i iğ Ediz Ani ni dinli banyo odasını yazıhane ya pan zengin iş adamı, bu vaziyete o ka- dar alışmış ki, kışın da burada iş görecek.. Suyun tsıtılmasından başka birde gişiklik yapmak fikrinde değil! “ Kapı Farkı / Sabit, adına uygun mizaçta bir delikanlı değildir. “Hiç bir yerde dikiş tutturamaz. Hangi işe yer- leştiyse, çok geçmeden gene açık - İzp hivasr oldu. Babası oğlunun bu huyundan çok ş'kâyetçidir. Fakat, adamcağız ne yapsın?. Bir türlü söz geçiremiyor ki: Sabitin babası, hayli zengindir. Oğlu tek oğludur. Ondan başka çocukları olmadığı için, karı, koca bütün sevgilerini Sabite vermişler dir" ORu Küçük yaşnberi yüz vere vere adam akıllı şımartımış - lardır. Bir dediği, iki edilmiyen çocuğun büyüyünce haylâzlığı büs bütün ele alması, çok görülen ve bu itibarla tabii sayılabilecek şey- lerdendir! Sabit, Beyoğlundaki dans sa- lonlarına sık sik gider. Sık sık gi- der, demek onun gidişini anlat- mak yolunda eksik bile sayrlabi- lir, Sık sık gider, ne demek?... O- rslardan pek seyrek ayrılır. İşsiz, güçsüz delikanlıyı herhangi bir sebeple arıyanlar, evinde güçlükle bulurlar. Fakat; dans salonlarm - dan birinde... Kolayca! ç Böyle olmakla beraber, Sabit, dans salonlarında da pek öyle baş üstünde tutulmaz. Eğer bol Düyün ! Alman köylülerinden biri, Ber. line gelmişti. Bir otele yerleşmiş, bu büyük şehirdeki ilk gecesini na- sıl geçirmesi lâzım geldiğini düşü- nüyordu. Her halde eğlenmek!... Tasarladığı şey bu!.. Fakat, nasıl ve nerede?. Nihayet, otelin lokantasında ye- mek yerken, ayni masada karşı - laştığı, sofra başında tanıştığı bir adam bundan bahsetmeğe, müş - külünün hallini ondan rica etme- ğe karar verdi. — Nasıl? Bu gece nereye gide- ceğinizi kestirmek hususunda güç- lük mü çekiyorsunuz? O Fakat,bu güç mesele değil.. Sizi “Figaronun düyünü,, ne götüreyim! Köylü, büyük bestekâr Mo zarlı bu isimde bir operası oldu » ğunu bilmiyordu. Hattâ, Mozar- tm kim olduğunun da (farkında lığı yoktu. O geceki opera temsi- ve $u cevabı verdi: İ dansettik! yak bastırılacağı bile şüphelidir. Niçin .. Bu delikanlı, rast geldiği kimse ile sebepli, sebepsiz kavga çıkarır, ortalığın altmı üstüne ge- tirir, Oraya gelenler, dansetmek, gülüp oynamak için gelirler. Dans la boksun da farkı vardır! Bol para harcamasına rağmen, geçende işi azıttığından, salon sa- | hibi kapıcıyr çağırdı ve bu haşari i para harcaması olmasa, oralara a- müşterisini, güçlü, kuvvetli bir a -' ll ap İğ dam olan kapıcı vasıtasile dışarı ett:. Bu hâdise sırasında, o- nun ptotestosu üzerine kapıcının yaptığı bir hareket, şimdi bir çok kişinin ağzında... Herkes, biribi- l rine anlatıyor! | Kapıcı, Sabiti dans salonunun Yiyerek parasını vermeğe hazırlanır yan kapılarından birinden dışarı - ya almıştı. Sab't, bu hareketi pro- | testo yollu, şöyle bağırdı: İ — Bu ne rezalet!.. Bu ne cesa- ret!.. Sen, benim kim olduğumu bilmiyorsun galiba?.. Ben öyle İ yan kapıdan dışarı fırlatılacak bir adam değilim! Bunun üzerine, güçlü, kuvvetli | galla sırt etti, yan kapıdan içeriye aldı... Ve orta kapıdan dişarıya bıraktı! Kiracılar ! Bir apartımanın alt ve üst ka: tında oturan iki kiracı, bir sabah aaprtman kapısında karşılaştılar. Alt katta oturanın kaşları çatıktı. Üst kattakinin, bilâkis. — Sabahlar hayırolsun, efen - dim!... Afiyettesiniz, inşaallah?. Alt kattaki, üst kattakinin gü- ler yüzle, tatlı dille selâmlayışına mukabele etmeksizin, haşin bir ta- | vırla sordu: — Dün akşam süpürge sopasile tavana vurdum. İşitmediniz mi? Bu sözün mând$ını, öteki anla mamazlıktan geldi: — Rica ederim, efendi. Konu- komşu arasında mesele mi bu? İs- tediğiniz kadar vuraydınız. Biz | hiç rahatsız o olmadık.. İşitmedik | bile.. o Misafirlerimiz vardı da. Geç zamana kadar, tepine tepine hiç ğım kimselerin düyününet, * kapıcı dışarıya çıkıp onu tekrar | “8 İci şöyle bir süzerek, şu cevabı değildi. Hulâsa, musiki ile aşina- o — Düyüne mi? Beni mazur gö. | verdi: ' rünüz.. Düyüne (gitmekten line davet karşısında yüzünü ek - | hazzetmem.. Hele böyle tanımadı. | ma kadar olması muhtemel.. E- Hasis iki kadın, bir kır gezintisi iğ Mi İlan; dare esmasmda nasılsa paraya kıymış bir köşesinde, harap bir evin ta" lar, gazinoya oturmuşlar, birer van artamda oturur. O, böyle kahve ısmarlamışlardı. My Kahveleri, beş (dakikada bir yünler GENE Zi yudum alsvak, azar azar, yavaş i di yavaş içtiler, Hatta telveleri yala» eni va bei vi maktanı da geleinmediler, Elleri tit- lunda lüs bir kar imanın giye tında da oturabilirim. Lâkin, o zaman buradaki gibi artist zev- ki duyamam. İlham memba kurur! — Sen neler söylüyorsun, ku» zum? Lâmi, böyle soranlara vaziye- ti şöyle anlatır: — Ben, burada Parisli bir ressam gibi yaşıyorum. Hani Pa- risin .