Dil tetkikleri Gılgamış'ın Erteği (Destanı ) Türk edebiyatının en eski eseri En eski edebiyat erdenisi (— San'at eseri) Sumerlilerden ; Ereh beyi Gılgamışm erteğidir. Erk sürdüğü ( hükümran oldu- ğu) çağ gereğince bilinmiyor, an- cak Sumer hanları arasında Ereh omağmdan (henedanından) bey olanların beşincisi görülüyor; bu da tufandan sonra erk süren ikin- ci omak sayılıyor. İçinde Sumer tufanı anlatan bir parça vardır. Buna göre eskiliği Isânın doğu » mundan 4000 yılönceye, belkimde daha eski bir çağa çıkar. Erden- lik değeri (— san'atça kıymeti) pek yüksektir, bu dâ Sumerlilerin ve pek eski bir türkçe olduğuna şüphe olmıyan sumercenin eskili- ği üzerine keskin bir aydınlık “e | maktadır: Hömerin üç dört bin | yıl sonraki ertekleri (— destanla- rı) ile ölçümlenecek yükseklikte edebiyat örgütleri (eserleri) ya z ratan bir dil olan sumerce en eski ana türkçeyi sanımıza ancak yak- laştırabiliyor! Bu erteğin sumercesi şimdiye değin bulunmamıştır; en eski metni Akkad diliyledir. Bunun da yalnız üç tableti bulunmuştur; bu nüsha İsânın doğumundan 2000 yıldan daha eski sayılmamakta - dır, Boğazköyde bulunan nüsha - lar bundan beş yüz Yıl sonra ya - zılmıştır; bunlar Akkad ve Eti dil- leriyle ve başka bir dilledir. Bunlardan sonra Aşur'da bulu- nan tablet gelir; en yeni nüshalar ise Ninevede kral kütüphanesinde bulunup şimdi British Museum- de saklanmakta olanlardır: Bun- lar İsânm doğumundan önce Yye- dinci yüz yılda basılmıştır; bası cılardan biri Sin - liki - unnini a- dında biridir. Bunlardan başka daha sonra yapılmış yeni » Babil basımlarından kalma parçalar da bulunmuştur. Buna göre bu erte- ğinen aşağı 4000 yıl süreğince Ön - Asyanın bütün medeni ülke ve il- lerinde klâsik edebiyat Mi müş bir erdeni olduğunu anlıyo- in bunu ve daha nice benzerle- rini yaratmış olan Türk ırkından gelmiş olmak onuru ne büyüktür. Gılgamış erteğinin bütün ter- cümeleri, aslı gibi, manzumdur; elde bir çok nüsraları bulunan ye- dinci yüz yıl basınma göre bu ko- şuk (Poğme) on iki tablet üzerin- de yazılmıştı; altışar yüzlü men- şurlar şeklinde olan bu tabletlerin her birine (her yüzüne 50 sıra gel- mek üzere) 300 sıra (misra) dü- şer, yalnız ön ikinci tablette bu- nun ancak yarısı kadar yazı var- dır. Şekilce adı bugünkü türkçeye bile benziyen Gılgamış'ın oadına tertip edilmiş olan bu büyük er- tekte, belkim de, çok eskidenberi halkın dilinde dolaşan bir takım serçek (mythe) ler toplanmıştır. Ereh beylerinden olduğu gös - terilen Gılgamış'ın selefi (bitkiler tanrısı ve İçtarın kocalarından bi- ri ölan) Tammuz'dur. Annesi ise Nin - Sun'dur. Ertekteki bilgilere göre, bun - dan pek eski bir çağda (belkim de İsâdan 5000 yıl ön), bütün si- wilerin ayrı ayrı ve bezleri varken, Balgamış Ereh'i tutuyor; elgünü iz halkı) büyük işlerde öyle ça- İıstırıyor ki, onlar da yavuzluğun- i (dev) saklıyor; dan kurtulmak için (o tanrılardan yalvarıyorlar. Halka yardım etmek üzere ya” ratılan Enkidu ile Gılgamış ara- sında geçen korkunç savaş netice- sinde iki Alp birbirini takdir eden iki dost oluyor. Şehrin bezenme- si için kullanılmalı olan çıra ağaç- ları öyle bir ormanda bulunuyor ki, Humbaba adında bir öcü iki emre alp (dost kahraman) yola çıkıp Hum- baba ile karşılaşıyorlar; yardım- larına esinleri (rüzgârları) gön- deren Güneş tanrısmın duldasın- da (— sayesinde) öcüyü yenip kellesini kesiyorlar; bunun üzeri- ne İştar Gılgamışa âşık olur; an- cak onunla evlenmeye yaklaşmı- yan bu alpa tanrıça düşman olur; babası Anu'ya yalvararak her iki barlası (cerigâveri) yok edecek