> 13 Teşrinisani 1931 anem men Roman tefrikamız: 92 13 Teşrinisani 1931 HİNT YILDIZI Yazan: İ. F. Yerde canlı bir iskelet (yatıyordu. Yanına sokul- dum. Iskelet haykırdı: “ Dışarıya çıkl,, Acaba, sihirbaz bu adam mıydı? — Gözlerimin söndüğünü gör- düğün halde, beni hâlâ sevdiğini, sevebileceğini söyliyorsun, değil mi? — Ben senin ruhunu seviyorum, Yoğodal Hint yıldızı gülümsedi: — Her zaman cazibesinden bahsettiğin gözlerimi bir daha görmek istemez misin ? — Gözlerini her zaman göre- &eğim.. Sen yanımda değil misin? — Fakat, ben seni görmiyorum, Seyyit | Ben dünyayı göremiyo- rum. Yoğoda birdenbire ayağa kalktı: — Beni bu hâlimle, bu görmi- yen gözlerimle sevdiğine, benden nefret etmediğine çok memnun oldum, Seyyit! Gözlerimin, tekrar seni ve dünyayı görmesini arzu «der misin ? — Elbette isterim, oYoğodal Bunu sormağa lüzum var mı? — O halde biraz mücadele etmeğe katlanacağız.. — Kiminle..? — Nita ile.. — Ben istersen onun vücudunu bile ortadan kaldırırım, Yoğodal Bu, benim için, ayni zamanda bir izzeti nefis meselesidir. Benim gibi dünya görmüş bir adam, Muya ormanlarından dışarıya çıkmamış bir kadına nasıl mağlüp olur? — Onun vücudu şimdilik bize lâzımdır, Seyyit! Babasının mah- pus bulunduğu mağarayı öğren- mek için, evvelâ, aynaya bakan sihirbazın evine gitmeli, yerini öğrenmelisin! — Bu sirbaz nerede bulunur? — Mukaddes Fil'in bulunduğu orman methalinde, ufak bir ku- lübede.. — Herkese bakar mı? — Iyi ki sordun! Sihirbaz çok sert bir adamdır. Fakat sen büyük mabut tarafından iltifat görmüş bir aziz olduğunu söyler- sini Işini derhal görür. (Lamaya ) nın babasının mahpus bulunduğu mağarayı (öğrendikten (sonra yapılacak bir iş daha var: Nitadan, mağaranın anahtarını çalmak. — Yerini ögrenmek kâfi degil mi? Anahtarane lüzum var? Ka- pıyı kırar, ibtiyarı kurtarırız. — Kabil degil. Mağaranın kapı- sında muazzam bir taş varmış. anahtar, bu taşın üstündeki deliğe sokulup dokuz defa çevrilecek- miş. Ondan sonra, taş yavaş yavaş sağa doğru açılırmış. — Ya kapanırken...? Tefrika numarası: 53 Denizlere dehş salan tahtelbahir — Kapanırken de ayni suretle, dokuz defa çevrilir ve kapı kendi kendine kapanırmış. — Bu esrarengiz mağara hangi devirden kalmış acaba? — Burada Muyalılardan iki bin sene evvel İ/ndiralılar varmış. Bunlar semaya mensup mablük larmış. Aralarında cezaya müsta- hak olan habis ruhları hapsetmek için, yer altında bu mağaraları vücuda getirmişler. — Bu malümatı sana kim verdi, Yoğoda? Nitadan öğrendim. Bir gün bana, babasının esrarengiz bir mağarası olduğundan ve bu mağa- rayı Muyalılar arasında hiç bir kimse bilmediğinden bahsetti, Günün birinde kabile reisliğini ilin ederken, bu mağarayı da yeni mucize gibi (meydana çıka- racakmış. Maamafih, bu havalide iki bin sene mukaddem İndira- lılar m yaşadığına bakılırsa, bunun gibi, etrafta pek çok mağara bulunması ihtimali vardır. pi Sihirbazın önünde (Büyük mabud) un yolu üzerin- deyim.. Sihirbazın çatısı yıkılmış ufak kulübesi önünde durdum. Burada, sihirbazı (o bulacağım.. Aynasına bakıp esrarenğiz mağarayı keşf- edecek.. Ondan sonra Nita ile mücadeleye başlayacağız.. Ondan anahtarı alıp mağaranın kapısını açacağız.. Lamayanın babasını