirler. Kumpanya bu ilk tedbirden sonra “Mükemmel yaşayan bir adamın öğütleri,, ünvanı altında, bir kitap başarak müşterilerine meccanen dağıttığı gibi, yılbaşı yortusun- | da diş fırçası, sinek öldüren | bir mayi, muakkam kâğıtlar, ecza pamuğu gibi lüzumlu şeyleri muhtevi paketleri de hediye olarak göndermiştir. M. Kavanagh bu tedbirler sa- yesinde, sigorta kompanyasının lehine olarak mükemmel neticeler istihsal o etmiştir. Mumaaleyh, ahiren İngilterede yaptığı porpaganda seyahati esna- sında, kendisinin keşfettiğ bu usul- le elde ettiği parlak neticelerden bahsederek demiştir ki : “Son sene zarfında şubelerimiz | ! kuruşum yok, alimallab... i ver on kuruş, ! hah, şöyle... tarafından tescil edilmiş olan vefiyat miktarı, evvelki senelerin | en az vefiyatlı senesinde ölenler- den 55,000 kişi noksandır.Fakat bu, bir başlangıçtan ibarettir. Zira insanları, ihtiyarlıktan başka her hangi bir sebeple ölmemeleri lüzumuna ikna ettiğimiz gün, has- | tahane kapılarını kapayacaklar ve doktorlar da başka bir meslek aramağa başlayacaklardır.,, Ingiliz hayat sigortaları, Ame- | rikalı meslekdaşlarının bu tedbir- lerini pek ziyade beğenmişler ve ! tatbike (o başlamışlardır. Fransız hayat sigorta şirketleri ise müş- terilerinin böyle mütemadi bir kontrol ve nezarete razı olmıya- İ tedbirleri cakları endişesile aynı | tatbikten çekiniyorlar. çin, o dakikada sını ona vermeğe razıydım. öndeki ha- Tılısımlı aynanın ü ! yal gözümün önünden silinirken: | öğleden | — Yoğoda.. Yoğoda! | Diye haykırdım. | (Arkası var) | | Çimento vesair inşaat malzemesi dolu bir çok yelkenliler, sahile yanaşmış bulunuyorlardı. Bir iki top darbesile bunları batırdım. Bu ameliye esnasında sahile ! yaklaştık ve amelenin perişan | halde (o kaçmalarını (o seyrettik. Dahile doğru değil, sahil kenar- larına kaçıyorlardı. Bu insanlar, bize pıyorlardı. Bağırıyorlardı. — Weundlant ! bak! Kendilerini elbiselerinden epi fark edemiyorduk. Buna imkân yoktu. Fakat, hiç şüphsizki, bunlar, Avusturya esirleridi. | Bağırdık: — İleri. Atılın.. Suya atılın! Adamlar, bize cevap verdiler. Suya atıldılar. Lâkin atlı ruslar, kazaklar, on- ları takip etti. Kamçılarını biçare- işaretler ya- Bu adamlara ! dilerine Her akşam bir hikâye Hah, hah, hah, hah, monşer.. Durun, şu tek gözlüğümü ipek mendilimle azıcık sileyimde size bir maceramı anlatayım... | Bizim kumpanya, Kadıköyünde bir temsil veriyordu, monşer...Ben de baş rolü almıştım. Şayet ahali rağbet edecek olursa, eh şöyle böyle birkaç livres turgues nasıl derler Türkçe?... Hmmm?... Bir kaç türk lirası, yani açıkça, bir kaç papel vuracaktım, monşer... Fakat işin en hoş tarafı, Bey- oğlu ve İstanbul tarafındaki ala- caklılardan yakamı bir an için sıyıracaktım... Zira, bu semtlerde uçan kuşa borcum vardır. Halbuki, Kadıköyünde, beni kul tanımaz... Uzatmıyalım, cher ami (— şerami), yani aziz dostum, Kadıköyüne mü- teveccihen yola çıktım. Küçük bavu- lum elimde... Bir kere karşı yakaya kapağı atarsak, ölesi selâmettir... Mevsim yaz... Anlattığım vak'a bundan dört sene evel... Fakat aklıma birdenbire geli- virdi ki, bende vapur parası da yok... Elimi yeleğimin cebine attım. Vapur parası şöyle dursun, köprü parasını vermek için, tek Vay ölüsü kınalı, monşer... Şim- di ne yapacağız, gö yan- dığımın, yakasına tükürdüğümün derken, aklıma müdhiş bir kur- nazlık geldi çher ami (< şerami), yani aziz dostum... — Pssst!... Dur, taksi... Çek köprüye... Al şu bavulcuğıda koy yanına... Tamam... Kadiköy iske- lesi... Kadıköy iskelesi... Âlâ, fakat, köprünün dışında durma... içeri gir... o Oldu, Şimdi, git, yavrum, şoför muavini efendi, iskelenin beri yanında bekleyen kayıkçılardan birini çağır... Merhaba, dayı... Kayıkcı sensin değilmi... Of!... Sapristi (— bu söz, “ hay allah müstahkını versin!, in fransızca- m rm idi J yenide bzuklul yok... şu şoföre bir lira ver, kayıkcı, ben sana, para bozdurtur veririm sonra... Oldu... al bavulumu, san- dalına götür... Hava iyi olduğu için, vapurla gitmek istemiyorm. Bir az sandal sefası yapacağım... Çek Kadı köyüne... fış fış da fış fış... Oh, kekâ, monşer kayıkçı!.. Baba- lık, buraya baksan a... Kadıkö- yüne gittiğimiz zaman, nahak yere yabancılara para vermiyelim... Otele kadar bavulumu sen taşı da, hammaliyeyi de sana vereyim... Kayık ücreti bir lira, hammaliye yarım lira, otomobile verdiğin de bir lira... etti iki buçuk... Yüklen bavulu... Kayığını sağlam bağladın ya... Otelci nerede... buraya ba- kın... Şu kayıkçıya iki buçuk lira vereceksiniz... Bavulumu yu- karı bırakır bırakmaz ( derhal ahçı Odükânna gidin, bana bir et, bir sebze, bir pilâv birde komposto, yemek ısmarlayın... yemeği yer yemez, odamda istira- bat edeceğim.. Aşçının çırağı, tepsiyi sabahleyin alır.. Sabahleyin ötelciyi çağırdım, monşer bey... Bavulumdan kışlık poltomu çı- kardım. Dedim ki: — Ben, bu kışiçin üç tane yeni palto ismarladım. Bu eski paltoyu istemiyornm. Şunu kaça satarsın? Bana yük olmasın.. — Ben, kendim, yedi liraya alırım. — Peki... Borcum olan beş kâğıdı in. Ver iki papel.. Şu kah- veciyi de gönder.. Ulan kahveci Sabahtan beri neredesin be?.. Çağırtıyorum, çağırtıyorum ortada yoksun.. Yoksa param yok mu sanıyorsun?.. Al şu papeli! Gözun peşin para görsun.. Bana bir çay, bir 1s simit getir. izmirde Bucada bir köpek hastahanesi açılmıştır. Hastahanenin epice misafiri vardır. Resmimiz bastahanenin harici seririyat koğu- şunu gösteriyor. sırtlarında ve bağların lerin şaklattılar. İçlerinden bir danesi, denize bir haylı açılmış bulunuyordu. | Lâkin, su, az derindi. Vücudunun yarısı, sudan harice çıkmış bulu- | nuyordu. Dibe yatsaydi, yahut dalsaydı... Kazaklardan biri, denize atladı ve adamcağızın takibine girişti. Yol üzerine birkaç obüs attır- dım; ama, birini yaralamak kas- dile değil, kazakları korkutmak için... Kazaklar esirlerin ortasından | kendilerine emin vaziyette add - diyorlardı. Şaşırmadılar. Kaçışma- | ğa başlamadılar. Nihayet, yolumu takip mecbu- riyetinde kaldım. Vah zavallı esirler vah... Ken- | nasıl büyük bir ümit | verdikten sonra, onları gene yüz üstü bırakmış gidiyordum. | On altıncı kısım Tahteibahır muharehesi muglâklaşıyor ... Alman bahriyesi hakkında fikrim ve Skajerrak muhavebesi, İzdivacım. Gauri'ye | yaklaştım. Burası, Rusyanın en meşhur, en kibar plâjlarından biri... Burada, vaktile, — bu seyaha- timde değil, başka bir seyahatim- de — başımdan bir “macera, geçmişti. Kadın macerası... Sahil boyunca yol alıyordum. bittabi, dalmış. olarak... dokuz metro derinlikten ilerliyordum. Ihtişamla yapılmış villâları sey- rediyordum... Plâjlar... Birdenbire, (kadınlardan (o ve erkeklerden mürekkep bir grup gördüm. Anlaşılan, bunlar, meş- hur y ülerdi. Periskop'umun pek yakinine kadar gelmişlerdi. (Arkası var)