bir boğayı yarattırir. Bir soluğu ile üç yüz kişi öldürebilen bu ca- navarın hakkından gelen Enkidu ölmiye mahküm olur. Dostunun ölümü kendisine pek dokunan ve gönlüne ölüm ürkün- cü (dehşeti) giren Gılgamış son- suz dirlik aramak yolculuğuna çı- kar. Bor (— içki, sarap) tanriçesi Siduri'ye rasgelir, ondan eğlence felsefesini alır. Sonra en eski a- tası olan Uta - Napiştim'in kayık- çısı Ur - Şanabi ile ve daha sonra tufandan kurtulmuş biricik adam olan Uta - Napiştim'in kendisiyle buluşur, ondan tufanm serçeğini dinler ve tanrıların oOona sonsuz dirlik armağanını nasıl sundukla- rını öğrenir, Uta - Napiştim, altr gün yedi gece uykusuz kalamıyan Gılgamı- şa sonsuz dirliği veremez, ancak denizin dibindeki bir otu bildirir, onunla kendisi yeniden gençleşe- bilecekti; ayağıma taş bağlıyarak denizin dibine inen Gılgamış ara- dığını koparıp suyun üzerine çi kar; ancak kendi bir gölcükte yı- kanırken bir yılan otu kapar ve yeniden alpı : aradığından mah- rum eder. Bundan sonra Gılgamış öteki acun (âhire) tanrısmdan arkadaşı En- kidu ile görüşmeyi yalvarır; ken- disine verilen bu görüşmede Em kidu ona öteki acunda geçirdiği katı ve karanlık dirliği anlatır, er- tek de bununla sona erer. Bu yedi bin yıllık erteğin sa- delik içinde büyük şiirlere verdiği güzellikleri vardır; insan ruhu- nun bir çok derin duyularını kav- rayıcı bir yolda tasvir etmekte- dir. i Bir çok dilde bir kaç tercemesi olan bu en eski şiirin bi- zim için batukluğu (ehemmiyet ve azameti) her budun ve uruktan daha büyüktür; insan edebiyatı - nın bu en eski eseri ayni zaman - da Türk zekâsının en eski san'at eseridir. z Bunu dilimize çevirmek en bü- yük bir borçtur. e Bu eski koşuğun (şiirin) ter cemesi için yepyeni, aru duru, 8 - taların bıraktığı gibi katışıksız bir dillâzımdı; bu dil uluğ Önder Ga- zi Mustafa Kemalin yaratmak ve Türk budununa atalardan en de- ğerli bir andaç olarak sunmak is- tediği dil olmalı idi;: yaradılma- yapılmış (Devamı 8 inci sayıfanm 1 inel sütununda) | i © 2 KAZLAR | o —— Gal muhariplerinin mağ- lübiyetine nasıl sebep oldular? İstanbul gibi Roma dahi yedi tepe üzerinde kurulmuştur. Bun- lardan birine Kapitol denilmekte- dir. Bu meşhur tepe, aptallığı ile meşhur olan kümes hayvanların » | dan kazların da tarihte büyük bir | şöhret kazanmalarını mucip olmuş tur, Etini seve seve yediğimiz halde İ aptallığına bükmettiğimiz kazlar hakkında Romalıların düşündük - leri bizim düşündüklerimize kat'- iyyen uymamaktadır. Çünkü Ro- malılar kazı ilâhi bir mahlâk ad - dederlerdi. Kaz evvelâ Satürn'e, ondan sonra da Jüpiter, Yunon ve Minerva adl; ilâhlara mensup mu- kaddes bir mahlük olarak tanılır - dı. Vaktile Kapitol tepesinde Jü- piter ve Yunon mabetleri bulun- makta idi. Yunon mabedinin bu - lunduğu kısım bir kale olarak inşa edilmiş ve buraya: madeni para darphanesi yerleştirilmiş bulunu - yordu. Yunon mabedinde kazlar devlet masrafile beslenir ve ye- mek tarzları ve yedikleri yem mik tarı istikbalin kşfinde bir esas ad- dolunarak tetkik edilirdi, Buna göre kazların yegâne va- zifesi yemek ve yedikleri miktar ile istikbalin keşfine yardım et- mekti. Halbuki kazlar bir müna - | sebetle Kapitol'a çok büyük bir hizmette bulunmuş ve diğer taraf- tan buranm muhafazasına memur olan köpeklerin müthiş bir cezaya çarpılmalarımı mucip olmuşlardır. Milâttan 387 sene evvel gece - nin birinde Gal muharipleri kale - yi sararlar. Halbuki, sarma ameli» yesi yapıldığı bir sırada köpekler derin bir uykuya dalıp, havlamak suretile tehlikeyi haber vermek hususundaki vazifelerini