kurtaracağız. Bu adam (Yoğoda) nın gözlerini iyi edecekl Arap saçı gibi birbirine bağlı, ne karı- şık işler, yarabbi! Başımı kulübeden içeriye uzat- tım. O ne?! Yerde kuru bir insan iskeleti.. Gözleri ışıldıyor. Hem de ışıl damak! Kuru bir kafanın içinde iki elektrik oampulü yaniyor sandım. Fazla düşünmeğe, sağa bakınmağa meydan kalmadı. Ince bir ses: — Dışarıya çık!.. Kendi kendime: — Sihirbaz bu olacak galiba... diyerek bir adım daha iler- ledim. Hintli fakirlerin hemen hepsi de böyle iskelet gibi sıska, cılız mahlüklardı. — Ben büyük mabut tarafın- dan geliyorum, hazret! (Arkası var) sola 13 Teşrinisani | 1931 e — — Bir Alman bahriyelisinin hatıratı Muharriri : Max Valentiner Mütercimi : (Vâ - Nü) Madare'ye bir günlük mesafeye geldiğim zaman, hava, bozulu- verdi. Kânunu evvel ayındaydık. Mutedil kalması lâzım gelen bu iklimde bile, kar yağıyordu ve hava buz gibiydi. Karşı tarafı- mızdan doğru, ölü dalgalar geli- yordu. E Henüz akşam üstü iken kendi kendime düşünüyordumki, aca- ba, bu O bavada, kendimizi çektirerek O yolumuza (o devam edebilir miyim? Saat ona doğru, fırtına arttı. Suya batmış ve yo- rulmuş bir halde kabineme çekil- diğim vakit, kendimi yorgun hissettim. Aziciık dalmıştım ki, nöbetçi zabitim geldi ve vapurun gittiğini bana haber verdi. Derhal güverteye çıktım. Gecenin karanlığı içinde göz- lerimle etrafı görmeğe uğraştım. Nöbetçi zabitimin bakkı yardı. Vapur, dalgalı denizden istifade ederek bizden kaçmak fırsatını bulmuştu. Bittabi, azim su dalga- larının ortasında onu arayıp bul- mağa ne lüzum, ne de ihtiyaç vardı. Kaptan Gotthosin bu işi, pek hoşuna gitti. — Hele bakın! -diye kahkaha- Ahmet Ferit bey, o gün, yazr- hanesine girince, masası Üzerinde bir mektup buldu. Zarfta adresin tepesine doğru, kalın bir hatla: “Hususi ve gayet mahremdir!, ibaresi nazara çarpıyordu. Ahmet Ferit, meseleye biç te fazla ehemmiyet vermeden mutat işlerine girişti. Birkaç yere tele- fon edecekti, etti. Neden sonra zarfı yırttı. Zarfta, içinde çıkan mektup ta makineyle yazılmıştı. Ne tarihi vardı, nede imzası, Ahmet Ferit bey, şu satırları okudu: “Karınız sizi aldatıyor. Şayet verdiğim habere inanmazsanız, ba akşam saat dortte Sıraservi- ler'de, rum kilisesinin cıvarında bekleyiniz, , Genç adam, hayret içinde, mektubu bir kaç defa okudu. Sonra, gülümsemeğe başladı. Omuz silkti. Esrarengiz mektubu sepete attı. Maamafih © gün zarfında, meşum çümle, musallat sinek gibi zihninden uzaklaşamadı bir türlü.. “Karınız sizi aldatıyor..,, Olur iş degil. Kurduğu aile, ailelerin belkide en harukulâdesidi. Evli bulunduğu altı senedenberi, ufacık bir leke, bir şübhe lekesi, saadetlerini gölğelendirememişti. Karısı Emine güzeldi, gençti, itimadı celp için ne yapmak lâzımsa hepsini yapıyordu. Tema- mile onunmuş hissini veriyordu. Fakat bu mektup?... Hem hayret... Ahmet Ferit'in aklına (o birdenbire (geliverdi. Genç kadın, koçasına, işine gittiği sırada, o gün sormuştu: — Gidiyormusun? . — Evet... Hergünkü gibi... — Bugün, öğleden sonra yapa- cağımı bana sormadın? — Yapacağın şeyler malüm. Öte beri almağa çıkacaksın. Sonra, bir yerde çaya Zideceksin. Şimdi, Ahmet Ferit, hatırlı yordu: Genç kadının yüzü, birden- bire