11 Temmuz 1941 Tarihli Yeni Sabah Gazetesi Sayfa 3

11 Temmuz 1941 tarihli Yeni Sabah Gazetesi Sayfa 3
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Komşumuz Rusyayı Tanıyalım KAZAKİSTAN Rusyanm en zengin maden kay- “nağıdır. Memlekette 60 milyar ton kömür madeni vardır (Baş tarafı 1 Inci sayfada) | çarpıştılar. sathiye bakımından Kazakistan cümhuriyeti büyük Sovyet cüm- huriyeünden sonra hemen ikin- ci gelen ülkedir. Avruba kıt'asının dörtte biri büyüklüğündeki bu kocaman ve vüs'atli ülke Sovyetler ittiha- dının nüfusunun ancak yüzde dördünü doldurur, yani nüfus bakımından zayıftır. Kazakistan topraklarında son yıllar içinde bakır ve petrol ma- denleri bulunmuştur. Fakat bu topraklar zengin altın, gümüş, nikel, kömür, potasyum maden- lerile de şöhret almıştır. Bu iti- barla maden bakımından Kaza- , Sovyetler ittihadının en cümhuriyetidir. Bütün memleketin sarfettiği bakır ma- deninden yüzde 64 ü kurşun wnadeninden yüzde 75 ni, ve çin- konun yüzde 50 sini Kazakis - tan temin evler. Ural - Emba petrolleri Hazer denizi - kıyılarından (Aktyubinsk) — şehrine kadar uzanan (Ural - Emba) — mınta- kası 400.000 kilometre vüs'atin- deki arazinin 1.300.000.000 ton petrol ihtiva ettiği tahakkuk et- Mmiştir. ton kömür madeni mevcut ol- duğu da son yıllar zarfında ya- pilan araştırmalar - neticesinde anlaşılmıştır. Yalnız (Karagan- | da) mıntakasında 56 milyar ton kömür madeni vardır ve ehem-| miyet bakımından bu havzai fahmiye ehemiyet — itibamrile Sovvet Rusyanın üçüncü derece- de mühim kömür mıntakasıdır. Çöl diyarı amma. . Kazakistanın merkezi vüs'at- li çöllerle kaplıdır. Buna rağ- men Kazakistanda ekilmis mın- takalar da nek çoktur. Kazakis- tandan tabiat hiçbir şeyi esir- gememiştir. Meselâ balıklarının bolluğile ve lezzetile meşhur üç binden fazla göl vardır. Bundan başka — Kazakistan cümhuriyetinde zeriyata müsait daha milvyonlarca hektar vüs'a- tinde bos arazi vardır ve mera- Jarı milyonlarca hayvanı besli- yecek bir #ümrahlıktadır. Çarlar zamanında müstebit idare Kazakları pek hakir gö - rür, onlara insanca muamele et- Mezdi, Hattâ bir Çarlık idare â- mirinin şu meşhur sözleri ne kadar manidardır. — Kırsız Kazağı ancak bo-| gazlanmak suretile idare edile- bilir. O zamanlar bütün Kırgızlar diyarı bomboş, yarı yabani bir çölden ve ormanlıktan ibaretti. Ve mahalli hanlara, beylere ve mollalara dayanan Rus emper- yalizmi bu zengin ülkeyi istis - Mar edip dururdu. | Hürriyet aşkı ve isyan — | Bu yüzden Kazaklar hürri-' yetleri ve milli istiklâlleri namı- na müteaddit defalar Çarlık i- daresine karşı isyan ettiler ve Kazakistanda 60 milyar Çarlık idaresi bu is- yanları pek kanlı ve zalimane bir şekilde bastırdı. Bazan bü- tün bir köy hâk ile yeksan edil- di. Binlerce Kazak sürü sürü idam olundu. Bu zulüm karşı - şısında 300.000 den fazla K zak Çin topraklarına iltica