mi ww EZ EZEZSEFŞ Fg SF es sr Ee SE ST E SE e wwe» e a » mm... MASS Par 5. AVA SÜ t& VEE La AN. he 26 Teşrinievvel 1931 Roman tefrikamız: 76 26 Teşrinievvel 1931 HİNT YILDIZI Yazan: |. F. Gece yarısı evin önünde düşünüyordum: Yarın, mabet kapısında yatan delikanlı dirilecek olursa, Yogoda'yı kendi elimle ona mı teslim edecektim?! Hiddetimden titriyordum. Mu- yalıların manasız âdet ve itikat- larına gün geçtikçe isyan etmek istiyordum. Reis manalı bir nazarla yüzüme baktı: — Ne yapalım, dedi, evinizin etrafına ekilen mukaddes çiçekler açmadan kurudu. Bu sabah ora- dan geçerken gözümle gördüm: koca tarlada ancak kurumamış dört beş çiçek kalmıştı. Onlar da kurursa, Yogoda sana nasip olmayacak! Kabile reisine makulattan bahs- etmenin imkânı yoktu. Ertesi sabah tekrar kendisini ziyaret edeceğimi söyliyerek ya- nından ayrıldım. Evin önüne geldiğim zaman kendi kendime düşünüyordum: Yarın, mabet kapısındaki deli- kanlı dirilip kalkacak olursa, Yo- goda'yı kendi elimle ona mı tes- lim edecektim?! Muya'lılar arasında günler geç- tikçe hayatım tehlikeye düşüyordu. (Lamaya) nın yandığı günden beri içimde sebebi meçhul bir ıztırap vardı. Lamaya beni çok taktir etmiş, çok iyi anlamıştı. O hayatta iken hiçbir şeyden kork- muyordum. Lamayann ölümü beni de ölüme sürükliyordu. Mukaddes çiçeklerin kuruması.. Boğayı (Oo yenen (delikanlının gelmemesi. Kabile reisinin batıl itikatları.. Ve bütün bunlara inzimam eden (Lamaya) nın gaybubeti, bana feci, korkunç bir akibet hazırlıyor gibiydi. Bir kaç dakika evimin etra- fında dolaştım. Günler geçtikçe kuruyup mah- volan mukaddes ciçekleri tetkik ettim, koskocaman çıçek tarhları arasında henüz solmayan tamam dokuz kök çiçek vardı. Halbuki, dün bunları kendi elimle saydım. on tane idi, Her gün bir çiçek kuruyacak olursa, dokuz gün sonra (Yogoda) elimden gitmiş olacaktı! Çiçeklere eğildim, hepsini birer birer Oöptüm. onlara, mabude yalvarır gibi, ayrı ayrı yalvardım. bayat ve saadet dilendim. Kendi kendime gülüyordum: Dünyada hayat ve istikbali bir kaç çiçeğin yaşamasına bağlı olan bir insan var mıdır? Tefrika numarası: 37 Denizlere dehşet salan tahtelbahir Böyle bir adamı uzaklarda ara- mağa lüzum yoktu: O mahlük benden başka kim olabilirdi ? Dokuz çiçek, birer birer solun- ca, bende Muyalılar arasında, böyle bir çiçek gibi solup gide- cekmiydim? O gece, hayatta, ilk defa ola- rak, derin bir ümitsizlik içinde kapıyı açtım ve odama girdim. O ne? Yugodan'ın her zaman oturduğu yerde ( Lamaya ) (nın hemşiresi Mita beni görünce ayağa kalktı: — Yogodayı mı arıyorsun, Seyit? Genç kadının yüzüne hayretle baktım: — Tabii.. onu arıyorum. — Nereye gittiğini bilmiyor musun? — Hayır... — Sen nerdeidin, Seyit? Niçin geç kaldın? — Avda idim... — Şimdiye kadar daima grup- tan evvel gelirdik... — Bu gece mabutlarla bera- berdim... Nita kâbuslu bir rüyadan uya- nır gibi , gözlerini uguşturarak yere eğildi: — Seyyit, sen mabudu gör- dün mü? ç Muyallar esrarenğiz bir insan olarak görünmeğe mecburdum. Tunçtan omabuda çok kıymet veren bu cahil halkı tethiş et- mekten başka çare yoktu. İlk tecrübeyi (Lamaya) nın hem- şiresinde yaptım. — Siz mabutla görüşmez mi- siniz? Dedim. Nita muhterizane cevap verdi: — Ben mabudun huzuruna git- tiğim zaman gözlerimi yere indi- rir, etrafıma bakmadan yalnız dua ederim. Mabut'la görüşmek benim haddim mi? — O halde Mabut beni çok seviyor demek.. Ben mabede gir- diğim zaman daima bana iltifat eder, kabilenin ahvalini sorar. — Konuşurken, başını yerden kaldırıp, mabudun yüzüne ne ce- saretle bakıyorsun? — Bu cesareti bana mabut verdi.. Ben mabutla, seninle ko- nuşur gibi serbest konşurum. Nita hayretinden dudaklarını rıyordu: Bir Alman bahriyelisinin | hatıratı Muharriri : Max Valentiner Japon kazazedelere gelince hiç bir iz bırakmaksızın ortadan kaybolmuşlardı. Anlaşılan, kapta- nın üzerindeki azim meblağ, kendisine uğursuz gelmiş. Rif eşkiyası, onu evvelâ soymuş, bilahara öldürmüştü demek... Mesut gençliğin bir hatırası, gözlerimin önünde canlanıyordu: Yokohoma limanında, muzaffer | Japon donanması duruyordu. Ge- rek karada, gerek denizde, bizim için, fevkalâde beyecan günleriydi. Tokio'dan, İmperatorluk sara- yından, hepimiz birer mektup aldık. Mektüp Japon barflerile ve İ Mütercimi : (Vâ - Nü) yaldızla yazılmıştı. Bizi, krizantem | bayrak davet ediyorlardı. Bir sabah, merasim oniformamı, Bu bayram münasebetile çıkarmış, hazırlamıştm ki, emirlerim bana bir kartvizit (ouzattı. üzerinde şunları okudum: Sevgili Valentiner! Size, bu genç tıp talebesini takdim ederim. rica ederim, kendisine (oOgeminizi gösterin! | hürmet. Baş şehbender Koch Düşündüm: Baş şehbender Kocb?... Böyle bir adam tanımayordum. 26 Teşrinievvel 1931 z İ | Sokakta arslan Leiçester halkını telâşa düşürdü İngilterede Leiçester şebri aha- lisi bir sabah işlerine giderken caddenin ortasında bir dişi ars- lanın dolaşmakta olduğunu hay- ret ve dehşet ile görmüşlerdir. Her kes evine kaçmıştır. Yalnız çocuklar arslanı büyük bir köpek zannederek arkasına takılmışlardır. Fakat arslan bunlara saldırma- mış ve yoluna devam etmiştir. Arslan cadde boyunda ilerledik- ten sonra bir çorap fabrikasının açık bulunan kapısının içerisine girivermiştir. Fabrikanın amelesi sandelye ve masaları yığarak bir barikat tesis etmişlerdir: Bu esnada bir kafesin içinde taze et konularak aslan içeriye sevke- dilmiştir. Bu arslan seyyar bir cambazhaneye ait imiş. Cambaz kafilesi civar şosadan geçer iken arslanın bulunduğu arabanın ka- pısı nasılsa açılmış ve hayvan usuletle O savuşmuştur. o Neden sonra canbazlar arslanın kaçtığını duymuşlar ve arslanı fabrikadan götürmüşlerdir. Esrarengiz cinayet İki kadın cesedi bir bavulun içinde çıktı Amerikanın Los Angelos şehri istasyonunda muhafaza anbarına bırakılan iki bavul sahibi gelme- diğinden dolayı zabıta memur- ları tarafından açılmış ve bunların içinden parçalanmış iki kadın cesedi çıkmıştır. Kadınlardan biri 20 ve diğeri 30 yaşlarındadır. Bu kadınların Arizonada bir çocuk bakım evi memurelerinden olduğu anlaşılmıştır. Bakım evinin memurlarından birinden şüphe edilmiş ve hak- kında tevkif müzekkeresi kesik miştir. Fakat memur ortadan kaybolmuştur. Bavullar açılmazdan bir az evvel bir kadın ile bir erkek bunları almak istemişler ise de demir yolu memuru her nedense vermemiştir. Müahharen bunlar aranmışsa da bulunama- mıştır. Gayet esrarengiz olan bu cinayet umum Amerikada büyük dırmıştır. nana ra alde sen çok aziz bir adamsın Seyt | Diyerek ayağıma kapandı ve alomı bastığım yerlere sürdü. Lamayanın hemşiresi ayakları- mın dibinde sürünürken kendisine sordum: — Yogoda nerede? — Mabet te görmedin mi? (Arkası var) Hem, vaktım da yoktu. arkadaşlarla beraber hemen ka- raya çıkmak, trene binerek hare- ket etmek mecburiyetindeydim. Cevap verdim: — Pek âlâ, içeri alın. Kendisinden kolayca kurtulmağı ümit ediyordum. Niyetim, başka birgün için randevu vermekti. İçeriye, gayet güzel giyinmiş, gayet şirin fakat azıcık acemi bir Japon girdi. Bana derin bir selâm verdi. Sonra, bir kahkaha koyuverdi. Bu Japon bana hiç de yabancı görünmeyordu... OEvet Evet... Chemosa'yı tanımıştım.. Chemosa.. Ismi böyleydi... Genç kadını tanımıştım. Heman şapkasını çıkardım. Pürsıhhat bir hali vardı. Tap- tazeydi ve pek gençti. Adeta yeni görmüş gibi kendisile alâka- dar olmuştum. Her iğ olduğu gibi, ğü ronun perdesi saat on ikiye çey- rek kala üç nöbet alkışını müte- akıp kapandı, Jeune Premier (5 Jonprömye,) rolünü oynayan sim siyah saçlı Ahmet Kemalet- tin beyle baba rolünü oynayan kır saçlı Nüzhet Enver bey, müş- tereken kullandıkları Kulis arkası locasına girdiler. Ahmet Kemalettin: — Of! - diye kendini koltuğun üstüne attı. İşte bir tane daha... Nüzhet Enver, aynanın karşr- sında yüzünün boyalarını vazelin- lerken sordu: — Bir tane dahamı?. — Bir gecemiz daha geçti yani.. Tam on iki gündür ayni piyesi uynuyoruz, üç günümüz daha kaldıda.. Onu düşünüyor- dum.. — Ha.. Bende başka şey anla- dım. Zanettim ki bir 'dane daha eline geçirdin.. Bir kadın daha.. Çünki senin aklın fikrin kadın- larda, malüm a.. — Şimdiye kadar, bu bahse dair agzımı açtığımı işittin mi? Nüzhet Enver homurdandı: — Bazı sükütlar vardır ki, söz- den daha beliğdir! — Neler saçmalıyorsun, kuzum? — Kadınlarla olan münasebet- lerini gizliyorsun.. İşte o kadar.. — Benim, hem kendime hem de © başkalarına olan hürmetim vardır! - diye, delikanlı, yüzünü havlu ile kuruttu. — Haydi öyle olsun. ümit edelim ki, başkaları da sana karşi hürmet beslesin.. Aradan uzun bir sükünet dev- resi geçti. Bu sükütu Ahmet Kemaleddin iblâl etti. — Hemen hazırlandın, gidiyor- sun demek? — Evet, gidiyorum... Fakat ne tarafa hangisine gideyim?... Onu tayin edemiyorum. “ Hangisine , den maksadın “ hangi sevgilime , demek oldu- gunu delikanlı anladı. Fakat iza- hat istemedi. İhtiyar aktör, hazırlanmıştı : — Hangisine, hangisine, acaba hangisine gideyim? -diye düşü- | Derek, koltuğa oturdu. Genç, asabiyet alâmeti göste- riyordu : — Sana bir şey söyliyceğim. — Söyle. — Bir mısafir bekliyorum. İşin bitise burada fazla oturma, git, — Niçin? — Bir mısafir bekliyorum. — Kadınmı? — Öhbö... -Diye, delikanlı, sıkılğanlıkle öksürdü.- He kadın. Chmoso, | ba — Acele ettigini görüyorum... - dedi. - Gayet münasebetsiz bir zamanda gelmişim. Ne vakit görüşebiliriz? Hakikaten de vaktım yoktu. Ancak otelinin adresini ala- bildim. İlk fırsatta kendisini gidip ziyaret edeceğimi vadettim. Karaya çıkmamız lâzım gelince, genç kadın, büyük bir tevazule, Fikanın bir kenarına büzüldü. Biri, bu küçük Japonla, İngilizce birşeyler konuşmak istedi. Japo- nun ne ingilizce, ne de diğer bir ecnebi lisan bilmediğine dikkat etti. Bu küçük Japonda aklım kala- rak, mesut ve mağrur bir halde Tokio'ya gittim. Yolumuz, bizi, evvelâ, Afrika sahillerinden uzaklaştırıyordu. Sonra, Fer burnuna, Böne şehrine tekrar yaklaştık. ne silk “düşün... Bu kadın benimle ciddi bir meseleye dair görüşmek üzere buraya ge liyor. — Evleniyormusunuz? Fakat, — Yok efendim... Ben, henüz evlenecek derecede işlerimi tanzim edemedim... Gelecek hanımla bir tiyatro meselesini görüşeceğim... Piyesi varmış da... — Ya?.. Ya?.. Âlâ... Esasen senden izahat istemiyorum ki... Izahat verme, efendim... Ben, meraklı bir adam değilim... Âle- min işine karışmam... gidiyorum işte... Yaşlı artist, kızmış gibi kap dan dışarı çıkıyordu. Bu sebeple, kapının dışardan, hafif hafif vurulduğunu işitmedi. Kapıyı açtı. Eşikte, karşısına bir genç kadın çıkıverdi: Mevzun, şık, zarif... — Ah, pardonl... Yanlış yere gelmişim... - diye, Nüzhet Enveri görünce geriledi. - Ben, Ahmet Kemaleddin beyi arayordum. Ihtiyar aktor, hiddetle soludu: — Yanlış “yere gelmediniz... Burası, burası... Buyurun. Girin. Ahmet Kemâleddin bey içeride... Ben gidiyorum... Gidiyorum... Hemen şimdi. gidiyorum... Allaha ısmarladık. İki gencin - genç kadınla genç erkek - hayret içinde dışarı fır- ladı. deli gibi merdivenleri indi. Sokak... Orada durdu.. Kır saçlı başını avuçları içine aldı. Hıçkıra hıç- kıra ağlâmağa başladı. — “Geçtil Geçtil-diye inildedi-. Bizden geçti artı..“ Sonra, adımlarını sürükliyerek bekâr odasına gitti. Elbiselerini çıkarmadan kendini yatağı üzerine attı. Sarhoş gibi sızdı, uyudu. Nakili: (Hikâyeci) Harp malüileri Mütekait harp malülleri cemi- yeti umumisinden: Cumhuriyet Obayramı merasi- mine iştirak hakkında görüşülmek üzere arzu eden malül arkadaş- ların 26/10/932 pazartesi günü cemiyet merkeyini teşrifleri rica olunur. Tütün ikramiyeleri Beykoz askerlik (şubesinden: Sabık Anadolu Bogaziçi Asker- lik şubesinde kayıtlı malül zabi- tanla şehit yetimlerinin 931 senesi tütün bey'iye ikramiyelerini almak üzere ber hafta çarşamba günü öğleden sonra Beykoz kazası kaymakamlığında müteşekkil ko- misyona vesaiklerile müracaatları. Bir Fransız vapurile ci ir müsademeye ( giriştik. (o Vapur, zigzag gidiyordu. Ne derece müm- kinse oderece ateş ediyordu. Bir çok kerreler, kendisine isabet ettirdik. Lâkin katiyen durmak niyetinde değildiler. Vapur, niha- yet, bir islim dumanile kaplandı. Arlaşılan kazanına bir isabet vaki olmuştu. Artık ilerlemiyordu. Lâkin, ateş etmekte devam ediyordu. O de- recede ki, kendisine yaklaşamiyor- duk. Zira, bize en ufak bir isabet vaki olsa, kötürümleşip deniz üzerinde kalmamız tehlikesi ber- taraf, batmamız ihtimali de pek çoktur. Zira, tahtelbahirler, pek nazik yapılı gemilerdir. Yapılacak bir şey vardı. Dal- mak ve gemiye ancak bu suretle yaklaşmak. endahttı devam edi- yordu. (Arkası var)