Rumenlere nazaran Basarabyatoprak" Yarınım romenliği Büktreş, 8 Yaca.f — Rümen ve “Alman hıtaları tarafından İşgal edilen Bukovinanımn nüfusu 500 bin kişidir. Mukadderatı ası larca Moldavya prensliğine ba li kalınış olan bu nüfus büyük Rumanyaya bağ 1918 tarihine kadar Avustur - yaya aitti. Bu eyalet her türlü adalet mefhumuma aykırı olarak geçen sene Moskovanın bir ül- timatomu ile Rumanyadan ayrıl- maştır. Bukovinada Ukraynalı ahali çok olmakla beraber Ruslar hiş bir zaman ehemmiyetsiz bir ekalliyetten fazla bir şey olmamışlardır. Şimdi Bükreş hükümeti is- tirdat edilen arazinin idaresile meşgül olmaktadır. — İşgal edi- len âki mıntakaya - valiler tayin edilmiştir. Ve bunlar vazifeleri- nin başına gitmiş bulunuyor - lar. Besarabyaya da dört beş â- zadan mürekkep bir hükümet meclisinin yardımiyle idare e- decek bir ümümi vali tayin e- | dilmiştir. Bu — meclis, intikal devri müddetince oldukça — ge- niş salâhiyetlere malik hulu- nacaktır. Bir kaç gün devam eden mü- cadelelerde Bukovima, çok sı- kantı çekmiştir. Cernauti'nin bir kısmı alevler içindedir. ve ahalinin büyük bir kısmı Sovyet makamları ta- rafından Rusyaya doğru çekil- meğe icbar edilmiştir . Nüfusları 13,000 ve 8.000 ki- şi olan Hertza ve Celle şehir- leri tamamen tahrip edilmiştir. Vekiller Heyetinin bir kararı | Ankara, 8 (Hususf) — Günde | ancak sekiz saat veya daha az çalıştırılması icap eden işçiler nizamnamesine çimento sanayii işleri, iptidaf maddeleri kuru olarak ezme, eleme ve karıştır- ma işleri, hazırlanmış çimento- yu ezme, eleme ve torba fıçıla- Ta koyma işleri, maden ocakları kanal, kanalizasyon ve tünel inşaatı gibi yeraltı işçilikleri de idhal edilmesi Vekiller Heye- tince kararlaştırılmıştır. . Avrupa ile müna- kale hattı Ankara, 8 (Hususi) — Aldı- ğınm malümata göre Avrupa postalarının Bulgar- hududun- dan kamyonlarla — temini kabil olup Avrupa yolcularını ve ha- müleleri taşıyacak — otobüs. ve kamyonlar Bir aya kadar faa- liyete geçecektir. Demiryolu, köprü * insaatının — teşrinievvel sonlarında - biteceği tahmin ©- kunmaktadır. VMahınud Esad Boı-] curdun konferansı Samsun, 8 (a.a.) Mahmut Esat Bozkurt, Halkevinde, “Tür- kiyemizin bugünkü politikası,, mevzulu ve muhitte derin bir AM | | | | — Neye yarar Münire? dedi. — Heayır Fazıl. Anlamak ii tüyorum. Zengin bir tedivaç de- ğil mi? Fazıl başile tasdik etti. Yakında mı? Belki, Bunu kim hazırladı. — Annem, Rüzgâr gittikçe şiddetleni - yordu. Münire ufak kol saatine baktı. Birdenbire kendini boğ- mağa başlıyan bu muhitten, bu havadan sıyrılmak — istiyormuş Bibi ayağa kalktı: sidelim! dedi. Burası fena 1, fakat rüsgâr da çekilmi- yor. Kahveciye işaret ettiler. — Biraz yürüyelim mi? Fena olmaz. Otobüse yolda bineriz. Yanyana, o gün tanışmış iki yabancı gibi yürüyorlardı. İkinci durak yerinde köhne arabaya bindiler. Kadıköy iskelesine ge- tinciye kadar hiçbir şey konuş- madılar. Fazıl, Münirenin çok mütees- sir olduğunu anlıyor fakat genç kızın gösterdiği metanete hür- met ediyordu. Köprüye çıktık - darı zaman Münire aralarında hiçbir şey geçmemiş gibi sakin bir tavırla elini uzattı: — Allaha ısmarladık Fazıl! dedi Fanl cevap veremedi. Boğa- zında bir şey düğümlenmiş gi- biydi. Münirenin vedama ufak bir hıçkırıkla cevap verdi. İskenderiyenin Her- “bombardımanı tayyare gemisi hasâr görmüş Beritn, 8 (ma-) — Alfman tay yare teşekkülteri 6 Temmuzda tekrar İskenderiye — Himanına yaptıkları hücumda bir sâbih bavuzu tahrip etmişlerdir. Bir Britanya tayyare gemisine de isabet vaki olmuştur. D. N. B.: nin bildirdiğ re, şiddetli bir ha ne gö- gemisine isabet kaydetmeğe mu vaffak olmuşlardır. Ağır çapta bir bomba tayyare gemisinin teknesini parçalamış ve bif ikin ci bomba da geminin ön tarafı- na isabet etmiştir. Tayyare ge- misi derhal yana yatmıştır Orta çapta başka bombalar sâbih bir havuzu tıahrip etr tir. Depolarda, emtia - garların- da ve Iİske ye sehrinin di ğer bazı mahallelerinde yangın- lar müşahede edilmiştir. Alman tayyareleri salimen üslerine dönmüşlerdi Mısıra giden | harp levazımı | Vaşington, 8 (a.a.), — Sa hiyettar membalardan öğre -. nildiğine göre Mısıra gönderi- len harp malzemesi halen ayda 20 ilâ 25 gemi tutmaktadır. Harp malzemesi bilhassa tank, bombardıman tayyaresi, av tay- yaresi ve cephaneden mürekkep tir .Gönderilen tanklar on üçer tonluk hafif tanklardır. Bunlar 37 milimetrelik toplarla ve mü- teaddit namlulu mitralyözlerle mücehhezdir. — Bu tanklardan Penzghanya fabrikalarında gün- | de on tane yapılmaktadır. Toplar geçen harpten kalan 75 milimetrelik toplardır. Tay- yarelörle beraber, kurulmaları için makinist heyetleri de gön- derilmiştir. B. Lyttelton'un beyanatı Kahire, 8 (a.a.) — Ortaşark- ta Britanya harp kabinesinin mümessili olan Oliver Lyttelton, yüksek evsafta Amerikan mal- ları getiren gemilerin Kızıldeni- ze gelmelerinin ortaşarktaki va- ziyetin en ziyade cesaret veren | taraflarından biri olduğunu söy lemiştir. Kızıldenizinin harp mınta- kası olmaktan çıkması hâdisesi- nin, Britanyanın büyük zafer- lerinin mükâfatını teşkil ettiğini ilâve etmiştir. B. Lyttelton, Ortaşarkta bu- lunuşunun en mühim hedefinin, başkumandanı bir çok işlerden kurtarmak ve dünyanın bu kıs- mında harbi sür'atlendirmek olduğunu söylemiş ve harp de- vam ettiği müddetçe Ortaşark. ta kalacağını düşündüğünü ilâ- ve etmiştir —odeaaamaeaz lâka uyandıran, samimi tezahü- rata vesile olan bir konferans vermiştir. Münire, yalnız başına - tram- vaya atlayınca saatlerdenberi teessürünü saklamak için sar- fettiği gayretin birdenbire kı- rıldığını hissetti. Kendisini he- men oraya yığılıverecek zannet- 'ti. Titriyen ellerile etrafında bir istinat noktası aradı. Yanıba - şında açılan bir yere düşer gibi göktü. Birdenbire yıkılan bütün ümitlerinin enkazını zayıf omuz ları çekemiyordu; yüreğinden mütemadiyen taşan hıçkırıkları boğmak için mendilini ağzında tufuyor, göz yaşlarını içine sin- dirmeğe çalışıyordu. — Neye ağlıyorsun — kızım? Bir derdin mi var? Yanında “oturan yaşlıca bir kadının derdine alâka göster mesi teessürünü taşıran bir fis- ke gibi oldu. Gözlerini sisliyen yaşlar yanaklarından akıyor - dü. — Ağlama yavrum. Ben de iklı bir kadınım. Hastan mı var? Münire başile tasdik etti. — Annen mi? Evet Hayatta ümitsiz bir kazazede gibi sarıldığı anacığına hastalık yormak istemiyordu. Fakat bu cevapla kadının arkası bitmiyen suallerine nihayet vereceğini zannetmişti. — Allah şifalık versin. Çık- madık canda ümit vardır. İki gözüm rabbimden umut kesilir mi? Böyle ağlama. Allahın gü- cüne gider, hastalık, sağlık Hep —. —— $abah WBiz insanlar acaba top âekân mu çıldırıyoruz iz, tıpkr sar'a nöbetine tu- 'tulan bir hasta gibi, yakıp yıkmak ve boğazlayıp öldürmek buhranına — saplanmış Avrupa- | nin kurtuluşunu Amuık*uhmw bekliyorduk. Talihsiz kıt'amızda ;:ıllık(e genişliyen harp yangınını ancak Amerikanın müdahalesi söndü- rebilir sanıyorduk. Umumi cin- net cezbesi haricinde soğukkan- li ve sinirlerine hakim kıt'a an- cak o harp çılgınlıklarından u- zakta kalan Amerika olabilirdi. Sulhseverlerin bütün ümitleri Amerikada idi. Bunda da haklı idiler. Zira şimali ve cenubi A- merikadaki irili ufaklı devlet- lerin hej harbe karşı ateş püskürüyorlar, mütearrızı tel- inde, tecavüze uğrıyanı himaye- de biribirlerile müsabaka edi- yorlardı. Hulâsa Avrupa kıt'ası sakinlerini gırtlak gırtlağa ge- tiren, bir gece içinde mamureleri hârabezara çevirivören bir der- din devası Amerikalıların elinde sanılıyordu. * | Halbuki hayret ve dehşetle haber alıyoruz ki, Amerikada da harp başlamıştır ve Avrupa- yı yakıp kavuran korkunç yan- ginin bir kivılcımı tâ cenubi A merikaya kadar sıçrıyarak ora- da da bir mücadele - tutuştur- muştur. Filvaki geçen pa beri “Ekvatör,, ve “Peru, Perulular, | Ekvatörlülerin kendilerine sal- dırdıklarını iddia ediyorlar. Ek- vatörlüler de Avrupadaki olup bitenlerden ders almış olacakla- rından bütün mes'uliyeti Peru- Tulara yüklemektedirler. Fakat mes'uliyet hangi taraf- ta bulunursa bulunsun, harp a- teşinin cenubi Amerikaya da si- rayet etmiş olduğu ve Amerika- da iki hükümet arasında harbin başlamış bulunduğu bir vakıa- dir. İster misiniz bu iki küçük hükümet arasındaki harp taraf- ların bir takım - taraftarlar bul- ması dolayısile genişlesin, büyü- sün ve biz eski dünyalılar yeni dünyadan ümit ve şifa bekler- ken bu sefer yeni dünyalılar “Horn,, burnundan — şimali buz okyanusuna kadar uzanan vüs- atli sahada gırtlak gırtlağa gel- sinler. Bu vaziyet karşısında insanın harbe veba kabilinden, kolera kabilinden sâri bir hastalık diye- ceği geliyor. 1941 yılında biz insanların heyeti umumiyemiz acaba top- yekün mu çıldırdık? A. C. SARAÇOĞLU| Almanyanın yeni Sofya e'çisi Sofya, 8 (a.a.) — Kral üçün- ü Boris yeni Alman elçisi B. Beckerle'yi kabul etmiştir. Elçi Krala itimatnamesini takdim et- miştir. Bulgar hariciye nazırı B. | Popof bu mülâkatta hazır bulun- | muştüur. ai ı & Yazan: Ulunay bizim içindir. Geçen sene evle- re şenlik bizimki de hastalandı. Doktora, hocaya dünyanın pa- rasını verdik, Bilirim güçtür, Allah derd verip derman apat- masın. Yüzünüze güller, adam- cağız bir ay içinde duvar gibi örüldü, kaldı. Mısır çarşısında Hacı Yâsin'in sinâmekili ilâcın- dan tutun da bütün kapalı « varıncıya ka amel kalmadı. ir faidesini görmedik. Biçare ateşler içinde, yatağında — mangı atılmış barsak gibi kıvrım kıvrım kiv- ranıyor, - Karın oldu bir Hüd dağı!.. Doktorlar barsağı dü - ğümlenmiş, konsolto lâzım de- diler. Dünyanın parası masraf ettik , doktorları topladık. Bir Kısmı hemen ameliyat dedi, bir kısmı da makadine büyük bir körük sokarak birden hava ve- rip düğümü açmağı teklif etti - ler. Büyük oğlum Muzaffer kö- rüğü yaptırmadı a barsak kör düğüm olmuş Hava ile çılır mı? Babamı bomba gibi patlatamam.,, dedi. Allah kimin varsa bağışlasın Muzafferim pek akıllıdır; doktorlar bile hak ver- diler, Ameliyat yapmak için Hastayı hastahaneye kaldırâ - K Sayfa : 8 SAN'AT ve EDEBİYAT EDEBİYATIMIZDA * svrra IISMINII ve Abdü Ihak Hâmid Şiirimizde tasannuun oynadığı fena roO - Lisan ve fikir - Rıza tevfikin iki şahsiyeti - Abdülhak Hâmidde “Cebri tabiat,, - Tasannu * Fikrette dahi vardır. - Saz — Abdülhak Hâmidin gürleri- ni niçin sevmiyorsun? Bu sual uzün bir makaleye zemin olabilirdi. Fakat bu rüşme gazete sütunlarında geç- mediği için muhatabıma fikr mi kısaca anlatmak lâzım geldi. — Hâmidin lisanını sevmem tasannuludur, bana — “cebri ta- biat,, var gibi gelir . — Nasıl? — Kuvvetli hisler okuyanın ruhuna kestirme yoldan gidemi- yor. Bir çok (musanna') lâfız- lardan kurtulamadığı için fikir kuvvetini kaybediyor. ğer bu kusur ise, yalnız Hâmidde mi var — Tabil hayır.. Bir çokları da maalesef bundan kurtulma- mışlardır. Hattâ yüksek diye tanılan ediplerin pek güzel fi- kirleri lisandaki tasannua feda edilmiştir. — Meselâ? — Anlatayım: * “Edebiyat tarihi tedkik — edi- lirse Türk edebiyatı da her şeyde olduğu gibi yaşadığı de- virlerin tesirinden kurtulama- miştir. - Osmanlı imparatorlu- ğunün ilk teşekküllerinde i- sanda bu usret yoktu. Elde mev- cut olan eserlerin tedkikinden anlıyoruz ki tasannudan âzade olan o asır lisanı da *bundan tedric etmiştir. Sonra fethedilen yerlerin inhitat sebepleri ga- liplerin vücutlarını ipeklere bü- ründürdüğü gibi lisanı da mu- sanna' kelimelere büründür - müş ve Türkçe samimiyetini, hattâ milliyetini bile kaybet- miştir. — Bu tasannudan ancak Türkün hakiki edebiyatı olan li- san sadeliğine avdet ettiğimiz zaman kurtulduk. Meselâ Rıza Tevfiğin bir vakitler büyük bir şöhret kazanan uzun bir şiiri vardır. Gelibolu sahillerini tas- vir eden bu şiir şöyle başlar: © yerlerde güneş mahmur - u - fikret bir. peridir ki ar sevdali akçamlar ğah - 1 - vapesininden Anlamağa çalışahım: “Oralarda güneş düşünce ile mest öyle bir peridir ki sona ka- Jan bakışından sevdah akşam- lar - doğar.,, Rıza Tevfiğin bu güzel tasvi- rini tasannudan kurtülan - lisa- niyle dinleyiniz Gölge yürür, köyü okşar, ufku Do ai S sarar gizlice, | Tepelerden — yalçın taştır akan suya ses verir ' çaklarını söylediler. O zaman da ben ayak derettim. Muzaffere “Bir mememden emdiğin ka olsun, öbür mememden emdiğin irin olsun; ben babamı hastaha- ne köşelerinde bıçaklar — altına yatıramam.,, dedim. Ameliyatı evde yapmağa karar verdik Adamcağız kendini - bilmiyor ki... İnim inim inliyor; uzatmı- yayım her şey hazırlandı, - ben de içeriki odada elimde tesbih “ya fettah,, çekiyordum. Bir - denbire evi bir koku — bürüdü... Akabinde Muzaffer deli gibi o- dama koştu. “müjde anne! Dü- ğüm çözüldü!,, diye bağırıyor. “Anladım evlâdım. Senden ev- vel müjdeyi kokudan aldım! dedim. Herkes şaştı, kaldı; kat ben işin içyüzünü biliyorum. Bizimki biraz ütelektir. Sokakfa birisi “böh!,, dese mutlaka bi- raz kaçırır. Kaç defa eve gelip çamaşır — değiştirdiği — olmuş- tur, Biraz kendine gelip de us- tunç takımlarını, beyaz elbiseli doktorları görünce korktu dü - ğümü müyümü dinlemedi, koyu verdi, artık arkası geldi... Münire, kadının lâkırdışını din lemiyordu. Fakat yanında biri- sinin böyle münasebetli müna- sebetsiz. söylenmesi onu biraz L E şairlerimizdeki samimiyet - İhsan Raifin bir muhtaç şiirler - Bayburtlu Zihninin bir mısraını yüz musanna şiire değişmem ! | İ YAZAN | ULUNAY! ıııı Karanlıklar inci serper çayırlara her gece peri gibi - gün, yüzünü gösterir. Bu iki Rıza Tevfikten, şüphe- siz ki şiirlerini o sade lisanla terennüm eden Rıza Tevvfik di. ğerine tencih Fikretin Rübabı Şikestesinde €n hoşa giden manzumeleri ke- Sabah olur, - edilir. | lime tasanmıına bürünmiyen şirleridir. Cenab Şehabeddinin gittikçe nisyana karışmasına sebep, her fikri (muakkad) ifa- delere boğmuş olmasıdır. Hâmid de ise tasannu ve fars edebiyatının — kuvvetli kokusu' daima mevcuttur. Meselâ (Fa- ber) in rastgele herhangi bir sayfasını açsak — şöyle — şiirler görürüz: Güldükçe şefak misâl o çehre Bir matla - » - devr olur bu dehre Ba'zen de bilâd elursa virân Tahrib olur cuda mahz - 1 - umran Bu ne şekil sözdür? Ne ifade- dir? Hâmidin sade lisanla yazmak istediği şiirler bile tasannudan kurtulamamıştır. — “Hindistan- daki Odam,, başlığiyle — yazdığı giüre bakınız: Dâimi bir nesâm - ji galiye sâ Bahr - i - pür maks - i - mevce -i- Bu taraf neyistan - i - Batmme sera Tercüme edelim: — “Daimi ka- lemis yağı kokulu- bir rüzgâr, beyaz dalgaların nakşı ile dolu bir deniz, bu taraf da hanende bir kamışlık.,, Sonra ne olmuş? Hiç. Bu her- kesin söyleyebileceği — bir fikri vezne, kafiyeye sokup sunmak için gösterilen tasannudan baş- ka nedir? Hâmidin: Lakda, kaskadda onunla (Raa- devü) kar vür idi gibi sadeliğe yeltenilmiş şiirleri de vardır. Şimdi tasanmıdan âzade olan ve bugdfikü edebiyatân temeli olması lâzım gelen ve saltanat- larını halkın yüreğinde kuran saz şairlerimize bakalım: İşte Fuat — Köprülünün el Tet ika No. 20 ] meşgul ediyohdu. Tramvaydan indi. Yaşlı kadın şimdi başka bir muhatap bulmuştu. Ona toru - nunün nasıl kızamık çıkardığını anlatıyordu. Münire eve geldiği zaman an- nesi odada dikiş makinesinin ba şında idi. Varidatı biraz arttır- mak için kadıncağız bekâr ça- maşırı dikiyordu. Sofada ayak sesini işitince sordu: — Sen misin kızım? — Benim anneelğim. Münire odaya girdiği zaman Ülfet hanım gözlüğünün Üstün- den kozına — baktı. - Birdenbire hassas ana yüreği kuvvetli bir radyo cihazı gibi mütecesir ol- du — Münire, — Ne var anne? ır” Hasta misin? yim yok. Seni biraz acayip gördüm de... Annesi ısrar ettikçe Münire kalbinden taşan teessürün bo- gazında düğümlendiğini hissedi- Yordu. Birdenbire cevap verme- yişi annesini büsbütün telâşa düşürdü — Söyle kızım merak ediyo- rum. Yoksa İlyaş Beyden bir hakaret mi gördün? şiiri - Tefsire şairleri hakkında yazdığı kıy-| metli eserin rastgele bir sayfa- sını açıyorum: bir lebi gönce in gülüdür şimdi Kararım kalmadı seni görünce Gözüm yüşı (Tuna) selidir şimdi Bir diğer rum: Can bülbülüm cüda düştün ı gülümden | Zârımdan bezmedik dağlar mı kaldı sayfasını çeviriyo- | ni | sindeki eski topr: Şimdilk E —— Bukadar | Emehsiz hazanç olmaz A lman orduları Çelibelovaki” yaya girdikleri vakit, caristana eski topralkdarını iıdnı ettiler. Geçen sene baharda Ru- Manyanın sonradan ilhak etmiş olduğu toprakların yağması sıra sında Macaristan evvelce kendi- sinin olan Transilvanya'yı da aldı. Yugoslavyanın parcalanışı müteakıp de E etti Bu suretle 1939 harbi Maca- ana 20 senedir hasretini çek- tiği eski topraklarını kazandır- dı. Hem de kendisinden hiçbir fedakârlık — beklenmeden ve is- temeden. Bütün bu münbit top- raklar, tek bir Macar askerinin burnu kanamadan Macar hu- dutları dahiline girdi. dakikat cephesı vet! İşin zahiri cephesi car ordularının Alman ordulari- budur. Fakat bugün Ma- , le yanyana Sovyet Rusyaya kar- şı harp etmekte olduğunu düşi | necek olursak, o zaman iş deği- Ey güzel kapına dermana Deranumda bir unulmaz yâre Bir tane daha: ' | Dertierime derman ben seni buldum Sem dea gayri bana kimden çüre | var? Eğer şiiri ruaha giden en kısa yol diye kabul edersek Türk Şiirinin hakiki çehresi budur. İhsan Raif Hanımın bir çok | görleri vardır. Fakat edebi e- serler meraklılarının topladık- | ları şüirler arasında mutlaka şu- | ' na tesadüf ederiz: Kükül olup olup sevsem kulaklarını. dudakları Haln a Slasm aa. Sovdasız ıııdnl'kko!gdlr | bana | Yüzün dikdiği çul, sof gelir bana | Gül elup da geçsem - imbiklerin-| Yaş olup süzülsem Idıııllıhı:ı den | Gönlünsün atogi hız verir bana Yar koeynunda ölüm vız relir bana Bu wâde, bu güzel lisanın ya- mında hattâ Fikretin: Z Sakin bir akşamm tatk - u - ergavanımı Yirtarkea ihtirâz ile desti siyah - :- şeb Dive başlayan şiiri, anlayan ve anlamıyanlara bir muamma gibi | gelir. Koca üstad! Bu tutk kelime- Bini de nereden bulmuş? “Sa- kin bir akşamın ergavan rengi tülünü, gecenin siyah eli ihtirâz (Sonu sayfa 4 sütun 4 de) Genç kız. konsola dayanmış, gözleri bir noktaya dikilmiş düi- şilmüyordu. — Söylesene evlâdım. Bu ısrar üzerine annesine bak 'ta. Koyu renk yemenisinin altın- dan şakaklarına doğru inen be- yaz saçlarile, üzüntüden, mah- Tumiyetten süzülmüş çehresile, bir tarafı kırıldığı halde hâlâ tamir ettiremediği çarpık gözlü ğünün arkasında yorgun nazar- larile anacığı ona o kadar can- dan ve yakın geldi ki birdenbire koştu boynuna atıldı; — hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Münirenin bu teessürü Ülfet hanımın fikrine bir.anda birçok felâket düşünceleri - getirmişti. Onu teselli ederken yavaş yavaş — Ağlama yovrum. Söyle nen var? diyordu. Münire, her şeyi anlattı. Me- selenin sadece bir hayal kırgın- hğından ibaret olması Ülfet ha- nıma rahat bir nefes aldırdı. O, tamir edilemez bir — felâketten korkuyordu. — Yavrum, dedi. Bunun için hiç üzülme. Allah senin kalbine göre verir, Zaten Fazılla evlen- senla de mes'ut olamıyacaktı - naz. Bu derece anasının nüfuzu altında kalan bir erkek karısını da müdafaa ede- öbür gün gelin kay- arı çıkacak., Bizim man bi tavallı çocuk da ma- zurdur. Yine namuslu bir adam- maş ki, sana işin doğrusunu söy- şir. Macaristan kanını akıtma- ğa başlamıştır. Bu akan kanlar sadece iki senedenberi kendisi- ne ikram edilegelen toprakların bedelidir; kefaretidir. Bundan çıkan netice, dünyada hiçbir şeyin emeksiz; havadan kazanılamıyacağı — hakikatidir. Şu veyahut bu şekilde bir nime- te, konan bir memleket, er, ya- hut geç bunun bedelini ödemek mecburiyetindedir. Hayat kanunu ayat kanunu da esasen böyle değil midir? Kim kime karşılıksız ve kendisinden birşey beklemeden hediye verir? Kim kime havadan Ikramlarda bulunur. İnsanlar gibi milletler de birşey aldıkları vakit bunun bedelini ödemek mecburiyetinde olduklarını bilmelidirter. Bu değişmez kanunu gözö- | nünde tutarak şimdiden birçok siyasi tefeüllerde bulunabiliriz. Çok kan döktüğü, çok kefaret d—ı verdiği halde birçok yerler ve | şeyler kâaybeden Yunamistan, ne şekilde olursa olsun bunların bedelini alacaktır. Kan dökmi- yen, bedel ödemiyen bir daha asla eski şevketini kazana- mıyacaktır. Bundan sonra o fe- dakârlığı gösterir, — mucizeler yaratırsa o başka. Yine kan dökmeden, zahmetsizce - birçok | toprağa tan ya KÖRKE NM, yahut da o da Macaristan gibi ağır bedelini ödiyecektir. Bu misalleri hiç aldanmadan bu şekilde çoğaltabiliriz. Bina- enaleyh toprak edinmek istiyen milletlerin, bunların - bedellerini ödemeğe hazır bukmmaları lâ- zamdır. Havadan kazanç ne ta- biatta, ne de hakikatte vardır. MURAD SERTOĞLU lemiş. Ben Kâni Paşaları tanı- rım. rım. Oğlu seni saraylarda yaşatb sa Nadire hanım sana hayatını zindan ederdi. Buna mahzun o ma... Münire, yavaş yavaş sükünet buluyordu. Annesi dikiş makinesinin k: pağımı kapadı. Yemeği hazırla- mak üzere mutfak şekline ko- nan merdiven altına gitti. — Amne, ben yı yemiye- ceğim. — Deli misin kızım? Sonra beni mahzun edersin. Benim sen den başka kimim var? Münire odanın köşesinde du- ran bir tarafı mehteşeli, üstü muşambalı yuvarlak masanın yarnm devrimini kaklındı. Anne- sini kırmamak için sofrayı ha- zırladı. Gaz ocağının gürültüsü arasında annesi: — Güzel bir karnıyarıkla pi- lâv pişirdim! Yediğin saman gö- receksin, ilik gibi... Diyordu. Ülfet hanım, analık hususunda emsalsiz btr kadındı. (Münireye çektikleri sıkıntıdan, yoksulluktan bahsetmesdi. Bu- gün de kızının teesstirtinüi büs- bütün unutturmak için birçok lâkırdılar icat ediyordu. — Dün ev sahipleri oğulların dan mektup almışlar. Kadın ba, na gelmiş, Mitnire banım meky tuba bir cevap yazsaa diye rict ediyor, Kuzum yavrum. (Arkası var)/