12 Ağustos 1934 Tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 5

12 Ağustos 1934 tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

m ri bini vii - Çay, birrr, yandan çarklı olacak! Kahvehane garsonluğu deyip te geçmeyin..Meğer bu ne güç, ne meharet istiyen bir işmiş? SAKIT ın Tefri kası: 15 uamamammumzmu, Ölüme Susayan Gönül mmm Vazon : Selâmi İzzet Adamlar susuyorlardı. Pek ka-| musluyum. Ya &söyliyeceğinizi hi olmamışlardı. söyleyiniz, yahut bırakınız gidip Feyyaz gene devam etti: yatayım. — Eğer k bilir elik Doktor Cemil tok sözlü bir in- korkunuz kalmaz, Eski macerala: | sandı ve Feyyaz önün namuslu hız, size'mibayöt baş altı! öne bir adam olduğunu biliyordu. Yatırır. Bu müddet zarfmda da fi.) — Nesrin. diye başladı. Tarımıza çalışırım. Eğer muvaffak mer e km , her halde hapisten) |“ 1 ali size rahat yaşıyabileceği-) © 7 5 #nda belki de ölmüştür. hiz bir sermaye veririm.. İntihap 2 Ne a ile Tilki; Feyyaz gülümsedi: FE İnelkey oni > çizi, ARMLİ 7 00 İsis yy ken Küp gibi sırlr kalacağız. Tek ke mek hayırlıdır. — Siz deli misiniz?. Çıldırdı - “ #öylemiyeceğiz. f nız mı?. Ben öğreneceğimi öğren- ie da taa öt dim, Artık ne söylerseniz boştur. — Küp gibi. Gidiyorum.. Feyyaz gülümsedi ve bir deste Kapiya doğru koştu. © Feyyaz wi uzattı: koluna yapıştı: — Acele etmeyiniz, dedi. Din- — Paraları kaptılar. Feyyaz: leyiniz. Ooo Eğer olup (biteni — Bu kayığı da size bırakıyo- Tum, dedi. — Yaşasm Feyyaz beyefendi! — Sus. Ve lâkaydane ilâve etti: — Ben daha birkaç gün bura- da kalacağım. Belki size gene ihtiyacım olabilir... Şimdi artık Ridiniz. Kayığa atladılar, uzaklaştılar. Feyyaz bir müddet arkalarından baktı; duyacak olsa, Rıdvan bey kızını öldürürdü. Doktor Cemil afalladı, durdu. Feyyaz anlattı: — Nesrini, Rıdvan beyin para» sma göz diken bir serseri iğfa etti, Nesrin hâmile kaldı, Doktor mırıldandı: — İyi tahmin etmişim., — Bu gece beraber kaçacakla- rmı öğrendim. Onları takip et tim. Tuzlada, ormanlıkta bir köş- ke gittiler. Biraz sonra adam yal- nız çıktı. Rezaletini yüzüne hay- kırdım ve kendimi tutamadım bir tokat attım... Herif silâhlı i- riş,, Çekti, ateş etti. Mukabelede girdim.. Nesrin 1 baş gın yatıyordu. Çocuk ölmüştü. — Sersemler.. Sevinciniz uzun ez, Ve yavaş yavaş geri döndü... Sola saptı, İskele civarındaki bir 1.» kapısmı vurdu. Sesi çıkmadı. “ #ekrar vurdu. Nihayet öyTe Bürül © Übetti, ki yukardan Açıldı. Bir ses homurdandı: — Kim 0?.. Bu saatte ne isti- Yorsunuz?. Feyyaz seslendi: — Çabuk kapıyı açınız. — Siz kimsiniz?, — Feyyaz.. Rica ederim çabuk Açınız, kaybedecek vaktimiz yok. >— Hasta mısmız?.. — Kapıyı açmız. 