etti. ler. İhtilâlden sonra İhtilâlden sonra Kazaklar bi- Bu- ahır gibi oldular. akistanda ziraat ve nayi birhayli terakki etmiştir. Bilhassa ziraat makinelerinin taammümü sayesinde ziraatte inkişaf vardır. Müşterek çi liklerde 24.000 den fazla t tör çalışmaktadır. Müteaddit kimyevi maddeler — fabrikaları, bakır ve diğer maden izabe 0- cakları faaliyettedir. Hayvan ye- tiştirme şart ve usullerinde de terakkiler vardır. | Kazakistanda her - çiftçinin mutlaka beş on baş hayvanı var- dır. Memlekette yeniden 4220 kilometre uzunluğunda demiryo- lu inşa edilmiştir. | (Yarınki nüshamızda Taciki: tan cümhuriyetinden bahsede - ceğiz.) Muhtaç çocuklar bakılıyor İstanbulda ilk okullarda oku- yan ve himaye heyetleri, yar- dım cemiyetleri tarafından ko- runan fakir çocukların arasın- dan bir çoğünun' tatil ayları zarfında da himayeye muhtaç oldukları anlaşılmış - ve bu hu- ile meşgul — olan İstanbul Maarif — müdürlüğü, — miktarı 3220 yi tutan bu talebeyi pey- derpey muayene ederek bunlar- dan 103 nün hastalıkları dola - yısile prevantaryuma, 2511 inin kamplara ve 606 sının da ço -| cuk bahçelerine gönderilmesine karar vermiştir. Prevantoryuma gönderilecek olan talebenin 86 sı gön- erilmiştir, Diğerleri de bugün ler zarfında gönderilecektir. [ sus Mısırlara Hukumeîca el kondu Ankara, 9 (Hususi) — B.m? vilâyet ve kazalardaki mısırla - ra hükümetçe el konması sun, Ordu, Giresun, Trabzon, Rize ve Çoruh vilâyetlerile Ba.w hkesirin merkez kazası, Manyas, Bürhaniye, Sındırgı, — Susığırlık, Hendek, | Karasu ve Kandıra, Bıırs.ının' merkez kazasile İnegöl, Karacı bey, ve M. Kemalpaşa kazaları- | na da teşmili Vekiller Heyetin- ce kararlaştırılmıştır. Gireceğine girecek Her —— —O — Sabah amma ne zaman girecek ?. merika sahiden garibeler *diyarı ve Amerikalılar da, biz eski dünyalıların akılları- mız almıyacak derecede, çekten tuhaf. adamlarmı Dünkü gazetelerde şu cümle ile hülâsa edilebilecek bir ajans telgrafı çıktı: “Muvazzaf Ame-| rikan askerleri Amerikanın dı- sina gönderilecektir.,, Hükümetin en küçük bir ka- rarını tatbik edebilmesi için be- hemehal efkârı umumiyenin tasvip ve — müzaheretini ka- zanmak mecburiyetinde - bulun- duğu bu ülkenin harbe müda- halesi hakkında galiba Şşu ha- berleri de okuyacağız: — Amerikanın yeni bir kara- ri: Kongre Amerikan kuvvetle-| rinin harp meydanlarma sevki için gemiye binmelerine müsaa- | de etmiştir. l Yahut: — Amerik: ger- harbe bir adım daha attı 'a ihraç edil- miş olan Amerikan bahriye silâh endazları icabında tüfek-| lerine fişek sürebileceklerdir. | Silâh istimali meselesine gelin-| ce bunun da gecikmiyeceğini | gazeteler temin Maamafih.... ilh * Bize pek tuhaf gelen bu for- malitelere rağmen birleşik —A- merika nihayet 1918 yılında da harbe girdi idi. Hem de ne gi- Bir numaralı Cihan harbini yaşamış olanlar bu girişin mana sını pek iyi bilirler. Amerikalı- lar vâkıâ bizim eski dünyalı kafalarımızın kavramakta müş- külât çektiği bir betaetle iş gö- rüyorlar amma bir kere işe sa- etmektedirler. | | rıldılar mı dört başı mamür - iş görüyorlar. | Hâdiseler gösteriyor ki, A-| merika eninde de sonunda da bu bâdireye müdahale edecek-| tir. Bugün İzlanda işgal edile -| cek, yarın muvazzaf Amerikan | efradının Amerikan toprakları- nın 'dışma çıkmasına —Mmüsaade | olunacak, bir hafta sonra bun-| ların silâh kullanmaları mübahi ' sayılacak, hülâsa bir gün gı cek Amerika da kollarını sıva yıp kendini muharipler arasın- da bulacak. | Gidişe bakılırsa bu, ancak bir| zaman meselesidir. Fakat ne zaman? İşte bu suale ceınp* vermek müşküldür. Bir numaralı — Cihan — barbi| dört sene sürmüştü. Bu seferki Faliba selefini rahmetle yâdet- | tirecek gibi görünüyor. | A. C. .îARAÇOĞLUW alye, | YUYAAAAAAAAAAMAAADARANA Gönen, Tıb Fakültesi mezuniyet| ikmal imtihanları * Bu sene erken başlıyan — Tip| Fakültesi son sınıf mezuniyet | ikmal imtihanlarına 150 kiş girmektedir. | | dia ediyorlar. Bunun ne derece- t SABAH Tarih ve Atlar Esatirde at - Türkler atı nasıl severler? - Atila, atlı ağa - Kaligülanın hay- vanı konsül oluyor - İskenderin atı - Donkişotla Rossinant - İslâm tarihin- de atlar - İmam Hüseynin atındaki vefa - Atlara dair ataların sözleri - Cins atlar - Gazi Giray atı neye benzetir? Fatih'in beyaz atı - Yavuz'un (kara- bulutu) - Dördüncü Murad tahtını atının süratine borçludur - Hükümdarın at- ları - Net'i'nin at hakkındaki kasideleri - Badısaba, Tayyar, Arslan dorusu - (Bağ alacası) için koca bir medhiye - Napolyonun en sevdiği at - Mahşer,| Midillisi Kâmil beyin telgrafı - Fuat paşa cevap veriyor At hakkında Avrupalılar “in- sanın en asil fütuhatıdır.,, der- ler. Fakat bu fethi nasıl yap- tıklarına dair sağlam bir kayit Hj yoktur. Tü ezeldenberi atla in- an beraber yürür. Esatir in- sanla atı biribirine öyle mezcet- miştir ki yarı beline kadar in- san, yarı belinden aşağısı at olmak üzere (Santor) namı al- tında bir mahlük bile tasavvur etmişlerdir. Büyük hükümdar- ların, büyük cihangirlerin atları da ekseriya sahipleri kadar göh- ret almışlardı. Bazı tefsiri dnba e llan ElÜyorlar. 4 BOYÜK Türk cihangiri (Atila) nın adı- nın (Atlı ağa) dan geldiğini id- lar doğru olduğunu bilmi: b na en yakın bir hayvandır. Biz. Türkler atı yal- nız binilecek bir vasıta gibi değil ayni zamanda saadetimize, fe- etimize iştirak eden candan arkadaş gibi telâkki ederiz. zaferleri- etmişler- dir. Bu itibarla eski Mısırlıların (Apis) öküzüne' verdikleri kud- siyeti ben bir ata ferah ferah bahşederim. Hattâ en zalim hü- kümdarlardan Kaligüla'nın İn- citatus ismindeki atına Recma konsüllüğü payesini — vermecani en zafrarsız bir delilik olmak üze- re kabul ederim. Tarihte İskenderin öküz ka- falı manasına gelen (Bucepha- le) ismindeki atı meşhurdur. Kimseyi sırtına bindirmiyen a- tın gölgesinden ürktüğünü anlı- yan İskender, atı güneşe doğru erek sırtna atlamağa mu- VAffak olmus ve pek geneç ya- da iken babası Filip'in tak- rini kazanmıştı. | Büyük İspanyol edibi Ser- vantös'in Donkişotla — beraber zikrettiği Rossimante ismindeki lâğar atın dünya edebiyatında bir Bütün fütuhatımıza, mize onlar da iştirak | namı vardır. Hükümdarların — biribirlerine verdikleri en kıymetli- hediyeyi asil atlar teşkil ederlerdi. | İslâm tarihleri Peygamberi: miz Efendimizin bütün atlarını tafsilâtile yazarlar. Hazreti Ali- ye miras kalan Düldül ismindeki katırı tarihe geçmiştir. dsi- ye harbinde Şşarap içtiğinden dolayı mevkuf bulunan şair Ebu Muhcin'in başkumandan Vak- kas oğlu Sa'd'ın Belka ismindeki | kısrağını aşırıp harbe iştirak eylemesi tarihi menkıbelerden birini teşkil eder. Kerbelâ vak'asında Hazreti YAZAN ıULUNAY Hüseyin şehit olduğu zaman sa- hipsiz kalan atı kâkülünü kanı- na batırarak ailesinin bulundu- ğu çadıra gelmiş ve İmamın şe-| hadetini haber verdikten sonra başını taşa vurarak intihar et- Mmiştir, Türklerde atın mevkii büyük tür. “Dost gibi bak, düşman gibi bin,, derler. Atalarımız zerine söylenmiş çok gi leri vardır. “At binenin, kılıç kuşananın,,; “azıklı at arımaz,, “at alsan barlıdan, kız alsan carlıdan,, yani (atı zengin yer- den almalı iyi bakılmış olur, kızı | fukaradan almalı itaatli olur) demektir. “Yürük at yemini art- tırır,,; “at izi it izine karışmış,, “atın varken yol tanı, ağan var- ken el tam,,; “atı zapteden gem- dir,,; “attan inip eşeğe binlm “atla avrat yiğitin bahtına bi h,,; “iğreti ata binen çabuk i-& ner,,; “Katıra aban kim? de- | mişler, dayım atüir, demiş.,, ilâh. Türkler ata binerler, etini yer ler ve sütünü içerlerdi. Dünyanın en güzel atları cins arâp — hayvanlarıdır. Saklavi, Hamdani, Cedrani, Küheylân gibi birçok cinse ayrılan asil hay vanlar, Bora Gazi Girây'in meşl hur hamasi şiirindeki Severiz esbi hüner mend-i-saba reftarı Bir peri şekli sanem, bir gözü ahu yerine Gerden - i - tevken - i - zibada kutas - 1 - dilbend Bağladı gönlümüzü zülf 'ile ebru yerine tasvirine-hak verdirir. | Dünya kuruldu —kurulah at bir zafer şiarı olmuştur. Tarihte büyük fütuhat yapan rical muvaffakiyetlerine daima atı arkadaş ederler. — İstanbul fethinde Baltaoğlunun muvaffa kiyetsizliği. üzerine hükümdar Beşiktaştan atını denize sür - Müş ve bindiği-aail hayvan efen- disinin arzusuna itaat için bo- ğulmak tehlikesini bile göze al- mıştır. İ Babası ikinci Beyazıdla harp' eden Yavuz Selim, Çorlu civa - rında “Ugraş,, köyünde hezime- | te uğradığı zaman hayatımı, dil-| F U A TTTT U S ST TU SO B TCT YKT TCC SD AM ö G TOMSLMMG N Fazıl! dedi. Sen ağlıyan kundakta bir çocuğun ne felâ- ket olduğunu — bilmezsin? “kış, kg usmaz, hoplatır- sın ol tıkça —bağırır, salladıkça haykırır. Mübareğin n de kerih sesi vardır. Sanki etinden et koparıyorlarmış gibi nını arır; kızarır; O müziç - rülfersa “vrank, vrank,, | rın ardı arası kesilmez.. Ben böy le deli olan analar, babalar ta- nırım. Birisi azıcık kendine ge- lir, haydi arkadan - bir daha... Aman demeğe kalmaz bir üçün- cüsü daha gelir... İşin yoksa uğ- raş, Fazıl sordu: — Yalnızlıktan sıkılmıyor mu sun? Birgün hasta olacağını düşünmüyor musun? — Yalnızlıktan niçin sıkıla - layım? Küçücük bir evim var; bir de ihtiyar dadım var; kafa- mı dinler otururum. Mutlaka zorla başıma belâyı satın mı a- layım ? Fazıl — Azizim, dedi. Sen be: te muzır bir adamsın. Herke nin gibi düşünecek olsa nesiller inkaraz bulur. İnsan bu derece hodbin olmamalı. Kendi rahatın için vazifeni ihmal ediyorsun. Beşer, yeşermeğe muhtaç bir a- ğaç gibidir. Sen kendini zorla kuru bir dal yapmışsın. Fazıl bu haklı itirazı yapar- ken saatine baktı, gitmek için ayağa kalkarak: — Ben kaçıyorum, dedi. Eve geç kaldım. Nazmi: ; eriye- e- Nazmi, — Geç kaldınsa daha iyi, Bize gideriz. Sana - elceğezimle nefis mezeler hazırlarım. Bir iki tane çakarız, yemeği de bera ber yeriz. Çünkü eski arkadı mızla teşerrüfümüz böyle tes: düfün lütfuna kalıyor. Fazılın - tereddüdünü * gören Nazmi ısrar etti: — Ne düşünüyorsun? Ran- devun yoksa davetimi kabul et. Her halde Sarı Fuadın davetine benzemez. Çünkü bizim evde misafiri istiskal edecek cici yok. — Bu akşam bir makale ya- zacaktım. — Yarın yazarsın. Ve arkadaşının son mukave- metini kırmak için ilâve etti — Yekpâre oyma bir kavuk- luk aldım. Som cıva yaldızı. O- nu da gör, fikrini söyle. Fazıl, Nazminin antika mera- kını bilirdi. Beraber kahveden çıktılar. Nazmi Divanyoluna çıkan sokak lardan birinde oturuyordu. Ana- sını babasını kaybettikten sonra bir müddet kız kardeşile beraber dayısının evinde oturmuştu. İz- divaç hakkında kendisine bu ür- kekliği veren de evvelâ babası- nın, annesi üzerindeki müstebit- çe tahakkümü, sonra da yenge- ginin dayısına karşı olan titi liği idi, Kendisini hiçbir zaman böyle bir vaziyette görmek iste- miyordu. Kız kardeşi evlendik ten sonra babasından hissesine düşen iratları tanzim etti. Ken- dine ufak bir iş buldu, ihtiyar bacısile ayrı bir eve çıktı. Haya sevdiği iki şey var- l Yazan: Ulunay Antika eşya ve temizlik. Küçücük evini bir müze hali- ne koymuştu. Nazminin antika- cılıkta bir hususiyeti vardı. Kıy mettar da olsa nazara hoş gel- miyecek eşyayı evinde muhafa- za etmezdi, gözünün önünde bu- lunanlar daima göze güzel gö- rünen şeylerdi. Nazminin oturduğu evin han- di visi olduğunu sormağa lüzum yoktu. Daha uzaktan camlar tertemiz, — piril piril parlıyor, kapının önündeki iki ayak mer- mer, sokağın donuk çamurun- da temiz bir leke gibi duruyor- du, Fazıl bu beyaz kademelere te- reddütle bastı. Çinileri ayna gibi parlıyan ufak bir taşlığa girdi- ler. Kapının