“Kartiye Lâten,,1,..... Bo» hem hayatı yok mu?. İşte ben burada öyle bir yerde gibiyim. Öyle bir hayat sürüyorum. Oh, ne zevk... Ne zevk! Onun bu sözlerini dinliyenler- den biri, bir gün şu mukabelede bulundu: N — Peki, ama oradaki ressam atelyeleri harap binalarda falan İ olmasına rağmen, hem tepeden, hem yandan bol bol ışık alır. Cam- larken, ansızın ortaya mühim bir mesele çıktı.. Kahveyi içmişlerdi. Ya suyu ne yâpacaklardı? mek istemiyordu.. Lâkin, hem pa- rasmı versinler, hem suyu gerisin geri göndersinler.. Buda doğru değildi. Şu halde? Düşündüler, taşmdılar.. Niha- yet iki bardak sudan, ellerini yıka- mak suretile istifade ettiler. Ver- dikleri paranm birazı olsun boşa gitmemiş oldu! / Manto Lâzım/ Kocasının halinde zamanlarda bariz bir değişiklik ol duğunu, boyuna sinirli sinirli do- laştığını, bağırıp çağırdığınf an - lattı. Bu hale bir çare bulunması- nı istedi. — Peki kocanız nerede?, Ken- | disini bir muayene edeyim de, o- na göre... — Onu birlikte * getiremedim... Maziyeti önce size gizlice izah et- meği muvafık gördüm.. Onu yarm eve gelip muayene ediniz. Öbür gün de ben tekrar (size gelir ve ne yapmak lâzım geldiğini öğreni- rim.. Sakın, yüzüne karşı bir şey söylemeyiniz!. . Muayenenin ertesi (o günü, gene doktorun muayenehanesinde, Şe- fika Harim soruyor: — Ne buldunuz? Ne yapmak icap ediyor?. ' — Kocanızın sinirleri bozul- | muş.. Yapılacak tek sey, onun sü- i kün içerisinde yaşamasıdır. o Hiç öfkeye kapılmıyacak.. Tam bir is- tirahat!.. — Bu şimdiki halde imkânsız, okto! Sayfiye yerlerindeki evlerin, eşya Ja birlikte bavalamıp şehre inme - si, şu göç mevsiminde hoşa giden ve benimsenen bir hayaldir! AKLİ EE :k mantoma bükâc, oraya ne yazıyorsun? — Kışlık mantonun parası: hesap | ediyorum! Muhtemel / Bir genç, kendisine İş ârryor- du. Bu arayış sırasında, rast gele bir yazıhaneye girdi. Orada başka bir gençle karşılaştı, d — Yazıhane sahibini görmek | istiyordum! ji — Ben, onun kât'biyim. Ne | istiyorsanız, bana söyliyebilirsi - niz. Kendisi burada yok.... Adli- yöye giti!, Bu, bir avukat yazıhanesi idi. Bu cevabı veren de, avukatın kâ- bibi... Bir şeye canı sıkılmış ta- vırla duran, somurtmuş bir genç! — Şey... Kendisinden iş isti- yecektim. Tabii siz de bilirsiniz? Adama ihtiyacr var mı? Avukat kât'bi, iş istiyen gen- — Simdi yok... Fakat, akşa- liz Ben, — Güzelden anladığın icin! ğer benim maasımı arttırmazsa! * — Ressam Evi ları kırık dökük te olsa, geniş te- | ir Şefika Hanım, doktora girer: o yahların , bilhassa son! seni güzel olduğün için seviyorum, Ya sen Bi pe camlar, geniş mi, ertesi gün, #9 den eline bir keser ve yandan tavan rm delik, deşik © Açılan yerlere sonradan düşüne! zaman cam geçersö Fakat, delik de tamamlıyamadan, ateş püskürerek, YU 2 — Dur!. Bune” dm mı sen?,. Dur” Mazhar Osman E i rim!, ” Kavga, gürültü Bu arada, ev sahi tarzmda bir sözü Ü” ressam, şöyle dedi — Sen, ne anla! nat sahasındaki Ben, bu sahada © yim, ki hakiki kıyn iki asir sonra anl Ev sahibinden 44 — Ah, dünyaya gelseydiniz, ne iyi o” arası delik deşik edi” hibi betbahtsızlığın& mazdım! ii | Tasarr mih yollu fıkralar, © te bir fıkra daha! Bir İskoçyalıya, dıklarından biri rai ta İskoçyadan kali e kadar gelişinin hikif miş. Öyle ya, yol # kabarık bir yekün fi muş ta bu seyahati — Seyahatimin “ Evlendim de : çıktım!.. — Sahi mi?. Hazff — Nasıl?, tiyorum!.. Peki, karif — O, İskoçyada — Nasıl?. Balı niz yapıyorsun, — Evet.. Çü bir defa buraya tekrar görmek için X cıyalım!.. e i Pi | —Neden?.. — Çünkü. ' kış.. o Bana bir "İzm!