22 Teşrinisani 1931 Akşam O Aİ DİDİMLİ Sahife 9 maa Roman tefrikamız: 101 İHİNT YILDIZI Yazan: İ. F. Buda'nın gözleri birdenbire ışıldamağa başladı.. Mağaradaki heykel, canlanmış gibi, kirpiklerini oynatarak dikkatle yüzüme baktı ve... Mektupları okuyunca aklım ba- şımdan gitti. Demek ki, bütün bu mektup- lara Vifa benim namıma cevap vermişti... Nita'nın ( Yogoda ) yı öldürme- | sinden çok korkuyordum. Hain kadın, Hint yıldızını parmağına dolamıştı. Onu öldürecek ve beni elde edecekti.. Bütün arzusu bu neticeyi elde etmekti. Bir müddet yürüdüm. Ormanın methaline gelmiştim. Nefesim gittikçe darlaşıyordu. Maneviyatım çok bozulmuştu. Artık ne bir kadınla mücadele ye takatim vardı ne de ıstırap ve heyecana tahammülüm.. Bitkin bir halde idim. Tılsımlı kayanın önünde durdum. (Lamaya) nın babasından da ümit etliğim muaveneti görme- yecek olursam, Moyalılar arasında ölüp gidecektim. Anahtarı koynumdan çıkardım. Mağaranın kapısına yaklaştım. Kapı vazifesini gören muazzam bir taş parçasının üstünde derin, ince bir delik vardı. Sehirbaz bana: “Anahtarı bu deliğe sok- duktan sonra yedi defa çevire- ceksin!,, Demişti. Sehirbazın ( dediğini Anahtarı bu deliğe yedi defa çevirdim. İki bin senedenberi bu suretle açılıp kapanan magaranın kapısı yavaş yavaş açıldı. Bu esrarengiz mağaranın (önünden, kendimi peri masallarından birinin kahra- manı zanedeyordum. Kalbim tıkânacak, kopacak gibi çarpıyordu. Mağaranın medhalindeki büyük taş kendi kendine sol tarafa dev- rildi ve önümde bir insan girecek kadar bir boşluk açıldı. Hariçten akseden ziya mağara- nın methalini aydınlatmıştı. Bir kaç adım ilerledim. Divarlarında (Yogoda)nın muh- telif resimleri nakşedilmiş, beş metro mürabbaı genişliğinde ve tahminen üç metro irtifada eski, küçük bir mabet.. Buradaki (o aydınlığa gözlerim yavaş yavaş alıştı. Yere düşmemek vara dayandım. Etrafıma bakınıyorum.. Meydanda kimseler yok. — (Lamaya)nın babası nerede? Bu suali kendi kendime bir kaç defa tekrarladım. Muyalıların bu meşhur fakir ini neden göremiyordum ?! İşte Buda nın bir heykeli! Dışarı fırlamış iri korkunç göz: yaptım: soktum ve için bir du- Tetrika numarası: 52 lerile ban, binlerce senedenberi hâlâ yaşıyormuş gibi, öyle manalı bir bakışı var ki... Nafiz ve korkunç nazarlarile beni tehdideden bu cansız mabut karşısında bir müddet taş gibi donup kaldım... bir tarafa kımıl- dayamadım. Sağıma, soluma bakamıyordum. Hindistanın taşlarında ne sihir, ne cazibe vardı,: yarabbi! Şakaklarımı oğuşturdum. — Hazret, nerdesin? diye seslendim. Bu iki kelime, mağaranın içinde birbirini takip eden garip akisler husule getirdi.. Ayni kelimeleri yedi defa işittim. (Lamaya) nın babası meydanda yoktu. Artık ağzımı açmağa cesaret edemiyordum. Bu garip ürpermişti. Olduğum yerde dim dik duruyordum. Budanın gözleri gittikçe canla- nır gibi oldu. Beynimin içinde bir uğultu başladı. Korkudan çıldıra- caktım. Gözlerimi heykelin gözlerinden ayıramıyordum. Taş mabut sahiden mi canla- nıyordu?! İşte kirpikleri başı kımıldadı. Irı beyaz dişleri parıldıyor. Acaba, Budanın heykelinde Nirvanamı tecelli ediyordu? Bombaydaki mabut ve mukad- des ormandaki ihtiyar fil madam- ki beni taziz etmişlerdi.. Mirvana nın bana görünmesi muhtemeldi. Buda'nın çehresinde hafif, tatlı bir tebessüm belirdi. Kulağımda bir ses çınladı: — Sâhip, dizlerini yere koy ve seslerden tüylerim hareketsiz, oynayor.. İşte Eski bir mesken Almanyada taş devrine | ait bir mesken bulundu Son hafta içinde Alamanyada Dresden şehri civarında “Leubnitz- Nevostra ,, da tarihin kaydetme- diği zamana aitbir mesken mey- dana çıkarılmıştır. Devlet yardım edemediğinden bu iş hususi cemiyetlerin ve iane- lerin sayesinde yapılmıştır. Bulunan taşlardan yapılmış eş- ya taş devrinin ilk zemanlarına ait bir mesken keşfedildiğini gös- termektedir. Ateş taşından yapılmış bıçak gibi keskin aletler de bpılunmuştur. 22 Teşrinisanl 1931 Denizlere dehşet -———— salan tahtelbahir Bir Alman bahriyelisinin hatıratı Muharriri: Max Valentiner Telgraf çektim. Beni “bekleme- lerini bildirdim. Esasen uzun zamandanberi ara- mızda anlaşmış (o bulunuyorduk. Resmen, bir kerre daha müra- caat ettim. Genç kız, bana, “evet!,, dedi. Nişanlandık. On beşinci kısım Tahtelbahirlere karşı humbaralar re Tahtelbalı artıyor | | sahil Mütercimi : (Vâ - NO) iderek oraya 'para götür- mek üzere emir aldım. Bu emrin ifasi için derhal ha- zırlandım. Lâkin, ben, delikanlıya tıpkı benziyordum: şu meşhur | Hani, İ bir çok kadınlarla birden meş- gulmuş de, bir kadın sesini işitir işitmez: — Bonjur, sevgilim! - demiş- ! kimsin sen bakayım.. Allah bilir nereden ve ne mü- nasebetle sünusilerden bahsedil- diğini işitmiştim. Fakat bunların hakikatta kim olduklarını, nere- de oturduklarını bilmiyordum. l Kari mektupları : Hep aynı dert : Kaldrım, elektrik, çöpçü işi Aldığımız bir mektupta denili- yorki: Kasımpaşada (o Yeldeğir- meni mahallesininŞeyh sokağında 5 numaralı evde ikamet ediyorum. Tahminen 30 senedenberi kal- dırımı tamir edilmiyen bu mahalle halkı çöpçünün bazan on günde bir defa sokakta görünmesi ha- sebile çöpleri sokağın ortasına dökmektedir. Yazın tozdan, kışın çamurdan, geceleride o (her mevcut olmasına rağmen) ziyasız- lıktan şikâyetçi olan bu mahalle kaldırımlarının tamir , bir yerine (oOlâmba konulması ve muayyen günlerde çöpçünün mahalleye uğratılması hususunda alâkadar makamatın nazarı dik- | katini celbederiz. H. Cemaleddin Tasarruf cemiyetinin mücadele edeceği bir zihniyet “Bir iddia var: Parayı sarfetmek kazanmaktan daha zordur. Bu iddiaya ben de kailim. Filvaki her gün her yerde görü- yoruz. Âlim, cahil, tembel, çalış- kan, iyi,. kötü herkes bir yol tutmuş az, çok kazanıyor. Fakat bunların içinde akdemle mukad- demi, acele ile âcili, zaruretle ihtiyacı tefrik eden ve bunlara sıra ve nisbet tayininde muvaffak olan içimizde kaç babayiğit var? Sonra bir de tasarruf ve ikti- sat meselesi var. Bazıları yüz kuruş kazanırsa her türlü hayati mahrumiyetlere (o katlanarak ve şerefini yiyerek bu günün bir de yarını var diyor, seksen kuruşuna bir düğüm atıyor. Bir kısmı da (Ye, iç anma gamı ferdayı) yolu- nu tutarak kazancından fazla sarfiyat yapıyor. Iktisat ve tasarruf cemiyeti işte bu fena zihniyetle ve bu tarzda hareket eden ailelerin tarzı hare- ketile mücadele etmelidir. Ge- lecek olan tasarruf haftasında bu hususta propaganda yapılma- lıdır. A.H. Kız orta mektep talebesi ve öğle yemeği tatili Kızıltoprakta “Kadıköy kız orta mektep,, namı altında bir mektep var. Ekseri talebesini civarın kızları teşkil eden bu mektep, talebeleri öğle yemeği için evlere bırakmaz. o Talebeler (o mektebe ısınacak yemek (o götüremezler. Çünkü mektepte üç yüz talebenin yemeğini ısıtmak için ancak bir gazocağı vardır. Talebeler hergün peynir ekmek yemek mecburiye- Afrika da oturmakta idiler. Asi bir kuv- vettiler. M. Maunesmann, onları silâhların techiz etmişti. (Meşhur silah fabrikatörü) Zürk zabitleri, bu insanların başlarına geçerek, İngilizlere karşı onları isyan et- tirmişti. Hülasa, meselenin, şöyle, üstün körü, kulak dolğunluğile, farkın- daydım. Vapuruma, bir Alman jeneral o konsolosunu, bir arap İ binbaşısını Cemal beyi, bir kaç evde elektrik | münasip | arap askerini, bir haylı cepbaneyi, | silâhları, el bombalarını, bir kaç sandık altını aldım. Yol esnasında, dikkatı celbeden hiç bir harikülâdelik zuhur etmedi. Yalnız bir tek istisna ile: Kara görünmüşdü. o Uzakta, ateşlerin yandığı, dumanların gök- lere çıkdığı görünüyordu. Tam bu esnada, Weudlandt yanıma Her akşam ) bir hikâye v, ” ma Ahmet Mahir bey, o akşam karısına pek müthiş bir haber verdi. Müesseselerinin kasadarı kasadan kırk bin lira ihtilasta bulunarak kaçmış. Bu malumatı verdikten sonra, namuskâr bir memur olan Ahmet mahir bey ilâve etti; —Bizim kasadar Giyaseddin bey, altı silindirli bir otomobil almış. Kendikendine anlaşılır ki elbet, bu otomobili, yüz yetmiş lira maaşından biriktirdiği para ile almamıştı. —Otomobiline mi binerek kaçtı? Ahmet Mahir bey. — Bilmiyorum! - Dedi. — Asıl bilinmesi icap eden cihet budur bana kalırsa, Memur, karısına hayretle baktı. — Asıl bilinmesi lâzım olan bu mu? Ne münasebet? . Genç kadın, kocasına cevap vermedi. . İstihfafkârane sustu. Zahiren bir tek kişi olmasına rağman, . kadının içinde iki zıt şahsiyet çarpışıyordu. Bir taraftan: Muntazam bir ev kadını olan benliği; diğer taraftan da süse, âlâyişe heveskâr olan benliği... Erkek, ihtiyatsızlıkla kadının üzerine varıyordu : — Hele hele..? Otomobille gitmenin manası..? Bu sefer, Ahmet Mahir beyin zevcesi Melâhat hanım, ansızın, kocasının sözünü kesti: Şayet Gıyasettin bey, oto- mobilini de ( alıp (o kaçırmadise, sizin müessesenin patronu otomo- bili alacaktır. Onu sattıracaktır. Her halde, kelepir bir satış olacak. — Evet. — Peşin para verilirse, otomo- bilin daha ucuza alınabileceğini sanırım. Memur, karısına korku ifade eden bir nazarla baktı: — Bu otomobili almak niyetinde değilsin sanırım. — Niçin olmayayım? — Bizim vaziyetimizdeki insan- ların otomobilleri yok. — Otomobilimiz olmamak ka- bahat. — Peki amma, otomobilin parasını nereden vereceğiz? — Biriktirdiğimiz para var ya... — Canım, o para ehemmiyetsiz bir şey... Hem, o parayı biriktir- mek için akla karayı seçtik... Unutma... Dahasi da var: otomobil kullanmasını bilmiyorum.. — Benim otomobil kullanmak izin vesikam var... - diye genç kadın, büyük bir sükünetle koca- sına döndü. — Ne?... Ne?... Ne diyorsun? O ne vesikan mı var?... Kadının verdiği cevap, büsbü- tün esrarenğiz bir mahiyet arzetti: — Bundan iki sene evvel, sana haber vermeden tamamile tesadüfi olarak, imtihan geçtim; vesika aldım. Kadın, o otomo! kullanmağa yaklaşdı. Gayet müteheyyiç vazı yette bulunuyordu. — Ne oluyor? - diye sordum. Weudlandt, kendinden geçmiş vaziyetteydi. — Kaptanım! Araplar, kasaları boşaltıyorlar. Altınları aralarında taksim ediyorlar. Waudlandt'a rica ettim; Cemali bana göndermesini istedim. Çok geçmeden, Cemal göründü. Suratı asık bir haldeydi. Kaba kaba: — Ne istiyorsunuz - diye sordu. — Aşağıda paraları ne yapı- yorsunuz? — Paraları ne yaptığım benim vazifem... O paralar bana teslim edilmiştir. Size değil paradan ben mesulüm. — Paradan kimin mesul oldu- ğunu sormiyorum. Yalnız şunu soruyorum: Niçin sandıkları par- Ben Yorgana göre ayak uzatılmazsa namus tehlikeye girer İ arasında; taksim ettiniz? ——— fevkalâde hevesi olduğu için yolunu yaptığını uzun uzadıya, kocasına anlattı. Kocası da, bunun üzerine, dünyada, önüne geçilmez arzular bulunduğuna anladı; ve Melahat hanıma; — Pek âlâ, öyleyse... nasıl is- tersen öyle yap... - dedi. ii Genc kadın, tahmininde yanıl- mamıştı, Pek ehemmiyetsiz bir para vermek şartile, otomobili, üçte bir fiatına alabildiler. Kadın, bu mükemmel makineye sahip olunca, neş'esinden çıldıra- cak bir hale gelmişti... Oh, ne kolay şey'miş otomobil sahibi olmak, meğer... Halbuki, iş, bununla kalmadı. Evvelâ, garaj masrafı çıktı. Sonra benzin masrafı, sonra lâs- tik masrafı, sonra ufak tefek tamirleri masrafı. —Bütün bunları yapabilmek için bir çok fedakârlıklara boyun eğmek mecburiyeti hasıl oldu: Evvelâ, kocasının öğle yemeklerini lokantada yemeyerek evden sefer- tası ile yemek götürmesi... Sonra sofradan bir yemeğin kaldırılması, sonra, . hizmetçinin (o savulması, sonra, diğer ufaktefek masrafların kısılması... Hattâ, o ay zarfında, ev kiralarını bile veremediler... Atlattılar... Aradan üç dört ay geçmişti ki, karı kocanın iktisaden kımıldana- çak halleri kalmamıştı, Adam, otomobilin masrafından ne yapa- çağını bilemiyordu: Kâfirin zev- kine de doyum olmayordu hani... Vizzzt, çek Altınkum'a... Vıizzzt, çek Yeşilköy'e... Vızzzt, çek şu- raya, çek buraya... Lâkin, para- larda tamamile suyunu çekmişti.. Ahmet Mahir bey, parayı nere- den bulacağını bilemiyordu. Birgün, adam, düşünce içinde eve geldi. — Karıcığım! Bugün patron bana Gıyaseddin'in yerine kasadar olmaklığımı teklif etti. Maaşımın artmak ihtimaline rağen, bu tek- lifi reddettim. — Niçin ? - diye, genç kadın, hayretle kocasının yüzüne baktı. — Zira, korkuyorum... Paraya fevkalâde ihtiyaç var... Ben de, Gıyaseddin'in akıbetine uğrıya- cağım... Kadın, kocasının saçlarını ok- şadı. — Sen namuslu bir adamsın, öyle şey yapmazsın... — Doğru... Fakat, öyle vaz- iyetler, öyle ihtiyaçlar olur ki, namuslu adamlar da... - di Ahmet Mahir başını önünü eği Kadın, kocasını alnından öptü: — Haydi, kocacığım, sen kasa- darlık vazifesini korkmadan kabul et. Maaşın artsın... Bende otomo- bili muvafık bir fiata satmak işini üzerime alıyorum... > Bu suretle, namusun emniyete girer... Yor- gana göre ayağımızı uzatalım ki namusumuz tehlikeye girmesin. (Hikâyeci) çaladınız? Paraları adamlarınız Cemal, azıcık şaşırmıştı. Maamafih, birdenbire verdi: — Tekrar ediyorum: Paradan mesul olan benim! Kasalardan biri denize döşerse ne yaparız? Vapurdan (sandala (yüklerken düşebilir . Sandaldan düşebilir. işte bu sebepledir ki, parayı, adamlarım arasında taksim edi- yorum. Bir vaka olursa, böylelikle, bütün paranın kaybolmayacağına emin bulunacağım. Cemal'in gözlerinin içine baktım, — Dinleyin: Ben, paraları, ta- mamile tehlikesiz olarak karaya çıkarmağı tekeffül ederim. Arap, yüzüme hiddetli hiddetli baktı: —Buda ne demek?.. Nasıl olur da siz?... cevap (Arkası var)