yanında bir iskemle vardı. - Fazıl iskemlenin vazifesini biliyondu. Oturdu; kunduraları- ni çıkardı; Nazmi kapının ya - nındaki kısa bir raftan misafi- rinin önüne temiz bir terlik çe virdi. Kendisi de giydi. Kusura bakma! diyordu. Sokakta risliklere, sümüklere, tükürüklere bastığım — kundür: ile yatak odama giremem. Her kes senin gibi degil; ayaklarına temiz bir terlik giymek hoşları- na gitmiyor. Bunun için ekseri- terliklerini 'a bir gelen bir daha gelmez Fazıl: — Bak sen hürriyet severim diyordun. Halbuki sen de esir- sin, temizlik esirisin. — Zararsız, hattâ faideli bir esarettir. Taşlığın bütün duvarları çer- ;gevelenmiş eski el yazısı fer - manlarla dolu idi. Nazmi izahat verdi: — Bunları geçen ay aldım. Kanunt Süleymandan bu güne kadar her devre ait iki üç tane var, çok kıymetli bir kolleksi- yondur. Hele üçüncü Mustafa- nın İkinci Mahmudun iradeleri kendi el yazılarıdır. Malüm a, bu ikisi de kuvvetli hattattır. Sana Üçüncü Mustafanın bir besmelesini göstereceğim, İm- zası olmasa Şeyh Hamdullah sanırsın, Birinci kata çıktılar. Fazıl bu kadar güzelliğin ara- sında alıklaşmıştı. Bu asırlık eşya ile kendi benliği arasında ibir münasebet, bir sıcaklık his- sediyordu. Bütün bu antikalar muhtegem bir mazinin mozayık parçaları gibi idi. — Ne güzel! Ne güzel. Nazmi mağrur bir tebessüm- le: — Hibette! dedi. Fakat bun- larin sende böyle bir tesir uyan- —— ÖLE —— Tefrika No. 22 ] dırmasının sebebinin ne olduğu- nu bilir misin? Muhatabının cevap vermedi - ğini görünce ilâve etti: — Çünkü bu antikalar Türk- tür! İşte ben büyük babaları - mizin zevklerini, düşüncelerini, zerafetlerini gösteren bu mü - şekkel eserlerin arasında saat- ler geçiririm. Onların her biri bana her gün başka bir destan okur, Fazıl ayak tarafından ince beyaz helezonlar sarılan ve bir güzel kız endamı gibi yükselen bir sürahi gösterdi. Nazmi: teşmi bülbül! dedi. Bazan tek tük bulunur. Bendeki ta - kımdır, ufacık bir kusuru da voktur. Su yanındaki Beykoz ibriğine bak. Bu tenasübü, bu inceliği kılıcımı kuşanıp Viyana şurlartna giden cengâver Tür - kün yaptığına inanılır mı? Hele şu Dbakır leğenin nakışlarına bak, kenarındaki işlemeler san- ki dantelâ. Hepsi el ile yapılmış. Ve bunların hepsini senin ecda- din yapmış, Sırlı bir çanağın ortasından billür bir lâle yükseliyordu. Naz mi: — O da güzeldir! - diyordu. Antikacı bir yahudi var. Geçen lerde destan olan atı “Karabu- lut,, a medyundu. Bu asil hay- van efendisini ma'rekeden ka- çırmamış olsaydı Osmanlı tari- hi başka türlü yazılmış olacaktı. Büyük alaylarda renk renk yedekte atlar geçirilirdi. Tak- dim eylediği bir rikâba mukabil bir at ümit eden şair ricasını şu cinasla söylemiştir. Hâklpaye bir rikâp takdimi naçiz il Kılma red. Kır atıver, yahut bağışla bir kula Türklerde ata olan muhabbet bir ihtiyaç şekline girmişti. Ce- lâli eşkiyasile uğraşan meşhur sadırazamlardan Kuyucu Mu- rad Paşa ile Kanije müdafii tiryaki Hasan Paşanın ihtiyar- hklarından dolayı kendilerini at üstüne iple sardırdıklarını tarih kaydeder, Halk edebiyatında büyük bir mevki alan “Köroğlu,, nun kır atı efendisinin bütün kahra- manlıklarına hemen hemen mi savi derecede iştirak etmiştir. Sert ve şedit hükümdarlar - dan Dördüncü Murad en kuv- vetli binicilerden biridir. Bursa- da iken İstanbulda annesi Kö- sem sultanın aleyhinde çevirdi- ği entrikayı haber alarak “Eş- heb,, ismindeki hayvanına atla- miş ve Katırlı iskelesine kadar öyle bir süratle gelmiştir ki ma- iyetinden kendisini ancak bos- tancıbaşı Döçe Mehmet ağa ile ahır kalfalarından Tekeli Mus- tafa takip edebilmişlerdir. Dördüncü — Mardın — atları tarihe, bilhassa edebiyat tarihi- ne geçmişlerdir. Nef'i biribirin - den güzel olan bu hayvanları © kendine has oaln “pür tumtu- rak-ü-hoş eda,, ifadesile med- hedet Büyük şairin medhinde bu - Tünduğü atlar şunlardır: Bâdısaba, Tayyar, Hüma, Eve ren, Saçlıdoru, Mercan, Celâli yağım, Bdhem, Tuma, Kapıağa- sı dorusu, Arslan dorusu, Cebeli dorusu, Kayışoğlu dorusu, Ağa alacası, Şam a ası, Eşkar, Dağ, lar Delisi, Sürahi, Dilnivaz. Nef'i bu atları uzun bir kasi- de ile vasfetmiş, her birisinin güzelliğini ayrı ayrı anlatmıştır. Dördüncü Muradın bizzat Bâ- dısaba tesmiye ettiği at için: Ne saba! Saika dersem yaraşır süratde de (Sonu sayfa 6 sütun 8 de) —————:—o KKKCĞBKLAL gün gelmiş bu lâleye elli lira teklif ediyor. Güldüm, “aramız- da ahbaplık olmasa yalnız seyri için senden elli lira alırdam.,, dedim. Zavallı zannediyordu ki her antika meraklısı bu güzel şevleri satmak için toplar. Fazıl sordu: — Hiç satmaz mısın? — Satarım. Garbe ait şeyleri derhal satarım. Fakat şark, bil- hassa Türkün eserlerini sat - mak! Allah göstermesin Bunu söylerken kenarda du- ran oyma demir kan' gös- terdi: frenklerin fer — Şu kantar, forje dedikleri tarzda yani kiçle döğülerek yapılmıştır. Ü. zerindeki nakışlardan başka yu- varlak yere yine oyma olanak bir çiçek yapılmış, bu çiçek Türk üslübudur. Çiçeğin sağ ta- rafında yine öyle girift şekilde “ameli Hasan usta,, yazılı. Göz- le iyi okunmaz; pertevsvizle bak. o koca çekiç bu küçücük yazıyı nasıl yazmış? Hasan us- tanın o koca parmakları öpül - mez mi? Fazıl, hangisini daha fazla takdir edeceğini bilmiyordu. Bir kenarda deve derisi bir Kara- gözle bir Hacıvat gördü: Güle- rek: — Çocukluğum hatırıma gel- di! dedi, — Sıçan Mehmedin yaptığı Karagözlerdir. Şimdi bir yerler- de yok. Bunların hususiyet$ bü- tün aralıkların tırtıllı olarak o- yulmasıdır Şimdilik —— Bukadar ! Doktorluk ve mecburiyel aman zaman gazetelerin #ikâyet sütunlarında te. ğ lerde yeniden mevzuu mağa başladı. Suadiyede hasta« lanan bir vatandaş, evine bir doktoru davet etmiş. Doktor gelmeden evvel pazarlık ederek fazla para istemiş. Neticede bu- na rağimen gene hastaya gitme- miş, Bu şikâyet üzerine Sıhhiye Müdürlüğü elbette tahkikata başlamış olacaktır. Biz burada işin kanuni cephesini bırakarak sadece insani cephesiyle meşgul olacağız. Doktor her çağrıldığı yere meğe mecbur mudur ? vvelâ zihne söyle bir sual geliyor: Bir doktor, her çağrıldığı ye- re gitmeğe mecbur mudur? Böy- le bir mecburiyet netice itiba- riyle o doktorun hürriyetine bir tecacvüz sayılmaz mı? Hâdise dar cepheden tedkik edildiği vakit, belki doktorları böyle bir mecburiyetten vareste * tutmak istiyecek noktai nazar- lara tesadüf edilebilir. Fakat hakikat bunun tamamiyle aksi- dir. Evet her doktor, günün ve gecein hangi saatinde olursa olsun, #ideceği yerden para bile alamıyacağına emin bile bulun- sa bir hastaya davet edildiği vakit oraya gitmeğe mecbur- dur. Hem de kerhen de değil. İfa etmekle mükellef olduğu bir vazifeyi yapmaktan mütevellid gönül rahatlığı hisleriyle meşbu olarak. Çünkü ünkü bu mesleğe sülük edenlerin, — doktorluğun her şeyden evvel “cemiyete hiz- met,, mesleği olduğunu bilmele- ri ve bu temiz gaye ile yetişme- leri icap eder. Cemiyete hizmet etmenin bir yolu da böyle kendi- lerinden âcil yardım bekleyen vatandaşların, hiç bir menfaat gözetimeksizin, imdadına — koş- maktır. Bu hakikatin, S meslektaşlariyle ayni - fikir ve mütaleada — bulunan doktorlar tarafından iyice bilinmesi lâzım- dır. MURAD SERTOĞLU Halk sandığı Kas- tamonu şubesi Kastamonu, 9 (Hususi) — Halk sandığı Kastamonu ajansı bugün umum müdürün ve valis nin nutuklarile açılmıştır. Mem- leketin ticari ve iktisadi saha - sında mühim başarılar temini- ne yardım edecek olan banka - nin açılış keyfiyeti muhitimiz- de derin bir memnuniyet uyan- dirmiştir. — Hani bir kayvukluk demşi- tin. — Unuttum, Beraber sofaya çıktılar. Tam karşılarında eskilerin kavvuk koymalarına mahsus olduğu i- çin kavukluk denilen bir raf duruyordu. Arkalık yekpare oy ma idi ve bütün bu girland'lar, biribirlerile o kadar munis bir surette imtizaç ettirilmişti ki, bu tenasübü, bu imtizacı bir san'atkâr elinin bu derece ku - sursuz bir surette yapabilme- sine insanın inanamıyacağı geli- yordu. Altlarından pek az kır mazı görünen sağlam bir yaldız bu sarmaşığın arasında lâleler, sünbüller, karanfiler ve güller resmediyordu. Fazıl hayran olmuştu: — Aman Nazmi bu ne? Nazmi gülüyor: — Ya! diyordu. Bu ne? A» zizim, bu, Türkün süzdürük. müş ve dökülmüş mini mini bip san'at âbidesidir. Bu zevk Türk. ten başka hangi millette var - dır? Yazık ki san'atkâr çok mü- tevazı bir adammış. Her tarafı. ni aradım. İsmini - bulamadım, Fakat... — Fakat... — Küçücük bir kusuru var: Çok hoyrat ellerde kalmış ola- cak, arkalığın sol tarafında ufak bir parça eksik; dikkat edersen anlarsın; orasını tamir ettirmek gayet kolay. Bunu — nereden Ve kaça aldın? buldun? (Arkası varı

Bu sayıdan diğer sayfalar: