10 Teşrinisani 1931 — Akşam yi Roman tefrikamız: 89 10 Teşrinisani 1931 e e a eksi > ——— —— - > Sahife > j Her akşam i Z — Bari, merdiveni çek de çı- bir bilâye | Dalyanda bir hâdise m > ni HİNT YILDIZ iL Yazan: O gece, mukaddes çiçeklerden birinin köküne, birdenbire, zehirli bir iğne saplandı. Meydanda kimseler yoktu.. Yogoda emekliyerek pencereye koştu! Çiçekleri kurutan el..? Gece yarısı, Yogoda, gözleri kapalı, yatıyor. Oyuyor mu,yoksa beni mi bek- liyor? Bilmem... Pencerenin önündeyim. Yerdeki Çiçeklerden gözlerimi ayırmıyorum. Çiçekler... Hayatımızı zehirleyen, istikba- mizi söndüren sıbırlı çiçekler... Onları bekliyorum. Onların, her gece, nasıl sönüp kuruduğunu göreceğim.. Baş başa vermiş üç çiçek... Nemli havalarda titreşen öksüz çocuklar gibi, her şeyden bihaber.. yahut her şeyden haberdar, ka- ranlıkta birbirlerine göz kırparak fısıldaşıp duruyorlar. Mukaddes çiçekler, her gece, tabiatın kucağında, kendi kendine kuruyorlarsa, benim pencerede bekleyişimin ne faydası olacak? Tabiatın esrarıni ben nasıl keşf edebilirim? Uykum var.. Gözlerim kapanıyor. Gece yarısı oldu. Guruptanberi pencerenin önündeyim. Sabaha üç saat kaldı. Biraz daha taham- mül edersem, belki bir şe f- edebilirim, Ve Yanılmıyorum: Çiçekler hâlâ baş başa.. Hatta omuz omuza.. Müselles bir zaviye halinde ayakta duruyorlar. O ne?! Çiçeklerden birinin köküne ufak bir böcek kondu. Uzandım. Dikkatle bakıyorum, Hayır.. Böcek değil ! Çok eyi görüyorum: Ucu tüylü bir iğne.. Bombayda mis (Lili) nin omu- zuna atılan zehirli iğne | Pencereden atladım. Etrafta kimseler yok. Hattâ en ufak bir gölğe bile... Bir ağaç dalının ucile, vurulan çiçeğin dibindeki iğneyi çektim. Her zamanki iğne... O meşum iğnel ( Yogoda ) nın ensesine saplanan zehirli iğnel Zavallı çiçek.. Derhal, kalbinden yaralanan talisiz bir insan gibi, boynunu büktü, Rengi sararıyor.. Saniyeler da- Killa kalp oldukca, kadife gibi parlak, mini mini yaprakları bü- zülmeğe başladı. Tefrika a numarası: 50 Denizlere dehşet——— salan tahtelbahir Pençerenin önünden seslendim: — Yogoda...! Yogoda...! Çiçek- lerden birisi daha öldü.. Yogoda cevap verdi: — Kendi kendine mi Yoksa öldürdüler mi? — Öldürdüler, Yogoda! Öldür- düler... Onu, gece yatağında uyu- yan masum bir insan gibi, zehir- liyerek öldürdüler. Yogoda yatağından fırladı ve küçük çocuk gibi yerde emekli- yerek pencerenin önüne geldi: — Meydanda kimseler yok mu, Seyyit? — Kımıldayan hiç bir gölge yok. Bu meçhul eli mutlaka keşf- etmeliyim, Yogoda! — Kim olduğunu etmedin mi? — Bu iş tahminle olur mu, yavrum? Ben dündenberi Nitadan şüpheleniyorum. Fakat... — Şüphende çok isabet var! Çünkü, cıvarımızda ondan başka biri, bu iğneleri kolaylıkla tedarik ve istimal edemez... Zehirli iğneleri muvaffakiyetle kullanmak için,çok uzaktan nişan almak lâzımdı. o Komşularımız arasında (Lamaya) nın hemşiresin- den başka meşhur bir iğne nişancısı yoktu. Bu hadise, bana, birçok hadise- lerin iç yüzünü öğretmeğe vesile olmuştu. Bir gün evvel (Yoğoda) nın ensesine bir semti meç- hulden gelen o meş'um iğnenin de kimin tarafından atıldığını keşfetmekte güçlük çekmedim. Beş dakika içinde, müteverrim bir kadın gibi, sararıp golan bu zavallı giceği kökünden