18 — Biçare Nesrin, — Ona elimden geldiği kadar baktım. İki adam buldum ve alır buraya, evine getirdim, odasın» çıkardım. Doktor çileden çıktı: — Ne diye bunu yaptınız. Kızı öldürmüşsünüz. — Ne yapayım, firar ettiğini Londra Mektubu “Dekartın ıstıfası birden göz atınca, menfi ve sabit bir görüşe saplanıp. kaldığım hükmedilir korkusu, bir iki ikaz yollu hususi tenkitten sonra, ben yoklamıya başladı. Ve işte; bir- kaç günlük Londra intibalarım- dan herhangi birinin Türk okuyu- cularma bildirmek için kalemi aldığım şu anda böyle bir korku nöbeti geçirdim. Onun için her şeyden evvel, sağlam ve tavizsiz bir düşünceyle yazmam için, bu mektubumun bir havadis ve intiba yazısmdan ziyade bir izah maka- lesi olmasını tercih ediyorum.) İlk yazılarımdan birinde işaret ettiğim gibi, bizde Avrupa hay- ranlığı Tanzimat ve Meşrutiyet münevverliğinin bir nevi “Alâme- tifarikası,, ve hatta karakteri olup kalmıştı. İlk defa fransızca bilen- lerimizin çokluğu yüzünden bir “Frenkperestlik,, mezhebi haline gelen bu Avrupa hayranlığı öteki milletlerin İisanlarını (o öğrenen- ler de kalabalıklaşmca eski Yu- nan dinlerine döndü; her Avrupa filosofu, âlimi ve ya şairi, bizim bu hayranlık mezhebimizin birer ilâhı haline girdi, ilim ve san'at namına onlara methiyeler yazmak ve ömürlerine dualar etmekle va- kit geçirmiye özendik.. Birçok milli müesseselerde Yunus Emre, Namık Kemal günlerinden evvel; Göte ve Şekspir günlerinin yapil- dığını gördük.. (o Cümhuriyetten evvel öyle zamanlar oldu ki, garp ne yaparsa keramet sayılmıya başlandı.. Şehirlerinin manzarasından in- rının zekâsına kadar hiçbir paha bir fevkalâdelikler yurdu, bir fev- kalbeşer memleketti diye tanıtılan büyük Avrupa şehirlerinin başın- da gelen Londraya geldiğim za- man; bütün 6 tesirlerden Ankara havası içinden sıyrılmış olmama rağmen gene umduğumu bulama- dım. Burada ne vicdanın, ne kal- bin, ne gözün imreneceği bir şey vardı: Burada belki kafa aylarca 45 senelik garson Ali — Şekerli birrrr, Kordon bo- yu... Okkalı yap. — Şekerli birr, elektrik altı.. Sağdan ver.. —Çay birr, ağaç dibi.. Yandan çarklı olsun.. Tavla şakırtıları.. Domino şı kırtıları.. Nargileler tokurduyor; kahveler höpürdüyor. Değirmi mermer masalar ba - şında hafif, yüksek seslerle, siya- setten, edebiyattan, içtimaiyattan şundan bundan bahseden, her sr- nıfa, hen san'ata mensup genç. yaşlı bir sürü insan. Ilik bir yaz akşamı, Bayazıt meydanma bakan sıra kahveleri ben pek severim. | ... . Sezen Ali Bey sevimli bir a - dam. Eke Çi r sevmiyen yok, — Çay bir, yandan çarklı ola- cak.. Yanımdan geçiyordu. Gül düm: — Yandan çarklı.. Anladık. Pek iyi ama, bu ne demek ola- cak?, O da güldü: — Yandan çarklı, yani şekerini! yanma koy demektir.. Müşteri az müşteri yapabilmek için, müşteri- nin mizacına göre muamele et- mek lâzrmdır.. Ben, müşteri kar- şıdan görünür görünmez kendisi- ne karşı ne çeşit bir muamele yap- mak İâzımgeldiğini o hemencecik kestiriyorum. Kahvenin iskemlesi» vi ne çökecek adamın ilkönce haleti ruhiyesine dikkat ederim. Eğer | müşteri asabi ise, o dakika fazlas ca sinirli bulunursa yanaşamam., Etrafında uzun boylu dolaşırım. Neden sonra, ellerimi uğuştura- “ rak, gülümsiyerek yaklaşır, sesi- mi mümkün olduğu kadar tatlı laştırır: j — Beyefendi ne emir buyurus yorlar?. Die sorarım, Türsdi garsonlar işte bunü becetökiğzler””*Müşte iskemleye ilişir ilişmez tepesine | dikilirler. En sakin adami bile | sinirlendirirler, çileden çıkarırla.r Çok defa köoğulurlar, hakaret gö- rürler, Pek çok kahvehaneler, garsonlarının bu (beceriksizliği yüzünden müşterilerini “ kaybet- mişlerdir. Ali bey, şimdi kahvehaneden kalkan müşterilerden para toplu- > Geliyorum. p,Poktor Cemil paralı doktordu. akat yazları sayfiyeye çıktığı ynam, hizmetçi, uşak tutmazdı.. ie oturursa, orada bir kadın 'ur, odasını süpürtür, yatağmı tirir, ondan sonra yalnız köşe- nde dinlenirdi. Ayağına bir pantalon geçirdi çocuk (doğurduğunu kimsenin bilmemesi, babasınm haber alma- ması lâzımdı. — Babası.. Babası.. Ben baba- sı olsaydım, onu sevdiği adama verirdim, işte bu kadar. — Evet ama doktor.. — Haydi, artık gidelim, Belk daha vakit geçmemiştir, tam za - işledikten sonra; tekniğin bir şu- besinde, san'atın bir safhasında hayran ve hürmetkâr (olabilirdi. Bütün buralara ilk ayak basışta apışıp kalan eski zaman adamla» rımızın inadına çalakalem menfi fakat doğru görülşlerimi kaydet- mekten kendimi alamadım., Eski ve kör zamanların bana telkin et- tiği bütün garp kıymetlerini top- yor, Sonra, kulağıma fısıldıyor: o — Peşin parayla muamele pek 0 tatlıdır!.. — Ali bey, iyi garson yetiştir. mek için bir mektep açılmalı mis dır; dersin?., NA — Müşterilerin bir kısmı kah - — Vallah bey.. Kahvehaneden daha iyi mektep mi olur?. Yeter venin çok şekerli olmasını ister- : z ler.. “Sağdan ver,, demek çok $e-| ki, işe başlıyan delikanlı terbiyeli iş bilir bir patron yanına düşsün.. şekerli, çok şekerli, gönlü nası! çekerse öyle içer.. “— Şekerli bir, okkalı yap,.! Bunu anlıyorum.. “Sağdan ver,, demekle neyi (kastediyorsunuz, Ali Bey?.. kerli demektir.. başında gecelik külâhı ile aşa- indi, F, eyyazı alt kattaki bir o- manında yetişirim. da ll - em ik — Sahi. e ee var?. i Yukarı fırladı, giyindi, koşarak li a size iğ Yal indi. Ceplerini yokladı: doktorlu, a değil, ayni | » gözlüklerimi , e AR, in Eyvah, gözlüklerimi unut tum. — Gözlükleriniz ( gözlerinizde doktor. — Sahi sahi.. Aklım başımda değil ki.. Haydi gidelim.. Yolda adeta koşuyordu. Köşke yaklaşırlarken Feyyaz odoktorur kolunu tuttu: — Unutmayımız, verdiğiniz sö zü hatırlayınız. Doktor sinirlendi: — Yirmi senedir Rıdvan beyi tanırım. Nesrini kendi kızım gibi severim, Tavsiyenize hacet yok. Gene koşa koşa yürümeğe baş ladı. Feyyaz: — Bu saatte ön taraftan girer- sek duyulur. Görürler. Halbuki köşke gizli girmemiz lâzım. (Devamı var) Sm, z Size bir namus sırrı tevdi €- im, > Sizi dinliyorum. dan Evvelâ oturunuz.. Doktorlar- Besle, çıkmaz değil mi?. Doktor jp < Serme ifşa etmezler değil tay, Pünün için doktor olmuya lü- Mak Yok. Namuslu bir insan ol - kâfidir. —— Söyliyeceğim şey çök mü- İçiy, *e Sok vahim doktor, Bunun sizden namus sözü almalı- ie Eğer zevahire aldanarak, La vi dahi zannetseniz, bu $a etmiyeceğinize söz veri- diz, tan inkâr etmeyi ve mevcut olan- kestirme ve çıkar yol, saydım. Dekartın bütün mevcut kıymet ve hükümleri bir kenara atan ve siz bir görüşle inandıkça tekrar e Avrupa ve İngiltere ihtisaslarım için kabul ve tatbik etmiş bulunu- yorum. Ben Londranm O manzarasın' çizmeyi çok defa bir iki kısa ve giliz ruhunun manzarasını - tahli- lini değil sade görünüşünü — çiz meyi üzerime alıyorum. İngiliz teknik ve kültürüne ezberden, ha: zırlop, ağzı açık hayran olmak: tansa ona nüfuz edecek zaman beklemeyi ve onun yüksek hususi yetlerini o zaman tebarüz ettirme- yi düşünüyorum. Şunu her şeye rağmen etmeyi bir hakikat ifadesi ve bir ları görüp, bulup, hissedip inan- dıkça kabul etmeyi ve yazmayı en mevcudiyetlerine salim ve telkin- le alan meşhur ıstıfa usulünü ben müphem satıra havale ederek İn- Kahvehane garsonluğu ( deyip de geçmeyin.. Meğer bu ne güç. ne meharet istiyen bir işmiş! Ali bey, mesleğin girdi çıktısını bir çırpıda ayak üzeri anlatıverdi. Garson Ali Bey mühim adam- dır.. Yukarda da söyledim ya, onu tanımıyan, onu sevmiyen yoktur. O, çalıştığı kahveye müşteriyi de beraber sürükler. Patronlar onu hiç kaçırmak istemezler, Bu mu- vaffakıyetin sırrını kendisinden dinlemeli. Kırk beş senedir, be işin içinde haşırneşir olmuş, piş * miş, kıvamına gelmiştir. O adeta bir psikologdur. vicdan borcu sayıyorum: İngilte- re, rejim ve İngiliz, ahlâk namına dünyaya örnek memleket ve mil - let olmaktan çıkmışlardır. Ve ben bu sapıtmanın her gün rasgeldi - ğim bir küçük delilini Türk oku- yucularına göstermekte bir zevk duyuyorum.. Behçet Kemal Kahvehane garsonluğu büyük, kibar bir meslektir. Kahveye her cinsten adam gelir, Avukatı, meb'usu, paşası, şusu busu.. N Ali bey eski kahvhaneleri an- latıyor: — Kahveye yeni bir adamın gi- rişiyle yirmi otuz sandalye birden gümbür gümbür oynardı. Merha » ba faslı başlar, uzun uzadıya süs rer, ne biter ne tükenirdi.. e . Sıra kahvesine yeni müşteris ai ! ler geliyor. Ali Bey, ellerini uğuş- turarak, gülümsiyerek, iki kat re- veranslarla; — Buyrun beyler! Diye karşılıyor. O, kırk beş senedir bu işin için de.. Acaba kaç yaşında?.. , — Ali bey, yaşımı merak ettim, ben.. 4 — Geceleri saymazsan otuz, sa» yarsan altmış yaşmda varım be. yim efendim!.. 1

Bu sayıdan diğer sayfalar: