16 Teşrinisani 1931 Roman tefrikamız: 95 16 Teşrinisani 1931 HİNT YILDIZI Yazan: |. F. Yogoda! medeniyetin, insanları havada uçurduğu ve deniz altında gezdirdiği bir sırada taştan mabutlara tapmak çok gülünç olmaz mı? Eve yaklaştım. Yogoda, pencerenin önünde beni bekliyordu. Ayağımın sesinden anladı sevinçle: — Seyyit, sen misin? Diye bağırdı. Koşarak yanına gittim. Boyu- nuna sarıldım, solgun yanakların- dan öptüm. — Her şeyi keşfettim, Yogoda! Yakında beni göreceksin! Merak etme! — Tılısımlı aynaya bakdın mı? — Baktım.. Ve mağazanın anahtarının yerini öğrendim... Yogoda sevindi... O kadar çok sevindi ki, o anda gözleri açılmış olsaydı bukadar gülmiye- cekti. — Şimdi ne yapacaksın, Seyyit ? — Mağazanın anahtarı Nita'nın çekmecesinde saklıdır. Bu çek- mecenin anahtarı da Nitanın boynunda asılı. Bu gece bu mes- eleyi mutlaka halledeceğim. — Evinemi gideceksin ? ve — Tabii... Uyurken boynun- dan anahtarı alup (oçekmeceyi açacağım... Yogodanın kaşları çatıldı. — Hayır, Seyit madamki bütün bu fedakârlıkları benim için ya- pıyorsun! Gece onun evine git- mene muvafakat edemem.. — Niçin..? — Nita uyanırsa, feryada baş- lar. Seni onun yatak odasında görenler bu sahneye tahammül edemezler ve derhal seni öldürür- ler. — Ne olursa olsun, Yogoda, ben bu gece o anahtarı oradan alıp mağareye gideceğim. Bu işi, bu gece, behemehal neticelendir- meliyim. — Neden bu kadar sabırsızla- nıyorsun? Madem ki anahtarın çekmecede saklı olduğunu öğren- dik.. Elbette bir iki gün zarfında ele geçiririz. — Ben bir iki gün daha bek- liyemem, Yogoda! oLamayanın babasını kurtaracağım. — Bu fedakârlığı, onu kurtar- mak için mi göze aldın? Yogoda bu sözü söylerken, ellerile yanında beni araşdırıyordu. Ben, ayakta, pencerenin önünde duruyordum. Hint yıldızının ne demek iste- diğini anladım. Tefrika numarası: Denizlere dehşet—————— ——— salan tahtelbahir Tekrar boynuna sarıldım: — Ben bu tehlikeli mücadeleye senin için girişim, o yavrum! ( Lamaya ) nın babasını senin için kurtarmak istiyorum. Sen : “Benim gözlerim bir ande şifayap ederl,, demedin mi? — Evet... Fakat, mabudlar acele işten hoşlanmazlar... — Burada, sizin taptığınız mabutlardan , şimdiye kadar, hiç birini görmedim , Yogoda! Ben kendi Allahımdan istimdat edi- yorum. — Buradaki mabudlar seni taziz ettiler, Seyyit! Onların ga- dabınada uğraya bilirdin| — Ben, insanların oyarak vü- cuda getirdikleri bu taştan heykellere tapacak kadar budala değilim, Yogoda! Hadisat beni bu derekeye düşürdü. Ben, seni, Hindistandaki taş mabudlara tercih ederiml Sana taparım!l Fakat bu taş parçalarına eğilmekten usandım, Yogoda! medeniyetin, insanları havada uçurduğu ve deniz altında gezdirdiği bir asırda taştan omabudlara tapmak çok gülünç olmazmı? Bahusus sen, Yogada... Sen ki, az çok okumuş, bu Bombayda medeniyetin eser- lerini, harikalarını görmüş akıllı bir kızsın! gök yüzünde uçan bir tayyarecinin buraya gelerek, Mu- yalılara kendini yeni bir mabud diye tanıtmadığına hayret ediyo- rum. Zeki bir tayyareci için bu havaliden, bir kaç ay zarfında bir kaç milyon İngiliz lirası top- layıp gitmek güç bir iş midir? Muyalıların, sihirbazları istisna edilecek olursa, umumiyetle çok saf ve batıl itikatlara saplanmış cahil insanlar olduğunu benden iyi bilen Yogoda, sözlerimden müteessir olmuştu. Oyle ya. Yirmi senelik itikatları bir insanın kalk binden ve kafasından bir ande koparıp atmak kolay mıdır? Mamafih, Yogoda, son günlerde mabutlara karşı isyankâr bir vaziyet almamış değildi. Vaktile bir çok mabutlara yüzlerce, bin- lerce kurban hediye ettiği halde hiç birisi, onun gözlerini muha- hafaza edememişlerdi. Ve ben ona her gün ayni şeyi söyliyor- dum. — Bu kadar güzel gözlare malik olan genç bir kadın neden hiç bir mabut tarafından himaye edilmesin? (Arkası var) 16 Teşrinisan! (| 1931 et Bir Alman bahriyelisinin hatıratı Muharriri: Max Valentiner Ertesi gün, umumi bir gezinti yapacaktık ki, bundan yakayı sıyırmamın imkânı yoktu. Maria, kendisini ziyaret etmekliğimi istedi. Garip bir sevki tabii ile, dima- ğımda, olmayacak plânlar hazır- dım. — Peki -dedim.- Gelirim.Fakat, gece yarısından sonra gelmem kabil değil. Ispanyol memleketlerinde, genç kadınların hürriyeti, bizim Alman- yada genç kadınların hürriyetine nisbetle çok mahduttur. Gerçe, Maria'nın akrabaları, çok hürfikirli insanlardı; fakat, geniş mezhep- Mütercimi : (VA - NÜ) lilikleri, kızlarını geçe yarısından sonra sokağa salıvermek derece- sini bulmayordu. Buna rağmen, aşk, dahidir, dahi... Herkes bunu bilir! Genç kız, bana dedi ki: — Odamın yerini biliyorsun. Balkondan aşağıya bir ip sarkı- tırıml Bahçemizin kapısı da, bu akşam açık kalacaktır. Ertesi gün, tenezzüh günüydü. Bütün gün, eşekle dolaştık. Gü- meş altında piştik, mahvolduk. Ancak geçeleyin geri dönebildik. Bir motör tarafından çekilerek gemimize geldik. Önceden lâstik | cudiyetimi Şu demir köprüye dayanarak, sabahtan akşama kadar şu pençereye bakan delinin kim olduğunu elbette merak etmişsi- nizdir. Ne acınacak hali var, değil mi? merakı nekadar tahrik ediyor. Üstü başı yırtık pırtık; — ayakkapları patlak, topuk taraf- larından yenik, çamur içinde; — çıplak başında saçları karma ka- rışık olmasına rağmen, — hattâ, yüzünde, deliliğin bariz bir ifa- desi okunmasına rağmen, — bu adamın, geniş alnından, bilhassa yanaklarının ve göz etraflarının çizgilerinden, alelâde bir deli olmadığını farkediyorsunuz, değil mi? Hakkınız var. bir deli değildir. Eskiden, akıllıydı, münevverdi... Kısacasi, mühendisti... Mühendisl! Mühendislik, palavra kabul etmi- yen bir münevverlik şubesidir. Şarlatanlık mühendislikte sökmez. Ediplikte, avukatlıkta, hattâ dok- torlukta az çok şarlatanlık yapı- labilir belki. Ama, mühendislikte? Bu deli, alelâde Aslâ... Çünkü insanın yaptıgı köprü yıkılır... Netekim, bu biçare delinin, üzerinde bulunduğu ve parmaklıgı- na dayandıgı demir köprü, vak- tile, sıhhatta iken, kendi yaptıgı köprüdür. Görüyorsınız : o Münevver bir adamdır o... Daha doğrusu, mü- nevver bir adamdı... Zira, şimdiki halinde, değil köprü yapmak, hattâ bu köprüyü yaptığını hatır- lıyacak vaziyette bile değildir. Dımağına bir fikir saplanmıştır. Kocaman kara kalın bir temel çivisi, narin tahta üzerine kaba- casına çakılınca, o tahtayı nasıl çatlatır, parçalarsa, fikri sabit de, mühendisin dımağını öyle burdu- haş etmiş; onu bu şeklüşemaile sokmuştur. Karşıki pencereye melül melül baktığından anlıyorsınızdır; mü- hendisi bu hale sokan fikri sabit, aşktı |... Karşıki ev, direktörün metre- sinin Jevidir. O pencerede, genç kadın, arada sırada görünür. Işte mühendis, o kadını pencere- de görebilmek ümidile burada duruyor. Belki, bunun kendi de farkında değil... Eski bir itiyadın sevkile bunu yapıyor. Genç kadın, erkeğe bir hafta kadar bir “ Binbir gece masalı, yaşattıktan sonra, onu bu hale getirmiştir. Fabriktörün metresi, bir akşam, âşıkının büyük sırrına vakıf olmuş: Fabrikatör, başka bir kadınle münasebettar... bir daktilosu ile.. bir mahfaza içinde hafif bir elbise hazırlamıştım ki, bu elbiseyi ge- mide giyerdim. gemide, bütün saat başları, kampanalarla haber verilir. Arkadaşlar, saate falân bakmadan,hemen yatup - sarhoşun sızması nevinden - uyuyu verdiler gündüzkü yorucu gezintiden ode- rece bitkin bir baldeydiler. Ben, hamağıma yattım ve Mar- ia'yı düşünmeğe başladım. Vakit, bana, nihayetsiz derecede uzun göründü. Nihayet, altı kerre dur- du. Bu, on ikinin olması demekti. Bunun üzerine, hamağımdan sıçradım. Bütün arkadaşların de- rin bir uyku içinde oyuduklarını tahkik ettim. Geceliğimi çıkardım. Güverteye çıktım. Oradan, ipe tutunarak suya indim. Yavaş- çecik, yüzmeğe başldım. Su, ay- dınlıktı. Hele ben, yüzerken, etra- fımda (OYakamozlar çıkıyordu. Lâkin, taliim varmış. Benim mev- kimse bir | İ Her akşam | iv | bb wee | Kıskandırma aleti | Hattâ, hattâ belki de unu sevdi, seviyor gibi bir şey... Hattâ, hattâ belki de, daktilo çok geç- meden onun yerini tutacak.. O akşamdan tezi yok, genç kadın, evinin kapısını derhal fabrikatöre kapamış.. bir hafta müddetle ne dışarı, ne içeri.. Ancak bir hafta sonra, şehir namına verilen baloya, yalnız başına gitmiş... Fabrikatörün metresi... Işitme- dinizmi efendim? Görmedinizmi efendim? Köpük gibi lüle lüle, sap sarı altın saçlı, yeşil gözlü bir kadın... Endam endam bu kadındadır... oturmak, konuşmak, eğlenmek yemek yemek, içği içmek meclisaralık etmek san'ati bu kadında... Bu kadin, baştan aşağı bir incelik... Bütün şehir, bu kadının zerafetine karşı par- makta... Zaten, “ fabrikatörden ayrıldı, ayrılacak, darıldı, darılıyor ,diye dedikodularda ortalıkta çalkanı- yor. Balonun ne kadar kendine (ve bilhassa kesesine ) güvenen huvarda erkeği varsa, bu nadide kadının etrafında dönmeğe dolaş- mağa, onu kendi taraflarına imale etmeğe başladı. Kaç kişi, ama kaç kişi, bütün varını yokunu madiyatını maneviyatını onun uğ- runda fadaya hazır.. Fakat, genç kadın, o akşam, hiç, ama, hiç kimseye ehemmiyet vermedi. Kendisine söylenen her kompiliman, onun mizah kalkanı- na çarptı; nufuz edemedi. Genç kadın, sade bir insanla, bir tek erkekle bütün balo imti- dadınca meşgul oldu: Şehre yeni gelen bu mühendisle... Mühendis, ömrünü mesleğine vermiş, bir gençti. Kadın mes'e- lesi, hayatının ikinci veya üçüncü planında kalmıştı. Lâkin, direktö- rün metresi hangi erkekle meş- gul olur, hangi erkege parmağını dolardı oonu” kendi peşine döşüremez... Çok geçmedi.. Kadının çok oğraşması lâzım gelmedi: Mühen- dis, deli gibi, divane gibi, kadına âşık oldu.. ve kadın, ona, dünyada, bir kadının bir erkeğe göstere- bileceği en büyük merbutiyeti gösterdi. Ona, tam bir hafta, tam bir hafta, dünya zevklerinin en harukulâdesini tattırdı. Ve iki âşık, gündüzleri, şebrin en kala- balık, en göze batan yerlerinde, mesut çifte kumrular gibi, burun buruna, dudak dudağa dalaştılar.. Gözleri, biribirlerinin gözleri içinde... Bu aşk macerası, tam bu şekilde devam edip dururken ve o gün yine buluşmaları, yine birlikte Zira, kimse, böyle bir mace- ranın bir kimse tarafından başa- rılacağını düşünmemişti . Moltke'nin kıçı karaya doğru teveccüh etmişti. Buda benim için pek elverişlidi. Zira, onu, böyle boyunce takip ederdim. Uzaktan, Luce'nin ışıklarını görüyordum. Gemilerden (uzaklaşınca, bütün kuvvetimle oyüzmeğe başladım. Yüzdüğüm esnada aklım fikrim köpek balıklarındaydı. Bunların, ne müthiş canavarlar olduklarını bilirsiniz. Civarda sık sık görü- nürler; felâketlere sebebiyet verir- lerdi. Allaha şükür olsun ki, Kö- pekbalığına filân tesadüf etmedim. Yarım saat kadar yüzdükden sonra, sahile ulaşdım. Sudan çık- dım. Lastik mahfaza içinden ha- fif elbisemi oçıkartdım derhal sırtıma geçirdim. Dar sokaklardan geçerek, sev- | boyladım. Aralık | farkedemedi. | bırakılan bahçe kapusundan içeri gilimin evini Sahife 2 Karışık bir dava! Herkes mesuliyeti birbirine yükletiyor Ahiren Fransanın Nogen -le Rotru kasabasında “it ite itte, kuyruğuna,, darbi meselini andı- racak çok tuhaf bir davanın rüyetine başlanmıştır. Nogen-le- Rotru kasabası doktorlarından biri, müşterilerinden' birini elek- trikle tedavi (ederken, cereyan kesildiği cihetle, sulh mahkeme- sine müracaat ederek elektrik çereyanını veren şirket aleyhine 500 franklık bir tazminat davası açmıştır. Şirket, kasabaya tevzi ettiği cereyanı o civardaki sınai fabrikalardan (o birinden (aldığı cihetle, ondan, fabrikada asıl cereyanı istihsal eden şirketten dava açmıştır. Şirket te cereyanın kesilmesinde, bir yortu esnasında, top atılmasını emreden belediye reisinin mesul olduğunu, belediye reisi de, vakıa, yortu münasebetile top atılmasını emretmiş isede kabahatın topları fena bir surette endaht ederek elektrik telinin inkıtana sebebiyet veren topçu kumandanına ait bulunduğu, kumandan da mevkii iyi bilmediği cihetle, kendisine yanlış bir mevki gösteren kır bekçisinin mesul tutulması lâzım geldiğini iddia eylemiştir. Kır bekçisi bu sırada vefat etmiş olduğu cihetle, sulh haki- minin bu davanın içinden nasıl çıkacağı büyük bir merak ve alâka uyandırmakta. gezinmeleri önceden kararlaşi mışken, mühendis, kadından bir mektup aldı: “ Aramızda, ber şey bitti...,, Niçin? Sebep? Ne oldu birdenbire? Acaba, erkek, genç kadına karşı bir hürmetsizlilk mi yapmıştı? bir kabahati mi vardı? — aşkları farkına varmaksızın işlenen bu hörmetsizliği, yahut lâalettayin bir kabahati affettirecek kadar yük- sek değil miydi? Hayırl.. Zira, kadının mühendise karşı vaziyeti, ancak onu aldatmak, onu kendine alet etmek vaziyeti idi. Genç kadın, fabrikatörü kıs- kandırmak suretile gene kendine avdet ettirmek isteyormuş. Onun ne kıskanç ruhlu insan olduğunu biliyormuş. İşte, muvaffak ol muştu. /Fabrikatör ona avdet etmişti. Şimdi, âletin ne ehem- miyeti olurdu? Mühendis atılmıştı. İşte, netice... Oğlan bu hale geldi! Mütercimi: (Hikâyeci) girdim. Zaten bahçeyi adam akıllı öğrenmiştim.Biliyordum. Doğrusu, harici şeklimle epice gece hırsızına benzemekteydim. Bilhassa, bahçenin içine girip te ipe tutunarak balkondan yukarı çıktığım esnada.. Maria, lâakal benim derecemde heyecanliydi. Beni önünde gördü- ğü vakit, rahat bir nefes aldı. Beni behemehal yanında alıkoy- mak istedi. Gündüz olunca san- dalla döneceğimi söyledi. Akrabası beni onun yanında tesa- düfen keşfederlerse söyliyecekleri sözler, ona tamamile ehemmiyet- ten âri görünüyordu. Buna rağ- men, benim dimağımda müvazene kaybolmamıştı. Zekâmla hareketi daha muvafık addettim. Pek ça- buk geçen iki üç saat sonra, hâkiki saadetten bir nebze tattık- tan sonra, göz yaşları içinde biribirimizden ayrıldık. ( Arkası var )