çıkardım ve zehirli iğne ile birlikte bir beze sararak içeriye getirdim. Hiddetimden yumruklarımı sıka- rak mütemadiyen bağırıyordum: — Aylardan beri bizi tazip eden bu saadet hırsızını mutlaka gebertmeliyim, Yogodal (Arkası var) ŞE İstanbul 2 inci icra memurluğundan: Bir borçtan dolayı mahcuz ve satılma sı mukarrer Galatada, Mader hanında Xo, 15 de koltuk, yazıhane takımı ve iskemle gibi eşya 14/11/931 tarihine müsadif cumartesi günü saat 12-13 de bilmüzayode satılacağından talip olan- ların yevm ve saati mezkürda mahal linde hazır bulunacak memuruna müra- caatları ilân olunur. 10 Teşrinisani içeriye öldü? tahmin 1931 Bir Alman babriyelisinin iyelisinin hatıratı Muharriri : Max Valentiner Hakiki verdiği vesika mevadile geçinmeli imiş. Diğer alman'lardan farksız olmalı imiş. Iddia edebilirim ki, Almanyâ- da, bir çok aile babaları, bu anlattığım zatın misaline uymuş- lardı. Gizli olarak satılan şeyleri almak istemiyorlardı. Bittabi, harpten istifade eden insanlarda vardı. Bunlar ömür- lerinde (görmedikleri ve harp çıkmasa asla görmiyecekleri de- recede para kazaniyorlardı. Çok şayanı teessüftür ki, hükümeti- miz bu nevi harp ihtikârlarının, ir vatanperver, hükümetin Mütercimi (o (Vâ - NO) kazançlarının önüne (geçemedi. Bu ibtikârlar, amele sınıfının üzerinde pek menfi tesirler ya- pıyordu. Harp vaziyeti fena değildi. As- kerimiz , bir çok yerlerde bir çok muvaffakiyetler (elde etmişti. Hiç bir yerde, düş- man, ayağını alman toprağı üze- rine basmamıştır. almanya şarkta da garpta da büyük muvaffakıyetler elde edi- yordu. Berlin'de erkânı harbiyei umu- | miyeye gittim. Muhavere esnasında, şu suali | Avusturulyalı alaycı şeylerdi!) Dediler ki: Buna rağmen, | |“ Gecek. | Harikulâde bir yaz gecesi... İ Sakin bir deniz... Mehtap yok... Fakat yıldızlar öyle büyük, öyle parlak ki, meh- tabın yokluğunu hissettirmiyorlar. Sahilin dudakları nefes almıyor. Denizin ortasında bir dalyan var. Dalyanın yüksek klübesinde iki kişi var. Karanlıkta, biribir- lerine pek yakın oturuyorlar... Hattâ öylesine yakın ki, bazen başlarının O yekdiğerine değdiği hissolunuyor... Hem de yüz yüze değdiği!... Ne mana?... Öpüşüyor- lar mı?... Evet... Bu dalyandaki iki kişi, bir erkekle bir kadın... Kadın, başını, bir an, erkeğin başından uzaklaştırarak : — Ulan çok akıllısın be... - dedi. - Nereden hatırladın da beni buraya getirdin... Tam aşk ve safa yeri burası | — Hem mahalle içinde olduğu gibi, burada baskın, dedikodu tehlikesi de yok! -diye cevap verdi. — Haydi, bir şekerli kahve pişireyim de içeriz. — Pişir bakalım. Dalyanın kulübesi, küçük bir oda gibiydi: İçinde bir yatak, bir testi, bir sepet, bir küçük sandık vardı. Kadın, sepeti açtı. Içinden bir ispirto ile bir cezve, iki fıncan, bir kahve kutusu, bir şeker kutusu çıkardı. Tam kibriti çakaçağı ve ispir- toyu yakacağı esnada birdenbire durdu. — Bu ne? — Bilmem! — Denize bir şey atıldı galıba. — Benimde kulagıma öyle bir şey geldi. Gözlerini sahile doğru çevirdiler. Karanlıkta birşey görünmeyordu. Sade, mübhem bir ugultu, kulak- larına çarpıyordu. Uğultu, gittikçe yaklaşıyordu. İlk önce mübhem bir gölge iken, şimdi, vazıhlaş- dıkça vazıhlaşıyordu. — Biri yüzüyor. — Evet... Kadın: — Kocamdan korkuyorum da.. - dedi. - çıt olsa işgilleniyorum. Erkek: — Adam sende., - dedi.- dalgıç Mehmet burada değil ki ... Şehre indi... Şehirden bu gece katiyyen dönmiyecek, değil mi? — Dönmesine en küçük bir ihtimal olsa, ben buraya gele- bilir miydim ?.. Ah, me canavar- dır o.. Vallahi ikimizi de teste- reyle keser... Testereyle ... Dalyancı Mustafa'nın ( — yani, kadının yanında ki erkeğin) bu sormak cesaretini gösterdim: — Devasa donanmamız bu ba- direde ne yapacak?,. Hiç bir şeye teşebbüs etmiyecek mi? Bu zevat, benim bu sualime karşılık gülümsediler. (Hepsi de amiral Haus gibi — Donanmamız?.. Donanmayı behemehal sulh için saklamak lâzımdır. Artık fazla nezaketli görün- meğede hiç lüzum görmeden: — Haydi canım, sizde... Sulh içinmiş ... - dedim.- şu berbat harbi bir ayak evvel bitirmek içini donanmamızı harekete geçir- meliyiz ... — Vay! Büyük ve güzel har- bimize berbat diyorsunuz ? - diye, adeta bana kızdılar. — Büsbütün berbat olacaktır her halde... Siz yeşil çuhalı ma- ei İrili “ haddine mi düşmüş? Benim ellerim armut devşirmiyor ya..., filân demesi lâzımdı. Halbuki, bir şey demedi. Zira, dalğıç Mehmet, öyle demir gibi bir insandı ki, değil Mustafayı — erkeği birden mahvedebilir idi. Kadın: — Testereyle... - diye (o anlat- makta devam ediyordu.. Kaç kere söyledi: “Ulan, karı! - dedi.- Seni bir bataklıktan çıkararak kendime nikâhlı karı etlim. Şayet beni şukadarcık aldattığını görürsem, Vallahi senin de sana yan bakan erkeğin de kafasını testereyle keserim.., Mustafanın sırından aşağı bir maşraba soğuk su döküldü sanki.. Bu muhavere devam ettiği sırada denizden gelen yüzme sesi gittikçe yaklaşıyordu. Susup dinlediler. İçlerinde hissi- kablelvukuu hatırlatan bir acaip duyğu vardır. O derece kulak kesildiler ki, kahvenin ispirto üze- rinde taştığını, ispirtoyu söndür- düğünü bile farkedemediler. Treddüde meydan yoktu. Biri yüzüyordu. Muhakkak... Bu yüzen adam, doğruca dalyana geliyordu. Mustafa: — Heeceyt... Diye Kim o, açık gel. seslendi. Yüzme sesi yaklaşıyor. — Açık gel diyorum sana... — Ben.. puf puf sana “açık gel ,,i... Puf kösteririm... Şimdi... Puf puf köpoğlu.. - diye deniz- den, kesik kesik bir ses geldi. - ikinizi de.. Destereyle... Bu sesi ikiside tanıdı: Dalgıç Mehmedin sesi.. Dizlerinin bağı çözüldü. Bir an, kaçmağı düşündüler, düşündüler. Fakat, sandalları Nuri ile Kemal akşamdan almış, öteki dalyana götürmüşlerdi. Nuri, sandalın birile, ancak sabaha karşı dönerek buraya gelecekti. Mustafa da, kadını, o sandalle sahile çıkaracaktı. Yüze yüze de kaçamazlardı. Çünkü, evelâ, kadın, yüzmeği bilmeyordu. e Dalgıç Mehmedin yüzücülüğü yanında, Mustafa'nın yüzücülüğü hiçti. Orada, köşede, kılıçların bur- nuna vurup onları küstürmek için kullandıkları Osopa duruyordu. Mustafa, onu bir eline aldı; öteki eline de bıçağını aldı, beklemeğe başladılar. Denizden gelen ses, büsbütün yaklaşıyordu. Testereyle... Testereyle... Kadın : sanın başında çi yelten menunsunuz... Lâkin biz, hariçte, gece gündüz dımağımız tevettür olarak, seferden sefere seğirti- yoruz. Bu sözler üzerine bir kahkaha attım. İşi şakaya boğmak istedim. Onlar da, bunu cana minnet bildiler. e Kahkahalarını, benim kahkahalarımın fevkine çıkardılar. Maamafih, ne desek, ne yapsak fayda vermedi. Donanmamız, bir türlü harbe iştirak ettirilmedi. Bunun böyle oluşu, hepimizi sinir- lendirdi, boğdu, mahvetti. Erkânı harbiyeden bana sor- dular: Hadere'ye gidipte Funchal limanında olup bitenleri görmek ister miyim diye.. Öğrenmişdiler ki, İngilterenin harp gemileri, ekseriya burada bulunurmuş. Bu ameliye, benim hoşuma gi- diyordu. Lâkin bir muvaffakıyet Mehmet, dalyanın merdivenini yukarı çekti. Şimdi, bulundukları yer, denizden on metro kadar yukardaydı. Mehmedin buraya çıkması için, direkten tırmanması lâzım geliyordu. Direkten tırma- narak yukarı çıkarken ise, kafa- sına bir #opa, yahut göğsüne bir hançer saplamak kolay olacaktı. Yüzen adam, pek yaklaşmıştı. Merdivenin yukarı çekildiğini, nisbeten aydınlık semanın açık mavimsi fonunda görmüş olacaktı: — İstediğiniz... Kadar... Puf fup... Merdiveni yukarı çekin... puf puf... Desterem yanımda... Destereyle direkleri keseceğim puf puf.. Sizi denize döktükten sonra boğazınızı... puf gene des- tereyle keseceğim... puf puf... Akibetleri tahakkuk ediyordu. — Merdiveni indireyim bari. ye yaklaştırmayayım... Mehmet, derakap, merdiveni gene indirdi. Sopası ve piçağile, merdivenin aşağısına indi. Bekle- meğe başladı. Kadın yukarda, o aşağıda, dört kulak kesilmişlerdi. — Ses işidiyor mısın? Hayır, hiç bir yüzme sesi gel- miyordu “artık! — Hileye yanaşacak.. Dalup yanaşacak.. Dalğıçlığın ustalığın- dan istifada edecek.. Dikkat.. Pür dikkat, gecenin içinde yü- zen adamı keşfe uğraştılar.. Her an ta yanı başlarında, dak gıçın belirmesini beklediler... Fa- kat, dalgıç Mehmet yok... Acaba onların fahammüllerini tüketüp, dikkatlarını azaltıp öylemi yana- Şacak?... Bir saat, iki saat üç saat, dört göz, dört kulak kesi- lerek beklediler... Halâ yok... Halâ yok... Yek... Geri mi döndü aceba?... Günah- — kâr aşıkları karada mı haklıyacak? Ertesi gün, balıkçılar, onu, des- teresile, kılıcı kırık bir kılıç balıgı halinde, ağlar arasında ölü bul- dular. Hatice Süreyya aaa sy Adanada evler teşrinisanide kiralanıyor ? Adana gazeteleri yazıyor: Ada- nada senelik ev icarları için sene başı olarak teşrinisani kabul edil- miştir. Geçen sene oturmuş ol dukları evlerden memnun olmıyan veyahut mevcut buhran dolayısile daha ucuz bir ev bulmuş olari kiracılar eşyalarını iki gündenberi yeni evlerine nakletmiye başla- mışlardır. Bu münasebetle sokak ve çar- şılarda muhtelif ev eşyası nakle- dilmekte oldugu görülmektedir. elde edebileceğime dair teminat veremedim. (Zira katolunacak mesafe büyüktü. Mahrukatım kâfi gelmiyecekti. U 38'ir faaliyetini beğeniyordum. Hem, artık, vakit te gelmişti. Tahtelbahrımın tamiri nihayete ermişti. Geminin mülâzımı olan Heller, yağma ettiğimiz eşyayı, satmış, bunlardan hasıl olan para ile, mürettebatı Ragusa'da sekizer gün müddetle istirahat ettirmişti. AAdamlarım, orada, gayet güzel otellerde oturmuşlardı. İçlerinde ekserisi için, bu, yep yeni birşeydi. Pek sonraları bile, bu eğlence ve istirahat haftasını unutamadılar; yattıkları rahat yatakları, asansör- leri, lüks hayatınin diger tetem- matını hatırlayıp durdular. Ge- minin ufacık kamaralarına alıştık- tan sonra, bu otel, onlara rahatın ( Arkası var )