yapmaz» lar. Bu vazifeyi bilâkis kazlar gü » rültü yapmak, gağlamak ve kanat çırpmakla yapmış, kale muhafızla rmı uyandırmış ve Gal muhariple- rinin mağlâp edilmelerine sebep olmuşlardır. Bu ihmal ve tembel- lik köpeklere çok pahalıya mal ol- muştur, Çünkü bu zaferden sonra uzun müddet, senenin muayyen günlerinde Romalılar gençlik ma- bedi ile Sumanus mabedi arasın - daki ağaçlara köpekleri diri diri mıhlamak suretile zavallı hayvan- ları cezalandırmışlardır. Kazlar Romada muhafızlık va- zifesini görmemiş olmakla bera * ber Çinde münhasıran muhafızlık yaparlardı ve bugün de yapmakta dırlar, Çin tarihi kazların gağlamak suretile bir çok kaleleri düşman is İ tilâsından kurtardıklarmı yazıyor. Bugün Çinin Kiyang — Su eya- letinde kazlar, bizim köylerimiz - de köpeklerin gördükleri vazifeyi görmektedirler. Kazlar ev halkını ve aşinaları tanıdıklarından ya» bancı biri geldi mi gürültü yapa - rak ev sahibinin dikkatini çeker- ler, Bu son tafsilâttan sonra kaza “aptal mahlük,, demek doğru olur | İ i mu? Telefo nun icadına sebep AOARRİKA 113. Kaz, ilâhi ma 7 — VARİT 25 EYLİT. 1934 e N 1 hlük ! olan aşktır / İstanbulda © bulunuyorsunuz. Londrada bir tanıdığmız, bu tanı- dığmız ile aranızda çabucak hal- ledilmesi icap eden bir iş ve cüz- danmızda paranız var, Az bir müddet zarfında, ikinizi ayıran binlerce kilometrelik mesafeye rağmen, konuşuyor ev anlaşıyorsu nuz, Bize bu kolaylığı temin eden telefondur. Fakat telefon neden doğmuştur? Aşktan, sevgiden! Bakınız: Telefonu icat eden Graham Bel'dir. Henüz yirmi beş yaşında iken Amerikanın Böston üniversitesinde konuşma fiziyolo- jisi ve ses cihazı hakkında dersler veriyor ve söyleme cihazında sa- katlığı olanlar üzerinde ilmi tecrü beler yapıyordu. Bu tecrübeler si- rasında Graham Bel'ien ziyade yoran vak'a âlimin gönlünü çelen sağır bir genç kız olmuştur, G. Bel kızı tedaviye uğraşırken sevmiş ve nihayet evlenmiştir. Evlendikten sonra âlim, söylediklerini . sevgili karısına işittirebilecek bir âlet icadı için bütün gayretile çalışmış» tır. Bu suretle uzaktan söylenen sözleri elektrik kuvvetile büyüten ve daha kolay işitilmesini temin e- den bir makine yapmağa muvaf « fak olmuştur. Görülüyor ki G. Bel aşk saikasile telefonu icat etmeğe muvaffak olmuştur. Bu icat üzeri- ne Boston'da 1877 senesinde ilk defa olarak “Bel Telefon Kompa- ni,, adı altında bir telefon şirketi kurulmuştur. Almanlara göre telefonu icat e- den raham Bel değil, Frankfurt'ta muallimlik eden Filip Rays o adlı i bir Almandır. Hakikaten bu Al man mualliminin 1860 seneğinde bir nevi telefon makinesi yapmış olduğu ve fakat bu makinenin a « meli bir fayda temin edemediği tarihen sabittir. Maamafih Alman lar Graham Bel'in telefon makine sini icada uğraştığı sırada Alman mualliminin yaptığı makineden haberi olmadığını itiraf etmekte - dirler, Telefonu bugünkü mükem- mel hale getirenler ise İngiliz fizik âlimi (1878) Hyugs ve Alman e lektrik mühendisi Verner Simens” tir (1880); 1932 senesinde yapılan bir sta- tistiğe göre yer yüzünde otuz beş milyondan fazla telefon abonesi vardır ve bu otuz beş milyon abo- nenin yirmi milyonu Şimali Ame rikadadır, Nüfus çokluğu nisbeti dairesin- de en çok telefon abonesi - olan kıt'a Skandinavya'dır. Danimar - kada senede nüfus başma yüz elli konuşma düşüyordu. Almanya - da ise iki yüz mufus başına bir te « lefon ve nüfus oObaşınada dört mükâleme isabet etmektedir. Telefon nancadır. kelimesinin aslı Yu» Tele uzak ve Fonos ta ses demektir. Buna göre telefo- nun Türkçe adı Uzakses o olmak icap eder.