sararmıştı. Sonra, dudakla- rında bir tebessüm hasıl oluver- mişti. — Senden... Ve benden emin- sin, değil mi?.. Seni asla aldat- madığımdan... Gülüşerek ayrılmışlardı. Delikanlının kalbini, şimdi, şüphe kemiriyordu. Zaman geçtikce, imzasız (mektubun kelimeleri, dimağında, daha derin intibalar hasıl ediyordu. Hiyanetin imkânsızlığı hakkında ne derece mantıkı delâil düşünüp bulsa, fayda vermiyordu. Vakit muayyendi: Saat dörtte... Yer de muayyendi: Rum klisesinin köşe- sinde... larla gölüyordu. -Bizim çocukların bu derece zeki olabileceklerini hiçte (o zanetmezdim. o Onların yerinde olsaydım, bende aynı şeyi yapardım. Vapurun kaçması neticesi, gayet nahoş hadiseler olabilirdi. Şayet bize Madere'ye gitmezden evel Cebeli Târik'e varırsa, Madere'ye kabloyla haber verilirdi. Binaen aleyh, fırtınaya rağmen, benim acele etmem, son suratle gitmem icap ediyordu. Hesap ettim ki, saat tam suratle yolu alırsam, Norveçli Cebeli Tarike varmazdan evvel ben Madereye varırım. Ertesi sabah, hava iyileşti. Buna rağmen, dalgalar, hâlâ geminin (Üzerinden geçiyordu. Vapurun üzerinde, herkes, vazi- feleri başına kendini bağlamıştı. Makine dairesine henüz inmiş | bulunuyordum. OGüğertede sırık- Mei Imzasız mektup Sahife 9 Nasıl olurda vurdum duymazlık edebilirdi ? Saatına baktı ve yerinden sıç- radı: Dörde çeyrek var... Bir çeyreğe kadarl, oraya, ran- devu mahalline gidecekti. Onlara orada rastlıyacakmı idi? Bir reza- let çıkacak mı idi? Hayatı, saa- deti, aşkı, bir daha tamir kabul etmez tarzda yıkılacakmıydı? Hiddetinden köpürdüğünü küp- lere bindiğini hissetti. Saadetin- den aslâ mücadele etmeksizin vaz geçmiş olması gayet büyük bir omanasızlıktı. OGülünçlüktü. Enayilikti. Belki, gülünç ve enayi mevkide bulunduğunu, daha şim- diden pek çok kimseler biliyordu. Dostları şüphesiz ki, arkasında alay ediyorlardı. Birdenbire, yerinden kalktı. Yazıhanesinin bir gözünü açtı. Orada bulunan eldivenleri aldı, parmakları, souk bir şeye rastladı. Bu, eve geç döndüğü vakit üze- rine aldığı bir tabancaydı, Silâh, tabii surette çebine giri- verdi. Bir otomobile atladığı gibi, doğru beyoğluna çıkdı. (Gözlerini kapatıyordu. Bir şey görmemek istiyordu. Zihnine, maziye ait hiç bir hoş hatıra gelmemesi için dişlerini sıkıyordu. Bu mektup, belkide, bir memu- runun intikam için gönderdiği mektupdu. Yahutda kıskanç bir İnsanın kaleminden çıkmaydı. Bir kaç dakika sonra, bir kaç saniye sonra, hakikatı öğrene- cekdi. Şayet Emine randevu maballin- deyse.. Şayet.. Şayet.. İşte ozaman Otomobil durdu. * Mihaniki (surette, o şoförün parasını verdi. Klisenin bahçesine gülle gibi girdi. (Parmaklığın arkasına gizlendi. Köşe başı, oradan görünüyordu. Gelenler geçenler o epiyceydi. Aralarında kadınlar, erkekler de vardı. Amma, karısı, bunlar me- yanında değildi. Ansızın, titreyiverdi. Ta ötede, köşe başında, karı- sını görüvermişti. Orada durmuş, bekleyordu. Arkası dönüktü. Fa- kat, elbisesinden, © vücudunun, ensesinin şeklinden tanıdı. Oydu... O... İki sıçrayışta, karısına yaklaştı. Omuzuna dokundu. Kadın, niçin sarardı ? Bir baş- kasını beklerken , kocasile kar- şılaştığı için mi? Göz göze ba- kıştılar. Tek kelime taati etme- diler. Saniyeler geçti. Fakat, nede olsa, bu süküte bir nihayet ver- mek lâzımdı. Bu sükütu, delikanlının ağzı sıklam ıslanan elbiselerimi kuru elbiselerle tebdil etmek üzerey- dim ki, yukarda müthiş bir gürültü oldu. Vaveylalar koptu : — Denize bir adam düştü! - diye sesler işidildi. Ayni sayhayı vapurda herkes tekrarladı. Taki, tahtelbahirde kaç kişi varsa meseleden haber alsın da, vazifesini ona göre idare etsin diye... Derhal emir verdim: — Makineleri bütün kuvvetile geriye doğru işletin! Çırıl çıplak vaziyette göverteye fırladım. — Denize kim düştu? - diye haykırdım. Nöbetçi zabitim cevap verdi: — Hiller düştü. Hiller, yani, sadık emirberim... Kendisini, birkaç gün evel küçük zabitliğe terfi ettirmişdim. Ingiliz ölüyor.. Hintli olarak tekrar dünyaya gelecekmiş Teosfistlerin o reisi ve Hintli mililiyetperverlerin sabık lideri madam Avui€ Besant üç hafta- danberi Madras civarında Adyar da ağır surette hasta yatıyor. Madam Besant bir gün hususi kâtibi Mr. Jinaradasayi nezdine davet ederek şu tebliğatta bulun- muştur : “ Artık dünyadaki ovazifem nihayet bulmuştur. Fakat pek yakında Obir Hindu (olarak tenasüh ederek tekrar dünyaya geldiğim zaman gayet büyük bir Hindistan vücuda getirmek me- saisine devam edeceğim. , Öbür dünyaya Ingiliz olarak gittikten sonra dünyaya Hindu olarak geleceğine iman eden M. Besant şimdi 84 yaşındadır. “ New India ,, yani Yeni Hin- distan gazetesinin baş muharriri- dir. Bu kadın teosofizmi kabul etmezden evvel sosyalist konfe- ranscısı idi. Bir zaman terki işgal reisi idi. Madam Besant bütün dünyayı dolaştıktan sonra madam Blavatski tarafından teosofistliğe ithal edilmişti. değil, tabancasının ağzı ti. Tabancanın patlamasile, genç kadının yere camit bir cisim gibi yuvarlanması bir oldu. Ahmet Ferit, ancak bir kaç gün sonra, kefaletle adaletin pençesinden kurtuldu ve Emine- nin yattığı sihhat yurduna kabul edildi. Doktor: — Yara hafif! - diye ona iza- hat verdi. - taliiniz varmış ki iyi nişancı değilmişsiniz. Kurşun; sol kolu sıyırarak geçmiş... Karınız sizi dava etmiyor... Ahmet Ferid'in boğazına bir hıçkırık takıldı. Vahşice hareke- tinden sonra bu derece şefekat, onu mütehassis etmişti. Beyaz çarşaflar içinde soluk bir halde yatan karısına yaklaştığı vakit, genç kadın gözlerini açtı. Erkek: — Beni affediyor mısın?. Diye sordu. — Evet... Öyle mesudum ki... Beni seviyorsun. Ahmet Ferit, şaşırdı. Buda ne demek? — Söyle.. O randevu?.. O ya- bancı erkek.. — Randevu felân yok.. Yabancı erkek te yok.. Bana karşı mu- habbetinin (azaldığından (öyle korkmuştum ki, o imzasız mektubu sandım. Hiller, yüzmesini bilmezdi. Evet, bundan emindim. Dağlar kadar muazzam dalgalar arasında kaybolmuştu. Bu sırada, makine, suyu kamçilayarak, geriye doğru işlemekteydi. Gemi, arkaya doğru gitmeğe başladı. Uzakla- şup Hiller'in bulunduğu yerden ayrılmamak için stop ettim. Tam stop ettiğim sırada, suyun üzerinde emirberin başı göründü. Adamlarım, “Hurra, diye bağrışarak, arkaya koşuştu- lar. Hiller'i yukarı çıkarmağa muvaffak oldular. Köşke kendini bağladığı halatlar, hâlâ belinin etrafındaydı. Parmaklarından bir tanesi kırılmıştı. Dalgalardan biri, onu, bulun- duğu yerden kopararak almış, götürmüştü. ( Arkası var ) Güle ğe eni mil